Son Yazıları

Silahla Hastane basan adamı Taç organizasyonu ile aklamak!

Belki bu 'zorundalık' durumu yüzünden hala bir düzlüğe çıkmış değiliz. 'VAR' sistemi ki bunu bile en kötü uygulayan ülkeyiz, futbolun genetik bilmiyle birleşmesi ki Türk futbolunun lokomotifi dediğimiz takımlar Futbol hakkında her şeyi bildiği için, bu bilimi 'benim bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilemdiğimdir' demeyi kabul edebilecek mütvaziliğe sahip olan Altınordu Spor kulübü. (Altınordu için yapabileceğim en güzel temmeni umarım asla süperlige çıkmazlar, mevcut sistem onları çiğ çiğ yer, hangi kurumlar olduğunu söylememe gerek yok)İşte Türk futbolu böyle bir sarmal içinde, öyle ki daha bir kaç ay öncesinde gece kulübünde yaşanılan bir olayın akabinde hastaneye silahıyla girmiş bir futbolcu bugün olması gereken, yapılması gereken ve de yapıldığı zaman hiçbir şekilde fairplay hareketi olarak yorumlanmaması gereken basit bir harketi yaptığı için malum medya tarafından yere göre sığdırılamıyor!Beni aydınlatın lütfen; Taç atışı gibi bir aksiyonun kimden çıktığını net bir şekilde söylemek fairplay mi? Olması gereken mi? bu aksiyon bugüne kadar ilk sefer Arda Turan tarafından mı yapıldı? Yapanlar övülmemesi gerektiği gibi yapmayanları yerdik mi? Ne oldu da bir anda bu kadar basit, bu kadar yapılması gereken bir davranış bir anda Arda Turan üzerinde efsanevi bir hareket olarak vücut buldu?Maçın hakeminin bir pozisyonda VAR'a başvurmayışını gölgede bırakmak için mi? Arda Turan'ın maç sonu röportajınca 'belki de aldığımız en değerli kupa olacak' söylemini sırgulatmamak için mi?Kulüp başkanı Göksel Gümüşdağ'ın açıklamaları ile Tayyip Erdoğan'ın açıklamalarının çeliştiği noktaları unutturmak için mi? Arda Turan için uygulanan bu Soft Power (Yumuşak Güç) kampanyasının altında ne yaıtıyor?Eminim ki bu konu için de ilk olarak Şansal Büyüka bir röportaj yapıp Arda Turan'ı yere göğe sığdıramadığı bir PR haberi yapacaktır. Unutmayın ki yapılan, yazılan, aktarılan ne olursa olsun, bu ülkede 'Sporcunun, Zeki, Çevik ve Ahlaklısını seven' bir kitle var. Sizler bunu bilemezsiniz çünkü selam verdiğiniz kişi bugün hem TFF başkanı hem de İddia'yı yönetmeye talip, siz ancak O'nu ve destekçilerini mutlu edersiniz.

Yazının Devamı

Yumuşak Güç (Soft Power)

En iyi zafer, savaşmadan kazanılan zaferdir – Sun Tzu

Yumuşak güç, kamu diplomasisinin içerisinde, stratejik iletişim ve yumuşak istihbarat ile iç içe geçmiş, ülkenin kültürel, eğitim, bilim, sanat spor vb. gibi unsurlarını ustalıkla kullanarak, dünyada bir cazibe merkezi haline gelmesi ve başka ülke halklarının zihin ve kalplerine hitap ederek kendine çekme becerisidir.

Yazının Devamı

Suskunluk sarmalındaki Türkiye

Bunun sebebi toplum tarafından dışlanma korkusu veya egemen gücün baskı uygulama korkusudur. Buna maruz kalmak istemeyen insanlar susmaya ve kendilerini güvende hissetmeye devam etmektedirler.

Egemen gücün desteği ile oluşturulan egemen düşünce suni gerçekliği, kamuoyunun önüne daha fazla çıktığında ve daha güçlüymüş görünümü sunduğunda, gerçekte olduğundan daha fazla ciddiye alınır. Buna karşılık daha çok susmayı tercih eden grupta giderek insanların gözünde küçümsenir. Bu Suskunluk Sarmalı içinde, görüşlerini dile getiren, medya tarafından çok daha fazla kamuoyuna sunulan, başkalarının gözünde hak ettiğinden daha fazla yüceltilen grup, yeni taraftarlar kazanır. Bu yeni taraftarlar, artık kendilerinin o gruptan olduklarını kamuoyunun önünde rahatlıkla söyleyebilmektedir.

Yazının Devamı

Şapkadan 2-2 skor çıkartan Fatih Terim

Tarih bu derbiyi 22 yaşında bir kardeşimiz olan Koray'ın ki kendisi Galatasaray'ın efsane tribün lideri Alparslan Dikmen'in yeğeniymiş ve bu maç o kardeşimizin hayatını kaybettiği derbi olarak hatırlanacak.

Yazının Devamı

Futbol tarihinde işlenen suçlar ve cezaları

Burnley – Joey Barton

Sokak ortasında kavga etmek ve mülkiyet alanına saldırı suçlarından 2 kez mahkemeye çıktı. ngilizlerin problem oyuncusu Joey Barton, 6 ay hapis cezasına çarptırılıp , 77 Gün hapiste kaldı.

