Saime Cantürk Aydınlık'a konuştu 2: ‘Sanatçı olmak için amansız mücadele ettim’
Kadrolu sanatçı olabilmek için sınav açılsın diye çok mücadele ettim. 1985 yılında TRT "Yetişmiş Ses Sanatçısı" sınavı yapılacağını ilan etti. Hemen başvurumu yaptım. Bu seferde sınava giriş belgemi göndermediler.
TRT sanatçımız İbrahim Can ile birlikte, TRT İzmir Radyo sanatçısı Saime Cantürk ile söyleşimiz devam ediyor. Sayın Cantürk, evlendikten sonra Türk Halk Müziği sınavlarına girebilmek için verdiği mücadeleyi, o dönem ders aldığı radyo hocalarını ve tecrübelerini, “Goca Dağın Başında Bir Ulu Meşe” uzun havanın hikayesini konuştuk. Buyurun değerli sanatçımızı birlikte dinleyelim…
Evlendikten sonra neler yaptınız?
Evlendikten sonra Tire'ye yerleştik. İçimdeki müzik sevgisi hiç ölmedi, alev alev yanıyor. Sanatçı olmak için amansız mücadele ettim.
Bir gün eşimle Belkıs Akkale’yi izlemek için meşhur İzmir Fuarı Gazinosu’na gittik. Salona girdik, hemen oradan bir çiçek kaptım ve kulise daldım. Karşımda Belkıs Akkale ve İbrahim Tatlıses. İkisiyle tanıştıktan sonra başladım, “Ben sanatçı olmak istiyorum, türkü söylemek istiyorum, ne yapayım, yol gösterin bana” diye. İbrahim Tatlıses, hadi söyle bir türkü bakalım dedi. “Aydın içinde Kapalıçarşı'yı” do dan okudum. O zaman gençlik var tabii.
BELKIS AKKALE’NİN TAVSİYESİ
Belkıs abla beni dinledikten sonra, “Evlisin, bir düzenin var, bozma onu. Git İzmir Radyosu’na oradaki hocalardan ders al” dedi. Ertesi gün sabah kalktığım gibi Radyo’dayım. O gün de tatil. Danışmaya gittim, hocaların telefonlarını aldım.
Radyo’da ilk hangi hocadan ders aldınız?
Bütün hocaların kendine özgü tarzları, yorumları ve sazlarla ilgili düşünceleri vardı. Ben ilk olarak Ahmet Günday hocamızdan ders alarak başladım. Daha sonra Yılmaz İpek, Necdet Mahir Ün, Nihat Kaya hocalarımızdan dersler aldım. Bir gün Yılmaz İpek hocam eşime dedi ki, “Oğlum, bu sanatçılık hastalık gibidir. Sakın engel olmaya kalkma. Bu kafaya koymuş” dedi.
EN ÇOK KENAN YOMRALI YOL GÖSTERDİ
Sonra eşimin tayini Seferihisar'a çıkınca, orada mücadeleye devam ettim. Eşim iş için Ankara'da oluyordu, ben de onunla gidip, orada ki hocaları bulurdum.
Kenan Yomralı, rahmetli nur içinde yatsın, bana çok yol gösterdi. Eşimin ve babamın çevresinden yararlandım. Torpil yapma diyenler çıktı. Bir insanın idealleri için verdiği mücadele, nasıl torpil olabilir anlamış değilim. İnsanın içinde heves varsa o torpil olmaz, yardım istemek olur. Hiç yeteneği olmayan bir insan torpille sanatçı olabilir mi? O insanı ezer, mahveder.
ÇALIŞMAKTAN HİÇ YILMADIM
Konservatuvar mezunu arkadaşlarım kadar kendimi hiçbir zaman yeterli hissetmedim. Onun için de çalışmaktan hiç yılmadım. Hale Gür hocamız hep şunu söylemiştir, “Saime hepinizden geri girdi ama çok çalışarak hak ettiği yere geldi”.
Bütün çabam, sınav açılsın, yeteneğimle ve eğitim alarak türkülerimizi söyleyebileyim. Benim gibi başka arkadaşlarım da varsa onlar da bu haktan yararlansın istiyordum. Hatta o zaman rahmetli Kemal Kırmızı, rahmetli Necdet Mahir Ün hocamız, Ömer Şan da Fuar'da çalışıyor diye kurumdan atılmışlardı., Ahmet Günday hocamız da onlar da benimle birlikte sınava girdiler.
