Son Yazıları
Aspendos Antik Kenti tarihi
Aspendos Antik Kenti, Antalya’da iki kardeşin bir kadın için girdiği mücadelenin ürünü olarak ortaya çıkan amfi tiyatrosu ve su kemerleriyle meşhur Türkiye’nin en önemli kültür varlıklarından biridir. Serik ilçesinin Belkıs köyündedir. Atatürk 9 Mart 1930 yılında, yani bundan 93 yıl önce Aspendos Tiyatrosunu gezmiş ve onarılarak halka açılmasını, gösteriler ve güreşler yapılmasını istemiştir. Su kemeri, hamam, dükkân, stadyum, amfi tiyatro gibi bölümleri bulunan antik kent her yıl yüzbinlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaretçi akınına uğrar.
M.Ö 10. yy’ da Akalar tarafından iki farklı tepe üzerine biri büyük, biri küçük olmak üzere inşa edilen Aspendos Antik Kenti, ticaret yolu üzerinde bulunması nedeniyle tarih boyunca önemli bir konuma sahip olmuş. Antik kentin en önemli yapısı olan antik tiyatro ise M.S 2. yy’ da Romalı Zenon tarafından inşa edilmiş ve antik tiyatrolar arasında korunarak günümüze ulaşan en iyi tiyatro olarak kabul edilmektedir. Bu önemli yapının bir de hikayesi vardır.
Yazının DevamıTurova mirası ve müzesi
Turova Hitit kayıtlarına göre Wilusa adıyla bilinen bir geç Tunç çağı kentidir. Yerleşim tarihi MÖ 3000 yılındaki Türkçe konuşan Hatti’lerle çağdaştır. Bakır ve kalaydan meydana gelen Tunç vey Bronz’un en değerli olduğu için adını taşıyan bu dönem MÖ 1200 yıllarına kadar sürer. İşte bu yıllarda Turova’nın 10 yıl kadar içlerinde Sparta ve Mikenlilerinde olduğu Aka tarafından kuşatılır. Savaşın gerçek nedenlerinden çok, İzmirli ozan Homer’in MÖ 700 yıllarında yazdığı İlyada ve arkasından gelen Odiseya adlı eserleriyle daha da ünlenir. Zaman dizini olmayan bu eser dillere destan olan bu olayı alıp yeniden işler. Böylece kendi içinde mantıklı bir gelişmesi olan bir manzum eser yaratır. Olaylar iki farklı düzlemde anlatılır. Tanrılar dorukları bulutlu Olympos ve Ida Dağı’ndan (Kaz Dağı) Turova’yı ve insanların koşuşturmalarını izlerler. Onlar, sadece İnsan görünüşlü olmayıp kıskançlık, nefret ve sevgi, çekememezlik ve iyi yüreklilik gibi insanlara özgü duygulara da sahiptir. Turova önlerindeki karargâhta her biri bir tarafı tutar çünkü Tanrıça Hera, Athena ve Afrodit arasındaki güzellik yarışmasında, Turova Kralının oğlu Paris’in, Afrodit’i seçmesi Hera ve Athenayı kızdırır. Ama Paris de Zeus’un kızı, Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helena’yı Afrodit’in yardımıyla Turova’ya kaçırır. Menelaos’ın abisi Miken Kralı Agamemnon’da ordulara komuta eder. Evlenme töreninde bu evliliğin korunması için yemin eden Yunan beylikleri için de Turova Savaşının nedeni olarak kabul edilir. Kibelenin oğlu Zeus tahtına kurulmuş İda Dağı’nın zirvesinden olayları yönetir, hırçın tanrıları yola getirir, yiğitlerin Kaderini belirler. Aslında rivayete göre Turova Savaşını başından beri kendisi, yeryüzündeki kalabalığa bir çare olarak düşünmüştür. Onların tarafını tutan ölümsüz Aşil, Hektor’u teke tek mücadelede öldürür. Helenayı kaçıran Hektor’un kardeşi Paris de bir ok ile Aşil’in annesi Tanrıça Tetis tarafından ölümsüzleştirmek için tılsımlı suya batırırken tuttuğu topuğundan vurup öldürür. Geri çekilen Akalar, içinde askerler gizli ahşap atı bırakıp gidince, onu Tanrıça Athena’ya armağan sanan Turovalılar atı içeri alınca, şehir halkı askerler tarafından kılıçtan geçirilir. O zaman askerlerin ahşap siperler içinde saklanarak surlarda gedik açması olağan bir savaşma şeklidir. Turova Savaşının gerçek olduğuna şüphe yoktur çünkü zamanın çağdaşı olan Hitit Kaynakları ve Afyon Yazıtı Turova Savaşının gerçek olduğunu anlatır (https://arkeofili.com/arkeologlar-kayip-troya-kentini-nasil-buldu/).