Yazının Devamı

Tekrar tartışılmasın diye 'Hangi lider hangi takımı tutuyor' yanıtladık

Angela Merkel – Borussia Dortmund

Dortmund’un özellikle Alman gençlere yatırım yapması, Merkel’in hoşlandığı bir durumdur, Almanya’da Borussia Dortmund’un projelerinden dolayı bu takıma destek vermektedir.

Yazının Devamı

Propaganda ekseninde Türkiye’ye bakış

Dünya siyaset arenasında amaçlarına ulaşmak için siyaset dört araç kullanır. Propaganda, Diplomasi, Ekonomi ve Savaş.

Bunların her biri sırasıyla ikna stratejisini, pazarlık stratejisini ve zor kullanma stratejisini şekillendirirler.

Yazının Devamı

'Dış güçler' çıkmazı

Fizikte güç, birim zamanda aktarılan veya dönüştürülen enerjiye ya da yapılan işe denir.

Siyasi literatürde ise kudreti temsil eder.

Yazının Devamı

Tartışmacılar ve kelimelerin suistimali

Öncelikle kelimeleri yerli yerine oturtalım –ki anlamda ve anlamada sapma olmasın.

Bir tartışma programında genellikle aynı fikirde olanlar yan yana, farklı fikirde olanlar karşı karşıya oturtulur. Psikolojik manipülatörlerin sıklıkla yaptıkları taktik şudur : Bir kişi sizinle farklı fikirdeyse, onunla yan yana; omuz omuza gelmeye dikkat edin. Bu şekilde bilinçaltında sizinle yan yana olmasıyla, fikirlerinin aynı doğrultuda olduğu izlenimi oluşacaktır. Tartışma programlarında bunun tam zıttı bir yaklaşım oluşturulur.

