Son Yazıları
Kardeş kıskançlığı
Duygusal Zekâ kitabında Daniel Goleman kıskaçlığı birkaç temel duygunun bileşimi olarak tanımlar: Üzüntü, öfke, korku/kaygı. Duyguları genelde tek tek değil, bir arada yaşayınca da ayıklamak, ne duyumsadığımızı fark etmek zorlaşır. Büyük çocuk eve yeni gelen, yeni doğan kardeş ile bu karmaşık duyguların hepsini mutlaka yaşar. Bazıları gizler, içine atar, bazıları dışa vurarak bu duygularını gösterir ama hepsi bu duyguları yaşar. “Benim çocuğum kıskanmadı” dersek kendimizi kandırıyor olabiliriz.
Bebek gelince büyük çocuğun anne-babasını kardeşiyle paylaşması ona zor gelir. Yeni gelen bebek ilginin, sevginin en az yarısını kendi üstüne çeker ki çoğunlukla bu yarıdan çok daha fazladır çünkü bebeğin büyük çocuktan daha fazla bakıma gereksinmesi vardır. Ancak bebek büyüdükçe de sevginin, ilginin yarısını paylaşmaya devam eder ki ilk doğan yaşamının ilk yıllarında tek başına sahip olduğu tahtını kaybetmekten hiç hoşlanmaz.
Yazının DevamıKıskançlık-2: ‘Kıskançlık sevgiyi artırmaz’
İzmirli ünlü psikiyatrist Dr. Osman Seçkin’le yaptığımız söyleşinin ikinci bölümü:
Bu duygunun üstesinden gelmek mümkün mü?
Yazının DevamıKıskançlık üzerine bir söyleşi
İzmirli ünlü psikiyatrist Dr. Osman Seçkin’le duyguların en yıpratıcılarından biri olan kıskançlık üzerine bir dizi söyleşi yaptık:
İnsan olduğumuz için. Daha da doğrusu insan olmanın kalitesini tutturamadığımız için. İnsan insana var olamadığımız, insan olamadığımız için. Kadın ve erkek kutuplaşmalarında çekişip durduğumuz için. Kardeş kardeşe yaşayamadığımız için. Evrimsel anlamda sağ kalım için, kaybetmemek, kazanmak için yalnız -sosyal yalıtılmış- terk edilmiş- istenmeyen, değersiz, aldatılmış olmamak için. Kıskançlık duygusu hayatın içinde var. 6 aylık bebeklerde de kıskançlık davranışları gözleyebiliyoruz. Kıskanç (Düşünce-Duygu-Davranış-Düşlem) yelpazesi masum bir düzeyden, tutkulu, takıntılı, sayrılı-sanrılı durumlara değişebiliyor. Kıskançlık böylesi olağan bir duyguyken, yadırganır-yargılanırsa fark etseniz de, dışa vurmakta zorlanır, bastırırsınız. Kuşku kıskançlığı besler. Kuşku, kesinlik kazanınca, kıskançlık ya da öfkeye dönüşür veya söner. Kıskançlık gururun ahmak çocuğudur. Kıskançlık birinden hoşlanmamanın-rekabetin edilgen, nefretse etkin biçimidir. Kıskançlık kadar insanı keskin görüşlü yapan bir şey yoktur. Kıskançlık bir değere, değerli bir ilişkiye veya onun niteliğine tehdit algılanması durumunda verilen karmaşık bir tepkidir. İngilizcedeki “jealous” sözcüğü Yunanca zelos sözcüğünden gelip, rekabet ve gayret anlamındadır, duygu yoğunluğunu imler. Haset iki insan arasındadır. Hasedi olan kişi, başkasına ait olan bir şeyi ister ve diğer kişinin ona sahip olmasını istemez. İlişkilerdeki kıskançlık üç kişiyi ilgilendirir, aşk ve kaybetme korkusuyla ilgilidir. Haset sahip olmamakla, kıskançlık ise sahip olmakla ilişkilidir. Haset, aşağılık duygusu, bir şeyi çok arzulama, pişmanlık ve duyguların onaylanmamasıyla karakterizedir. Kıskançlık, kaybetme korkusu, güvensizlik, endişe ve kızgınlıkla ayırt edilir. Kıskançlık, çocukların 2-3 yaşlarındaki ödipal duygusal deneyimlerinden, haset çocuğun ilk aylardaki yaşamından kaynaklanır. Haset, bebeğin çaresizlik ve anneye olan bağımlılığı sonucu ilk bir yaş içinde gelişir.
Yazının DevamıÖğretmen çocuğun ikinci anne-babası
Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.
