Son Yazıları
‘Yangın’ seyirliğe dönüştü!
Kartalkaya yangını… Tam bir trajedi! Kar tatilinde çoluk çocuk ölmek kimin aklına gelir? Sorumlu aranmaya devam eder de eder bizim memlekette! Bir şey olduğunda alanım ile ilgili çok şey aklıma geliveriyor. Gündem saat başı değiştiği için bazen kafamdaki bilgiler birbirinin içine giriyor. İçinden çıkabildiklerimi yazıyorum.
Eski İstanbul’da Evlerin Tamamı Ahşap Olduğu İçin Sık Sık Yangınlar Çıkmış; Şehir Neredeyse Otuz Kırk Senede Bir Yeni Baştan Yapılmıştır
Yazının Devamı'Ne Godiva geçer yoldan ne de kimse kör olur!'
Haftanın bir günü, çoğumuzun yaptığı gibi genellikle eşimle önce pazara sonra da markete gideriz. Haftalık rutinimizi hükümetimizin enflasyon oranına göre özenle belirlediği emekli maaşlarımıza uyarlayarak tamamlamaya çalışıyoruz! Bu tuhaf bir ritüel! Çoğu şeyi unutan bilinç hızlıca bir önceki fiyatları hemen hatırlayıp kıyaslama yapıveriyor. Sözlüklerde “ekleme, katma, üstüne koyma” anlamlarına gelen “zam” sözcüğü birdenbire en önemli sözcüğünüz oluyor. İster istemez sinirleriniz de katlanıveriyor.
Elbette, bu rutini tamamlayan eve gelip aldıklarınızı yerleştirmeniz oluyor. Alım gücümüz o kadar yüksek ki yerleştire yerleştire bitmiyor! Alışverişten dönünce aldıklarımı dolaplara koyarken sıkılmayayım, bir yandan da televizyonda haberleri izleyeyim dedim. “Zam” sözcüğüne “vergi” sözcüğü de eklenince iyice canım sıkıldı. Kafamdakileri atmak için Instagram’a şöyle bir bakayım dedim, elalem ne yapıyor? Önüme bir paylaşım düştü. Oldukça akıllı, uyanık bir mitoloji atölyesi paylaşmış. Numerolojik olarak 2025 yılına “ermiş kartı” – Ne demekse!” ile giriyormuşuz. “Tüm sözcüklerin ve eylemlerin arkasındaki anlamı görmeyi, acele etmeden yürümeyi ve içimizdeki Ermiş’in sesini duymayı öğreneceğimiz bir sene olacak! Bu yüzyılın kültürü böyle işliyor. Nabzına göre ha şerbet ha kültür! La havle! Kendi kendime söylendim…. “Her kimsen, bugün benimle niye uğraşıyorsun!”
Yazının Devamı'Necati Cumalı' anısına, Susuz Yaz…
13 Ocak 2025… “Bu hafta ne yazayım?” diye düşünürken Necati Cumalı’nın doğum günü olduğunu fark ettim. 104 yıl olmuş. Cumalı ile 1993'te tanıştım. Öğretmenlik yaptığım yıllar… Çalıştığım okula Necati Cumalı konuk olarak gelmişti. Cumalı, söyleşiden sonra öğrencilere kitaplarını imzalayacağı sırada haklı olarak kızıp köpürmeye başladı. Meğer kitaplarını getiren yayınevi korsancıymış. Cumalı’ya istemeden, neredeyse korsan kitaplarını imzalatacaktık! Elbette, imza olmadı. Ama benim için Necati Cumalı’yı tanımak hayatıma bir artı oldu. “Korsan” sözcüğü bende hep bu olayı çağrıştırır. Ara sıra ağlanacak halimize güleriz.
O güne kadar Cumalı’nın hiçbir kitabını okumamış olmak ise benim ayıbımdı. Bir tek Metin Erksan’ın “Susuz Yaz”ı izlemiştim. O da kıyametler kopardığı için… Ama nerede, nasıl hatırlamıyorum. Hemen Zeliş’i okudum. Feodal yapının içinde sıkışıp kalmış, umutsuz Zeliş’in dramından çok etkilendim. Aynı günlerde Bayezid Sahaflar Çarşısı’nda “Ay Büyürken Uyuyamam” elime geçti. Ardından “Susuz Yaz”ı okuma ihtiyacı duydum. Taşra hayatı işlenirken cinsel hayatın yüreklice vurgulanması beni şaşırtmıştı. Ama Cumalı, hep kadından yanaydı. Azdır bizde kadından yana olan erkek yazarlar! Kovid salgınından önce de Makedonya’ya giderken elimde “Makedonya 1900” vardı. Osmanlı’nın elinden çıkan Balkanlara onun çocuk gözlerinden baktım. Ama…
Yazının DevamıMarquez’den önce Yaşar Kemal yazdı!