Yazının Devamı

Bir veda yazısı

İki yıla yakın bir süredir aranızdayım. Bu süre içinde gösterdiğiniz sıcak ilgi en önemli mutluluk kaynağım oldu. Aydınlık camiasının yüce gönüllü insanlarına içten şükran duygularımı sunarım. Gördüğüm lüzum üzerine artık yazmamaya karar verdim. Zamanımı kitap çalışmalarıma ayırmak istemem de bu kararımda etkili oldu. Gazete yönetiminin ve okurların kararımı hoşgörüyle karşılayacağını umuyorum.KAVRAMSAL OLARAK YAŞ’IN ÖNEMİ Son yıllara kadar ordu kendi içinde yaptığı değerlendirmeler sonucu terfilere karar vermekteydi. Artık siyasi otoritenin daha baskın bir rolünün olduğunu görüyoruz. Bu eğilim giderek daha da büyüyecektir. Özellikle jandarma subaylarına mülki amirlerin sicil vermesi önemli bir etken olacaktır. Eskiden or seviyesinde etkisini gösteren siyasi iradenin daha alt seviyelere doğru bu arayışı artırması beklenmelidir. Bu durum TSK için iyi bir gelişme değildir. Devlet kademelerinde liyakatin geri plana itildiği bir ortamda, siyasi tercihlerin liyakat merkezli olmasını beklemek hayaldir. Bundan doğabilecek mahzurları gidermenin bir yolu, tuğ ve tüm seviyesinde yapılacak terfilerde siyasi otoritenin etkinliğini ortadan kaldırıcı yasal düzenleme yapılması olabilir. İktidarların kor ve or seviyesindeki seçimlere ortak olması doğaldır. Bunu önlemenin gereği de, imkânı da yoktur. YAŞ, asker-siyaset ilişkilerinin dengesi açısından özel bir yere sahiptir.SORUN NEREDE TSK devlet yapısı içinde stratejik bir güç odağıdır. Tarihimiz açısından bakıldığında, devletin omurgası olduğunu da söyleyebiliriz. Bu güç odağının siyasi otoriteyle uyumlu olması gereklidir. Bunda şüphe yoktur. Ancak siyasi otorite, orduyu kendi aynası hatta giderek uydusu haline getirirse, bunun iki tarafa da, toplamda ise devlet ve ülkeye zarar getireceği açıktır. Buna temas etmemin en temel nedeni, general/amiral kıyımı yapılan bir dönemde, 2013 Şura kararlarından anlaşılacağı üzere iktidarın en fazla güvenine mazhar olan Org. Akar Gnkur. Bşk. olmuştur. Bunun TSK’ya belli yararları da olabilir. Ancak zararlara açık bir yanı vardır. Ergenekon ve Balyoz gibi antidemok-ratik denetim mekanizmalarının devreye sokulmasıyla asker-siyaset ilişkilerinin doğası tahrip edilmiştir. Bu durum askeri vesayetin sonlandırılması gibi sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle demokrasiyi geliştiren bir olgu olarak topluma takdim edilmiş ve destek bulmuştur. Bir yanıyla doğru görünen bu sonuç, demokratik değerlerden bihaber bir iktidarın elinde, başka yanlışlara kapı aralamıştır. Son yıllar bunun olumsuz birkaç örneğini göstermiştir. Genelkurmay Başkanı Org. Özel’in, “Açılım sürecinin ne olduğunu bilmediğini” ifade etmesi, somut bir göstergedir. Yine Suriye politikalarının TSK’yı dinleyerek geliştirilmiş olabileceğine inanmak mümkün değildir. Dolayısıyla siyasi iradeye yapışmış bir komuta yapısı, ülke için olduğu kadar, iktidar için bile son derece kötü sonuçlara yol açabilir. Eğer siyasi otorite TSK’nın jeopolitik aklına ve birikimine saygılı davranabilse ve orada üretilen fikirlere uygun tavırlar alabilseydi, bugün yaşadığı iki temel açmazın -PKK ve IŞİD- doğurduğu sonuçlara katlanmak zorunda kalmazdı.YAŞ KARARLARINI NASIL OKUMALIYIZ Önce bir iletişim dersinin öğrettikleri... Dersin yerini ve zamanını hatırlamıyorum. Öğretmen henüz iki kelime etmeden, hepimizin önüne koyduğu masaya aramızdan dört kişi davet etti. Masanın dört köşesine birer kişi oturttu. Cebinden bir kâğıt çıkardı. Masanın ortasına koydu. Oturanlardan sırayla okumalarını istedi. İlk okuyan M harfi olduğunu, ikinci okuyan E harfi olduğunu, üçüncüsü W olduğunu, nihayet sonuncu ters E harfi olduğunu ifade etti. Öğretmenin derdi, faklı açılardan bakıldığında, meselelerin farklı görülebileceğini bizlere aktarmaktı. Uyarıcı oldu. Her YAŞ toplantısıyla birlikte bu dersi anımsarım. Yüksek Askeri Şura kararları da onu bakan kişiye göre farklı farklı okunur. Ben de bu son yazıda kararları nasıl okuduğumu paylaşmak istedim.KARARLARA BAKIŞ Üç husus dikkatimi çekti. Kararlarda Cumhurbaşkanı ve yeni genelkurmay başkanının etkili olduğunu düşünüyorum. Org. Hulusi Akar’ın geçmişte birlikte çalıştığı, kendine yakın bulduğu ve güvendiği birçok generali ve albayı terfi ettirdiği anlaşılıyor. Bu bir ölçüde normal olsa da diğer YAŞ üyelerinin doğal tercih haklarını gönüllü olarak devrettikleri anlamına da işaret ediyor. Geçmişte de bunun olumsuz örnekleri olmuştu. Gelecekte de olacağını şimdiden anlıyoruz. Genelkurmay II. Başkanı Org. Yaşar Güler’in geleceğin genelkurmay başkanı olarak belirlendiği söylenebilir. Bu bir öngörüdür. Bugünün geçerli değerleri üzerinden bu okuma yapılabilir. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği iki yıl sonra daha iyi anlaşılır. Kararlarda sevindirici olan, üç kıymetli Balyoz mağdurunun terfi ettirilmiş olmasıdır. Karar hukukun üstünlüğünü çağrıştırmanın ötesinde bir anlam ifade ediyor. Sembolik de olsa moral değerler açısından olumludur. YAŞ üyelerini kararlarından dolayı kutluyorum. Terfi edenler kadar kıymetli birçok arkadaşın da terfi etmeleri beklenirdi. Özellikle TSK’da Gülenci yapılanmanın varlığı aşikârken...SONUÇ Komutanları büyük yapan, olaylar karşısındaki tavırlarıdır. Bu tavırları görmeden kimseyi ne övebilir ne de yerebiliriz. Ancak yaşadığımız coğrafya, komutanların güvenilir olduklarına inanmaktan çok onların güvenilir olmasını gerekli kılmaktadır. Atatürk’ün büyük komutanlarda bulunmasını zaruri gördüğü üç olumlu özelliği hatırlatarak değerlendirme ölçütünün niteliğine gönderme yapalım: Çok yüksek sorumluluk duygusu, fıtri (doğuştan gelen) bir cesaret ve çok iyi insan tanıma. (Ayrıntı için Medeni Bilgiler kitabına bakılabilir) Kararlar ülkemize, TSK’ya ve ilgili her bir bireye hayırlı olsun. Her birinin görevlerinde başarılı olması vatanseverler için mutluluk kaynağıdır. Özellikle bu zor dönemde...