M. K. ATATÜRK
Yazının DevamıYüreklerdeki yokluk
Ben 1960-1970’lerin yokluk Türkiye’sinde büyüdüm. Türk kahvesi dışında kahvenin, neskafenin bile olmadığı, kot pantolonun lüks sayılıp yurt dışından getirildiği, benzin ve yağ kuyrukları, akşam kesilen elektrik için hazırladığımız mum ve idare lambaları vardı. Televizyon yoktu. Radyo dinlerdik. İzmir’den İstanbul’a telefon konuşması yapmak için santrale bağlatılır, saatlerce santralin bağlaması için evde, telefon başında beklenir, bağlandığında ses duyulması zor olduğundan ahizenin içine bağırılırdı. O nedenle bizim kuşak cep telefonu ile konuşurken de sesine ayar veremez, gereksizce bağırır. Alışkanlıktır.
Dünya da benzeri bir durumdaydı. Her şey azdı, kanaat vardı. Uçaklar azdı. Trenler, otobüsler yavaştı. Otoyollar ya yoktu ya da çok azdı. Klima yoktu. Butikler çok azdı, elbiseler dikilirdi, terzilere gereksinme vardı. Yine bizim kuşak o azlıkta yetiştiği için kolay kolay bir şeyi atamaz, biriktirir, bir gün işe yarar diye tutar. Varsılla yoksul arası çok fark yoktu. Varsılın 2 çift ayakkabısı varsa, yoksulun bir çift ayakkabısı vardı. Her köşe başında bir bakkal vardı, supermarketler yoktu. Dünya böyleydi.
Yazının DevamıAtamızı anıyoruz
2006-2014 yılları arasında Birleşik Krallık Savunma Akademisinde hocalık yapan Sheila Tremlett ile Oxford Üniversitesinde Atamız hakkında sohbet ediyorum. “Atatürk ‘Öğretmen mum misalidir. Etrafını aydınlatır ancak kendisi erir ve tükenir’ demişti. Bunu söylerken aklında kendisi var mıydı bilinmez ama Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesinin hizmetinde kendi hayatını tükettiği kesindir.” diyerek söze başladı.
“Öğrencilerim hem Birleşik Krallık ordusu hem de uluslararası orduların farklı kanatlarından gelen orta seviyede subaylardı. Değişik liderlik tarzlarına örnek olan kişilerin liderlik kariyerlerini araştırma ve sunum yapmaları gerekiyordu. Örnekler yirminci yüzyılın en iyi bilinen askeri, siyasi, ahlaki ve kültürel liderlerinin arasından seçiliyordu. Dersin sonunda öğrencilere hangi örneği en etkileyici bulduklarını sordum. Atatürk’ü seçtiler” sözleriyle devam etti.
Yazının DevamıÖldüğünde kendine ait bir evi bile yoktu
Çünkü tüm vatan onun eviydi, onun evi kalplerimizdi… Ölümsüzdü…
Bağımsızlık elde etmek kolay değil. İstanbul’un fethinden, Fatih Sultan Mehmet gibi dâhilerden, Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlardan sonra 1700 yıllarında en büyük sınırlarına ulaşan, o yılları takip eden süreçte ise önce yavaş yavaş, sonra hızlanarak duraklama ve gerilemeye geçen Osmanlı’nın 1918’de geldiği içler acısı son durum hatırlamak bile istemediğimiz bir durumdu…
Yazının DevamıCumhuriyet Bayramımız kutlu olsun
Geçen haftadan devamla bu hafta Britanyalı Müslüman, siyasetçi, Barones Saeeda Warsi’nin son yazdığı kitap “Müslümanların Önemi Yok” hakkında yazacaktım. Ancak gündeme ülkemizde ortaya çıkan, PKK’dan hükümlü doktorun kurduğu içlerimizi parçalayan yenidoğan bebek çetesi oturdu. PKK’nın bir bunu yapmadığı kalmıştı, bunu da yaptı. Böylece Warsi’nin kitabını erteledim.
İsrail’in Lübnan’a artan saldırıları, Gazze’de hiç durmadan bir yıldır devam eden saldırılar, bir bombanın çadırlarına düşerek feci şekilde yaktığı, öldürdüğü anne/oğul, bu can pazarını insaniyetini unutmuş, umursamadan izleyen dünya siyasetinin yöneticilerini de yazacaktım ama en değerli bayramımız olan Cumhuriyet Bayramımız öncelik kazandı. Bunu da erteledim.