Dünya Edebiyatı’nın önemli romanlarından Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” kült romanı Netflix’te dizi olarak izleyiciyle buluştu. Marquez, yaşarken romanının beyazperdeye aktarılmasını hiç istememiş, teklifleri hep geri çevirmiş. Ama “Gabo” ölünce oğulları yapımcı olmuşlar. Dizi, Kolombiya’da İspanyolca çekilmiş.
Edebiyat eserlerinin görsel anlatıma aktarılması hep riskli bulunur. İzleyici romanı okumuşsa metne sadık kalınıp kalınmadığına bakar. Marquez’in tipleri tam anlamıyla kafamda oturmasa da romanı Türkçeye çeviren Seçkin Selvi’nin dediği gibi “Hücreme (evime) Latin Amerika’nın turuncu güneşi doldu, Mayalardan, Azteklerden biriktirilmiş sözlü edebiyatın Anadolu masallarıyla örtüşen ışığı doldu, Kolombiya yerlilerinin Yörük desenleriyle buluşan kilimleri serildi ranzama.”
Yazının Devamı‘Artık geçti’ deme!
30 Aralık’tayız. Yarın akşam yılbaşını karşılayacağız. Yılbaşı yemekleri ailemizle, dostlarımızla birlikte olmak için bir bahane. Çoğumuz, yılın son gecesini, hayatımız boyunca bir daha o yiyecekleri tadamayacakmışız gibi büyük bir iştahla tıkınarak geçireceğiz. Dostlarımızla belki şarkılar söyleyeceğiz! Saatler 00.00’ı gösterdiğinde de tipik yılbaşı klişeleriyle yeni yılı karşılayacağız.
En azından 1 Ocak’ı dertsiz tasasız geçirmek ister insan… Erken kalkmayı becerebilmişseniz sabahın ilk saatlerinde atın kendinizi sokaklara... Hele İstanbul, hiç olmadığı kadar sessizdir. Caddeler, evler sadece sizin için yaratılmış gibi yürüyün… Doğada yaşıyorsanız keyfiniz katlanır. Yeni okudum bir yerlerde. “Aslında herkes kendi yarattığı tanrıya inanır!” Yürürken kendinizle ya da onunla uzun uzun konuşun. Fark etmez! İkisi de aynı zaten. Her söylediğinize katılmasa da sizi dinleyecektir.
Yazının DevamıTürkler yılbaşını nasıl kutlamalı?
Milli Eğitim Bakanlığı “milli ve kültürel değerlere aykırı” gerekçesiyle devlet okullarında, yılbaşı kutlamalarını yasaklamış. Evet, Türk kültüründe yılbaşı 1 Ocak’ta kutlanmaz ama yılbaşı bizde binlerce yıl öncesinde vardır. Dr. Günnur Arpacı Yücekal’ın 2019’da çıkan “Türk Kültüründe Yılbaşı Kutlamaları” kitabı ilaç gibi. Arpacı, 2006 yılından itibaren Altay merkezli çeşitli Orta Asya kültürleriyle bağlantılı Gök Tanrı inancının temel prensipleri, değerler sistemi üzerinde çalışmış. Doktorasını Yeditepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde tamamlayan Arpacı, Altay’da yaptığı alan araştırmaları ile Altay Tanrıcı başı “Akay Kiney”le yaptığı görüşmeler sonucunda kitabını yazmış.
Atayurt’tan kopuk olunduğu hem de Türklüğe ait bilgileri Türk dışı kaynaklardan alma alışkanlığı nedeniyle “Tanrıcılık” ile ilgili birçok bilginin yanlış olduğunu fark eden Arpacı, Altaylara gider. Neden Altay? Çünkü uzak olsalar da tüm Türklerin hafızalarında genetik olarak kayıtlıdır. Yılbaşı kültürüne ait bulgular da bunun bir parçasıdır.