Tarihçilerin ve arkeologların çalışmaları sonucu genel olarak kabul edilen görüş, savaşın sadece Troyalılar ve Akhalar arasında olmadığı, her iki tarafın da kendi müttefikleri ile birlikte bu savaşa katıldıkları yönünde. Bu listelerden Akha müttefiklerinin Yunanistan ve Ege dünyasından yani batıdan, Troyalılar’ın ise Thrakia ve Habeşistan gibi uzak ülkelerin desteklerini aldıkları ve müttefiklerinin de çoğunlukla Anadolu halkları olduğu görülüyor. Kısacası Hitit tabletleri bu görüşü oldukça aydınlatıyor. MÖ 6. yüzyıldan itibaren Eski Yunanlar’ın bildiği Troia (İlion), Eski Çağ’da terk edilmiş bir tepe üzerindeki köyden ibaretti. Ama yine de birçok önemli kişinin ilgisini çekmeye devam etti ve Troya kahramanlarının anılmasını sağladı. MÖ 480 yılında Pers kralı Kserkses, Çanakkale Boğazı’nı geçmeden önce Troya’ya uğrar ve burada Troya kahramanları için kestiği kurbanlarla onları yadederek seferinin amacını bu şekilde gösterir. MÖ 334 yılında ise bu sefer Pers İmparatorluğu’na karşı sefere çıkan Büyük İskender de, aynı şekilde önce Gelibolu Yarımadası’nın ucunda bulunan ve Akhalar’ın ölen ilk savaşçısı olan Patroklos’un, daha sonra da Akhilleus’un mezarlarını ziyaret ederek kendi seferiyle Akhalar’ın Troya seferini özdeşleştirir. Roma’nın ünlü devlet adamı general Caesar’ın da Troya’ya ilgisi diğer Romalılardan çok daha fazlaydı. Buraya hem özgür kent statüsü kazandırdı hem de vergiden muaf tutarak ek toprak bağışıyla kent sınırını genişletti. Troya’ya ilgi gösteren diğer bir ünlü sima ise 17 kitaplık Geographika adlı eserin yazarı tarihçi ve coğrafyacı Amasyalı Strabon’du; MÖ 1. yüzyılda burayı ziyaret etmesinin yanısıra bu kent ile ilgili gözlemlerini eserinde anlatır. 1462 yılında ise Fatih Sultan Mehmet, Midilli seferi sırasında Troya harabelerini ziyaret eder. Zamanın tarihçisi Critoboulos ise Fatih’in harabeleri gezerken, kendisinin İstanbul’u fethederek Troyalılar’ın intikamını aldığını söylediğini yazar. Bu coğrafyada, dünya tarihinin gidişatının değişmesinde çok büyük rol oynayarak “Anafartalar Kahramanı” olacak olan Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1913’teki Balkan savaşları sırasında Çanakkale ve çevresiyle beraber Troya’yı da ziyaret ettiği ve bu bölgede askeri incelemelerde bulunduğu son zamanlarda yapılan araştırmalarda ortaya çıkarıldı. Ayrıca Çanakkale savaşları sırasında da Troya Savaşı ile ilgili diğer subaylarla sohbetler gerçekleştirdiği de biliniyor. Örneklerden de anlaşılacağı gibi Troya Savaşı ve kahramanları, savaşın gerçekleştiği Son Tunç Çağı’ndan günümüze kadar, Batı ve Doğu uygarlıklarının simgesi haline gelerek anılmıştır. (https://arkeofili.com/efsanevi-troya-savasi-hakkinda-neler-biliyoruz/
Yazının DevamıTUROVA KAZISI
Canlı bir ticaret merkezi olan Çanakkale Boğazına; 1847’lerde, İngiliz ve diğer Hristiyan-Avrupalı Levantenlerin fakir ülkelerinden, verimli ve karlı Osmanlı deniz kıyılarına göç ettikleri yıllardır. Maltalı fakir İngiliz soylusu Calvert’lerin oğlu Fredrich, Biga yarımadasında, içinde Hisarlık Tepesi de olan 8 milyon dönüm araziyi almıştır. Küçük kardeş Frank 1863-1874 Frank Calvert Pınarbaşı, Hisarlık’ta küçük çaplı kazılarla Homer destanındaki ünlü kent Turova’yı aramaya başlar. Sonra peş peşe kazılar devam eder. 1870-1874, Schliemann sondaj ve kazı sezonu, Hisarlık Tepesi. Eserler İstanbul, Atina, Berlin Müzelerindedir (II. Dünya savaşında savaş tazminatı olarak hazine ve eserlerin bir kısmı kaybolur, diğer kısmı da Ruslar tarafından savaş ganimeti olarak alınmış bu eserlerin 1994’te St. Petersburg Ermitaj/Hermitage Müzesinde, bir kısmının da Moskova’daki Puşkin Müzesinde sergileneceği duyurulur). 1924’te Alman arkeolog Wilhelm Dörpfeld, Oscar Mey ve Martin Chede, Üvecik tepesindeki mezarlar ve Beşik Koyu denilen Turova limanında kazılar yapar. Atatürk’ün hayatta olduğu 1932-1938 yıllarında Carl W. Blegen (Cincinati Üniv. ABD), 46 tane yapı evresi bulur. Kazıya 1938-1988 arasında 50 yıl ara verilir. 1988-2004’te Tübingen Üniversitesinden, 2005’teki vefatına kadar Manfred Osman Korfmann kazılara devam eder ve yerini Ch. Brian Rose’a bırakır. Bu sürede gittikçe çoğalan kalıcı ekip 180 kişiyi bulmuş, 20 ülkeden 350 bilim insanı, kazıyı ziyaret etmiş, içlerinden 120’si 6000 sayfadan fazla bilimsel yayın yapmıştır. 2005-2012 arasında, kazıya devam eden Prof. Dr. Ernst Pernieka ve Dr. Peter Jablonka’nın ardından Tübingen Üniversitesi kazıdan çekilir. Böylece ilk defa Türkler, 2013’ten bu yana Çanakkale Üniversitesinden Arkeolog Prof. Dr. Rüstem Aslan ve ekibiyle kazılara başarıyla devam etmektedir.
