Bessam Abu Abdullah

halklailiskiler@aydinlik.com.tr

Son Yazıları

Suriye'nin Türkiye'de dostları var mı?

Bu yazıyı Suriyeli okurlarımız için günlük, özel, ülkemizde ve Arap dünyasında yakinen takip edilen el-Vatan gazetesinde yayımladık. Yazının özüne sadık kalarak ek bilgilerle yeniden derledik. Türkiye’de Suriye’nin Suriye’de de Türkiye’nin siyasi, ekonomik, toplumsal ve güvenlik nizamını tanıyanların sayısı azdır. Suriye Devleti ve Esad liderliği cephesinde yer alan, onun tarafında yer tutan ve ona sempati duyanlar ile kararsızların büyük çoğunluğunda Türkiye siyasi arenası ya siyah ya da beyazdır. Sayın Erdoğan iktidarı siyah, karşıt olanlar beyazdır. Suriye’nin bu tablosundan Sayın Erdoğan, iktidarı ve taraftarları sorumludur inancıyla, iktidarını siyah, onun iktidarına karşıt olanları, onunla mücadele edenleri ise beyaz görmek sadece yanlış değil aynı zamanda tehlikelidir. Zira hayatın gerçekliğinde, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” formülü her vakit geçerli bir akçe değildir.

Misal verecek olursak; Türkiye’nin ana muhalefet partisi CHP, Sayın Erdoğan iktidarını Suriye ve birçok konuda eleştirmektedir. Tam da Sayın Erdoğan ve Sayın Esad’ın ikili ilişkileri normalleştirme ve doğru mecrasına sokma niyetleri zahir olduğunda, CHP Başkanı Sayın Özgür Özel, Sayın Esad ile görüşmek istediğini açıklamıştı. Hatta Sayın Esad’ın kendisini davet ettiğini ve görüşmenin bu ay içinde gerçekleşeceğini beyan etti. Sayın Erdoğan hükümeti ile konuyu konuşmaya ve arabulucu olmaya da hazır olduklarını söyledi. Suriye’den konu hakkında resmi bir açıklama olmadı. Ancak Suriye tarafından Sayın Özel’e böyle bir davetin yapılmadığı görülüyor. Suriye tarafı şüphesiz ki milli çıkarları gözetir ancak bu çıkarları ne pahasına olursa olsun kabul etmez. Dostlarına zarar veren ilişkilerden uzak durur. İkili ilişkilerde kindar ve duygusal davranmaz. Öyle olsaydı düşman olarak telakki edilen Sayın Erdoğan ve iktidarıyla hiçbir koşulda görüşmek istemez ve iktidarına karşıt olan herkesi kayıtsız- şartsız dost kabul ederdi.

Yazının Devamı

Teröristan: Sebep mi sonuç mu?

Başta Türkiye olmak üzere Suriye’ye komşu ülkeler ile dünyanın en çok takip edilen gazete ve yazarlarının Suriye konulu makale ve haberleri ile resmi ajanslarında Suriye topraklarını işgal etmiş olan mahalli ve yabancı terör örgütleri iki sınıfa ayrılmaktadır. BM ölçü alındığında, resmiyeti ve meşruiyeti kabul edilmiş hükümet idaresinde olan yetkililer de Suriye söz konusu olduğunda aynı minvalde bir mantık sergilemektedir; Bana karşı olan düşman terörist, benimle birlikte savaşan, bana hizmet eden ise müttefik-dost “terörist”. 1998’de Türkiye ve Suriye arasında imzalanan Güvenlik Mutabakatı senin ve benim teröristim (PKK, Sol Örgütler-Müslüman Kardeşler Örgütü ve Radikal Dinci Örgütler) yerine, senin ve benim milli güvenliğimizi korumayı esas almıştır. Toprak bütünlüğümüzü, bölgenin istikrarını hedef alan ve yabancı devletlerin projelerinde memur olan lejyonerlere karşı iki resmi ve meşru devlet olarak birlikte mücadele etmenin çimentosu ve bildirgesi olmuştur.

Bu temelde iki ülke arasında başlayan siyasi ve güvenlik çalışmaları sonucunda yukarıda zikredilen örgütler felç oldular, iflahları kesildi. Bu bildirge sayesinde her iki ülke 1999-2011 arasında göreceli bir huzur ve istikrar dönemi yaşadı. Sınır bölgelerimiz terör ve tehdit unsur olmaktan çıkarak, ticaret, seyahat, eğitim, ortak arkeolojik çalışmalar ve yatırım bölgesine dönüştü. Bu gelişmeler dostları sevindirdi, düşmanları tedirgin etti. Irak ve İran, Ankara ve Şam ile benzer mutabakatlar imzaladı. Türkiye, Şam ile Ağustos 2009’da Türkiye-Suriye Askeri Sınır Tatbikatının ortaya koyduğu caydırıcılık sayesinde Kuzey Irak Kürt Bölgesi, hasım olmak yerine Bağdat, Ankara ve Şam ile ilişkileri geliştirmeyi seçti. Batılın hükmü kalmadı. Teröristan zail oldu. Ancak utanmadan medeniyet, güvenlik ve demokrasi ile tanımlanan tarihin en kanlı ve en karanlık örgütü NATO ve efendisi tekelci kapitalizm ve Siyonizm cephesinin Büyük Orta Doğu veya Büyük İsrail Projesinde seve seve gönüllü veya zoraki görev alanlar sayesinde Irak ve Suriye’ye Teröristan temeli atıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye, hangi bahaneyle ve sebeple olursa olsun güney sınırları boyunca bir 'teröristan' kurulmasına kesinlikle izin vermeyecektir." dedi. Sayın Erdoğan’ın söyleminin bir benzerini Ürdün hükümetinden de duyduk. Amman da Suriye’nin güneyinde halen varlık sürdüren terör örgütlerinin Ürdün’ün milli güvenliğine tehdit ettiğini iddia ederek birçok bölgeyi füzelerle vurdu. Vurulan bölgelerde aralarında kadın ve çocukların olduğu sivil ve maddi kayıplar hasıl oldu. Ancak her iki hükümetin cevaplaması gereken en önemli soru şudur: Teröristan neden midir yoksa bir sonuç mudur? Yaşadığımız sorunun özü sonuçlarda mı yoksa nedenlerde mi aranmalı? Don Kişot misali, nedenlerine inmeden ve onu doğuran sebepleri telafi etmeden sonuçlarla savaşmayı mı sürdüreceğiz?

