Zerrin’le uzun söyleşi
III
Kitaplarımız yıldız kümeleridir gökyüzünde,
Yürürken bizimle gelirler, bulutları geçe geçe:
Tutuşan ellerimizde sözcükler kıpır kıpır.
Bir yolculuk zamanında mı, yoksa düpedüz ömür,
Geçip gider yanlarımızdan güneşli sokaklar.
Nasıl bir yolculuk bu, koştukça geride kalıyoruz,
Liman gidiyor gemileriyle, mendireğiyle,
Bütün bir ev dizileri kayıp gidiyor katar katar.
Kaçaklar kapıya sürtünüyor, evde miyiz?
Neredeyiz peki, illegal bir radyo istasyonu gibi,
Garip sesler veren, yağmurla birlikte, derken
Kavak polenleri doluyor içeri, taze fısıltılarla,
Derken pamukçuklar uçuşuyor başımızda.
21. Yüzyıla ne kaldı, göreceksin iyi olacak.
Affedersiniz, pencereler bir masaldan çıkma,
O denli realist: Mart boyu buz tuttu camlarımız.
Gelenle kucaklaşacağız, duyuluyor sesi,
Yeter ki biz gelmekte olan yaza gönül açalım.
Zonguldak’ta atmaca sürüsü havalanınca,
Heybetli gölgesi Çankaya sırtlarını nasıl ürküttü.
Kömürün içindeki isyan, ağır parlayıcı:
Dokuz yıl sonra ayağa kalkmıştı kahraman.
Ben sana gümüş örgü bilezik getirmiştim, hani.
Hayır demiştin, önce ateşi elle tutmalıyız,
Tamam o zaman, ilk biz ineceğiz ocağa,
Gelik kapısından girip Yatağan’dan çıkar gibi.
O nasıl adanma, dünya malı kayıp gidiyor da,
Bütün dünyayı talep ediyoruz orada.
Kışlar aşk cemresiyle çıralandı, kaç kez,
Söyle bana sevgilim, bir ömürlük yeni gelin?
Dönüşünü görüyoruz galaksimizin, büyülü ışınlar,
Sinyalleri elimizle durdurup şifreyi çözüyoruz,
Fakat çözemiyoruz küçük sorunların düğümünü.
“Seviyorum”un nesnesi, elimizde sırlı testi,
Şarap ya da billur pınardan abıhayat dolusuyla,
Korumak istersen içindekini, koru testiyi.
Şafağa karşı sunulan, balla sırlanmış elma,
Bir elma ki, Kadın’ın eliyle aşırılmış ilk:
“Seviyorum”un güzeli, elin diliyle söylenenmiş.
Bir meyve ki, Ka’nın haşmetiyle büyülü:
Birbirine eş arzuların kabında taşsın sevda.
Gel şimdi, büyük kapıdan geçip dağlara çıkalım,
Dünyaya bakalım sevgilim, başlıyor şenlik.