Yazının Devamı

Genel görünüş

Şöyle bir geriye dönüp bakıldığında, bir husus dikkat çekiyor. Hangi sorun olursa olsun, onu önce büyütüp sonra çözmeye çalışıyoruz. Gündemin sıcak maddelerini oluşturan IŞİD konusu da, PKK’ye karşı tavır da aynı özellikleri taşıyor. Her iki konuda da çizilen zikzaklar sorunları büyüttü ve çözümlerini zora soktu. Ama bunlar geride kaldı. Esas mesele, bundan sonra tarafların neyi, nasıl yapmak isteyecekleri ve bunların doğuracağı sonuçlardır. Yazıyı bunlarla sınırlı tutacağım. Meseleyi sistem içi ve sistem dışı olarak iki farklı tarzda ele almak gerekiyor. Ancak sistem dışı çözümlere yönelmenin şimdilik olanaksızlığı dikkate alınarak, sistem içi ile yetinelim. Böyle yapmakla birlikte, sistem içi çözümlerin sorunları çözmek yerine büyüttüğü gerçeğini de not etmeden geçmeyelim. Gerek IŞİD’e, gerek PKK’ye karşı yapılanlar doğrudur. Ama yetersizdir. Çünkü mevcut çözüm stratejisi, biri diğeriyle uzlaşmazlık içeren olguları bünyesinde barındırıyor.ÇELİŞKİLİ HUSUSLAR Bir: Suriye düşmanlığı yapılarak ülke güvenliğine katkı sağlanamaz. İki: Mevcut mücadele ABD politikalarına aşırı bağlı bir perspektif içermektedir. Bu durum, orta ve uzun vadede, ülke yararına sürdürülemez. Üç: Hem “Açılım” hem de PKK’ye karşı savaş mümkün olamaz. PKK ile savaşılırken PYD ile de savaşılamaz ancak müttefik de olunamaz. Dört: İç politika hesapları baskındır. Hal böyle olunca ulusal çıkarlara uygun politikalardan bahsedilemez. Beş: Kara harekâtı olmadan güvenli bölgeler yaratılamaz. Kısa kısa her birine değinelim.SURİYE İLE İŞBİRLİĞİ Suriye ile işbirliği başarının anahtarıdır. Bu konuda iktidardan doğru adımlar atmasını beklemek aşırı iyimser bir yaklaşımdır. Ancak ABD’nin hava araçlarının Suriye hava sahasını kullanmasında sanki bir uzlaşı var. Örtülü bir işbirliği olabilir. Bu da iktidarın elini bir anlamda kolaylaştırabilir. Ancak Esad rejiminin artık Suriye’nin kuzeyinde yeniden etkin olması olası değildir. Bu ülkeyle mevcut koşullarda ve gelecekte ortak sınırımız kalır mı, tartışmalıdır.ABD PERSPEKTİFİNE BAĞLILIK ABD’nin amacı açıktır. İlk adım olarak IŞİD’i bölgeden temizleyecek, ardından oluşturacağı belki de onlarca kantonla Esad rejimini ülkenin kuzeyinden arındıracak ve Akdeniz’e kadar olan bölgeyi denetimi altına alacaktır. Kendi jeopolitiğinin gereği budur. Bu durum ülkemizin güvenliğini doğrudan etkilemekle kalmayacak, ABD ile çatışma riskini de içinde barındıracaktır.AÇILIM AÇMAZI Hem “Açılım” hem de PKK ile çatışma sürdürülebilir değildir. Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları açılımın bittiğine işaret ediyor. Ama zihinsel arka planında ne olduğunu anlamak için kâhin olmak gerekmiyor. Derdinin iktidarını devam ettirmek olduğu bilindiğine göre, pekâlâ çatışmadan barış, barıştan çatışma modellerine geçiş yapabilir. Ama ikisi aynı anda sürdürülemez. Demek ki, yaşanan çatışma süreçleri devreye sokulmuştur ama tekrar çatışmasızlığa dönülmeyeceğinin garantisi yoktur.ERKEN SEÇİM HESAPLARI Öyle görünüyor ki, Cumhurbaşkanı ve elbette bir kısım AKP ileri geleni erken seçim istemektedir. Ama bunun halka izah güçlüğü vardır. Bu nedenle, PKK’ye karşı savaş baltaları geçici olarak çıkarılmıştır. Topluma verilen mesaj açıktır: Biz müstafi bir hükümetiz ama ülke çıkarları gerektirdiğinde her türlü kararlı adımı atabilecek kapasitedeyiz. Fedakârız. Sorumluluk almaktan kaçmayız. Bize güven. Yeniden oyumu artır ve beni tek başıma iktidar yap. Çünkü ülkenin sorunlarını ancak biz çözeriz, vb.GÜVENLİ BÖLGE Kara harekâtı olmadan IŞİD’i bölgeden temizlemek mümkün değildir. Anlaşıldığı kadarıyla, iktidar, PYD’nin Cezire ile Kobani kantonlarını birleştirmesini de facto olarak kabul etmiş görünüyor. Afrin’in de birleşmeye dâhil edilmesine karşı tavır alıyor. Bu nedenle Cerablus-Azez bölgesinin hem IŞİD’den arındırılmasını hem de bu bölgeye PYD’nin el atmasını önlemeyi öngörüyor. Doğrudur. Yapılması gereken budur. Ancak Eğit-Donat ekiplerini, ÖSO’nun adamlarını hava kuvvetleri ve topçuyla destekleyerek bölgeyi güvenli hale getirmek mümkün değildir. Bu nedenle kara harekâtı kaçınılmazdır. Bu, aynı zamanda olası ABD koridoruna karşı da set oluşturmanın yegâne görünen yoludur. Ancak ABD ile en ileri düzeyde işbirliği yaptıktan sonra, onu nihai amacından caydırabilmek, karşı iradeyi gösterebilmek mümkün olabilir mi? Herhalde “O gün gelsin, bakarız” diyerek geçiştirilecek bir konu olmasa gerek. Ama öyle gibi görünüyor. Özetlemek gerekirse, AKP’nin ne söylemini ne de eylemini sürdürme olasılığı görünmüyor. Kendisini ABD’nin politikalarına çapalamıştır. Derdi, iktidarını sürdürebilmektir. Verdiği zarar orta ve uzun vadede açığa çıkacaktır. Yine de, Güneydoğu’da kendi elleriyle devlete paralel bir otorite haline getirdiği PKK ve büyümesine katkı verdiği IŞİD’e karşı anladıkları dilden konuşmaya başlaması, geçici gibi görünse de, yerindedir. PKK alçakça cinayetler işliyor. Her gün, birden çok şehit haberiyle uyanıyoruz. Hepsine Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Önümüzdeki dönemde şiddet sarmalının artacağı ayan beyan ortadadır. Çünkü taraflar atacakları müteakip adımlar için ortamı hazırlıyorlar. Bu durumun olası erken seçime kadar da değişmeyeceği öngörülebilir.

