Zor ve nazik bir görev ‘Başaracağız' dedik Başardık

II. Abdülhamit devri... İstanbul’da, Harp Akademisi’nde bir subay... Henüz yirmi yaşında...

Kendisinde birtakım anlam ve niteliğini henüz anlayamadığı duyguların çarpıştığını hissediyor, fakat bunlara ne olumlu ve ne olumsuz bir türlü anlam veremiyor.

O, küskündür. O, kederlidir. O, ruhundan gelen anlaşılmaz bir anlam ile asidir.

Fakat kime karşı? Ve ne için?

Bunu, o da bilmez.
...

1 Ocak 1937’de Tu?rk Tarih Kurumu Asbaşkanı Afet İnan, Belleten’in ilk sayısında “Gerilla Hakkında İki Hatıra” başlıklı bir yazı yayımlar. Yazının daktilo edilmiş ve üzerine Atatürk tarafından el yazısıyla çıkmalar yapılmış yedi sayfalık müsveddesi de var.

Yukarıdaki satırlar bu yazının başından.

Mustafa Kemal, Harp Akademisi’ndeki o günlerinde sabahları Dahiliye Subayı karyolasını sarsmadıkça çok geç ve zor uyanır.

Arkadaşları nedenini sorar.
“-Arkadaşlar, yatağa girdikten sonra ben sizler gibi sakin uyuyamıyorum; sabahlara kadar gözüm açıktır; nihayet tam dalacağım zaman ‘kalk’ borusu çalıyor, onu da tabii ki işitemiyorum, sağ elinde bir sopa tutan bir adamın karyolamı sallamasıyla uyanır gibi oluyorum, uyandırılıyorum. O zaman keyfim yerinde değildir, kafam ve vu?cudum yorgundur.”

HALK İSYAN EDERSE
Yazı devam ediyor.
“Cesur bir taktisyen, bir stratej olarak tanınan Taktik Muallimi Trabzonlu Bay Nuri” bir gün sınıfa giriyor. Ders başlıyor:
-Efendiler, harp, muharebe, artık bunlar sizce malum şeylerdir. Fakat gerilla nedir biliyor musunuz? İşte en müşkülü budur. Gerilla kolay bir askeri hareket değildir. Gerillayı bastırmak da, onu yapmak kadar güç bir harekettir.

Taktik hocasının gerilla hakkındaki sözleri, genç subayımızın kafasında yerleşmişti. Bir gün hocasından rica ediyor:

-Bu verdiğiniz dersi Türkiye’nin belli bir noktasında olmuş gibi açıklar ve bu dediğiniz tedbirlerin orada nasıl tatbik olunacağını lu?tfen anlatır mısınız?

Ertesi derste Muallim Nuri Bey bir soru ortaya atar:

-Efendiler, Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet merkezi İstanbul’dur. Hükümet İstanbul’dadır. Meçhul sebeplerden dolayı Boğaziçi’nin doğu sahilinden İzmit ve onun kuzeyinde Karadeniz’e çekilen yaklaşık bir hat dahilinde bulunan mıntıkadaki Tu?rkler, payitahta isyan etmişler ve gerillaya başlamışlardır.

1- Bu küçük mıntıka halkı bu isyanı niçin yapabilir, nasıl yapabilir, nasıl devam ettirebilir?

2- Osmanlı İmparatorluğu Devleti, bütün hükümeti ve ordusu ile bu isyanı nasıl bastırabilir?”

ÇETİN VE NAZIK GÖREVİN YANITI 17 YIL SONRA
Öğrenciler pek hoşnut değildir. “Çetin ve nazik” bir ödev.

“Onların içinde yalnız bir kişi, sabahları kalk borusu ile bir türlü uyanamayan subay, işte o, aradığına kavuşmuş bir aşık gibi, çok memnun görünüyor.”

Hoca gittikten sonra sınıfta bir tartışma başlıyor. Arkadaşları genç subaya sitem ediyor: Sanki buna ne lüzum vardı? Durup dururken bu işi niçin kurcalamıştı?

Geliyoruz bu kez bu tarihten 17 yıl sonraya. “1919 Mayıs’ının 14. günü akşamı, İstanbul’da Vahdettin’in sadrazamı Damat Ferit’in Nişantaşı’ndaki konağında bir akşam yemeği. Buraya iki kişi davetlidir: Bunlardan biri Mustafa Kemal’dir. Ondan dinliyoruz:

“Belirlenmiş saatte Sadrazam’ın yanında bulunuyordum. Benden başka henüz kimse yoktu. Birkaç cümlelik bir konuşmadan sonra uzunca bir süküt başladı. Bu sırada ben, Vahdettin’in sadrazamını inceliyordum. Bir aralık saatine baktı:

-Acaba nerede kaldı? dedi.
-Biri mi bekleniliyor, dedim.
-Evet, Cevat Paşa Hazretleri geleceklerdi... “

Yine sessizlik başlıyor. Birkaç dakika sonra Cevat Paşa geliyor. Sadrazam, iki davetlisi ile birlikte yemek salonuna geçiyor. Sofrada bu üç kişinin üçü de önlerine bakıyor.

