Zerrin’le uzun söyleşimiz - VI

Oda müziği değil, evrensel şarkıyı dinliyoruz,
Ezgiler yayılıyor, aydınlanmış arzın tutkusuyla.
Yolumuz uzun, görev ağır, arzu yakıcı,
Rengini teslim etmeyen gülün direnişi gibi tam,
Aşkla yaratılan, özünü nasıl da koruyor.
Öte yandan nefsinin telaşına düşmüş adamlar var,
Kendini, yangında ilk kurtarılacak eşya sanan.

Söyle bana sevgilim, ömürlük yeni gelin,
Anlat dünyaya, Anadolu’da kaç bin yıllık Kibele ana.
Gel çözelim ataların sevincini, ataların acısıyla,
Gel ölçelim Hitit’in ekinini Hitit’in güneşiyle,
Niçindir ekmeğin çürümesi, bildirelim yoksul halka.
Gözyaşı içinde eriyorsa umut, suç bizde,
Ağır hayatın motoru, ağır devir dönüyor yine de.

Biz miyiz suçlu? Ne fark eder, sen ya da ben, yol aynı.
Hep aynı şeyi söylüyorsun, bilim aptal mı?
Dikkat edersen madde hata yapmıyor, doğa aklı bu.
Oysa, “savaş” yazıyordu maddelerinde yasanın,
Hayat, kendi evimizde bir cephe harekatı değil mi?
Büyük bir şafak beklerken aşktan perişan,
Küçük Bir Mutluluk, adlı kısa oyunu kim yazdı?

Herkes böyle küçük şeyler istiyor zaten,
Evimiz yüce dağ başında, kızlarımız çiçek topluyor.
İyilik mücadelemizin tutkusuyla yayılıyor,
Şimdi şurada duran, sonra biraz ötede ve kaybolan.
Söyle bana sevgilim, ömürlük yeni gelin,
İyi ki elimizin altında, başımızı dik tutan öğreti var.

Oda müziği değil, evrensel şarkıyı söylüyoruz:
Kadın, kızıl bayraklı kaide üzerine çıkmış,
Haykırıyor, elbette yoldaşımdır, ruhumun iliği kemiği.
Dünya bir emzirme evidir, diyor, aynalı beşik,
Diyor ki, baskılarınızı kabul etmeyiz, asla!
İnanın, diyor, böyle olur diyor, kazanacağız sonunda,
Bütün yıldızları aynı temiz sütle biz emzireceğiz.