Yazının Devamı

"Türk" Zelenskiy

Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimleri, Suriye'nin birliği, egemenliği, İslami, Mesihi, Musevi ve Dürzilerin evlilik, aile, mülkiyet hukukunu tanzim eden kanunları, laik ve üniter devlet yapısının geleceğini de ilgilendirmektedir. ABD ve İsrail’in yüzyılın projesi olarak gündeme aldıkları Büyük Orta Doğu Projesinin (BOP) etnik ve mezhepsel bölücü amaçlarının tahakkuk edip etmeyeceği konusu ile de ilgilidir. ABD-Batı desteğine ve hatta doğrudan korumasına sahip, açık ve net bir projeye dönüşen temel ve tehlikeli bu projenin taşıyıcısı Türkiye’de kim olacak? Putin’in inisiyatifinde sağlanan dörtlü mutabakat (Rusya, Suriye, Türkiye, İran) ve bu sürece Suudi Arabistan, Mısır veya Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) dahil olma ihtimali nin, Suriye’nin bölünmesi projesinin önünde ciddi bir engel teşkil edeceği aşikardır.

Suudi Arabistan’ın “ABD dahil yabancı orduların ve silahlı örgütlerin Suriye’den çekilmesi ve Suriye devleti ve ordusunun tüm Suriye üzerinde egemen olmasını istiyoruz” yönündeki açıklamaları ile Suriye’nin Arap Birliği’ne tekrar dönmesi için başlatılan faaliyetler dikkate alındığında bu süreci tersine çevirebilecek Türkiye’deki kuvvetler kim olabilir? Ukrayna’da Rusya dostu bir hükümet iktidardayken, “daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok huzur ve daha çok refah” operasyonuyla Zelenskiy ve şürekasını iktidara taşıyan ve Zelenskiy üzerinden Ukrayna’yı iç savaş, bölünme, uluslararası terör örgütlerin cirit attığı sahaya dönüştürme ve ekonomik olarak çökme noktasına getiren süreci Türkiye’de uygulamaya koyabilir mi? Bunun sağlanması için hangi “Türk” Zelenskiy istihdam edilmektedir?

Yazının Devamı

Seçimin ardından Türkiye-Suriye ilişkileri

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüksek olmayan %52,6 oran ile seçimi kazanması içte ve dışta büyük meydan okumalara hazır olması gerektiğinin de işaretidir. 23 Haziran tarihli yazımda bu meselenin bir bölümüne değinmiştik. Burada altı çizilmesi gereken en önemli husus ise Türkiye’nin bir rejim değişikliğine girdiği ve Başkan’a büyük salahiyetler veren Devlet Başkanlığı nizamının tesis edileceği hususudur. Bu rejimin ajandasında dış politikada hangi stratejik seçenekler olacak? İçte Türkiye’nin milli çıkarına uygun olan hangi projeler uygulamaya konulacak? Uluslararası çatışmada Türkiye ve bölge için ivedi olan Suriye meselesi nasıl bir yol izlenerek hal olacak? Bu konular Devlet Başkanı Erdoğan ve kabinesinin imtihanı olacaktır.

MUHALEFET NEDEN KAYBETTİ?

Yazının Devamı

Seçimlerin ardından Türkiye

Türkiye bugün seçimini yapacak. Devlet başkanlığı ve parlamento seçimi ile Türkiye “ya tamam ya da devam” diyecek. Çok hassas ve Türkiye tarihinde özel bir anlamı olan seçim olacağını bilmek için kahin olmaya gerek yok. Türkiye yarın palamenter rejimden devlet başkanlığı rejimine intikal edecek. Devlet bünyesi 100 senedir tanık olmadığı yepyeni bir idare sistemiyle tanışacak.

Şüphesiz ki hiç kimsenin Türk milletinin iradesi ve kararına müdahale etme hakkı yoktur. Bu temel ilkeyi Suriye halkı içinde isiyoruz. Zira Batı’nın Suriye sahasında ortaya koyduğu mandacılık zihniyetinin Türkiye için de devreye girdiğine sahit olmaktayız;

Yazının Devamı

Trump-Kim Zirvesi’ni farklı okumak

Gözlemcilerin daha büyük bir bölümü, ABD ile Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti arasında vuku bulması beklenen nükleer savaş ihtimalinin ardından, Trump ve Kim’i bir araya getiren Singapur zirvesinin istisnai olduğunda hemfikir. Ancak bir kesim, Singapur’un Sentosa adasındaki Chambella Otel’de vuku bulan ve 100 dakika süren zirvenin Soğuk Savaş dönemini kapatan ABD-Sovyetler Birliği görüşmeleri misali bir sonuç çıkarmayacağı görüşünde. Bu görüşmelerden Trump’ın bir olumlu sonuç almasını beklemeyen şahıslardan birisi de ABD’nin Rusya nezdindeki eski Büyükelçisi Michael McFaul. Zirve esnasında yaptığı açıklamada McFaul, “Bize en yakın müttefik bir dost ülkeyle (Kanada) süt konusunda uzlaşma sağlayamayan Trump bize en hasım olan bir ülke ile nükleer silahsızlanma üzerine bir uzlaşma sağlaması nasıl mümkün olacak?” demiştir.

ESAS YIĞINAK ASYA PASİFİK’E

Yazının Devamı

Refik Hariri’yi öldüren münafık ABD

Kısa bir müddet önce, sünyanın birçok ülkesinde ticari ve siyasi faaliyetleri olan Suriyeli maruf işadamı ve siyasetçi Ümran Ethem’in ‘Amerikan Tarzı Münafıklık’ unvanıyla bir kitabı yayınlandı. Uluslararası münasebetleri kuvvetli olan Ethem’in kitabında ortaya attığı en dikkat çekici konu eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesiyle ilgili olan iddiasıdır. Ethem, Lübnan eski Başbakanı Hariri’nin ölümünden ABD ve İsrail’in direkt sorumlu olduğunu söylüyor. Konu ile ilgili elinde ciddi belge ve itirafların olduğunu yazan Ethem bu dosyayı BM Güvenlik Konseyi ve uluslararası ceza mahkemelerine sunmaya hazır olduğunu ifade ediyor.

Ümran Ethem’in iddialarına gösterdiği en önemli haber kaynağı CIA’nın bir zamanlar en yetkili personelinden olan John Perkins. “Bir ekonomik tetikçin itirafları” kitabının da yazarı olan Perkin’s genç yaşta CIA tarafından özellikle ekonomik casusluk sahasında istihdam edilmiş. Şu an emekli olan Perkins görevdeyken Ümran Ethem’e Refik Hariri’nin sır ölümü ile ilgili detaylı bilgi veriyor.

Yazının Devamı

Suriye’nin güneyinde denklem değişti

Medya’da Suriye’nin Güney Cephesinin Merkezinde yer alan Der’a bölgesinde bizi ne bekliyor yönündeki haberler daha sık çıkmaya başladı. Savaş halinin bu cephede, diğer bölgelerde olduğu gibi, Rusya inisiyatifinde barışçıl müzakereler ile halledileceği kehanetleri de çoğaldı. Zira bu kesimler Moskova, Washington, Tel Aviv, Şam ve Amman hattında haftalardır süregelen görüşmeleri barışçıl bir çözümün olasılığı için gerekçe olarak sunuyorlar. Ayrıca perde arkasında bu diplomasi trafiği hızlanırken sahne önünde Suriye ordusunun ülkenin Güney cephesinde mevcut olan silahlı terör yapılarını ortadan kaldırmak üzere çok büyük bir askeri yığınak yapmaya başladığı da görülmektedir.

Şam bölgesinde yer alan Doğu Guta, Yarmuk Filistin Kampı, Hacar El-Esved (Siyah Taşlar) bölgelerinin terörden temizlenmesi, Şam bölgesinin terör örgütlerinden tamamen arınmış olmasının ardından sıranın Güney Cephesine gelmesini bekliyorduk. Zira Güneyin kontrol altına alınması demek bu cephe üzerinden Suriye denklemi ve dengelerine müdahale eden ABD-İsrail elinin kesilmesi anlamına gelecektir. Bunda birden fazla bölge ülkesinin çıkarı vardır. Bu başarı gerçekleştiği takdirde devletin tüm kurumları yeniden tesis edilecek. Suriye ordusu Ürdün ve Filistin (İsrail) sınırını krizden önceki dönemde olduğu gibi yeniden kontrol altına alabilecek. İsrail’in Suriye’den 1967’de işgal ettiği ve krizi bahane ederek onunla birlikte ona yakın bölgeleri de işgal ve ilhak etme tamahlarına son verilecek.

Yazının Devamı

Bölge devletlerinin çıkış yolu

Condaleeza Rice Dışişleri Sekreterliğine (Bakanlığına) atanmadan önce ABD Ulusal Güvenlik Ajansı danışmanıydı. Dönemin ABD Dışişleri Sekreteri (Bakanı) Colin Powell, 2 Mayıs 2003’te Suriye’ye gider. Bu ziyareti değerlendiren Rice, ABD’nin Irak işgalinden sonra Ortadoğu’ya daha güçlü gireceği ve müdahale edeceğinin işaretlerini verir. Rice, Powell Şam’dayken, “İsrail’in güvenliği sadece bölgenin değil dünyanın güvenliği için mutlak anahtardır ve esas olandır” der. İsrail’in Yediot Aharanot gazetesine yaptığı açıklamada Rice, İsrail’in ABD şemsiyesi altında korunan bir Yahudi devleti olacağını, ABD’nin bu amaca uygun olarak yeni bir Ortadoğu inşa etmesi gerektiğini iddia eder. Powell’in Suriye ziyaretini bu hedefe giden uzun yolda önemli bir ilk adım olarak değerlendirir.

ESAD, POWEL’İ RET EDİNCE...

Yazının Devamı

Münafık ile insanın imtihan sahası Filistin

İsrail askerlerinin gerçek mermilerle vurduğu Filistinli ölü ve yaralı insan sayısının 15 bini aştığını yerel kaynaklar teyit ediyor. Gazze bölgesinin nüfusu takriben iki milyon. Yani İsrail iki hafta içinde nüfusun takriben %2sini öldürdü veya sakat bıraktı. İsrail Gazze’de öldürmeye ve yaralamaya devam ediyor. Bu gidişle 20 hafta içinde Gazze nüfusunun %20sini öldürecek ve sakat bırakacak. 100 hafta içinde Gazze nüfusunun tamamı ya ölü ya da yaralı olacak. Abartıyor muyuz? Kesinlikle hayır. Göz göre göre bir halka soykırım uygulanıyor. Dünya ise ya kınıyor ya susuyor. Hatta bu katliama çanak tutanlar bile var. Had bilmez ve kandan beslenen bir ölüm makinesi ile bu makineyi yağlayan, dişlerini bileyen ve cesaret veren bir açık veya gizli münafıklar var. Amerika kıtasının “Barbar” Kızılderili kavimlerini, hayvanları, ormanları ve kadim medeniyetleri top yekûn yok etmek için “Beyaz Avrupalı Adama” birkaç yüzyıl yetti. İsrail durdurulmaz ise Beyaz Avrupalı adamdan daha zalim olduğunu ibraz edecek.

Twitter hesabını her konuda kullanan Trump’ın sahte bir baş sağlığı mesajı yayınlamaması, çok duygusal kızı İvanka’nın timsah gözyaşı bile dökmemesi, Suriyeli çocuklar için çok hassas olduğunu iddia eden damadı Jared’in yok edilen onlarca Filistinli çocuk bedenlerine karşı taş kesildi. Bu mahlûklar et ve kemikten mi yoksa başka bir metalden mi yaratıldılar? İngiltere Kraliçesi annenin, başbakanı kadın görünümündeki mahlûk Teresa May’in zoraki bir açıklama yapması, Filistin dostu Türk Milletinin Meclisin’de halen İsrail ile ilişkilere devam yönünde karar çıkması, Ramazan Bayramı veya cuma kutlamalarında Suriye’nin topraklarını Türkiye sınırları içinde gösteren haritalarla yâd etmeleri kaybolan akıl ve vicdan tezahürü müdür?

Yazının Devamı

Vekalet savaşından asli savaşa

Asıl haramiler ve savaş iblisleri insanoğlu tarihinin şahit olduğu en yalancı, en harami, en karanlık ve en barbar örgütlerini Suriye’nin üzerine sürdüler. Talan, yalan ve yıkım politikaları için riyakarlığın ve münafıklığın daniskasını sergilediler. Nefret söylemleri ile vicdanları sızlatanları, en mezhepçi yapıları yıllarca baş tacı ettiler. “Hürriyet, demokrasi ve insan hakları” yalanları ile mide bulandırdılar, dünya ile alay ettiler. Tüm bu desteğe rağmen hezimetten kurtulamadılar.

Suriye savaşının sekizinci yılına girdik. Batının şer devletleri, ElKaide, IŞİD, El Nusra, İslam Ordusu velhasıl Müslüman Kardeşler Örgütü’nün beslediği ve kaynağı olan tüm dini-dar mezhepçi örgütlerin nefessiz kalmaması için harami efendileri devreye girdi. 14 Nisan 2018’de füze saldırıları ile beslemek istedi. Maalesef Türk hükümeti Batı’nın haçlı saldırılarına destek verdi. Bu saldırının muhtemel siyasi ve askeri kazanımlarına umut bağladılar. Bu hayalleri de suya düştü. Batının yalanları daha çok deşifre oldu.

Yazının Devamı

Utanma yoksa her şey mübah

Son füze saldırısında arzu ettikleri askeri sonucu alamayan, özellikle Guta’daki terör örgütlerini koruyamayan üç haydut devlet (ABD, Fransa ve İngiltere) siyasi kazanımlar için yeniden devrede. Bu sefer BM Suriye özel temsilcisi Stefan DeMastura’yı Suriye’yi Astana ve Soçi sürecinden kopartıp sadece “Cenevre’ye mahkûm etmek” için yeniden oyuna dâhil ettiler. Moskova’da De Mistura ile görüşen Lavrov, “Üç devletin saldırısı aslında Cenevre görüşmelerini vurdu. Cenevre sürecine büyük zarar verdi” görüşüne yer verdi. Bu açıklamayla Rusya, Suriye sürecini laçkalaştıran ve askeri yenilgilerini işgalci konumlarına kılıf arayan ABD ve müttefiklerine anlamlı ve önemli bir mesaj vermiş oldu.

Suriye’de yayınlanan günlük Vatan gazetesine açıklamalar yapan özel kaynaklar De Mistura’nın askeri kuvvetle elde edilemeyen Suriye’nin etnik ve mezhepsel federalizme mecbur edilmesi projesini siyasi baskılarla elde etmekle görevlendirildiğini aktardılar. İnisiyatifin Cenevre’de kalması, Suriye için yeni anayasanın BM gözetiminde ABD’nin dahli ve katkısı ile yapılması ve başta Suudi hanedanlığı ve Ürdün’ün rol üstlendiği daha önce Washington’da yapılan beşli toplantıda alınan siyasi kararların hayata geçirilmesi için De Mistura’nın acilen devreye sokulduğunu söylüyorlar. BM baskısı ve yeni askeri tehditlerle Şam’ın siyasi şantajlara boyun eğeceğine inanıyorlar. De Mistura’nın talebiyle Şam’a gönderilen bazı Arap aracıların, Esad’lı siyasi çözüme karşılık Batı’nın taleplerini nazar-i dikkate alması gerektiğini, bunun Suriye’deki savaşın bitmesi için önemli bir fırsat olacağı önerisi Şam’da kabul görmedi.

Yazının Devamı

Suriye’de ‘İkinci İsrail’hülyasının çöküşü

Suriye’ye yönelik yapılan son Amerikano-Franko-Anglo-İsrailiyat menşeli füze saldırıları, sahada Rus-Suri lehine gelişen askeri denklemleri değiştirmeği amaç edindi. Provokasyonda ‘kimyasal yalan’ adlı oyunun son sahnesi sergilendi. Saldırı sonucunda ortaya çıkan tablo Washington’da yapılan 5’li zirve (ABD, İngiltere, Fransa, Suudi hanedanlığı ve Ürdün) esnasında alınan Suriye’yi Kuzey’den ortadan ve Güney’den bölme planlarının işe yaramayacağını tespit edebiliriz. Washington Zirvesi’nin perde arkasını ve uzun yıllar Ortadoğu’nun farklı ülkelerinde ABD Büyükelçisi olarak görev yapmış David Satterfield’in kaleme aldığı raporu 10 Mart tarihli Aydınlık gazetesindeki köşemde paylaşmıştık.

Guta’nın terörden temizlenmesinin ardından aynı kuvvetlerin Güney Cephesi’nde “özerklik veya merkezden bağımsız idareler” planını temcit pilavı misali yeniden ısıtmaları içine düştükleri buhranın boyutunu göstermesi açısından çarpıcıdır. Bütün bu beyhude ama tahripkâr faaliyetlerin ana sebebi “Büyük Kürdistan” yalanı üzerinden Suriye’nin kuzeyine ‘İkinci İsrail’ projesini dayatmaktır.

Yazının Devamı

Rusofobik ve Esadfobik illeti var

“Kimyasal silah kullanımı kırmızı çizgimiz, bu çizgi Suriye Devleti tarafından aşılırsa müdahale ederiz” doktrini eski ABD Başkanı Barak Obama’ya ait. Bu açıklama, başta ABD’nin hem devletlere hem de sahada besledikleri terör örgütlerine Suriye’ye müdahale ortamı hazırlaması için çok önemli bir fırsat yarattı. Bunun ilk bariz tecrübesini Ağustos 2013’te yaşamıştık. Guta’da kimyasal silah kullanıldığı ve çoğunluğu çocuk yüzlerce sivilin öldüğü haberleri dünyanın gündemini meşgul etmişti. Medya aynı maestronun yönetiminde fişek gibi Suriye devletini “cani ve kimyasal silah kullanımı ile halkını katleden” sorumlu taraf ilan etmişti. Bugünlerde Suriye devletine kimyasal silah yalanı ile saldırma gerekçeleri zayıflayanlar, “kimyasal silahlarla katletmemiş olması mühim değil. Kimyasal silah yerine 7 senedir konvansiyonel silahla öldürüyor” argümanını tedavüle soktuklarını görüyoruz. Batı mutfağında pişen bu yeni nesil yalanların Türkiye’de de servis edildiğine şahit olmaktayız.Ağustos 2013’te Guta’da vuku bulan kimyasal saldırının başta bölge devletlerinin istihbarat elemanları ve terör örgütleri eliyle organize edildiği tespit edildi. O dönem, Suriye Devleti’nin Rusya ile yaptığı istişareler sonucunda BM ile işbirliği yaparak elinde mevcut olan kimyasal silahları uluslararası denetime açması ve tüm kimyasal silahlarını teslim etmesine karar verilir. Bununla birlikte Guta bölgsine BM nezdinde uzman bir komisyonun gönderilmesi ve olayı yerinde incelemesine onay verilir. Guta’yı kontrol eden terör örgütleri BM ile işbirliği ve bölgeye bir uzman komisyonun gönderilmesine karşı çıkar. BM temsilcisinin ısrarı üzerine ve herhangi bir Suriyeli resmi temsilcinin olmayacağı garantisi de verildikten sonra bölgeye girilir. Yapılan incelemeler sonucunda öldürülen çocukların bünyesine şırınga ile kimyasal zehir enjekte edildiği tespit edilir. Sınırlı kullanılan klor gazı ile sivillerin öldürüldüğü not edilir. Yayınlanan fotoğraflarda öldürülenlerin Guta bölgesinde yer alan İşçi Lojmanları’ndan kaçırılan devlet taraftarı mühendis ve işçilerin aileleri olduğu tespit edilir. ABD ÇIKARLARINA HİZMET ETMEZBu barbar olayın vuku bulduğu dönemde BM temsilcileri ile görüşmüş, rapor ve açıklamaları detaylı olarak Aydınlık gazetesinde Türk milleti ile paylaşmıştık. Buna rağmen ABD, Doğu Akdeniz’e savaş gemilerini yollamış ve saldırı ile tehdit etmişti. Bu saldırının nasıl karşılık bulacağı ve bölgesel bir savaşın nerede duracağının kestirilememesi kaygısıyla İngiliz Parlamentosu İngiltere’nin bu müdahalenin taraftarı olmasına onay vermedi. Ayrıca Obama’ya sunulan istihbarat raporunda, Suriye ordusunun tersanesinde mevcut olan kimyasal gazlar arasında Guta’da kullanılan gaz türünün mevcut olmadığı yazılıdır. Dönemin ABD Genelkurmay Başkanı da Obama’ya hitaben yazdığı raporunda, ABD’nin Suriye’de başlatacağı yüksek yoğunluklu bir savaşın ABD’nin çıkarlarına hizmet etmeyeceğini söyler. Obama’nın dikkatli olması ve “dost” görünümünde olan bölge devletlerin açıklamaları ve raporlarına temkinli yaklaşmasını önerir. Türk güvenlik kuvvetlerinin Suriye’de aktif olan terör örgütlerine yönelik Adana’da yaptığı operasyon esnasında örgüt havzasında Libya’dan getirilen ve mahalli üretilen kimyasal silah yakalanmıştı.Guta’da tecrübe edilen kimyasal silah yalanı getirim olan bir uluslararası meta olarak Suriye’nin başka bölgelerinde de istihdam edildi. Kimyasal silahı terör örgütleri de kullansa, tüm raporlar ve deliller Suriye devletinin bu silahı hiçbir zaman kullanmadığını da gösterse bazı devletleri ikna etmek kolay değil. Zira terör örgütlerinin ve yalanlarının efendisidirler. Buna en bariz örnek Han Şeyhun bölgesinde kimyasal silah kullanımı ile ilgili hadisedir. Eylül 2017’de Han Şeyhun kasabasını işgal etmiş olan terör örgütlerine karşı yapılan hava saldırısı esnasında uçağın kimyasal madde taşıyan füze fırlattığı ve yüzlerce sivili katlettiği haberleri malum ajanslar tarafından servis edilir. Türk medyası da mal bulmuş mağribi misali hiç şüphe duymadan bu haberleri Türk milletine enjekte eder.MAKSAT BAĞCIYI DÖVMEKABD, uçağın kalktığı Şayrat Hava üssünün bir kimyasal silah deposu barındırdığını ve uçağın bu üsten kalktığını iddia eder. Suriye ve Rusya BM’yi göreve çağırır. Üsse bir araştırma komisyonu göndermesini ve kimyasal silahın kullanıldığı Han Şeyhun’a bir komisyonun gönderilmesini talep eder. ABD baskısıyla BM askeri üsse komisyon gönderemez. Han Şeyhun’a girmek isteyen BM yasaklı silahlar komitesinden temsilci heyeti kasabaya sokmaz. Zira amaç bu silahı kimin kullandığını ortaya çıkarmak yani üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir. Irak örneği ve başta Colin Powell ABD yetkililerin yalan söyledikleri itirafları ile tescilli iken aynı yalanlara inananlara Allah acısın. Millet te iyi tanısın.En nihayet son kimyasal yalanlarını Doğu Guta (Duma Kasabası) teslim olduktan hemen sonra devreye soktular. Bu kadar yalan tescil edilmiş iken halen bu yalanlara inanlar var. Zira bunlarda, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un deyimiyle, ciddi bir Rusofobik ve Esadfobik bir hastalık var. Bunların gözüne istediğiniz belgeyi, bulguyu, raporu sokun bunlardaki illeti tedavi etmek hiç kolay değil. Aynı yalanların Türkiye’ye karşı istihdam edileceği aşikarken halen Trump’ın kimyasal yalanlarına ve Tomahawk füzelerine tekbir edenlerin insanlığından şüphe duyarız. Bu vesile ile dost ve kardeş Türk milletinin Miraç kandilini kutlarım. Zira kimyasal yalanları dahil hiçbir gerekçe Suriye ve Türkiye’nin birliği, egemenliği ve tarihi misyonuna engel olamaz.

Yazının Devamı

Şam’ın istediği gibi bir siyasi çözüm

Geçen yedi sene boyunca Suriye devletine, halkına ve ordusuna karşı yürütülen bu faşist savaşta rol oynayan bölgesel ve uluslararası oyuncuların her biri siyasi çözümden bahsetti. Suriye’de askeri bir çözümün mümkün olmadığı hep savunuldu. Bu siyasi çözüm ibaresini 1 Haziran 2012’de çıkan Cenevre beyanından sonra; Batılı, ABD’li, Britanyalı, Fransız ve Avrupalı her siyasi yetkilinin ağzından duyduk.Herkesin bilmesi gereken gerçek şu ki onların kastettiği siyasi çözüm; Şam’ın, Moskova’nın ve Tahran’ın düşündüğü siyasi çözüm değildir.Batı için siyasi çözüm şu demektir:1- Suriye’deki siyasi yaşamı parlamento aracılığıyla yürütmeyi amaçlayan değil de her an patlamaya hazır, sorunlu bir yasa düzenlemek ve Suriye’deki başkanlık otoritesini zayıflatmak.2- Suriye’nin kendi kararlarını verebilen bağımsız bir ülke olmasını engellemek; Lübnan örneğinde olduğu gibi karar verirken başkalarına muhtaç olmasını sağlamak.3- Türkiye, ABD, Katar ve Suudi A. gibi dış merkezlere danışan etnik veya mezhepsel piyon örgütlerin bekasını sağlamak. Bu yapılar sayesinde Suriye’nin siyasi yaşamında söz hakkına sahip olmak. İşte tam da bu yüzden Suriye muhalefeti olarak pazarlanan bu ucube yapılar günübirlik ihtiyaçlara ve bölgesel dengelere göre sürekli farklı isimler ve şekiller alıyor ve değişiyor.4- Suriye ordusunu ve Suriye’nin güvenlik kuruluşlarını zayıflatmak. Böylece Suriye’nin İsrail’in çıkarlarına hizmet eden zayıf bir ülke haline getirilmesi.5- Suriye’yi bölgesel Mukavemet Cephesi ve terörle savaşan Rusya-Çin-İran hattından uzaklaştırmak. Onun yerine ABD’ye tabi uzaktan kumanda edilen bir uydu haline getirmek.Batı kısacası, bu son yedi yılda bunun için uğraşıyordu. Aydınlık’ta yayınlanan son köşe yazımda 5. maddede yazılanlardan bahsetmiştim.Rusya ve İran’ın desteğiyle Suriye ordusunun kazandığı zaferler ve sahadaki ilerleyişi; dengeleri Suriye lehine değiştirdi ve düşmanların bunu kabul etmelerini sağladı. Bundan yola çıkarak Şam, siyasi çözümün şu maddelerle temellendirileceğini düşünmektedir:1- Soçi Konferansı, siyasi çözüme temel olabilir. Çünkü bu konferansta Suriye halkının tüm renkleri ve kesimleri temsil ediliyor.2- Hakkında konuşulan Anayasa Heyeti, yeni bir anayasa yazmayacak; 2012 yılı anayasası madde-madde görüşülecek ve fikirler sunulacak; Nihayetinde Suriye Halk Meclisine götürülecek. Gerek görülürse referanduma gidilecek, gerek görülmezse de değişiklikleri meclis onaylayacak.3- BM Suriye temsilcisi De Mistura ile konuşulan Anayasa heyeti Şam dışında başka yerde bir araya gelemez. Bu heyette Suriye devletini 30 temsilci; Soçi’ye katılan dışardaki ve içerdeki Suriye muhalefetinden ise 3 kişi temsil edecek. Fakat halen bir sorun var, çünkü De Mistura anayasa heyetini kendi başına oluşturmak istemektedir. Suriye ise bunu kabul etmez.4- Suriye, BM’nin gözetiminde bir anayasa yazılmasına karşı çıkmaktadır çünkü bu BM kurallarına ve uluslararası kanunlara göre Suriye halkının hakkıdır. Zira 2012 anayasası bölgenin en iyi anayasalarından biridir.Batı; askeri alanda gerçekleştiremediklerini siyasi olarak De Mistura aracılığıyla gerçekleştirmek istemektedir. Bu Suriye tarafından kati olarak ret edilmektedir. Anayasa, Suriye’nin egemenliğini ilgilendiren bir husustur, ve dışarıdan dikte edilemez. Askeri alandaki Suriye lehine yaşanan gelişmeler de Batı’ya iğrenç oyunlarını yeniden oynamak için bir gerekçe olamaz.Arz ettiklerimiz dışında bir çözüm yolu yoktur. Çünkü Suriyeliler on binlerce şehidini bu vatan uğruna siyasi arenada iradelerini Batı’ya ve onun taşeronlarına kurban etmek için vermedi. Bu tarihi dersi Batı’nın sömürge zihniyetine ya öğreteceğiz ya da öğreteceğiz.