Yazının Devamı‘Zeytindağı’-Filistin-Suriye
Falih Rıfkı Atay’ın kitabına adını veren Zeytindağı Kudüs’te Mescid- i Aksa’nın karşısına düşer. Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen tepenin adıdır. Hristiyanlar Hazreti İsa’nın burada çarmıha gerildiğine, Yahudiler bu tepeye defnedilenlerin kıyamet günü cennete gideceğine, Müslümanlar da kıyamet gününde insanların hükmünün bu tepede verileceğine inanırlar.
Tarihin garip bir tecellisidir ki I. Dünya Savaşı’nda, Suriye-Filistin cephesinin kumandanı, İttihat ve Terakki’nin liderlerinden Cemal Paşa’nın karargâhı bu tepeye kurulur. Falih Rıfkı da yedek subay olarak onun yanına gönderilir. Yazar, Zeytindağı’ndan coğrafyaya bakarken üç dinin kutsal topraklarını yüzlerce yıl elinde tutan Osmanlı’nın devri, feryat ü figan içinde kapanmaktadır.
Yazının Devamıİnsan hakları savunucusu postmodern romanlar
Yarın, her 10 Aralık’ta olduğu gibi yüzümüz kızarmadan “insan hakları” maddelerini gündeme taşıyacağız. Bunların içinde dilimize pelesenk ettiğimiz öyle bir “yoksulluk tarihi” var ki oldukça karmaşık bir fenomen. Dünya’da 1,1 milyar insan, en temel insan haklarından olan sağlık, eğitim, gıda, su, barınma haklarına ulaşamıyor. Her ay açlık, yoksulluk sınırını sayısal verilerle, raporlarla açıklamak devletleri rahatsız etmiyor! Sosyalistler hariç! Boşuna demiyorlar “Sosyalistler, dünyanın vicdanı!” diye…
İyi ki Kapitalist Devlet Politikalarından Azade Edebiyat Var!
Yazının DevamıGılgamış 21. Yüzyılda…
12 Kasım, yani Muazzez İlmiye Çığ’ı kaybetmeden 5 gün önceydi. Sevgili Şule Perinçek, beni Setenay Acı Uruç ile tanıştırdı. Uruç senarist, aynı zamanda bir film yönetmeni. Yazarlık eğitiminin yanında tiyatro ile sahne sanatları eğitimi de almış. Başladık sohbete. Konu Muazzez İlmiye Çığ’a geldi. Ardından Sümerlere… Oradan da doğal olarak Gılgamış’a… Aynı kültür dokusunun insanlarıysanız bir bakmışsınız ister istemez aynı değerler etrafında toplanıyorsunuz. Biliyorsunuz, Muazzez Hanım “Yeter bence bu kadar, artık gitmeliyim!” diyerek 17 Kasım’da aramızdan ayrıldı. Doğanın bir tecellisi herhalde hem Muazzez Hanım’dan hem de Sümerler ’den bahsetmeniz için adeta Uruç’la buluşturarak zemin hazırlıyor.
Joseph Campbell “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu”nda maceranın başlayacağı yollardan birinin tesadüfler olduğunu söyler. Birey, bu tesadüfle kendisini günlük hayattan farklı bambaşka bir dünyanın içinde bulur. Bilinçaltındaki kültür kodları harekete geçer. Bu aşamada bir haberci belirir. “Haberci” eşzamanlı beliren bir mucize niteliğindedir. Setenay Acı Uruç’la tanışmam tesadüf, haberci ise Muazzez İlmiye Çığ’ın ölümü. Şimdi ne yapmam gerekiyor? Hem yazmam hem de söylemem… Çünkü bu, tam anlamıyla “Maceraya Çağrı”dır. Arkadaşı Enkidu’nun ölümüne çok üzülen Gılgamış da ölümsüzlüğü aramak için meşakkatli bir maceraya atılır. Haberci ile tetiklenen hayatı, tesadüflerle şekillenir. Artık “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu”na çıkması için tüm şartlar yerine getirilmiştir.