1982’DE SANATÇI OLDUM 1985’TE KADROLU
Daha önce 1982 yılında TRT İzmir Radyosu'nda açılan amatör ses yarışmasında, “Aydın içinde Kapalı Çarşı” türküsüyle sınavı kazanarak Radyo’ya ilk adımımı atmıştım. Sonra kadrolu sanatçı olabilmek için sınav açılsın diye çok mücadele ettim. 1985 yılında TRT "Yetişmiş Ses Sanatçısı" sınavı yapılacağını ilan etti. Hemen başvurumu yaptım.
Bu seferde sınava giriş belgemi göndermediler. Demişler ki, “Radyoda stajyerler var. Dışarıdan yarışmacı almayalım, biz bu çocukları sınava sokalım.” Haydaaa, dışarıdakilerin ne suçu var? Ben durmadım tabi, tekrar Ankara'ya gittim.
Benim yarışmacılar arasında adım olduğu halde belge gelmediği için sınava almadıklarını bütün yetkililere anlattım. Ben bu işe sevdalıydım, ölsem bırakmayacaktım. Sonra apar topar yeni bir sınav açıldı. O zaman bunu atlayan kişi, “Sana devletin verdiği hakkı keyfi bir şekilde kullanamazsın diye görevden alındı.
Bu şekilde "Yetişmiş Ses Sanatçısı" sınavını kazanarak Türk Halk Müziği Ses Sanatçısı olarak İzmir Radyosu'nda nihayet göreve başlamıştım.
‘GOCA DAĞIN BAŞINDA BİR ULU MEŞE’ TÜRKÜSÜNÜN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ…
“Goca Dağın Başında Bir Ulu Meşe” türküsü, bizim buralarda oturak havası dediğimiz bir uzun hava. Öyküsü ise şöyle;
Dağda zeytinliklerimiz vardır. Aynı zamanda orası mera olarak da kullanılır. Konar göçer Yörükler vardır. Biz de Yörük’üz ama yerleşiğiz tabi. Konya'dan, Afyon'dan sürülerini otlatmaya buraya gelirlerdi. Meralar da onlara kiraya verilirdi. Bu işleme “otlak vermek” deriz.
Mera da zeytinlikte koca bir meşe ağacı vardır. Yörükler geldiğinde çadırı onun dibine kurarlar, meşenin gölgesinden faydalanırlardı. Bizim yerlilerden birisi yerini otlağa veriyor.
“Goca meşenin oraya, Yörükler gelecekti. Çadırlarını kurmuşlar mı hele bir bak, gel oğul” diyor. Oğlan gidiyor, koyun sürülerinin korunması için çok saldırgan köpekleri olduğu için yakından bakmaya korkuyor. Duvarın kenarında sesini çıkarmadan bakıyor. Bir bakıyor ki orada bir Yörük kızı. Yanaklar pembe pembe, gözleri masmavi, çadıra giriyor, çıkıyor. Garibim kızı görünce vuruluyor tabi.
Oğlan eve geliyor dalgın dalgın, “Baktım baba gelmişler, çadırını kurmuşlar” diyor, ama başka konuşma yok. Arada bir meraya gidiyor, kızı duvardan gözlüyor. Annesi soruyor, “Oğlum kurban olayım, nedir senin derdin? Hadi bana bir deyiver” diyor. Oğul, “Ana o gelen Yörükler var ya… Onların bir kızı var, ben ona sevdalandım, onu çok seviyorum” diyor.
Ana, “Oğlum ne yapayım, töremizde konar göçerlere kız vermek yoktur. Onlar da vermez kız, ama gideyim bir bakayım” diyor. Gidiyor ve çadırdaki kadına derdini anlatıyor. Kadın benim kızım yok, bir gelinim var, bir de oğlum diyor. Mavi gözlü gelini ve oğlu yanlarına geliyor. Ana bir bakıyor ki, oğlan kızdan kısa ve çok çirkin. Eve geri gidiyor oğluna ne diyeceğini bilemiyor.
Oğlum diyor o kız değilmiş, gelinmiş diyor. Durumu anlatıyor.
Onun için şöyle diyor;
“Goca dağı da aşan gelin
Al kırmızı da guşan gelin
Kocan da çirkin sen güzel
Gayret et de boşan gelin”
Hatta türkünün bir dörtlüğü daha var. Kerem dizisinden bu;
“Günün doğduğu yerden ben de doğarım
Duvardan duvara boynum eğerim
Seni de yaradan gadir de mevlamın
Ben de kulu değil miyim of”
Eniştem böyle okurdu rahmetli. Yani düşünün her sabah kızı öylece seyretmeye gidermiş. Ne zaman ki göç ediyorlar, iyice yüreğine oturuyor ve günden güne eriyip hayatını kaybediyor.