Zülfü Livaneli'nin portresi (2)

Livaneli CHP, DSP, SHP’yi “sol” bulmuyor ve “sol olarak sunulan bu partilerin başına, hiçbiri solcu olmayan birtakım liderler getirildi” diyor. Erdal İnönü için de şunu söylüyor:

“Erdal İnönü; rahmetlinin solla ne ilgisi vardı? Erdal Bey devlete güvenen biridir…2 Temmuz’da Sivas’ta arkadaşlarımız otelden telefon açıp ‘Bizi yakıyorlar’ dediklerinde, Sivas Valisi de ‘Hayır efendim, öyle bir şey yok’ dediğinde, valiye güvenmiştir. Sol gelenekten gelen biri olsa, valiye mi, ‘Bizi yakıyorlar’ diyen aydınlara mı güvenirdi?”

'SOL'BULMADIĞI SHP'DEN ADAY OLMAKTA SAKINCA GÖRMÜYOR

SHP’yi, Erdal İnönü’yü bu denli eleştiren Livaneli, 1994’te SHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı oluyor. Solcu bulmadığı Ecevit’e ve Baykal’a gidip “Madem böyle bir şey oldu, hepinizin adayı olayım” dediğini belirtiyor. Dahası “Tüm bunları dememişim gibi seçim sürecinde Ecevit, Refah Partisi’yle değil, şahsen benimle uğraştı” sözüyle de Livaneli, seçim sürecinde Ecevit ve Baykal tarafından nasıl kazıklandığını anlatıyor:

“Ben Baykal’ın yaptıklarını hep hata zannediyordum ama meğer bunlar bilinçli tercihlermiş. 94 seçimlerinde karşıma Ertuğrul Günay’ı çıkararak çok kötü bir kampanya yürüttüler. Hatta Baykal ve Günay o süreçte benim için ‘Livaneli İsveç’e gitti ama siyasi sebeplerden değil, kadın meselesinden’ bile dediler!”

Baykal için bunları diyen kişinin dersini aldığını düşünürsünüz değil mi?

Hayır. Belden aşağı ifadelerle kendisine saldırıldığı iddiasındaki Livaneli, 2002’de Baykal’ın başında olduğu CHP’den milletvekili oluyor. Neden?

Halkın esenliği için olsa gerek! Bakın bunu nasıl açıklıyor:

Baykal o zaman bana ısrar ettiğinde, bir grup arkadaşla birlikte kendisine bazı şartlar sunduk. Bunlardan bir tanesi Türkiye’nin en kısa sürede AB çatısı altına girmesi ve sorunların AB ilkeleri çerçevesinde çözümü için çalışma yapılması yönündeydi. Baykal’a ‘Bunda tamam mıyız’ dedik, ‘Tamamız’ dedi. Kürtçe televizyon ve radyo, o zaman yoktu, ‘Bunda tamam mıyız’, ‘Tamamız’ dedi. Anadil meselesinde hakeza. İşçi sınıfı hakları dâhil pek çok şartı daha önüne sürdük ve hepsine ‘Tamam’ dedi.”

Gazeteci soruyor: “Sonra ne oldu?”

Livaneli devam ediyor:

2002 seçimleri olup bitti ve birdenbire Baykal, sanki bu şartlarda hiç anlaşmamışız gibi davranmaya başladı.”

Gazeteci bu sefer “Peki kendisine konuştuğunuz şartları hatırlattığınızda ne dedi?” diye soruyor. Livaneli:

‘Bunları konuşmamış mıydık?’ dedikçe, tam tersini yaptı. Parti içindeki en milliyetçi, ulusalcı isimleri, keza onun kirli işlerini yapan birtakım tipleri yönetime getirdi…

Baykal bizi kullanmak için her şeyi yaptı.”

Livaneli’nin milliyetçilik histerisi burada da baş gösteriyor. Livaneli kullanıldığını anlayınca CHP’den istifa etmiş.

Anlaşılıyor ki Livaneli kandırılmasına, kendisine saldırılmasına, kendisi de adı geçen parti ve liderleri eleştirmesine rağmen bu parti ve liderlerle iş yapıyor.

“İlkesiz bir davranış” mı dersiniz yoksa hala “halkı için geçmişe sünger çekti” mi dersiniz?

Dahası “Marksist çizgiden gelen, bunu hayatıma rehber etmiş bir insanım. CHP’de ne işim vardı! Fakat o sırada CHP’de kendi düşüncelerimizi hayata geçirebileceğimizi, Baykal’a verdirdiğimiz sözleri yerine getirtebileceğimizi zannettik” diyor. Madem Marksist çizgiden geliyor (Marksist mi, çizgi kaldı mı belli değil), Marksist partide siyaset yapsaydı. Hazır barajı geçen parti varken neden taş atıp da kolu yorulsun ki!

Ahmet Taner Kışlalı 12 Haziran 1998 tarihli yazısında Livaneli’nin bu tutarsızlığını ve milliyetçi sol ile kavgasını şöyle eleştirmiştir:

“Sayın Livaneli, CHP’nin 9 Eylül 1995 Kurultayı Öncesinde genel başkan adaylığına soyunmuştu ve ben o zaman şu soruyu sormuştum:

‘Niçin CHP?.. CHP’nin temsil ettiği varsayılan -ya da temsil etmesi gereken- ideolojiye inanıyor mu?’

Zülfü Livaneli, o zamanlar, kendi deyimi ile ‘milliyetçi sol’ ile kavgalıydı.

Yazılarında kökten dinci kesimlere pek çatmazdı. İkinci cumhuriyetçilerin saldırılarına karşı çıkmaz, hatta bazılarını paylaşırdı. Ama konu ‘ulusal sol’ olunca, birden hırçınlaştığını, hoşgörüden ve sağduyudan uzaklaştığını görürdünüz.