Yazının DevamıBritanya Müslüman’ı kadın yazar
“Bu ülkede bir yol ayrımındayız. Liberal değerlere inanan hoşgörülü, toleranslı bir ülke mi olacağız veya daha içine bakan milliyetçi, faşist bir ülke mi olacağız? Tehlikeli zamanlardan geçiyoruz, dengesiz bir dünyada yaşıyoruz, daha çok para, daha fazla büyüme, daha fazla diplomasi güneye ve doğuya kayıyor. Britanya dünyadaki konumunu korumak istiyorsa liberal ve kucaklayıcı değerlere sahip olmalıdır. Nefret genelde ve ayrıca insanların yaşamının bir parçası olmamalı.”
Bunları söyleyen Barones Sayeeda Hussain Warsi. Yeni kitabı “Müslümanların Önemi Yok” ile ekranlarda ve çok önemli bir konuyu mercek altına alıyor. Çok gerekli bir kitap yazmış. Yazmaya Birleşik Krallık’taki Müslümanlara yapılan son saldırılardan önce başlamış, kim bilir neler yaşadı ki yazmak gereksinmesini hissetti. Kitabın sonuna geldiğinde bu olaylar olmuş. Bu açıdan da kitabın zamanlamasının ne kadar doğru olduğu ortada. Bunlar yazıldıkça, ülkede, ekranlarda konuşuldukça, yazılıp çizildikçe üstesinden gelinecek. Son zamanlarda ekranlarda çokça yer alan bu Britanyalı sıra dışı kadın siyasetçiyi tanıyalım.
Yazının Devamı7 Ekim’in yıldönümünde izlenimler
Birkaç gün önce Çin’in 75’inci yıl kutlamaları için Londra, Venezuela Büyükelçiliğinin Bolivar salonunda bir dizi konuşma dinlemekteyiz. 22 konuşmacının yer aldığı sempozyum programı o kadar dolu ki, çay/kahve arası bile yok, sabah 10:00 akşamüstü 16:30-17:00’ye kadar yalnızca bir saatlik öğle arası sandviç kahve dışında Bolivar salonundayız. Oturmuş, konuşan diplomat, gazeteci, yazarları dinlemekteyiz. Konuşmaların hepsi birbirinden ilginç, dolu, derin, bilgilendirici, renkli, bir dakika sıkılmadan dinlemekteyim ki hiperaktif yanım değil saatlerce oturmak, bir saat zor dayanır. Gün nasıl geçti anlamadım.
Öğle arası sandviçi dışarıda yiyebildik ancak kahvemizi bitiremeyince elimizde kâğıt bardakta kahvelerle salona geri döndük. Boynunda Filistin poşusu, masmavi gözlü, bembeyaz bir hanım “Bu şirketin kahvesini içmeyin, direkt maddi yardım yapmasa bile Filistinlilerin öldürülmesine göz yuman demeçler veriyor” dedi. İngilizce aksanı buralı değilim diyordu, renkleri Filistinli değilim diyordu ve aslında nereli olduğunu aksanı açık ediyordu ama yine de önyargılı olmamak için sordum.
Yazının DevamıToksik aile ilişkileri
Geçen hafta huzurlu, mutlu ve şımarık davranmayan bir çocuk yetiştirmek için ideal olanı yazmıştım ama ideali yakalamak hayli zor. Bir çocuğun kişiliğinin gelişiminde en önemli yıl yaşamının ilk yılı, yani ilk on iki ay. Mümkünse o ilk on iki ay bebeğe anne ve babasının bakması, bebeğin anne ve babasıyla sıkı bir bağ kurması. Bu bağ onun yaşamı boyu kendine ve çevresine güvenle, yaşama olumlu yaklaşmasına, yapıcı ilişkilere yol açıyor. Bebekken sevgi ve ilgi gören birey kendi de yaşamı boyu sevgi dolu, kendisiyle barışık, yapıcı ilişkiler içinde oluyor.
İşte o ilk yıl, annesi iş yaşamına ara verebilirse bu ideal. Çok tempolu bir işte çalışmazsa, ara veremiyorsa yarı zamanlı çalışabilirse, bakıcı yerine çalıştığı anlarda bebeği babasına, bir aile bireyine emanet edebilirse, ikinci ideal de bu. Çocuğun gelişiminde ikinci önemli devre üç yaşına gelene kadar. Yine ideali anne veya babanın bu ilk üç yıl çocuğa doğrudan kendilerinin bakabilmesi, bu olmuyorsa yarı zamanlı çalışma ve aile büyüklerinden destek, bakıcı en son istenilen durum çünkü bu iş para karşılığı yapılacak bir iş değil.
Yazının DevamıÇocuk nasıl şımarır?