Schliemann ve Dörpfeld, Turova’da 9 yerleşim katmanı olduğunu belirler. Türk vatandaşlığına geçen Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann döneminde keşfedilen 10. katmandan da eski olan ve Troya-0 diye adlandırdıkları bir katmanın daha olduğu tespit edilir. Bu bilgiyi 40 kişilik bir ekiple Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden Prof. Dr. Rüstem Aslan da 2019 yılında bildirince Turova’nın varlığı 600 yıl geriye gider. 2023’te kazılar 160. yılını doldurmaktadır. Böylece Türkiye’nin bu antik kentinin varlığı 5500 yıl öncesine yani Tunç çağından da önceye MÖ 3500 yılına gider.
Yazının DevamıTurova Hazinesi
İlk kullanılan adıyla TUROVA Kazıları hakkında ilk bildiri Carl M. Blegen tarafından yapılır. Birinci Türk Tarih Kongresi’nde olduğu gibi, 1937’de II. de Atatürk’ün huzurunda yapılır. Kısaca şu açılış konuşmalarının ardından kazı bilgileri sunulur:
Türk Tarih Kurumu Başkanı Hasan Cemil Çambel: “ATATÜRK, Sayın Dinleyiciler: Bugün II. Türk Tarih Kongresi’ni açıyoruz… Burada, her şeyden önce yüksek huzurlarıyla kongremize şeref vermek lütfunda bulunan ve Türk Tarih Kurumunu tesis ettikleri günden beri ilmi direktif ve irşatlarıyla tarih araştırmalarına yeni bir veçhe veren hami reisimiz Atatürk’e sonsuz saygı sonsuz sevgi ve saygılarımı arz etmekle bahtiyarım.”
Yazının DevamıBergama Akrapolü Kaletepe
Sevgili yurttaşlarım acınız acımdır. Çok geçmiş olsun. Hayatını kaybedenler nur içinde yatsın. Çok üzgünüm.
Yazının DevamıKutlu olsun 2023 mutlu olsun!
Vatanımızın 10 milyon yıl önce analarımızın ve atalarımızın yaşadığı ve var olan “Çağdaş Türk Milleti” yakın tarihinin 100. Yıl dönümlerini ardı ardına kutluyor: Selanik’te doğuşunun, 2015’te İngilizlere karşı 1915 Çanakkale Zaferinin (2.Turova), 2019’da 1919 Erzurum ve Sivas Kongrelerinin, 2020’de 1920 Ankara’da TBMM açılışının, 2021’de 1921 İtilaf Devletlerinin vekili Yunan’a karşı kazanılan Sakarya Meydan Muharebesinin, 2022’de Yunanlıların ve İtilaf Devletlerinin Akdeniz’e dökülmesinin 100. Yıllarını kutladık. Girdiğimiz 2023 yılında ise kendi topraklarında küllerinden yeniden doğan Türkiye Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlama hazırlıkları yapıyoruz. Mustafa Kemal’in askerleri kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden aramızda herhangi bir ayırım olmaksızın halk katılımıyla kazandığımız istiklal savaşının ve kurduğumuz Cumhuriyetimizin ebediyen var olması için sizlere bu “KUTLU 2023 YILBAŞINDA” seçtiğim şu eşsiz şiirleri ODTÜ’den armağan ediyorum
(Bkz. https://www.ktb.gov.tr/TR-96393/ataturk-siirleri.html)
Yazının DevamıYiğit Şanlı Alime
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bir kaybın arkasından doğaçlama olarak söylenen manzum ve nameli çığlıklara, yakarmalara ve sızlanmalara çeşitli isimler verilir; Ağıt yakma (genel), Yas Kurma (İbradı, Antalya) ve Düzer Ağlar (Trabzon) gibi. Kayda alınmadığı için duyarak öğrenilir. Kimin için veya ne için olduğu hakkında bilgi verilir: Gelin uğurlaması, sevgiliden ayrılma, vatan hasreti, çeşitli felaketler, katliamlar, kayıp hayvan gibi. Ölüm, kaybolma, ayrılık ve vatan hasreti bunların içinde büyük yer tutar. Ağıtlar çoğunlukla kadınlar tarafında yakılır. Ama erkekler de ağıt yakar. Altı yaşındayken yetim kalan ve babasını kaybeden Merhum Kur. Alb. Behiç Ergenekon (1909-2001 ilk şiirlerinden birisini 19 Ağustos 1925’te Çömlekçi İbrahim Dedeoğlu lakabıyla bilinen babası; yani dedemiz için yakar.