Şu sözler O’nundur:

‘Sol ne zamandan beri militarizmin, şovenizmin, devlet sömürüsünün, Kürt düşmanlığının, Yunan nefretinin adı oldu?’

Kastettiği kesim, ‘ulusalcı sol’ diye adlandırılan kesimdir.

Sayın Livaneli, o ideolojik çizgiyi ‘Nazizm’ olarak adlandırmaktan çekinmemiştir.. Yani ‘faşizm’!”

Livaneli daha önce kandırıldığını, bu liderlerin solcu olmadığını belirtmiş, işin içine bel altı vuruşlar girmiş, Livaneli, hala, bu kişilerin sözlerini tutabileceklerini zannederek safça hareket edebilir mi!

Anlaşılan Livaneli bizi, okuduğumuz satırlar arasında çelişki bulamayacak kadar aptal sanıyor.

Atatürk ‘Sol partiyim’ demedi de ‘Sağ partiyim’ mi dedi?

Livaneli, Atatürk’ün de solcu olmadığını söyledi. Fikrini şöyle savunuyor:

“Atatürk solcu değildi. Kuzeyde Bolşevizm vardı. Bolşevizm’in etkisine karşı ülkeyi korumak istiyordu, ama onlardan da Kurtuluş Savaşı’nda yardım almıştı. Lenin’le iyi ilişkisi vardı. Çok önemli bir şey yaptı. Ama solcu değildi. Milli burjuvazi yaratılıp öyle kalkınmaya inanan bir insandı. Sol olmak gerekmiyor. O bir kurtuluş partisiydi. Kuvayi Milliye Cemiyeti’nden geliyordu. ‘Sol partiyim’ demiyordu.”

Atatürk’ün Bolşevizm’in etkisine karşı ülkeyi koruma çabası, bağımsız kalma isteğiyle de ilgilidir ama Atatürk, esasen, Bolşevizm’in ülke gerçekliğine uygun olmadığını düşünüyordu. Fakat Türk devriminin, Bolşevizm’le kimi yakınlıklarının olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla Bolşevizm düşman kampında bir akım olarak görülmemiştir. Halkçılık ilkesi, emeğe değer verme, sosyal devlet anlayışını barındırması sebebiyle de solla ilişkilidir. Livaneli, sadece komünizmi, sol gördüğü için Atatürk’ü solcu bulmuyor haliyle. Burada da kendisiyle çelişiyor. Madem komünizmden başkası sol değil, yıllardır neden sosyal demokrat partilerden aday oldu!

Dahası Atatürk ‘Sol partiyim’ demedi de ‘Sağ partiyim’ mi dedi?

Hayır. Ezilen bir dünya ülkesinde bağımsızlık, kalkınma çabası zaten solun emek, devlet öncülüğünde sanayileşme, ekonomide devlet bir rolü, denetimi gibi anlayışlarını içermesiyle olanaklıydı ve hayata geçirildi. Dolayısıyla Atatürk’ü kafasındaki sol şablona oturtamayan Livaneli’nin Gorbaçov’u solcu bulmasına şaşmamak gerekir.

SOLU AYRIŞTIRIYOR

"Çok az kişi olaya sınıfsal bakıyor. Kimlik, milliyet, inanç, etnisite, sınıf değerlerinin önüne geçti” diyen Livaneli’nin şu satırlarında sınıfsal bakış mı kimlikçi siyaset mi hakim:

“Türk ve Kürt solunun, kadın ve LGBTİ hareketlerinin, işçi sınıfının, ezilenlerin, yeşillerin asgari müşterekte bile olsa ortaklaşması, bu tür manipülasyonların ülkenin kaderini değiştirmesine engel olur.”

Solu, Türk ve Kürt olarak ayıran kişi sınıfsal mı etnik mi bakıyor?

LGBTİ hareketinin sınıfsal yönü nedir?

SOLUN ABİSİNİ MEYDANLARDA GÖREN VAR MI?

Livaneli kendisini, geçmişten bugüne hep solun içinde olan, sola akıl veren biri olarak yansıtıyor. Sinan Cemgil, Mahir Çayan arkadaşıymış. Onlara silahlı mücadelenin hata olduğunu anlatmış. Mihri Belli’yle buluşurmuş. Hikmet Kıvılcımlı evinde kalır, gece gündüz tartışırlarmış.

Sanırsınız hep mücadelenin içinde olmuş. Cumhuriyet Mitingleri’nde, Silivri Cezaevi önündeki mücadelelerde, 10 milyondan fazla kişinin katıldığı Haziran ayaklanmasında göreniniz oldu mu? İzin alınmış memur, işçi eylemlerinde var mıydı? 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos yürüyüşlerinde? Herhangi bir antiemperyalist mücadelede gördünüz mü?

Aksine Ergenekon kumpaslarına destek olduğunu gördük. FETÖ operasyonlarını destekledi. Bugün HDP gibi Atatürk karşıtı ve ayrılıkçı, kimlikçi hareketlerle birlikte villasında “solculuk” dersi vermeye devam ediyor. Üstelik de ülkemizi yıllardır kapısında beklettiği AB’ye girmeyi savunuyor.

Solculuğun, ilericiliğin en başta emperyalizme tavır almaktan geçtiğini bilen Atatürkçüler, Livaneli’nin emperyalizmi ve bölücüleri şirin gösterme çabasına karşı uyanık olmalıdır. Zira emperyalizm tarafından Türkiye’nin başına örülen çorapta Livaneli önemli bir görev alacak gibi görünüyor.

Not: İlk yazı “Zülfü Livaneli’nin Portresi (1)” okumak için tıklayın.