Yazının DevamıÇin’in imparatorluk mutfağı
“Mutfak kültürü” son 10 yıldır, eskisinden daha çok konuşulup yazılıyor. “Mutfak kültürü” geleneksel tanımla yiyecek, içecek türleri ile bunların hazırlanma, pişirilme, saklanma, tüketilme süreçlerini; buna bağlı gelişen mekânı hatta ekipmanı kapsar. Her ülkenin bunlara bağlı gelişen bir yeme-içme geleneği vardır. İnançlar da buna eklenince oldukça özgün, kültürel bir yapı ortaya çıkar. Çin mutfağı da aynı Osmanlı mutfağı gibi büyük bir imparatorluk mutfağıdır. İmparatorluk mutfaklarının temel özelliği, geniş coğrafyalara yayıldıkları için besinlerdeki çeşitlilik ile yaratılan yemeklerin zenginliğidir ki Çin bizden daha eski, 5000 yıllık bir tarihe sahip.
Mehmet Ali Kılıçbay’a göre Çin mutfağını dünyanın en zengin mutfağı haline getiren “çok pirinç, az katık” felsefesi. Pirinç tarımı, diğer besinlere yer bırakmayınca bizim için tuhaf olan “her şeyi” katık haline getirmişler. Bu da inanılmaz sayıda yemek türünü ortaya çıkarmış. Nüfusun fazlalığı, kıtlıklar, kuraklık, açlık da buna eklenince yiyemeyeceğimizi düşündüğümüz köpek balığı yüzgeçleri, böcek kızartmaları, köpek eti yemekleri olmuş. Sebzelerin sapları, iç zarları, kuş yuvaları, ördek bacakları, lotus çiçeğinin kökünü bile yiyorlar. Sürprizlere açık olmanız gerekiyor. Ben yerim.
Yazının DevamıÇin'de kadın olmak
Çin’le ilgili okuduğum ilk kitap, Altın Kitaplar’ın bastığı Pearl S. Buck’un “Ana” kitabıydı. Misyoner bir Amerikalının kızı olan Buck’un hayatının çoğu Nanking ile Şanghay’da geçer. Romanlarında Çin’i anlatır. 1933’te yayınlanan “Ana” romanı ile dikkatleri çeken Buck, 1938’de Nobel alan ilk Amerikalı kadın yazar olur. Romanlarında misyoner, Batılı yaklaşım sezilse de – boşuna Nobel vermezler – iki yaklaşımın çarpıştığı yerde Çin, görmek isteyen için pırıl pırıl parlar.
“Ana,” 1949 öncesi Çin’in çalkantılı dönemini köylü bir ana üzerinden anlatır. Tip bir köyde kayınvalidesi, üç çocuğu, sorumsuz kocası ile yaşayan; tarla süren, hayvanlara bakan, ailesini bir arada tutmak için didinen “Ana”dır. Ne devrimden ne milli burjuvaziden ne de teorik açıklamalardan haberi vardır. 30 yıl önce okuduğumda demiştim ki “Çin’de kadının bizim Anadolu kadınından hiç farkı yok!” “Ana”dan sonra Buck’un Çin’in geleneksel kadınını anlatan “Şakayık, Orkide, Doğu Rüzgârı Batı Rüzgârı…” kitaplarını da okudum.
Yazının DevamıYeni bir kent miti ile yaratılan Çin
Toplumlar, her zaman yeni bir mit arayışındadır. Yaşadıkları zorluklardan, çıkmazlardan yola çıkarak eskisinden farklı bir anlam ortaklığına ihtiyaç duyarlar. Bu, dünyada güçlü olmanın önkoşuludur. Antik dönemden beri tarihin “kent-devlet” terimiyle nitelendirdiği devletler, kendilerine mit belirlerler. Devletin yeni düşünüş biçimi zamanla yaygınlaşır, toplumla bütünleşir. Bu, ülke içinde yaşayan insanları da bir arada tutmanın kadim bir yoludur. Bir devletin var olması için gerekli olan her şey sıfırlanır, yeniden tanımlanır. Mit, korkulardan beslenir, yeşerir. Çin, sömürge olduğu dönemi “aşağılanma yüzyılı” olarak kabul etmektedir.
Bunu aşmanın yolu Xi Jinping’e göre teknolojiye, ekonomiye dayalı yeni bir Çin Rüyası yaratmaktır. Çünkü gelecek ancak tarihi akılda tutarak kurulabilir. Ama aynı zamanda tarih, bundan sonra kurgulanacak yeni rüyalar için karşı durma, reddetme de içerir. Çin Rüyası yeni bir tarih anlatımı, uzun bir tarih sürecini vaat etmektedir. Bu “Çin halkının büyük uyanışı” anlamını taşımaktadır.