Beni pek küçük bıraktın bu fani dünyada. Beni yalnız bıraktın ben hep ağlarım hayatta.
Yazının DevamıTatar edebiyatı
Taş devrinden beri İdil-Ural bölgesinde yaşayan Türkler Tatar, Kazan lehçesi konuşan Kıpçaklar, Bulgarlar, Başkurtlar ve Çuvaş gibi boylardan meydana gelir. Kazan Tatarları çoğunlukla Müslüman, Kıpçaklar ise çoğunlukla Ortodoks’tur. Öyle ki bu mezhep 4. yy. da Göreme/Ihlara Vadisi yakınında bulunan, Aksaray’ın ilçesi Güzelyurt’ta yaşayan Aziz Gregorius tarafından kurulmuştur. “Mübadele” ile Yunanistan’a göç eden Konya’nın Silleli Ortodoksları Kıpçak Türkleridir. Kazan lehçesi konuşan bu ahalinin dili Türkiye Türkçesi ile büyük benzerlik gösterir. Kazanka nehrinden adını alan Tatar Türkleri’nin kurduğu Kazan Hanlığı 1552’de Rus egemenliği altına girer (Bkz. Kazan Hanlığı Dizisi; TRT AVAZ)
30 yıl önce ilan ettikleri özerklikleri Rusya tarafından tanınmayan Kazan Tatarlarının, Latin’lerin Etrüsklerden öğrendiği “Türk” alfabesine geçmesi 2001’de engellemiştir. Şimdi ise Ukrayna’daki Kırım Tatar Türkçesinin korunması ve Türk ABC’si ile yazılması için 2021 yılında 78 sayılı kararname Zelensky tarafından imzalanmıştır (1). Yazılı basın olmamasına rağmen yüzyıllardır Tatar milli kimliğinin korunması, baskı altına alınamayan sözlü masallar, türküler, oyunlar, şiirler sayesinde kuşaklar boyu aktarılması sayesindedir. İşte size bir masal:
Yazının DevamıODTÜ rant yolu hakkında 10 soru 10 yanıt
ODTÜ’lüler, rant yolu projesi ile ilgili 10 soruya yanıt veren bir broşür hazırladı. ODTÜ bileşenlerinin hazırladığı broşürlerin içeriği şu şekilde:
Resmi adı ile "Bilkent-İncek Bulvarı Çevre Yolu Bağlantısı Projesi", yapımına 2017 yılında dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve ODTÜ kayyum rektörü Verşan Kök arasında imzalanan protokolün ardından başlanan bir yol projesidir. Yol Niğde Otobanı'ndan başlayarak İncek Mahallesi üzerinden Bilkent Şehir Hastanesi'ne ulaşan bir plana sahiptir. 11 km'lik yolun 4.5 km'sinin ODTÜ Ormanı içinden geçmesi planlanmaktadır. 2017 yılında yapımına bir doğa katliamı ile başlanan yol projesi o dönem Ankara ve ODTÜ'den yükselen itiraz sonucu durdurulmuş ve Melih Gökçek'in hemen ardından istifa ettirilmesi ile birleşerek uzunca bir süre gündemden çıkmıştır. O dönem ODTÜ'nün belli bir bölgesi yol için ağaçsızlandırılmış fakat yolun asfalt dökümü ile tamamlanması başarılamadığı için ODTÜ Ormanının o bölgesi bozkır ekosistemi ile kendini yenileyerek yaşamaya devam etmiştir. 2021 yılı Ağustos ayına geldiğimizde ise Mansur Yavaş başkanlığındaki yeni ABB yönetimi projeyi tekrar başlatmak için ihale yapmış, bir ay içinde ihaleyi sonuçlandırmış ve 2022 Temmuz itibariyle de ihaleyi alan firmaların iş makineleri ODTÜ Ormanlarına girmeyi denemiştir. An itibariyle ODTÜ ve Ankara kamuoyunun alanda nöbet tutması, çeşitli eylemler ve kamuoyunu bilgilendirme çalışmaları yapması sonucu projenin iş makineleri ODTÜ Ormanında çalışma yapmayı bırakmıştır. Proje ise ODTÜ dışında kalan 6.5 km'lik kısmı ile yol yapımına devam edilmekte ve henüz projeye dair resmi bir iptal kararı gelmemiştir.
