Zor ve zorunlu bir yazı: Demirel!
Önce, “Çoban Sülü”ydü... Köyünde uzun yıllar çobanlık yapmıştı.
Sonra mühendis oldu, 1950’li yıllarda Devlet Su İşleri’nde çalıştı... Lakabı, “Barajlar Kralı”na çıktı.
1960’ların başlarında ABD’li Morrison Knudsen adlı mühendislik firmasıyla ilişkileri tespit edildi; “Morrison Süleyman” oldu...
Sonra da “Mason Sülüman” olduğu söylendi!
***
Ben ise onu, “Faşist Demirel” olduğu günlerden; yani 1970’li yıllardan sonra tanıyan kuşaktanım.
“Üç fidan”ı darağacına göndermesini...
Kendisine gösterilen tepkilere, “Yürüsünler bakalım, yollar yürümekle aşınmaz!” diye kayıtsız kalışını...
“Bana ‘Sağcılar adam öldürüyor’ dedirtemezsiniz” deyişini...
Ecevit’le polemiğe girerek ülkeyi yangın yerine çevirmesini...
Bugünkü iktidarın proje babası olan Necmettin Erbakan’ı, Başbakan Yardımcısı yapıp güçlendirmesini...
Kurduğu “Milliyetçi Cephe” iktidarlarında devletteki dinci kadrolaşmaya seyirci kalışını...
Her darbede sessizce gidip darbenin etkileri silindikten sonra kahraman gibi dönüşünü...
Aktif siyaset yaptığı dönemde mecbur kalmadıkça tıpkı bugünküler gibi Atatürk’ün adını ağzına almamaya özen göstermesini...
Yine tıpkı bugünküler gibi toplumu kutuplaştırmasını...
Bugünküler gibi sevenlerinden fazla sevmeyenlerinin olmasını...
Cumhurbaşkanı olup “siyaset üstü” bir kimlik kazanınca birdenbire “demokrasiyi ve Atatürk’ü” keşfetmesini...
Son yıllarında, laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin çökertilmesine karşı verilen amansız mücadelede onurlu bir duruş sergilemesini...
Kısacası...
Son 45 yılda yaptıklarını nasıl unutabilirim ki?
Bugün Recep Tayyip Erdoğan bizim çocuklarımız için ne ise...
Süleyman Demirel de benim çocukluğumda ve gençliğimde öyleydi...
Kimilerine göre kahraman, kimilerine göre diktatördü!
***
Hayatım boyunca “Kral Çıplak” dedim. Demirel’in sağlığında yüzlerce yazı yazarak onu en sert şekilde eleştirenlerden biri oldum.
Şimdi öldü diye, ağız değiştiremem. Köre, badem gözlü diyemem!
Kendisi gibi söyleyeyim:
Demirel, “Neyse, odur!”
Benim çocukluğumun faşisti, orta yaşlılığımın demokrasi mücadelecisidir...
Elinde Deniz’in ve arkadaşlarının kanı da vardır; sonradan tuttuğu sevgi çiçeklerinin de...
Bana göre yanlışları, doğrularından fazladır...
***
Yarın, “Demirel’i neden yazmadın?” diye soracağınızı bilmesem... Emin olun bu yazıyı yazmazdım!
Haksızlık yaptığımı düşünüyorsanız; affedin... Gerekirse sizi bile kaybederim ama...
Çocukluğuma ihanet edemem!
(156+49)
Abdullah Gül önceki gün bir açıklama yaptı ve danışmanı Ahmet Sever’in yazdığı kitap nedeniyle kendisini yerden yere vuran Erdoğan medyasına karşı kendisini savundu...
Bu kitaptaki bazı bölümleri bizzat yazdırdığına dair iddiaları reddederek, “Ben o kitabın yazılmamasını istiyordum ama kimseyi engelleyemezdim” dedi...
Bu açıklamadan sonra iyice ortaya çıktı ki Abdullah Bey sağır da değil dilsiz de...
İstediği zaman duyuyor; söyleyecek sözü varsa konuşuyor...
Benim sorularım zor olduğu için ise çareyi susmakta buluyor.
Ben sormaya devam edeceğim; yanıtı da artık bir gün onun sanık olduğu mahkemede almayı umuyorum!
GÜNÜN SORUSU
Hükümet istifa edeli on gün oldu... Sorum ortaya:
Hükümetsizlik, sizin de hoşunuza gitmeye başlamadı mı?
HAVADAKİ İŞKENCE!
Önceki gün varış ya da kalkış noktası İstanbul olan tüm uçak seferlerinde gecikmeler yaşandı. Yağmur bahane edildi ama gerçek nedeni aşağıdaki “Günün İsyanı”nda okuyacaksınız!
Elbette Bodrum’dan İstanbul’a yapılan seferler de bu durumdan etkilendi. Seferi olan firmaların çoğu yarım saate varan gecikmelerle kalkabildi.
Biri hariç:
THY’nin ikinci markası, Anadolu Havayolları!
Bu firmanın 7347 sayılı Bodrum-Sabiha Gökçen uçağının hareket saati normalde 20.50’ydi. Uçak önce 50, sonra 30, 40 ve 20 dakikalık dört rötar yaptı!
Sonuçta 20.50’de Bodrum’dan hareket etmesi gereken uçak; Bodrum Havaalanı’na 22:40’ta inebildi...
Bu arada hiçbir firma yetkilisi zahmet edip yolculara bilgi falan vermedi.
Yolculardan bir-ikisi tepki gösterdi; gerisi uysalca bekledi.
Uçak 23:30’da havalandı!
Havalandıktan sonraki anonsu pilot yerine yardımcısı yaptı... Gecikmeden dolayı özür dileyerek “Sabiha Gökçen’in üzerinde tur atmaya gerek kalmadan doğrudan iniş izni aldıklarını” söyledi...
Uçak tam alçalmaya başlamıştı ki “kayıp” olan kaptan pilotun sesi duyuldu:
“Sabiha Gökçen’in delik deşik olan pistlerinde asfaltlama çalışması yapılıyor. Mecburen Yeşilköy’e iniyoruz...”
Uçak; Atatürk Havalimanı’na indi; arabalarını Sabiha Gökçen’e park eden bir iki yolcu dışında itiraz eden yine olmadı.
Sonra “yoğunluktan” dolayı merdiven arabası ve servis otobüsleri bulunamadı!
Yolcular yarım saat de uçağın kapısının açılmasını bekledi.
Böylece bir saatlik uçma macerası, sekiz saat sürmüş oldu...
Üstelik yolculara, Sabiha Gökçen’e ya da Anadolu yakasındaki evlerine ulaşmaları için otobüs bile verilmedi.
***
Uçaktaki yolculardan tepki göstermeyi akıl edebilen birkaçı diyor ki:
“Bize sabrımızı sınama olanağı verdikleri için THY’nin badem bıyıklı yönetimini kutluyoruz...”
***
Benden duyurması...
GÜNÜN İSYANI
Danıştay, yapım aşamasındaki 3. Havalimanı için “acele” kamulaştırma kararını durdurdu. Bu kararın duyulmasının ardından İstanbul’a yönelik tüm uçak seferlerinde rötar yaşandı. İsyanım karanlık güçlere:
Türkiye’yle oynayan elleriniz kırılsın!