Yazının Devamı

IŞİD’e operasyon

İktidarın saymakla bitmeyen yanlışları sonucu, ülkenin güneyi Peşaver’e dönmüştü. Sanıldı ki, yılan bize dokunmadan yaşamaya devam edecek. Öyle olmayacağı belliydi. Nitekim olmadı. Yıllarca “analar ağlamasın” adı altında yürütülen kandırmaca, çocukları ağlatan bir aşamaya getirdi ülkemizi. Bir hafta içinde onlarca gencimizi, 3 polisimizi ve 2 askerimizi kaybettik. Hepsine Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim.Bu gelişmeler üzerine dün dışarıda hava harekâtı, içeride polis operasyonları başlatıldı.İktidar yıllarca sessiz kaldığı IŞİD ve PKK’ya karşı nihayet harekete geçti.Çok geç kalındı. Şüphesiz geç kalınsa bile IŞİD’e karşı atılan adımlar doğrudur. Geç kalmanın bedeli saklı olmakla birlikte IŞİD ile mücadele doğru bir zeminde sürdürülebilirse, bu, aynı zamanda PYD ile mücadele demektir. HDP o nedenle Ordumuzun Suriye topraklarına girmesini “savaş” olarak kamuoyuna sunma gayreti içindedir. Oysa bu bir savaş değil, olsa olsa düşük yoğunluklu bir çatışmadır. Kilis sınırındaki olay, çatışma istenmese de, çatışmadan kaçınılamayacağını göstermiştir. O halde, durduğunuz yerde ateş edilmesini beklemek yerine, zırhlı birlik harekâtı için son derece elverişli bu arazi yapısının sağladığı avantajları da kullanarak muhtemel hedefleri imha etmek yerinde olur. Dolayısıyla başarı ancak kara harekâtına bağlıdır.Güvenli bölgeler oluşturulması ancak kara birliklerinin kullanılmasıyla mümkündür. Bu yaklaşımın 4 stratejik sonucu olacağını 27 Eylül 2014 tarihinde, bu köşede yazmıştım. (ABD’nin koridor hayalini önleme, iki ülkeye de güvenlik katkısı, mülteci girişinin engellenmesi, IŞİD ilerlemesinin önünün kesilmesi.) Bunların tamamı geçerliliğini koruyor. Sadece gecikmenin bedeli ağırlaşmıştır. Operasyon, aynı zamanda Esad yönetimiyle işbirliğine giden yolu açabilir. Eğer bu yol açılmak yerine halen olduğu gibi kapalı tutulması tercih edilirse, bölge güvenliğine katkı yerine tersine bir gelişmeyi içinde barındıracaktır. Nitekim Başbakan’ın açıklamaları tersine ifadeler barındırmaktadır. Ancak geri planda nelerin yürüdüğünü bilemediğimiz için kesin bir kanaat belirtilemez.Tampon veya güvenli bölgeler oluşturulması, olası göçleri önleyebilir. Yapılacak müdahale koridor girişimlerine ket vurmaya katkı sağlayabilir. Katkı sağlayabilir. Ama içinde risk barındıran bir durumdur. Çünkü ABD’nin nihai amacı kendi çıkarlarına uygun olarak bölgeyi dizayn etmektir. Bu durum orta ve uzun vadede Türkiye’nin çıkarlarıyla çatışmasına yol açabilecektir.TSK daha önce savunma konseptinden güvenlik konseptine geçtiğini açıklamıştı. Ortaya çıkan durum tam da güvenlik konseptinin hayata geçirilmesi için uygun vasatı yaratmıştır. Bu, ancak kara operasyonuyla bu mümkündür...PKK ile silah bırakmadan onunla görüşmenin ve onu Güneydoğu’da paralel bir otorite haline getirmenin ülkeye nelere mal olduğu da iktidarca anlaşılmışa benziyor. Elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görürmüş. Silah tutan elin, bunu ne zaman ve kime karşı kullanabileceği de yeniden bir kez daha anlaşılmıştır. Bundan sonraki adımların bu gerçeğin ışığında atılması zorunluluğu ortadadır.