Yazının DevamıCumhuriyet’imizin 101. yılını kutlayanlara helal
Yeni yıla girmemize iki ay kaldı. Yarın Cumhuriyet’imizin 101. yılını kutlayacağız. Kalın kalın adamlar, yüzsüzce yine Anıtkabir’in yolunu tutacaklar! O deftere kimler neler yazmadı ki! Kaçı inanarak Ata’ya dil döktü? Kimler yalandan yüz sürdü? Bir de her 29 Ekim ya da 10 Kasım’da hasta olan bir Cumhurbaşkanımız vardı! Şu anda, sizler de benim gibi şöyle bir iç geçirdiniz.
“Hangi Cumhuriyet? “dediğinizi duyar gibiyim! Haksız sayılmazsınız. Atatürk “12 Ağustos 1930 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Memnuniyetle tekrar görüyorum ki laik Cumhuriyet esasında beraberiz.” diyor. Sormak lazım devletin başındakilere gerçekten Cumhuriyet’le ilgili bir tereddütleri yok mu?
Yazının DevamıBir kadını öldürmeye nereden başlamalı?
Başlık, Hatice Meryem’in İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabına ait. Bu haftaki yazımı Meryem’in cümlelerini dönüştürerek onun nefesiyle yazacağım. İnsanın aklını başından alan bu hikâyeler, Türkiye’deki neredeyse bütün kadınların sitemi…
Çünkü hepimiz yarın öldürülecekmişiz gibi yaşıyoruz. Meryem bu cinayetleri kanıksamayalım, ölen kadınların son çığlıkları kulaklarımızda olsun, annesiz büyümek zorunda kalan çocuklar çoğalmasın diye; kadın cinayetleri hakkında söz almak, ayağa kalkmak için yazdığını söylüyor.
Yazının DevamıLeylekler de gitti!
İstanbul’un Büyükçekmece ilçesinin villalardan ibaret Tepekent” adı verilen, yerleşkesinde yaşıyoruz. “Kent” adı sizi şaşırtmasın! Ormanı, göleti olan yemyeşil bir yer burası. Kimse İstanbul’un kenarında böyle bir yerin olduğuna inanamıyor. Ziyaretimize gelen dostlar, kapımızın önünde rastladıkları sevimli bir tilkinin fotoğrafını çekivermişler. Şaşkınlıkla “Hocam, sizin orada tilki gördük!” diye bizimle paylaştılar.
Tilkiler, sevimli köpeğimiz Bobo’yu bazı geceler delirtiyorlar. Olsun, doğalı bu! Çünkü onların yaşam alanlarının içine giren, kendimize yer açan bizleriz.
Yazının DevamıAmele hemcinslerim fabrika önlerini boş bırakmayın
Ekonomik kriz, emek sömürüsünü tekrar gündeme getirdi. İşçi konfederasyonları “gelirde ve vergide adalet” talebiyle Ankara’da büyük bir mitinge hazırlanıyor. Türkiye’nin her bölgesinde kadın ile erkek fabrikalarda grevde… Polonez, Mersen, Rondo Ganahl, Sarar grevlerinde kadınlar ön saflarda. Kadınların grev çadırlarında nöbet tutması birden olmadı!
Zafer Toprak'ın ''Türkiye'de Yeni Hayat'' kitabına göre nisa taifesinin çalışma hayatına atılması II. Meşrutiyet, Jön Türk hareketiyle başlar. 1908, Genç Türk Devrimi’nin benimsediği “hürriyet, müsâvat (eşitlik), adalet, uhuvvet (kardeşlik)” ilkeleri, Osmanlı’da kadın sorununu gündeme getirir. Meşrutiyet’in izleyeceği toplumsal dönüşümleri kapsayan “Yeni Hayat”a göre kadın; süregelen geleneksel yaşam biçimini bırakmalı, dış dünyaya açılmalı, toplumsallaşmalı, özgürlüklerini genişletmelidir. Bunu talep eden Jön Türk hareketinin ileri gelen erkekleridir. Batı’daki feminist akıma benzer yaklaşımla Halide Edip gibi eğitimli kadınların liderliğinde, özellikle kadın hukukunu korumaya yönelik “kadın dernekleri,” kadınların çalışma hayatına girme düşüncesini oluşturur. Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Kadınlar Şubesi ise Balkan Savaşları’nda, Birinci Dünya Savaşı’nda cephe gerisinde uzun süredir faaliyettedir.
Yazının Devamı