Yazının DevamıODTÜ rant yolu dursun
Bundan tam beş yıl önce 9 Eylül 2017’de Melih Gökçek “Büyükşehir bir rekora daha imza attı” diyerek ODTÜ orman arazisinin Bilkent’e bakan 4.5 kmlik kısmını polis koruması altında bir gecede ağaçları keserek talan etti. Arkasından da istifası istendi. ODTÜ’lülerin direnişleri ve haklı nedenleri görmezden gelindi çünkü ODTÜ rektörlüğü ile aralarında bir sözleşme imzalanmıştı. Gel zaman git zaman ODTÜ Mezunları Derneği, ODTÜ akademisyenleri, öğrencileri ve meslek örgütleri Eymir ve ODTÜ Doğasının gerek gölü, gerekse ormanının korunması ile ilgili pek çok aydınlatma etkinlikleri yaptı. Gözler ümitle son 2019 seçimlerinden sonra seçilen CHP’li ABB başkanı Sayın Mansur Yavaş’a çevrildi. Bu olayın küllenmediği daha sonra ortaya çıktı.
Ankara, Türkiye’de tespit edilen 497 kuş türünden 350’sini şehir merkezinde, ODTÜ ise 249 tane kuş türünün yuvalandığı ve ürediği bir alandır. Simurg Kuş Yuvası Derneği’ni kuran kuş gözlemcisi Alaz Uslu “Özellikle ODTÜ, Eymir ve Mogan gölleri ve Nallıhan Kuş Cenneti çeşitliliğin zengin olduğu yerler” olduğunu beyan ediyor. “Uçabildikleri için kuşlar benimsenmiyor ve korunması gerektiği düşünülmüyor. Uçacak diye frene basılmıyor, yuvadan düşen yavrular, camlara çarpan kuşlar, kedi ve köpeklerin yaraladıkları kuşlar, zehirlenenler, araba çarpanlar, elektrik akımına kapılanlar ve yuvaları bozulanlar var.” (hürriyet.com.tr 28.08.2022) Onların çokça bulundukları yerlerden bir tanesi de Bilkent Şehir Hastanesi ve İncek arasında yuvaları bozulan, üreme alanları yok edilen ODTÜ arazisi içinden geçirilmesi istenmeyen rant yoludur.
Yazının DevamıBir yaz sonu
Ağustosun son günleriydi, ay kaybolmuştu. Kuvvetli med cezir nedeniyle deniz çekilmiş, güçlü bir meltem rüzgarı çıkmış, dalgalar saflar halinde sahile akın ediyordu. Tatilciler kıyıya dolmuş, sevinçli bir beklentiyle köpük köpüğe gelen ve gürültüyle kırılan dalgalara kimi dalıyor, kimi hopluyor, minikler kumsala kaçışıyordu. Çığlıklar, kahkahalar birbirine karışıyordu. Her zamanki gibi dalgaların biraz gerisinde, eski bir dalgakıran olan Karpuz Kaldıran iskelesinin merdivenlerden inip, suya daldım. Ayağım yere deyince şaşırdım. Her zaman 2,5 m. olan derinlik 1,5 m. ye düşmüştü. Fazla açılmadan denizdeki sal ile iskele arasında ufak daireler halinde yüzüyor, bulunduğum yerde kabaran dalgalarla birlikte denizde bir yükselip bir alçalıyordum. Burası Lara’da, Düden şelalesinin denize ulaştığı küçükçe bir körfezdi. Gündüz saatlerinde motorlarla turistler getirilir, bir seyir ve yüzme molası verilirdi. Kıyıda dinlenme tesisleri vardı. Semte adını veren Güzel Oba köyüne, mübadele sırasında İzmir iskelelerine hırçın deniz nedeniyle yanaşamayan Selanikli ve Kesindireli mübadillere Atatürk tarafından burada toprak verilmişti. Şimdi ise o köy evlerinin ve bağların yerinde büyüklü küçüklü sitelerde ve turist otellerinde yerli yabancı tatilciler oturuyordu.
Bulutlu akşam saatinde güneş bir görünüyor bir kayboluyordu. Denize indiğim iskele antik bir dalgakırandı ve Magydos limanını ikiye ayırıyordu. Dipteki batık harabe, güneş ışıkları yatık geldiği için hayal meyal seçiliyordu. Sahilde tek başına bir su kemeri ve küçük limanın girişindeki arınma hamamı iyi korunmuş bir şekilde ayaktaydı. Tek tük sütunlar ve Korint (yaprak) bezemeli başlıklar ustalıkla gizlenmişti. Kabataş devrinden beri iskân gören Antalya Körfezinin Batısında, 2 bin küsur yıllık varlıkları Hatti-Hitit yazıtlarından öğrenilen; özgün dilleri ve yazıları olan kentler dayanışmasına Lukka/Likya Birliği denirdi. Aynı şekilde körfezin Doğusunda “her soyun ülkesi” anlamındaki Pamfilya’nın; Attaleia (Antalya), Perge, Magydos, Lyrbe ve Sillyon kentler birliği yer almıştı. Okuduğuma göre Magydos limanı MÖ 400’lerde kurulmuştu. Bir zamanlar Aksu Köy Enstitüsü (1) bitişiğindeki Perge antik kentiyle, Magydos’u bağlayan yol aynı zamanda İç Anadolu’ya açılan bir kapıydı. M.S. 81- 268 yılları arasındaki Doğu Roma Birliği (395-1453) döneminde basılan Magydos sıkkelerinin üzerinde, tüccarların koruyucusu Tanrı Hermes kabartması olurdu. Deniz suyu 29 C dereceydi ama yer yer buz gibi soğuk su akıntısını da hissediyordum. Birden sahildeki o incir ağacının dibinden çıkan şifalı suda koskoca karpuzların soğutulduğunu hatırladım. O sırada sahildeki cankurtaranın elindeki megafonu yerine koyduğunu gördüm. Güneş iyice batıya devrilmiş vakit 18.30 sularıydı.