Uçakta gidiyorum. Türk çocukların birçoğu yol boyu bağırıyor, yabancı çocuklarda pek ses yok. Neden? Yabancılar çocuk sahibi olmadan önce çocuk nasıl büyütülür, gereksinmeleri nedir, nasıl bir tutum içinde olmalı kitaplar okuyup bilgileniyorlar, çocuğa gerekli zamanı ayırmayacaksa, çocuk büyütmekten keyif almayacaksa çocuk sahibi olmuyorlar. Çocuk sahibi oldularsa çocuğa ve onu bilinçli büyütmeye zamanlarını keyifle ayırıyorlar.
Toplumumuzda ise çocuk sahibi olmayana eksik gözüyle bakılıyor. Evlenmeyen kadına “Evde kalmış, kız kurusu” gibi çok nahoş etiketler veriliyor. O nedenle genç kızlar evlenmeyi çok önemsiyor. Bu etiketlere maruz kalmamak için iyi olmayacağını düşündüğü bir evliliği bile kabul ediyorlar. Yaşları biraz ilerlediyse, kendilerinde 15-20 yaş büyük bir erkeğe bile razı oluyorlar.
Yazının DevamıOkullar açıldı (2)... 42 yıllık deneyimlerim
Okullar açıldı, tüm velilerin isteği çocuklarına en iyi eğitimi ve geleceği sağlamak… Yaşamımın 42 yılını hem hoca hem anne hem de bir eğitim yöneticisi olarak geçirirken biriktirdiğim deneyimlerimi burada kısa kısa anne-babalarla, çocuklarına en iyiyi sağlamaları için paylaşmak isterim…
Çocuğunuzu mutlaka kahvaltı yaparak okula yollayın ve kahvaltıyı birlikte yapın.
Yazının DevamıOkullar açıldı
Bu hafta ziller çaldı, binlerce çocuk, genç heyecanla okullarına koştular. Yeni eğitim öğretim yılı tüm öğrencilerimize ve meslektaşlarıma hayırlı olsun. Ancak gönlüm isterdi ki yeni eğitim öğretim yılı huzur içinde başlasın. Öyle olmadı. Değişen müfredat, müfredata girenler ve müfredattan çıkarılanlar, en önde Atamız, yine huzurları kaçırdı.
Yine toplum ikiye bölündü. Müfredata itiraz edenler, hatta mahkemeye gidenler, müfredatı savunanlar… Tabii bir de arada bunlardan pek bir şey anlamayan, ilgilenmeyen bir grup var. Oysa bu kavga gürültüye ne gerek var. Kolay mı dünyada kabul görmüş Atatürk’ü gönüllerden silmek, unutturmak… Boşuna harcanan enerji, boşuna yaratılan huzursuzluk… Kolay mı laikliğe gölge düşürmek? Yerleşmiş yüzyıldır, bu boşa çabalarla ülkenin enerjisini bozuluyor…
Yazının Devamıİngiltere’de ırkçı saldırılar ve Solingen
Birleşik Krallık, özelinde İngiltere ve Kuzey İrlanda ırkçı saldırılarla karşı karşıya günler geçirdi. Polisler yaralandı, araçları ve karakolları yakıldı, Müslümanlara saldırıldı. Olayların başlangıç noktası Kuzey Batı İngiltere’deki bir ufak kentte 3 ufak kız çocuğunun dans dersinde bıçaklanıp öldürülmesiyle başlıyor. 6, 7 ve 9 yaşlarındaki kızları öldüren 17 yaşındaki siyahi bir Ruandalı genç. Galler’de doğmuş yani Britanyalı, bu kültürde büyümüş, rengi Afrikalı ama kendisi Afrikalı değil. Reşit olmadığı için polis ismini saklıyor.
“Rengi Afrikalı” dedim. Çünkü siyah/beyaz/siyahi gibi sıfatlarda ırkçılık kokusu var, subliminal bir biçimde. Ne beyaz ırk kâğıt gibi bembeyaz, ne siyah denilen ırk katran kadar simsiyah. Bu sıfatları dilimize sokan “beyazlar” kendileri bembeyaz, yani temizliğin, masumiyetin, gelinliğin rengi gibi betimlerken, rengi daha koyu olan, köle olarak çalıştırdıkları, alıp sattıkları, üzerlerinden ticaret yapıp çok paralar kazandıkları asıl masum ve temiz insanları katran, karanlık, gece, kir sıfatlarını andıran “siyah” olarak betimlemişler, bilinçaltımıza verilen subliminal bir mesajla onları aşağılamışlar. Zenci de kullanılır dilimizde ama buna da ırkçı diye itiraz edenler var… Bu nedenle ben burada “rengi koyu”, “rengi Afrikalı” gibi terimler kullanacağım şimdilik…
Yazının DevamıBana Mustafa Kemal’i anlat dediler
Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
Yazının Devamı