“Acaba ne düşünüyorlardı? Yeni tarihin meydana çıkardığı hakikatlere göre, Sadrazam Damat Ferit Paşa, dünyayı, Türkiye’yi, Türk milletini asla tanımamış... Fakat efendisi Sultan tarafından, yüksek tarih camiasını idare için kendisine verilen vazifenin ağırlığı altında, duygusuz. İşitilen ses, yalnız çatallar ve bıçaklar değiştikçe, hizmet edenlerin beceriksizliği yüzünden hasıl olan gürültü... yemek bitiyor... Ortasında genişc?e bir masa bulunan dar bir odaya geçiyorlar. Henüz ayakta dururken, Sadrazam diyor: -Bir harita getirtsek de, Müfettiş Paşa onun üzerinde bana izahat verse...

Masanın üstüne bir harita açılıyor. Anlaşılıyor ki, Sadrazam, haritayı daha evvel hazırlatmış. Kiepert’in atlası. İçinden Anadolu paftası bulunuyor. Damat Ferit’le Mustafa Kemal haritanın başında karşı karşıya. Cevat Paşa da Mustafa Kemal’in yanında!

SAMSUN VE ÇEVRESİNDE NE YAPACAKSINIZ

Mustafa Kemal, Damat Ferit’e soruyor:
-Ne açıdan izahat talep ediliyor?

Sadrazam:
-Mesela Samsun havalisinde ne yapacaksınız?
Samsun havalisinde yapılması istenen iş, o yöre Tu?rklerinin başladığı gerillayı bastırmaktı.
Mustafa Kemal anlatıyor:
“Bu sorguya doğru cevap vermek benim için güçtü, bunu itiraf ederim. Fakat hiç tereddüt etmeden şu kelimeler ağzımdan döküldü:

-Efendim, dedim, İngiliz raporlarında, meselenin biraz mübalağa olunduğuna hükmediyorum. Fakat ne de olsa, yerinde yapılacak incelemelerden sonra, icap eden en iyi tedbirler bulunabilir. Merak buyurmayınız.”

Bu sözlerden sonra, Mustafa Kemal, Cevat Paşa’nın gözlerine bakıyor. Aynı zamanda Sadrazam da, gözlerini General’e çevirmiş bulunuyor:
-Ne dersiniz?

Güleryüz Dergisi, 16 Kasm 1922, “Kabus”

Cevat Paşa, çok doğal bir tavırla:
-Öyledir efendim. Böyle işler mahallinde hallolunur. Şimdiden kati ne söylenebilir?
Sadrazam pek memnun değil. Kafasındaki daha büyük bir endişeye yanıt bulamamış. Birden, oldukça heyecanlı bir seda ile soruyor:
-Pekala, siz bana harita üzerinde kumandanızın kapsadığı mıntıkayı gösterir misiniz?
Mustafa Kemal, Sadrazam’ın vesveseye düştüğü noktayı derhal keşfetmişti. Cevap veriyor:
-Efendim, henüz ben de pek iyi bilmiyorum. Belki takriben... (Kiepert haritası üzerine elini koyarak) ihtimal şu kadar bir parça... diyerek bazı vilayetleri eliyle sınırlıyor. Bu defa daha manalı bir tarzda Cevat Paşa’ya bakıyor. O da Sadrazam’ın vehmini anlamıştı. Mustafa Kemal elini haritadan kaldırırken Cevat Paşa ilave ediyor:
-Efendim, mıntıkanın ehemmiyeti yoktur. Paşa, tabii ki o mıntıkadaki kuvvete kumanda edecektir. Zaten nerede kuvvet kaldı ki...
Cevat Paşa, cümlesini tamamlarken vaziyetin hiç de öneme sahip olmadığını ima etmek ister bir tavırla, haritanın bulunduğu masadan uzaklaşır gibi oluyor. Mustafa Kemal, içinden Cevat Paşa’ya teşekkür ediyor. Generalin bu sözleri, Sadrazam’ı tatmin etmiş görünüyordu. Her biri, birer koltuğa çekiliyor.

BİR ŞEY Mİ YAPACAKSIN
Sadrazam, Mustafa Kemal’e soruyor:
-Ne vakit hareket edeceksiniz?
-Ne vakit emir buyurulursa... Ben harekete hazırım.
-Zatı Şahane’yi ziyaret ettiniz mi?
-Hayır, irade buyurulmadı.
-İrade buyuruldu. Ben tebliğ ediyorum. Yarın kendilerini ziyaret ediniz. Ayrılmak zamanı geliyor, orada bir adamı bırakarak sokağa çıkan iki davetli, Mustafa Kemal ve Cevat Paşa, kol kola yürüyorlar, gecenin karanlıkları içinde... Nişantaşı caddesinin yaya kaldırımı üzerinden Teşvikiye’ye doğru sıkı adımlarla ilerleyen bu iki arkadaştan biri çtekine pek samimi bir dille soruyor:
-Bir şey mi yapacaksın Kemal?
-Evet Paşam, bir şey yapacağım...
-Allah muvaffak etsin!
-Mutlak muvaffak olacağız!..
...
(Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.3, s.17, 94-96; age., c.28, s.349-352)
(Ne zaman 19 Mayıs gelse Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderip göndermediği tartışılır. Haftaya yine Mustafa Kemal’in anlatımıyla bu görüşmeyi aktaracağız. Ancak bu yıl, sosyal medyada başka bazı yalanlar, hem de görüntülü (!) dolaşıyor. Onları da açıklamaya çalışacağız.)