Yazının DevamıÇağdaş ahilik eğitimi
19 Mayıs 1919’un 103’üncü ve önümüzdeki yıl kutlayacağımız Cumhuriyetimizin 100. Yılında Ataürk’ün çağdaşlaşma ülküsüne uygun olarak esnaflık ilkelerinin günümüz koşullarına uygun olarak yenilenmesi ve ruhsat almak için zorunluluğu araştırma sonuçlarına göre şarttır. Çünkü günümüzde örgün eğitimle verilen Meslek Yüksek Okulu ve Çıraklık eğitimlerinin müfredatında kurumsallaşmış bir “Meslek Ahlak İlkeleri” dersinin olmayışı nedeniyle üretimden tüketime kadar doğru esnaf ve sanatkârların davranışlarının öğrenilmesi evrensel olmayan yerel adetlere bırakılmaktadır. Çünkü göçler ailelerin, akrabalıkların ve komşulukların; özetle toplumsal dokunun bozulmasına yol açtığı için adetlerin nesilden nesile aktarılmasını zorlaştırmış, dahası engelleyerek kopartmıştır. Dolayısıyla görgü ve bilgi karmakarışık, kısmen yabancı ortamlardan, internet ve sosyal medya gibi doğruluğu ve yetkinliği şüpheli sanal kaynaklardan elde edilmektedir. Bu durum, ahilik geleneği ve iş disiplini konusunda herhangi bir öğrenimden geçmeyen deneyimsiz çıraklık düzeyindeki kişilerin esnaflığa başlaması sırasında bocalamalarına, hizmette kusur etmelerine yol açar. Oysa yurt çapında her meslek dalının gereksinimlerine uygun olarak hazırlanmış Meslek Ahlakı ve İlkeleri Dersleri, söz konusu eğitimin ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Bu konuya değinen Aslanderen ve Yeşil (2016:383-400) “Maalesef, ülkemizde bu değerlerin kurumsallaştırılarak yaşatılamayışı problematik bir durumdur. Ahilik kültürünün esnaf ve sanatkârların mesleki yaşamlarına ne kadar yansıtıldığına ilişkin uygulamalı araştırmalara yeterince rastlanılmamaktadır” diyerek yol gösterir ve bu araştırmaların çoğalmasını önerir. Somut verilere atıfta bulunarak “(a) Ahiliği (Mercan ve Oyur, 2012:818) günümüze yansımalarının bilinçli bir şekilde olmadığına, (b) günümüzdeki esnaf örgütlerinin de eğitime yeterince ilgi duymadıklarına; (c) çırakların işyeri ve mesleki eğitim merkezleri dışında eğitim ortamının bulunmadığına (Özkaya, 2012:255) ve yaptıkları araştırmada ise (d) Ahiliğin ortaya koyduğu gönlü açık, kapısı açık, eli açık, gözü kapalı, dili ve beli bağlı olma gibi “değerlerin unutulmaya yüz tuttuğunu” (Karatay 2012:559) vurgularlar.
Bu bağlamda 20 Eylül 2021’de Ahi Evran Yılı Etkinlikleri kapsamında Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde Ahi Evran Sınıfı Açılış Dersi; Saat 13.00’te Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Çalış tarafından verilmiştir.
