Zümrüdüanka’nın Külleri
Tiyatronun binlerce yıldan beri süregelen birleştirici gücünü henüz farketmemiş bir toplumda yaşıyoruz. Oysa insanlar, yaşamlarının birçok evresinde sorunlar, karmaşalar ve vahşet ortasında, tiyatroyu, sığınacakları, kendileri anlatacakları, varoluş nedenlerini anlayıp öz varlıklarını koruyacakları bir yer olarak görmüşlerdir. Her çağda bu duyguların sözcüleri olmuştur.
Bir yandan bilimin, sanatın geliştiği, öte yandan insan değerlerinin yok edildiği çelişkili bir çağda yaşıyoruz. Bu hiç de huzur verici değildir. Her şeyi bilgisayarların ve robotların uygulamaya başladığı elektro-mekanik bir dünyanın oluşumu içinde, tiyatronun önemi bir kat daha artıyor. Yapay beyinlerin, ilerde kendilerini geliştireceği, insanlığa meydan okuyacağını söyleyenler de var. İnsanoğlunun gereksinim duyduğu mikrometik hesapları saniyeler içine sığdırarak yanlışsız sonuçlara çıkan, nano teknolojik gelişmede olduğu kadar, araştırmalarda da bize zaman kazandıran, her gün biraz daha gelişen elektro-beyinler çağdaş dünyamızın gerçeğidir ve geleceğin en büyük tehlikesi olabilirler..
İşte bu yanlışsız, tekdüze, mekanik, kuru ve geometrik bilgisayar düzeninin karşısında, o bilgisayarı ortaya çıkaran yaratıcı insan vardır; yanlışları, doğrularıyla, çirkinlikleri, güzellikleri, yıktıkları ve yarattıklarıyla insan denen varlık… Bilgisayarın erdemi kesinliğidir; ama sıkıcı yanı da budur. İnsanın erdemi ise aklı renklendiren, onu yaratıcı yapan, onu kayıtsızlıktan ve kuruluktan kurtaran akıl-duygu olan benliğidir. Temelde insanın iyi ve güzel yanını vareden duygular, aynı zamanda insanlığın tuzaklarıdır. İnsanı insan yapan duygu, kendi kurmuş olduğumuz, paranın kral olduğu düzende, güçsüzlüğün simgesi olup çıkar. Akıl ise temelde olumlu ve yaratıcıdır, ama paraya dayalı bir düzende güç kazanmak için zorba olabilir. İşte tiyatronun merkezinde de, zayıf ve kusurlu yanlarıyla bile güzel ve yaratıcı olabilen insan vardır.
Bizler ileri bilimsel uzay çağının ilk aşamalarını yaşamaktayız. Bu ileri bilimsel çağa teknolojik gelişme egemendir… Ve yaşamımız her gün biraz daha artan bir hızla teknik adamlar ve istatikçiler tarafından yönetilmektedir. Böyle bir yaşamın içinde, insanlar, yaratıcı bir dünyaya katılma şanslarını her gün biraz daha yitirmektedirler; çünkü her şey daha önceden hazırlanıp önümüze konmaktadır. Makineler, yaratıcı ustaların yerini alıyor, istatistikler ise düşünmenin… Kendi başımıza düşünemez, bilgisayar tarafından doğrulanmadıkça kendi çözümümüzü kabul edemez olduk. ÖZGÜN YARATICILIĞIN YERİNİ, SENTETİK BULGULAR ALDI. Artık çoğumuz evlerimizde kendimiz müzik yapmıyoruz, daha çok dijital oramda ve çoğu kez tek başına, bilgisayardan, radyodan, televizyondan dinliyoruz müziği. Sık sık tartışıp konuşamıyoruz, iletişim kuramıyoruz, çünkü televizyonun buz gibi camı önünde hipnoz durumuna geçmişiz. Sanat olaylarına daha az katılır olduk, çünkü videoların CD’lerin, internetin uykusuzluk haplarıyla yerimizden kımıldayamaz durumdayız.
Böylece, giderek topluluklara, başka insanlara, onların yaptıklarına, yarattıklarına katılma sevincimizi yok ediyoruz. İnsanlar, her gün biraz daha kendi küçücük dünyaların kapanıyorlar. Kısacası, bir arada yaşamanın, birlikte üretmenin hazzını yok etmeye başladığımızdan YARATICI VARLIK olma durumundaki amaçlarımızı bir bir yitiriyoruz. GİDEREK YAŞAMI SEYREDENLER OLMAKTAYIZ.
Yaşamın özdeğerlerini ancak sanat yoluyla koruyabiliriz. Sanatlar içinde bunu en kolay yoldan gerçekleştirecek olan tiyatrodur; yalnızca topluca katılma sağladığı ya da birçok sanat dalını içerdiği için değil, aynı zamanda çok kolay anlaşılabildiği ve doğrudan etkide bulunabildiği için de bu böyledir. Tiyatro yalnızca sözlerle, yalnızca çizgiler ve renklerle, yalnızca seslerle ortaya çıkan bir sanat değil, bütün bunların doğrudan insan yoluyla aktarılmasıyla elde edilen bir yaşam kesitidir. Çünkü tiyatronun enstrumanı, ağaçtan, maddeden, plastikten yapılma değil, insanın özünden varedilen bir şeydir.
Çocuklarımız ve gençlerimiz içihn ise tehlike daha da büyük; çünkü onlar, genellikle bu bilgisayarlı, teknoloji çağı yakından izleyerek büyşüyorar. Onları yaşamın özdeğerleriyle tanıştırmazsak, gelecekteki dünyanın nekadar kuru ve mekanik bir dünya olacağını şimdiden görebiliriz. Onlara programların, istatistiklerin ötesindeki dünyayı gösteremezsek, gelecekteki insancıl dünyadan sözetmemiz olanaksızdır. Altmşiki yıl kadar once ünlü sanat tarihçisi Herbert Read, “sanatın işlemesi, duyarlılığımızın eğitilmesidir ve bizler sanatsal bir hava içinde yetiştirilmediğimiz takdirde, bomboş bir ruhsal yaşamın, karmakarışık bir sezgiselliğin ve dolayısıyle anlamsız ve tatsız bir dünyanın şiddetine ve suçuna itiliriz. Yaratma istediği olmayan yerde ölüm içgüdüsü oluşur ve bu sonsuz bir yıkıcılığa götürür bizleri“, diye yazmıştı.
Sanatın, dolayısıyla tiyatronun amacı, insanı idealinin sağlıklı yaşamını sürdürmek içindir. Nükleer savaştan, çevre kirliliğinden, hatta bazı toplumların açlık sorunlarından bir gün kurtulma şansımız vardır. Ancak dikkatli olmadığımız takdirde, boşlukta kalmış insanların çoğalmasıyla, yok olmaktan kurtulamayız. Sanatın sınırsız toprakları üzerinde, tiyatro, yarının insanları için ESTETİK DÜNYA’yı yaratmak zorundadır. Yarın, zümrüdüanka gibi, bizim küllerimiz üzerinde yeni bir dünya, daha mutlu bir dünya yaratılacaksa, bunda an büyük rol, başta tiyatro olmak üzere, sanatın olacaktır.