Son Yazıları
Sanatta Anlaşılır Olup Olmamak Ya da Sanat Olmayan Sanat Üzerine (3)
Aslında daha baştan bir tür “imitasyon” üretimi sayılması gereken her tür resimsel görseli “resim” ya da üç boyutlu her heykelimsi formu sanki sanat eseri olan “heykel” olarak kabul edip de ciddi ciddi “öven” de onun tam zıddı tutumu alarak “döven” de, o yönde tezahür eden sözde her uzman bakış açısının da ne sanatla ne fikirle ne de toplumsal kültürel hayatımızın yükseltilmesiyle uzaktan yakından bir ilgisi olabilir?
Bana kalırsa böylesi durumlarda daima yeniden daha en başa dönülmesi gerekiyor. İnanın ki bazılarının ileri sürdükleri gibi bunun bir zaman kaybı değil hem zaman hem de yeni bir tarih kazancı olacağını söylemek akıllıca olacaktır.
Yazının DevamıSanatta Anlaşılır Olup Olmamak Ya da Sanat Olmayan Sanat Üzerine (2)
İster pazardan alınmış ister bahçeden koparılmış olsun, bir yemek (patlıcan yemeği) yapma malzemesi olarak derlenmiş patlıcanın “hakikat”i ile o doğal hakikatin kendisinden yapılacak olan musakka, karnıyarık, mücver, şakşuka vb. her patlıcan yemeğinin “hakikat”i kesinlikle farklı farklı değerler üzerine kurulu yepyeni bir “hakikat” olacaktır ister istemez.
Bu yeni “hakikat” kesinlikle eski doğal kendiliğinden hakikatin (buna elbette patlıcan yetiştirme alanındaki yeni yeni bilgi kurma hakikatleri de eklenebilir) insan bilinciyle başka bir “hakikat”e dönüşmüş halidir.
Yazının DevamıSanatta anlaşılır olup olmamak ya da sanat olmayan sanat üzerine (1)
İçinden geçiyor olduğumuz tarihsel ideolojik süreç, aynı zamanda -modernleşme sürecinde başlayıp özellikle de postmodern iddialı çağdaş sanat / contemporary art kavramıyla birlikte- doğal olarak artık neyin sanat olup olmadığı tartışmalarının da açıldığı oldukça karmaşık yepyeni bir çağdaşlaşma mecrası artık.
Daha 19. yüzyıl öncesinden beri gelen bu süreç, günümüzde öyle bir noktaya gelip dayanmış durumda ki 1990'lı yıllarla birlikte büyük bir siyasal kültürel ideolojik manipülasyonla evrilerek giderek yer yer “çağdaş sanat” kavramı yerine “güncel sanat” kavramının kullanılmaya başlandığı bambaşka bir tarihsel kültürel ideolojik kırılmaya yol açtı beklenmesi gerektiği üzere.
Yazının Devamı‘Kripto Sanat’ tartışmaları Üzerine-4
Tarihi, “tarihsel zaman” kavramından kopardığınızda “hakikat”ten de koparmış olursunuz ki herhalde hakikatten kopmuş bir tarih yalnızca bir masal tasavvuru olarak okunmalı?
Kişisel olarak -bir süreliğine de olsa- eğer siz buna dikkat etmeyip de aklınızın estiği yönde yol almaya başladığınızda rüzgarda savrulmaya başlarsınız ki işte tam da bu noktada kişisel bir zaman kayması sarhoşluğu yaşamaya başlarsınız ki bu düzeyde kaldığı sürece belki de size bir süreliğine çok da iyi gelebilir?
Yazının Devamı‘Kripto Sanat’ tartışmaları üzerine-3
Hayır hayır “Kripto sanat” kavramı bu köşe yazarına ait bir kavram olmadığı gibi -en azından o alanda uğraşanların yapma niyetleri ve kullandıkları malzeme ve teknik bağlamında- belki de kullananların niyetlerine ve iddialarına bile pek uygun düşmeyen bir kavram olduğu kanısındayım. Fakat ilginç olan şu ki, dijital medya ortamlarında dijital olarak üretilmiş ve bir piyasası oluştuğu bile öne sürülen ve o alanda neredeyse büyük bir hevesle ciddi ciddi kullanılan bir kavram. Fakat sanırım yanlış anlaşılmamak için burada daha baştan söylemekte yarar var. Sanat ya da özellikle de çağdaş sanat için -dijital alan olanakları da dahil- hiçbir malzeme, teknik ya da düşünceden uzak durulması gibi bir bakış açımın olmadığının altını çizmem gerekiyor. Yani her yeni malzeme ya da teknik sanat yapmak için sonsuz olanaklar sunmaktadır. Bu dün de öyleydi yarın da öyle olacaktır. Bu yazının tartışma konusu kesinlikle bunun dışında bir yerde duruyor.
Geçtiğimiz aylarda aslında uzunca bir süredir sanat yaparken birçok modern dönem sanatçı tarafından kullanılan ve çok daha eskilere dayanan fotoğraf malzemesinin bir tür günümüzdeki mirasçısı sayılması gereken günümüz “dijital sanatçı”larından 1981 yılı doğumlu Amerikalı grafik tasarımcı, animatörü ve dijital sanatçılarından (üstelik kendisini bir sanatçı olarak bile tanımlamayan) Beeple’ın (Mike Winkelmann) sıradan bir çalışması -sözüm ona aslında piyasa arayışı denemesi amacıyla katılmış olduğu- ünlü Christie’s müzayede evinde 69 milyon dolara satılasıymış yazılanlara göre. Satılmış diyorum çünkü bu “satış” da bu alanda hem dünyada hem Türkiye'de örneğini görmeye alıştığımız bir tür yeni piyasa oluşturulmasına yönelik şov amaçlı çok taraflı “sahte” satış, pazarlama ya da farklı bir pazarlama tekniği uygulaması yalnızca. Çünkü yazılanlara göre sözü edilen değerin (69 milyar dolar) karşılığı her ne kadar dolar olarak ifade edilmiş olsa da ödeme birçok benzer sözde satışta olduğu gibi nakit parayla (dolar) değil başka bir yeni enstrümanla yapılmış. İddiaya göre bu yeni ödeme enstrümanının kendisi de zaten henüz pazarlanmaya çalışılan “bitcoin” gibi bir “kripto para” olan “Ethereum” ile ödenesiymiş (!)
Yazının DevamıKripto ‘Küreselleşme’ Üzerine 3
Öncelikle, daha baştan tasarlanıp bölümlenmiş bu bir dizi yazının bir öncesi olan ilk yazımın bu köşede yayınlanmış başlığı her ne kadar sayfa editörü tarafından kısaltılarak “Kriptolaşma Üzerine”ye dönüştürülmüş olsa da asıl başlığın “Kripto Küreselleşme, