Son Yazıları
Düş fabrikası Yeşilçam
Uzun bir süre Erman Film’de muhasebe memurluğu yapan Şeref Gür yapımcı olmaya karar verdiğinde, bu konudaki deneyimlerinden yararlanabileceği düşüncesinden yola çıkarak patronu Hürrem (Erman) Bey’in yanına gider. Hürrem Bey hiç düşünmeden Ağa Camii sokaktaki terziye gidip, her biri değerli kumaşlardan, yeleğinde köstekli saat cebi olan üç adet takım elbise diktirmesini öğütler. Ardından da “Yeşilçam’da yapımcılığa soyunacaksan zengin görünmek zorundasın cebinde tek kuruş olmasa da” der. Mesleğindeki deneyim ve başarılarıyla duayen konumunda olan Hürrem Bey’in bu önerisi, Yeşilçam’ın klasik yapımcı profiline biçilen tanıma öylesine denk düşer ki bu işe girişenlerin üzerinde ne bol kalır ne de dar… Çünkü olduğundan farklı görünmek Yeşilçam’ın olmazsa olmaz kurallarından biridir.
Bir zamanlar, çok değil, çeyrek asır öncesine denk varlığını sürdüren Yeşilçam sayesinde Türkiye, inanmayacaksınız ama bir dönem, ailecek ve de mahallecek sinemaya gidilen, dünyanın Hollywood, Bollywood ve Hong Kong’dan sonra en çok film üreten dördüncü ülkesiydi. Yani her semtte kışlık/kapalı, her mahallede yazlık/açık sinemaların olduğu, zaman zaman anımsayıp nostaljinin içinde kaybolup gittiğimiz yıllar…
Yazının DevamıFiliz Akın: Bir kuğu gibi…
Çok yakın aile bireylerinin ve belki de birkaç dostun katıldığı sessiz sedasız bir veda…Yaşandığı gibi… Kimselere görünmeden, üzmeden, tercih edilmiş bir yalnızlığın büyüsünü bozmadan sessiz sedasız bir ayrılış…
Böyledir starların ölümü…. Ne filmlere benzer ne de hayata…
Yazının DevamıBir yaşamın özeti: Albümler
Teknolojinin sınır tanımaz şaşırtıcı hızı içinde geçmiş dönemin kimi özlemlerinden söz etmek ne kadar doğrudur bilinmez… Ancak zaman ne kadar değişirse değişsin geçmişe duyulan özlemleri unutmak da pek mümkün olmuyor. Biraz garip ama, geçmişe duyulan özlemin bir çeşit yeni tanımı olarak öne çıkan nostaljik yaklaşımlar her geçen gün “nerede o eski günler …” diye başlayan cümlelerin sıkça kullanılmasını da adeta kaçınılmaz kılıyor.
Etimolojik yaklaşımla nostaljinin eski tanımı daüssıla, yani sıla özlemi, daha genel bir tanımlama ile eskimişliktir. Günümüzde ise geçmişe duyulan her bir özleme nostalji deyip geçiyoruz… Nostalji; bazen yaşanılan gerçeklerin yoğunluğundan kaçmak, bazen bir şeylere sığınmak ama da çok da günümüzde yeri doldurulamamış bir eskinin yitip giden değerini her bir şeye rağmen özleyebilmektir.
Yazının DevamıÖzel kütüphaneler
Üniversite ve kütüphanelere ilişkin sayısal verilere bakıldığında birçok ülkeden daha iyi konumda olduğumuz gözlenmektedir. Ancak bu iyi oluşun sırrı nitelikte değil de nicel oluşta karşımıza çıkmaktadır. Geçtiğimiz aylarda üniversitelerin içerdikleri kütüphanelere ilişkin bir araştırma yayınlandığında çoğu üniversite kitaplığının sıradan bir kişisel kitaplıklar düzeyinde bile olmadığı ortaya çıkmıştı. Çoğunun -özel ve devlet üniversiteleri ayırımı yapmadan- hem sayısal hem de nitelik olarak çok düşük -hatta acınacak- bir durumda- kitaplara sahip oldukları görülmüştü.
Üniversiteler dışında çoğunlukla yerel yönetimlerin katkılarıyla açılan kütüphaneler de benzer bir durumu yansıtmaktadır. Kütüphane adı altında açılan bu gösterişli mekanlar kütüphane işlevini üstlenmekten daha çok öğrencilere yönelik seminer mekanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu halleriyle öğrencilerin sıcak bir ortamda ders çalışmaları için ideal, ancak kütüphane olarak oldukça yetersiz ve de işlevsiz yerlerdir. Elbette ki bu tür yerlere de büyük bir gereksinim vardır, ancak kitaplık adı ve konseptinde değil daha çok seminer mekanları konseptinde olmalıdırlar.
Yazının DevamıBelediyeler kitap basmalı mı?
Geçtiğimiz haftalarda yazdığımız bir yazıda belediye ile kitap arasındaki bir ilişkiden söz ederek her seçimde değişen belediyelerin bir öncekine ait olan kitapları çeşitli yöntemlerle ortadan kaldırmasından söz etmiştik. Bu kitapları ortadan kaldırma işleminin yalnızca farklı olan belediyelerde değil, aynı partiye ait olan belediye başkanların değişimlerinde de yaşandığını belirtmiştik.
Seçimle gelen bir belediyenin bir öncekine ait kitapları farklı yöntemlerle ortan kaldırılması olayı neredeyse kötü bir gelenek oldu. Bunu yapmayan belediyeler de var kuşkusuz. Oysa ki bir önceki belediyeye ait istenmeyen kitaplar çok farklı yöntemlerle de ortadan kaldırılır. Örneğin bunların tümü Anadolu’daki birçok halk kütüphanelerine verileceği gibi birçoğu acınacak durumda olan üniversite kitaplıklarına da bağışlanabilir. Yok, bu da olmazsa hiç olmazsa sahaflara verilip tenzilatlı olarak kitapseverlere ulaşabilir.
Yazının DevamıKayıp heykeller aranıyor
Bu coğrafyada heykellere ilişkin her bir sınavda sınıfta kalmışızdır. Ya da diğer bir söyleyişle heykellerin söz konusu olduğu her bir olayda mutlaka ama mutlaka bir tartışma çıkmış ve bu tartışmanın sonunda ise tartışmanın öznesi olan heykelcikler zarar görerek ya yıkılmış ya kırılmış ya da yer değiştirme bahanesiyle kayıplara karıştırılarak yok edilmişlerdir.
Heykellere ilişkin tüm bu olumsuz durumlar neredeyse bu coğrafyada heykellerin bir çeşit yazgısı olmuştur. Bu konuda söz konusu edilecek örnekler sayılmayacak denli çoktur. “Tükürürüm böyle sanatın içine” zihniyetini taşıyanlar ile eline çekiç, balta, kazma cinsinden bir şeyler geçirip Atatürk heykellerine saldıranların mevcudu bile tahmin edilmeyecek kadar büyük bir yekûn tutar. Kısacası heykel işi bu coğrafyada bir başka derttir.
Yazının DevamıBelediyeler kitap yakıyor
Geçen günlerde yerel yönetimlerin bastığı, fiyatı hiç de az olmayan iki prestij kitaba sahip oldum. Ancak bu kitaplardan birinin önsöz sayfası, diğerinin ise ilk sayfalarından birinde yer alan fotoğraf sayfaları yok. Birileri tarafından yırtılarak kitabın içinden çıkarılmışlar.
Satıcı, bu kitapların şanslı kitaplar olduğundan söz etti. Nedenini sorduğumda belediyelere ait birçok kitabın belediyelerin el değiştirmeleri sonucu yakılıp yok edildiğini söyledi. Bunların ise yalnızca eski başkanların yazdıkları önsözle, fotoğraflarının yer aldığı sayfaların yırtılarak bu şekilde sahaflara satıldığı için bile şanslı olduklarının altını çizdi.
Yazının DevamıYeşilçam’ı uğurlarken
Faşist dönemde 400 bin metrekarelik -ya da bir diğer söyleyişle 99 dönümlük- alana inşa edilen Avrupa’nın en büyük film stüdyosu olan Cinecitta (Çineçitta) denilince İtalyan sineması, Mumbai’de kurularak dünyanın en çok film üretilen mekânı olarak tanımlanan Bollyvood denilince Hindistan sineması ve de Hollywood denilince hiç kuşku yok ki Amerikan sineması akla gelir. Ve çoğu kez de bu ülke adları yerine, bu adlarla özdeşleşen yerler söylenir.
Bir zamanlar, çok değil, bir çeyrek asır öncesine dek de Yeşilçam denilince Türk sineması akla gelirdi. Önceleri biraz ironik ya da küçümsenme eşliğinde kullanılan Yeşilçam adı giderek sinemamızla öylesine özdeşleşti ki; Hollywood gibi bir ülke sinemasının tümünü kapsayan bir sözcük oluverdi.
Yazının DevamıHalet Çambel’in bağışı satışa mı çıkarılıyor?
Arkeoloji ve prehistorya ile ilgili olan hemen hemen herkesin çok yakından tanıdığı hocaların hocası Halet Çambel. Boğaziçi Üniversitesine bağışladığı ve vasiyet ettiği Arnavutköy’deki yalısının “Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırma Enstitüsü” olarak hala açılamaması ve hocanın üniversiteye bağışladığı diğer belge ve arşivlerinin akıbeti son günlerde tekrar alevlenerek gündem oldu. Öteden beri sözü edilen olayın takipçisi olan Mimari Restorasyon Kültür Varlıklarını Koruma Derneği Başkanı Serhat Şahin, bir kez daha bu olayın peşine düşerek konuya ilişkin birçok sorunun yanıtlarını aramaya başladı. Mimar Serhat Şahin’in Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet İnci’ye yönelttiği sorular ise aynen şöyle:
1- Prof. Dr. Halet Çambel’in 2004 yılında “Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırma Enstitüsü” olması için Boğaziçi Üniversitesine bağışladığı Arnavutköy’deki eşsiz yalısı yaklaşık 5 yıldır restorasyonu bitmiş olmasına rağmen neden açılmıyor?
Yazının DevamıFilmlerden diziye, dizilerden geziye...
Yaşanılan her bir alanda kendini gösteren sorumsuzlukların acı örnekleri, “felaketler asla teker teker gelmez” sözünü doğrularcasına kara bulutlar örneği, üstümüzü örtmeye başladı. Sanki onca sorun yetmiyormuş gibi bunlara bir de diziden bir anda geziye evrilen bir başka olay gündemin tam orta yerine gelip oturdu.
Daha dün dizilerdeki tekel olayından söz ederken birdenbire kendimizi aynı olay ve kişilerle bir anda gezi olayların içinde bulduk. Sanat ile siyaset arasındaki hassas dengenin ne zaman, hangi nedenlerle, nerelere evrileceğinin kolay kolay tahmin edilemeyeceği sürprizlerle kuşatılmış bir evreden geçiyoruz.
Yazının DevamıHaluk Perk'e veda
Her ölüm erkendir ama Haluk Perk’in hem erken hem de hiç beklenmedik bir zamanda oldu. Bitmez tükenmez enerjisiyle oluşturduğu nice araştırmalarla bir o kadar çeşitlilik gösteren koleksiyon yapma uğraşısı, hukuk adamı olma kimliğinin daha sonraları meslek haline dönüşen birer hobileri oldu. Ne çalışmaktan ne toplamaktan ne de toplayıp çalıştıklarını devasa kitaplara dönüştürmekten asla yılmadı. Tek başına bir yayınevi, tek başına bir kütüphane dahası adı konulmamış bir vakıf gibiydi. Anadolu’nun birçok yöresinde yine tek başına oluşturduğu sağlıktan, gemiciliğe, endüstriyel arkeolojiden prehistoryaya dek özel müzeler ise çalışma alanın bir başka uğraşlarıydı…
Arkeoloji, ephemera, nümizmatik, antika, koleksiyonculuk başta olmak üzere birçok derneğin kurucusu ve de etkin çalışanlarından biriydi. Çok katlı çalışma ofisi ise –bilenler bilir- her katıyla ayrı bir müze görünümündeydi. Bir yaşama değil, birkaç yaşama sığacak onca malzemeyi nasıl biriktirip, nasıl da tek başına elleriyle tek tek tasnif edebilmişti?
Yazının DevamıDizi dünyasının kirli çamaşırları
Muhafazakâr kesimin melodram soslu kendilerine özgü özel sorunlarıyla, düşmüş ya da düşürülmüş kadın sorunsalını erotizmin sınırlarını zorlayan bar danslarıyla seyirlik kılan mafya özentili dizilere, oradan Boğaz’ı mesken tutmuş tuzu kuru yozlaşmış burjuva bozuntularının iç ödeşmelerinden, namlunun ucundaki yapay hayatları bir rol model olarak öne çıkaran dizilere kadar her bir şeyin harmanlandığı masallar dünyasında sert rüzgarlar esmeye başladı.
Birbiri ardıca gelen suçlamalar, ilgili ilgisiz birçok kişinin topa girerek yaptıkları yorumlar, ortaya atılan iddialar sorunun giderek daha da genişleyeceğine ilişkin sinyaller veriyor. Önce savcılığın devreye girmesi sonrasında Rekabet Kurumu’nun 21 kast ajansı hakkında soruşturma gereğini duyması sorunun sektördeki bir iç ödeşme değil onun da ötesinde daha ciddi boyutlarda olabileceğini gösterdi.
Yazının DevamıOlan kültür sanata oluyor
Kültür sanatta tasarruf olmaz demiştik ama yanılmışız. Tasarruf tedbirlerinde ilk kurban edilen ne yazık ki bu alan oldu. Önce yerel yönetimlerden bazıları dolaylı da olsa bünyelerinde yer alan yayınevlerindeki kitap yapım/basımlarını durdurdu, derken sayıları oldukça az sayıda olan süreli yayınlarına nokta koyarak kültür sanat alanındaki çölleşmeye istemeyerek de olsa büyük ölçüde katkıda(!) bulundu.
Özellikle de sosyal demokrat belediyelerin nedense yayıncılıkla, yani kitap dergi vs gibi yazılı kültürle yıldızları bir türlü barışmadı. Örneğin İstanbul’u ele alalım. Bu kentte başta Zeytinburnu, Eyüp, Üsküdar ya da Esenler Belediyesi’nin bastıkları kitap sayısı yalnızca bu kentteki sosyal demokrat belediyelerden değil, belki de tüm Türkiye’deki aynı düşünceden gelen belediyelerinkinden kat ve kat daha fazla. Birisi bu alanda tasarruf üstüne tasarruf yaparken, bir diğerleri ise kitap üstüne kitap basarak kültür sanat alanında hiçbir ödün vermeden bu alandaki tasarruf etme eğilimine adeta karşı çıktılar…
Yazının DevamıYa çıkarsa
Yazmıştım ama, bir kez daha yazmanın bir sakıncası yok… Cevat Şakir ya da nam- ı diğer Halikarnas Balıkçısı’na sormuşlar: “Büyük ikramiye size çıksa, ne yaparsınız?” diye. O da hiç düşünmeden “Dünyanın en karlı ticaretini” diyerek yanıt vermiş. En karlı ticaretin ne olduğu sorulduğunda ise “yoksullara dağıtıp sevinç satın alırım.” demiş…
Günümüzde bu türden ticaret yapan kaç kişinin kaldığını bilmiyorum ama, Milli Piyangodan büyük ikramiyeyi kazanıp da sevinç yerine mutsuzluk satın alanların sayısının da bir hayli fazla olduğu da ortada.
Yazının DevamıTarihi eserler geri dönüyor
Geçen günlerde oldukça yoğun gündemin gölgesinde kalan ancak tarihi eserlerimizin sahiplenmesi açısından önemli sayılabilecek bir olaya tanıklık ettik. Olay; Yunanistan’ın Kipi sınır kapısında, Yunan makamlarınca şüphe üzerine yarılan bir aramada MÖ. 7’nci yüzyıldan MÖ. 5’inci yüzyıla kadar süren tarih aralığında basılmış; aralarında Tarsus, Side, Aspendos, Soli-Pompeipolis ‘de ait olan 1055 gümüş sikkenin ele geçirilmesi idi.
Yunan-Türk nümizmatların sikkeler üzerinde ortaklaşa yaptıkları incelemede ele geçirilen sikkelerin tarihte ilk sikkeyi basan Lidyalılara ait olduğu ortaya çıkınca bunların iadesi söz konusu olmuş ve en üst düzeydeki temaslar sonucunda da bu önemli buluntuların ait oldukları topraklara geri dönmesi sağlanmıştır.
Yazının DevamıAdresini bulup da okunmamış mektuplar
Bit pazarlarında açılan kaldırım tezgahlarından birinde bulmuştum. Bir çuval dolusu mektup… Hepsi aynı adrese gönderilmişti. Çoğunun yurt içinden, az bir kısmının ise çeşitli ülkelerden postalandığı üzerlerindeki pullardan kolaylıkla fark ediliyordu…
Mektupların bir diğer ortak özelliği ise, tümünün hiç açılmamış olmasıydı. Doğru adresi bulmuşlardı ama hiçbiri okunmamıştı.
Yazının Devamı