Yazının Devamı

Kader -mi?-

İslam alemi kan deryası içinde yüzerken Ramazan Bayramı kutluyoruz. Yeryüzünde basına yansıyan çatışma bölgelerine göz atıldığında, 30 civarında çatışmanın çok büyük bölümü İslam dünyasıyla ilgili. Bunların en yakıcı olanları da doğrudan Müslümanları ilgilendiriyor. Suriye, Irak ve Libya son örnekleri oluşturuyor. Biraz geriye gidildiğinde yine İslam dünyasından örnekler vermek mümkün. Irak’ın Kuveyt’i işgali ya da Irak-İran savaşı gibi. İlginç olan, bütün bu çatışmaların hem dini hem de bölgesel nedenlerle ülkemizi etkiliyor olması. Bütün bu kavgaların zaman zaman içimize de yansımaları başka bir boyut oluşturuyor. Çorum, Malatya, Maraş... Daha sonra Sivas, Gazi... Bu sorunları üreten sebepleri ortadan kaldırmadan sonuçlarından kaçınmak mümkün görünmüyor. Esasında bir sorun günlük yaşamın kaygılarından birisi haline gelmiyorsa kimse o sorunu çözmeye yeltenmiyor. Sorunla yaşamayı tercih ediyor. Üstelik bunun adına “kader” deniyor. Acaba bütün bu olup biten kader midir? Yoksa kendi yetersizliğimizi örtmek için bulduğumuz kısa yol mudur? Elbette yaşamda karşılaştığımız her problemi çözemeyiz. Sorunların doğru tanımlandığı, kendi iç ve dış dinamiklerinin paralel kılındığı koşullarda, olgunlaşma evresini tamamladığında ve onu çözecek güçlerin doğru bir önderliğe sahip olduğunda çözülebildiği bellidir. Sorun çözmek ile kader kavramı arasında bire bir bağlantı var. Önce neyin kader olduğuna karar vermek gerekiyor. Konumuza dönersek, Müslümanların birbirlerini öldürmeleri veya birilerinin Müslümanları öldürmeleri kader olmaktan çıkarılabilir. Batılılar bu dünyaya yaşamak için gelirken doğulular (Müslümanlar demek daha doğru) bu dünyayı öbür dünyaya hazırlık olarak görüyorlar. Bu felsefe, her problemi “kader” haline getiriyor. Bu felsefi yaklaşımın tutsağı olan insan; düşünmekten ve sorgulamaktan vazgeçiyor, kendi omuzları üzerinde başkasının kafasını taşıyor, yönetime katılan değil sürekli yönetilen oluyor, başına geleni de kader olarak görüyor... Mustafa Kemal Atatürk’ün yapmak istediği de tam olarak bu kaderciliği tersine çevirmekti. Bağımsızlık, egemenlik, laiklik, bilimin yol göstericiliği, özgür birey, kadın-erkek eşitliği... Dilimize dolanan ama oy vermekten ibaret olarak gösterilmeye çalışılan demokrasi... Yani kendi kaderini kendi ellerine alma kavgası... Bu kavgayı kazanamayan kaderini yaşıyor ve aptallıklarına da “kader” diyor! Gerçekten bu bir kaderdir. Ama onların yüzünden bizler için... Bayram olmayan bayramlar kaderdir. Öğrendiğimiz bir yakarmayla bitirelim: “Tanrım, değiştirilmesi mümkün olan şeyleri değiştirme cesaret ve gücünü; değiştirilmesi mümkün olmayan şeyleri olduğu gibi kabul etme olgunluğunu; ikisi arasındaki farkı kavrayacak bilgeliği bana ver.” Müslüman aydınlanması mümkündür. Atatürk’ün açtığı yoldur. Yarım kalmıştır. Tamamlanamadığı takdirde her şey “kader”dir. Tek ihtiyacımız değiştirme cesaret ve gücünü toplamaktır. Müslümanların birbirini öldürmediği ve Murat Erenler’in hukuksuz bir şekilde hapsedilemedikleri bayramları kutlayabilmek dileklerimle...

Yazının Devamı

Temel tercih

Geçen hafta Aziz adamı sonsuzluğa uğurladık. Sanki onunla birlikte gömüldü bir yanımız... Önce şunu sordum kendime: Ölen gerçekte Amiral Çakmak mıydı, yoksa yaşanan zorlu süreçte birlikte tanıdığımız pespayeler miydi? PESPAYELERSiyasetçisiyle, yargı mensubuyla, bürokratıyla, bilirkişisiyle, medya aktörleriyle, askeriyle ve olup bitene seyirci kalıp şerefsizlere cesaret verenleriyle... Bunların hiçbiri aklın, bilimin, ahlakın, adaletin, vicdanın yanında olmadı.Bunların hepsi yalanın, riyanın, ikiyüzlülüğün, küçük çıkar hesabının, alçaklığın sofra ortağı oldu.Bunların hepsi öldü. Cisimleri yaşasa da, varlıklarıyla yoklukları aynı olan bu adamların hepsi çöp oldu.Temel tercihleri sorunluydu. Çünkü hayatın en büyük değeri olan “onurdan” nasiplenememişlerdi.ONURUN TİMSALİOysa Cem, her birini ayrı ayrı tanıma bahtiyarlığına eriştiğimiz dürüstlüğün ve sevginin abideleştirildiği bir ailede büyümüştü.Oysa Cem, Bahriye’deki yaşamını insan, deniz ve vazife aşkı üzerine kurmuş; onurlu yaşamın bütün erdemlerini özel ve meslek yaşamına yansıtmıştı. Hasdal’daki rütbesiz askerin kendisine içten itaati boşuna değildi.Oysa Cem, kendisinin bütün temizliğini yansıtan muhterem ve fedakâr bir eşe ve iki değerli çocuğuyla mükemmel bir aile yaratmıştı.Tertemiz bir geçmiş ve ülkenin güvenliğine adanmış bir yaşam sürmüştü.Çevresini Kutup Yıldızı pırıltısıyla aydınlatmıştı.İçeride ve dışarıda hayatın bütün zorluklarına kaya gibi direnmişti. Onuruyla yaşamış ve aramızdan öyle ayrılmıştı.Pespayeler öldü. Cem yaşıyor... BİLİRKİŞİLERİN HALİYukarıda pespayelerin hepsinin ismini vermedim. Saymakla bitmez. Ama onlardan üçü; Hayrettin Bahşi, Tahsin Türköz ve Erdem Alpaslan için halk arasındaki deyimiyle sahtecilik suçundan açılan davanın ilk duruşması, geçtiğimiz hafta Çağlayan’da yapıldı.Çete reislerinden aldıkları emir gereği, Balyoz sahteciliğinin temelini oluşturan ve içinde bütün sahte darbe planlarını barındıran 11, 16 ve 17 No.lu CD’lere gerçek süsü veren raporu hazırlayan bu üç sahtecilik uzmanı, duruşmaya katılmadı. Yurt dışında yaşıyorlarmış. Avukatlarına göre ülkemizde iş bulamıyorlarmış! Kaçmışlar demenin nezaket yüklü hali.ARADAKİ FARKMustafa Kemal’in askeri olmak ile Gülen Cemaati’nin emir eri olmak arasındaki fark burada yatıyor. Birisi hukuksuz bir şekilde tutuklanacağını bile bile koşa koşa yurt dışından geliyor... Öteki tutuklanma olasılığının çok düşük olduğu halde, mahkemeye ifade vermemek için yurt dışına kaçıyor...Bu erdemsiz adamları yurt dışında kim besliyor? Bunlar için “altın nesil” nitelemesi yapılıyordu. Eğilip bükülmelerine bakılırsa “alüminyum nesil” tanımlaması daha uygun olmaz mı? O HEP YAŞAYACAKO zor günlerden birinde, sohbetimizin sonunda şu kanıya ulaştığımızı gün gibi hatırlıyorum: “Sonunda biz kazanacağız. Onurlu tutum takınanlar kazanacak. Bu içimizdekiler için de, dışımızdakiler için de geçerli olacak. Bizim üzerimizden de Türk Ordusu kazanacak. Bu pespayeler de çöp olacaklar.” Gerçekten çöp oldular. Olmaya da devam ediyorlar.Evet, onlar çöp oldu ancak Amiral Cem Aziz Çakmak yaşıyor. Donanma’nın şanlı tarihi içinde onur timsali olarak o hep yaşayacak. Bize düşen, temel tercihimizi doğru yaparak onun onurlu yaşam çizgisini sürdürmek olmalı.AYM GÖREVEAYM, Murat Eren’in başvurusunu bir türlü gündemine alamadı. Bu yüzden o, bir bayramı daha demir parmaklıklar arkasında geçirecek. Ülkede adaletsizlik kol gezerken, Murat vb. haksız yere hapislerde çürütülürken sizlere “iyi bayramlar” demenin burukluğu içindeyim. Evet, “iyi bayramlar” ama Muratları unutmadan... Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de milyonlarca Müslümanın kanının akıtıldığını unutmadan... Akıtanları ve akıttıranları unutmadan...

Yazının Devamı

Türbe kapatmanın bedeli

İki hafta önce Cumhurbaşkanı’nın kuzey Suriye’de yaşananlara tepkisini, bazı koşullara dayalı olarak “stratejik çılgınlıktan dönüş” olarak nitelemiştim. Acaba AKP iktidarı için gerçekten bir dönüş ile mi karşı karşıyayız? Yoksa iç politikada yaşadıkları kaybı telafi fırsatı arayışıyla mı?Bu soruların cevabı henüz yok. Kuzey Suriye’de yaratılan kaotik ortamın baş sorumluları böylesine keskin bir dönüşe imza atabilirler mi?Bu sorunun da yanıtı yok. Ama gerçekten bir dönüş arayışı içindeler ise meşru bir çözüm görünüyor.Nasılına geçmeden önce, bu köşede, 28 Şubat 2015’te yazdıklarımın bir kısmına göz atalım:‘ŞAH FIRAT OPERASYONU’“... Suriye politikasının hatalı felsefi kurgusu ve stratejisi doğru taktik adımlar atmaya el vermiyor. (...) Tezkere çıkardık. Elimize fırsat geçmişti. Heba ettik. Hem Kürtleri karşımıza aldık hem onları ABD’nin ve AB’nin kullanımına terk ettik hem de elimizle Kürt koridorunun tesisi için gerekli ortamı hazırladık. Oysa teskerenin arkasından uygun büyüklükte bir kuvveti Suriye ile anlaşarak Suriye’nin kuzeyine yollasaydık, yukarıda sıraladıklarımın hiçbirisi olmayacak ve bu gün türbe boşaltmak zorunda kalmamış olacaktık (Bkz. IŞİD’in jeopolitiği-2/27 Eylül 2014/Aydınlık). Ayrıca dünya kamuoyu önünde IŞİD’e destek veren ülke durumuna düşmeyecektik. (...) Eğer çatışma kaçınılmaz olarak değerlendiriliyorsa Karakol (Türbe) zırhlı birliklerle takviye edilir ve risk azaltılırdı. Yani tedbir alınır ve vazife yapılırdı. (...)Esas tartışılması gereken hatalı Suriye politikasıdır. Türbenin boşaltılması bunun kaçınılmaz sonucudur.(...)Artık hiç olmadığı kadar Esad ile işbirliği gerekiyor. Onunla işbirliği yapmamak, güneyimizde istikrarlı olarak güvenlik sorunu yaşamak zorunda kalmak demektir. İnisiyatifi ABD’ye teslim etmek demektir. Orta vadede Kürt koridoruna davetiye demektir. Stratejik bir cinnet hali demektir. (...)Son söz: İlk düğme yanlış iliklenince diğerlerinin doğru iliklenmesi mümkün değildir.”Acaba Türbe boşaltılmak yerine takviye edilseydi ve bugün alınmaya çalışılan önlemler o günlerde alınsaydı...Ama içeride erken seçim hesaplarını değil de gerçekten ülke çıkarlarını düşünüyorlarsa hala çok geç değil.YAPILMASI GEREKENUzatmadan ifade edelim. Suriye’nin kuzeyinde, ABD-PYD-IŞİD eliyle yaratılan ortam, Suriye ile işbirliği yapılarak ve Süleyman Şah Türbesi’ni eski yerinde, kendi topraklarımızda “yeniden inşa etme” gerekçesi öne sürülerek muhtemel koridoru engelleyecek şekilde dönüştürülebilir. Böylece IŞİD egemenliği belirli bir alanda ortadan kaldırılabilir; Kobani-Afrin birleşmesi önlenebilir; Amerikan koridoru fiilen imkânsız kılınabilir. Tek yapılması gereken 30 km. uzaklıktaki Türbe’nin eski yerinin uzaktan savunulabileceği bir cep yaratmaktır. Yapılması öngörülen harekâtın çerçevesi doğru belirlendiği takdirde, abartıldığı ölçüde riskler içermeyeceği açıktır. TSK’nın operasyona ilişkin olarak basına yansıyan endişelerinin giderilmesi gerekir. Bunların en önemlisi Suriye ile ortak tutum belirlemektir. Bu; meşruiyet, başarı, sürdürülebilirlik ve amaç dışına çıkma risklerini önleme açılarından zorunludur. Müdahaleyi işbirliği koşuluna bağlamak, atı arabanın arkasına koşmak değil, göçü yolda düzmemeyi tercih etmektir.Bu tercih, suyun kendi mecrasında akmasını sağlama güvencesidir. Ben eski bir askerim. Savaştan da nefret ederim. Barış çığlıkları atanlar kadar da barıştan yanayım. Ancak türü ne olursa olsun savaş kapınızı çaldıysa “savaşa karşıyım” demek, barıştan yana olmak değil, teslimiyetten yana olmak demektir.OLUP BİTENİ DOĞRU ANLAMAKSuriye’nin kuzeyinde olup biteni anlamak için bizatihi Kuzey Irak’ta ve Kerkük’te yıllardır sürdürülen etnik temizliği hatırlamak yeter. PKK’nin yaptıklarını meşru bir hak mücadelesi görenlerin, sınırımızın diğer tarafında yaşananları sadece IŞİD canavarına karşı bir mücadele diye takdim peşinde koşmaları boşunadır. Ortada bir etnik temizlik ve egemenlik savaşı vardır. İşin sonuna gelindiğinde de ABD’nin yaratmaya çalıştığı Kürdistan’ı ilelebet kontrol altında tutabilmek için Akdeniz’e çıkış bölgesinde Cebelitarık benzeri bir devletçik yaratması muhtemeldir. Koridora sıcak bakan Kürtlerin bu hususu iyi düşünmesi lazımdır. Ama onlar, şimdilik ABD tarafından beslenmenin ve desteklenmenin dayanılmaz hafifliği ve bu olasılığı akla bile getirmemenin rahatlığı içindeler.

Yazının Devamı

Hatasız kul olmaz

Süleyman Demirel’in ölümü üzerine yürütülen tartışmalar, bana yıllar önce iki defa okuduğum bir romanı çağrıştırdı. 

İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanlar Moskova önlerine gelmiştir. Bölgeyi savunan tümenlerden birinin komutanıyla, onun emrinde savaşan bir tabur komutanının arasında geçen diyaloglar ekseninde gelişen roman askerliğe ve hayata dair derslerle doludur. 

Yazının Devamı