Yazının DevamıKırşehir’de Ahilik
Kırşehir, Ahilik kültürünün en önemli şehirlerinden biridir. “Ahilik teşkilatının kuruluş amacı esnafı korumak gibi görünse de ardındaki temel felsefe; çalışmayı, üretmeyi ve esnaflığı seven, yaptığı işi ahlaklı yapan, insanlara değer veren ve müşterisini ‘Veli nimet’ olarak gören bir anlayıştır. Bu yönleri ile ahilik sistemi, günümüz, çağdaş iş hayatına uygulanabilecek iş ahlakı yapısına sahiptir. Yerel esnaf bugün de ahililik değerlerine önem verir. Kırşehir Ahi Evran Üniversitesinden Deniz Akgül’ün “Ahilik kültüründeki etik ilkelerin günümüz işletmelerine yansımaları: Kırşehir ili örneği” adlı araştırmasının konusu: 300 esnafın “Etik değerleri algılama, Kaliteye önem verme, Sosyal güvenlik ve yardımlaşma, Müşteriyi önemseme ve Rekabeti algılama boyutları” açısından incelenmesidir. Nüfus değişkenlerinin yanı sıra, işletme türü, şirkette çalışan sayısı ve esnaflık süresi de göz önüne alınarak veriler irdelenir. Sonuçlara göre esnaf ve sanatkârlar kendi iş yerlerinde sosyal sorumluluk ilkelerine uygun hareket edildiğini belirtir. Ancak, ahilik ilkelerinin temellerinden biri olan esnaf arkadaşa yardım ve müşteri yönlendirme konusunda kararsızdırlar. Bu kararsızlıklarına rağmen, yine de kalitesiz mal ve hizmetin müşteriye ulaşmasından utanırlar. Sonuçta yerli esnaf; ahilik sisteminin günümüzde, çağımızın kuralları ile güncellenerek uygulanması gerektiğini düşünmekte ve bu etik değerlerin, mevcut uluslararası etik değerler ile örtüştüğü fikrini taşımaktadırlar (2017:8-26, Ahilik Kültüründeki Etik İlkelerin Günümüz İşletmelerine Yansımaları: Kırşehir İli Örneği, Ahi Evran Ünv. https://dergipark.org.tr/en/pub/aeuiibfd/issue/33356/371200).
İş yeri sahibi olarak esnaf ve sanatkârların kendilerini değerlendirmelerinden, genel olarak işletmelere Ahilik ilkelerinin yansıdığı ve sosyal sorumlulukları açısından iyi durumda oldukları anlaşılmıştır. Buna karşın ahilik ahlakının en önemli öğelerinden olan mesleki dayanışma, yani arkadaşa yardım, onlarla rekabet ve müşterileri yönlendirme konusunda esnaflıkta yeni olanlar arasında bir kararsızlık varken, 11-20 yıllık esnaflar daha anlayışlıdır. Aşağıdaki araştırma ise Kırşehirli esnaf ve sanatkârların Ahilik mirası düzeyinin kendi müşterileri tarafından değerlendirilmesidir.
Yazının DevamıMeslek ahlakı eğitimi
Günümüzde 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunuyla; en az ilköğretim okulunu bitirmiş 14-19 yaşları arasındaki öğrencilere pek çok dalda; “ara eleman” yetiştiren çırak, kalfa ve ustalık eğitimleri; Esnaf ve Halk Eğitim Merkezleri tarafından verilmektedir. Bu yasanın 5. maddesi olduğu gibi eğitime ayrıldığı için bir kez daha hatırlamak gerekir (1): “Eğitimin kapsamı, pratik meslek eğitimi ve denetimi, organizasyonu, fonunun kurulması ve finansmanı” kanunla düzenlenmiştir ve daima uygulamak lazımdır (Bkz. 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanununun esnaf ve sanatkar kesimindeki pratik meslek eğitimini düzenleyen hükümleri).
Üniversitelerin bünyelerinde ise lise eğitiminden sonra 2 yıllık Meslek Yüksek Okulları eğitimini alma imkânı vardır. Dolayısıyla bu eğitimin; günümüzde artık aileden çocuklara geçmeyen ama örgün eğitimle elde edilen esnaflık ve sanatkârların üretiminin niteliği, müşteriye hizmet ve satışta hakkaniyet konularının nasıl edinildiği önemlidir.
Yazının DevamıAhi Evran
Akılık/Ahilik tümüyle Anadolu’nun yerlisi Türklere ait olup ve ilk kez Selçuklu Devletinde ortaya çıkar. Giderek Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında (13. yy.) etkili olan esnaf ve sanatkâr birliklerinin; yiğitlik, eli açıklık, diyergamlık, hoş görülülük, dünya malını önemsememek gibi fütüvvet ilkelerine uygun “iş ahlakı ilkeleri” kısa zamanda çevredeki pek çok Müslüman ülkede benimsenir (Ekinci, 1991:10). Her ne kadar Anadolu’da “İslamın Güzel Yüzlü Yorumu” olan tasavvufla dolaylı bağı olsa da Selçuklular zamanında başlayan Akı’lık (Pekgöz, 2021:79) bir tarikat değil; ahlak ve dayanışma temelli Müslümanların üye olduğu mesleki bir örgüttür. Ancak, İstanbul’un fethiyle gayr-ı Müslim esnaf halk arasına karışınca; onlar, İtalyancadan uyarlanan lonca adlı esnaf teşkilatlarında örgütlenir. Ahilik; birlikte yaşayan küçük çaplı esnafların ocağıdır. Büyük çaplı esnaflara ise tüccar denir. “Anadolu’da, başta Kırşehir-Kayseri-Konya olmak üzere ahiliği kuran ve geliştiren Ahi Evran’dır. İlk önce debbağ, saraç ve kunduracılar arasında ortaya çıkıp, daha sonra diğer meslekleri de içine almıştır” (Kılınç, 2012).
Yazının DevamıTurovalılar öcünüz alındı!