Yazının Devamı

Vahhabilik, ABD’nin aletidir

Vahabiliğin; ABD’nin, rakiplerine ve düşmanlarına karşı kullandığı bir aleti olduğunu anlamamız için Muhammed bin Selman’ın açıklamasına ihtiyacımız yoktu. Araştırmacılar ve uzmanlar biliyorlar ki Vahhabilik ve Müslüman Kardeşler hareketi İngiliz istihbaratının yardımlarıyla ortaya çıktı ve sonraları ABD istihbaratı tarafından destek gördü. Bu durum şimdi de devam ediyor. Muhammed bin Selman’ın birkaç gün önce Washington Post gazetesine yaptığı açıklamada Soğuk Savaş zamanında Suudi Arabistan Krallığı’nın Vahhabiliğin dünyaya yayılmasında oynadığı rolden bahsetti. Hatta Batı o zamanlarda Riyad’dan bu fikirler vasıtasıyla Sovyetlere karşı koymasını talep etmiş, bundan da Sovyetlerin İslami ülkelerde nüfuz sahibi olmasını engellemek amaçlanmıştı. Bin Selman; Suudiler olarak yollarını şaştıklarını itiraf etti ve işleri yoluna geri koyacağına dair vaatte bulundu. Suudilerin; medrese ve mescidlerdeki yatırım temellerinin Soğuk Savaş zamanında atıldığının özellikle altını çizdi. Sovyetler Birliği’nin sızmasını önlemek adına Batı, Suudi A.’dan bu yöndeki yatırımlarını kullanmasını istedi.SUÇUN İTİRAFI Belki ilk defa bir Suudi yetkili, Vahhabilik’ten böyle bahsediyor. Açıklamasında kendine cevap olarak Vahhabiliğin bir ‘suç’ olduğunu itiraf ediyor. Buna rağmen babası, Kral Selman, geçen seneler boyunca Şeyh Muhammed bin Abd-el-Vahhab’ı yüceltti, fikirleriyle gurur duydu ve bu fikirleri koruyacağına ant içti. Hatta Muhammed bin Selman’ın kendisi veliaht prensiyken Foreign Affairs’e Vahhabilik ile terörizm arasında bir bağlantı olmasına çok şaşırdığını ve konuyla ilgili çok derin yanlış anlamalardan ABD’lileri sorumlu tuttuğunu söylemişti. Birkaç gün önce ise Vahhabilik’le ilgisini kestiğini ve Vahhabiliği suç olarak gördüğünü ima etti. Geçmişten gelen hatanın artık hiçbir şekilde devam etmemesi gerektiğini de belirtti.Görünen o ki Muhammed bin Selman, kamuoyunu aptal yerine koyma denemeleri olan bir dizi tarihsel yanlışlığa imza atmış:1- Vahhabiliğin kanlı uzun geçmişini görmezden gelip tekfirci düşünme şeklini siyasete ve çıkarlara bağlayarak sadece okul kitaplarıyla özetliyor. Oysa Suudi A.’nın resmi devletinin tarihi kaynakları ve olayları; El-Kaide ve İŞİD’in izlediği yollar bunların hepsini kapsıyor.2- Vahhabilik, Suudi A.’nın resmi felsefesidir. Tarihi yönden bakılınca Vahhabiliğin; Suudi A.’daki siyasi düzenin bir parçası olduğu görülebilir. Vahhabilik, aynı zamanda terörün meşru babasıdır.3- Dışardaki Vahhabi menşeli terör ve aşırıcılıkla; Muhammed bin Selman’ın değer verdiği Müslüman Kardeşlerin içerdeki aşırıcılığı bu kadar basit bir şekilde ayrıştırmak mümkün olmamalıdır. Çünkü İslami aşırıcılık ile Müslüman Kardeşlik tek şeydir. Kendisinden farklı herkesi kafir gören bir düşünme şekline sahiptir. Bu fikirleri harekete geçiren önce Britanya’yadı şimdi ise ABD’dir.4- Vahhabiliğin dışardaki yayılımının tehlikeli olduğunu itiraf etse de; Suudi A.’da, geçmişten bu yana, insanları Muhammed ibn abd-el-Vahhab’ın fikirlerine davet eden kitaplar, resmi ve resmi olmayan okullar hala var. Bazı kaynaklara göre, Vahhabiliğin dünyaya yayılması için Suudi A.’ın harcadığı para miktarı yaklaşık 87 milyar dolar! Suudili veliaht prens Muhammed bin Selman’ın itiraf ettiği en tehlikeli şey ise Vahhabiliğin ABD tarafından stratejik bir silah olarak kullanılmasıdır. Gerektiği zaman da Suudi A.; Washington’ın isteğine göre Vahhabiliği düşman olarak görebilmektedir.İHVAN İLE FARKI NE?Bu da benim şu soruyu sormama yol açıyor: İbn Selman’ın, ABD’nin düşmanlarına karşı kullandığı stratejik bir silah olduğunu itiraf ettiği Vahhabilik’le; önce Afganistan sonra Bosna Hersek sonra Çeçenistan en son da Suriye için cihat çağrıları yapan Vahhabilik arasında ne fark var? Şimdi de İran için cihat çağrıları başladı. Şeyh Yusuf Karadavi gibileri Suriye için cihat çağrısı yapıp Suriye devletinin yanında yer alan vatandaşları öldürdüler- öldürülenlerden biri de büyük alim Şeyh Muhammed Said Ramadan el-Buti.Gerçek şu ki; Vahhabilikle Müslüman Kardeşlik arasında ya da din adı altında semavi amacı dışında kullanılan fikir ne olursa olsun, bunların birbirinden hiçbir farkı yoktur. Malesef İslam, ABD’nin çıkarları doğrultusunda; masumları öldürme, devletleri ve toplumları yıkma aracına dönüştü. Canı isteyenin İslam’ı ve Kur’an’ı öldürme aracı olarak kullanmasına engel olmalıyız. Ucuz ve alçak siyasi hedefler, İslam’a ve Müslümanlar’a bir şey kazandırmaz.Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) şu sözlerle özetlediği dinimizin esaslarına dönmeliyiz: “Ahlakı tamamlamak için gönderildim.’’ Bu siyasi partiyi ya da şu krallığı ya da o devleti desteklemek için geldim demedi. O yüzden İslam’ı siyasetten ayırın. Böylece munafıkların sayısı azalsın; müminlerin sayısı artsın ki güzel ahlak yayılsın, yalan ve ikiyüzlülük değil.

Yazının Devamı