Tarihte bilinen ilk Çanakkale Savaşı Anadolu’dan Ege’nin karşısına geçen Akhalar (Aka) ile Mikenlerin saldırısıdır (MÖ.1000). Türkiye’deki Ege Devletleri ve Hititler bundan zarar görür. O yenilginin öcünü Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u ele geçirerek alır. Bugün Turova ören yerine gittiğinizde, orada namaz kıldıktan sonra Fatih’in söylediği şu sözler sizi karşılar: “Turovalılar öcünüz alındı!” Tekirdağ’ın Malkara İlçesi ile Çanakkale’nin Lâpseki ilçesini bağlayan ve 18 Mart 2022, Cuma günü açılan köprü deniz zaferimizin Türk ulusuna 107. yıl armağanıdır. 1990 Şubat ayında, Ankara’da İngiliz Kültür Heyetinde çalışıyordum. Büyük boy Çanakkale savaş fotoğraflarından meydana gelen bir sergi hazırlıyordu İngiliz Büyük Elçiliği. Fotoğraflar hem üzücü, hem de bir o kadar gurur vericiydi. 1995 yazında ise Gelibolu’yu, ODTÜ’lülerle birlikte gezdiğimizde çok etkilendim. Bir “şer’de” bu denli bin “hayır” olabilirdi ancak! Küçükken, kurmay subay olan babam; Büyük Britanya Krallığı ordusunda Müslüman Hintliler yanında diğer sömürgelerinden de gelen askerler olduğunu söylemişti. Onların arasında ANZAC Kolordusu da vardı. (1) İngiliz mahkûmlar gönderilerek işgal edilen Aborjin ülkesi Avustralya’yı işgal edenlerin soyundandı bir kısım asker. Kalan ise Maori ve Ranatongan yerlilerinin Uzun Beyaz Bulut anlamında “Aotearoa” dedikleri Yeni Zelanda sömürgesinden (1841) gelen birliklerdi. Derken bir zamanlar, Norveç’te misafirim olan Buket Uzuner’in 2001 yılında “Uzun Beyaz Bulut Gelibolu” adlı kitabını okudum. Bu eser müzede bulunan mektuplardaki gerçeklerden yararlanılarak ortaya çıkmıştı. Aynı yılın sonbaharında İngiltere’nin Wales Bölgesinde “Anadolu ve Balkanlarda Arkeolojik, Antropolojik ve Kültürel Miras” konulu konferansa katıldım. Datça’da, kısmen Knidos ören yerinden alınan devşirme malzemelerle yapılan yerel taş evler hakkındaydı bildirim. Annem Uğur Özcan Ergenekon da oradaydı. Sunum sonrası sohbetimiz döndü dolaştı Çanakkale Savaşına geldi. Dedesini Çanakkale’de kaybetmiş kimi torunlar ve o torunların çocukları oradaydı. Kimi Gelibolu’daki anma törenlerine katılmış, kimi yakından takip edip bilgisini arttırmıştı. Savaş anılarından bahsettikçe hepimizin gözü yaşarmıştı. Türkler yurtlarını savunuyorlardı ama karşı taraf emir kuluydu. Cepheler öylesine yakındı ki kurşun kurşunu havada vuruyordu. Her iki tarafın askerleri bir yandan birbirleriyle savaşırken bir yandan da ishal ve salgın hastalıklar nedeniyle dizanteri, kolera, tifüs, vs. sebepler yüzünde ölüyordu. Manşetlerin çevirisini yaptığım sergi resimlerinden birkaçı Mart ayındaki don nedeniyle, çadırlarında kaskatı donan İtilaf ordularının asker cesetlerinin ürpertici görüntülerine aitti. Osmanlı-Türk askerlerinin bir kısmı kurşunlar içine konan boğucu zehirli gazlar nedeniyle ölüyordu. Bu fark edilince kadınlar yabancı gazetelerde gördükleri gaz maskelerini dikip cepheye yollarlar (2). Çanakkale savaşında hayatta olup duyan, o sırada 6 yaşındaki babam, 15 yaşındaki anneannem ve İstanbul’daki annesi çoktan yaşama veda etseler bile; her geçen gün unutmak yerine çok daha iyi yakın tarihimizi yaşatmaya devam ediyoruz. Çanakkale köprüsünün adının başındaki 1915 tarihi artık ulusal hafızamızda yer etmesini sağlayan bir mühendislik harikası, 2023 orta uzunluğu ise gelecek nesillere bir mirastır (3). Avustralya ve Yeni Zelanda yerlileri ise Çanakkale savaşından sonra ulus olma bilincini kazanır. Her sene 25 Nisan’da atalarının ölüm yıldönümü adeta bir bayram havası içinde geçer. Metal sanatçısı Sabaton, Savaş Sanatı adlı albümünde “Gelibolu Kayalıkları” (Cliffs of Gallipoli) adlı 6 dakikalık bir Anzak Ağıtı bulunur. Sözleri arasında Atatürk’ün Türk askerlerine “Sizlere ölmeyi emrediyorum!” mısrası da vardır (4).
Yazının Devamı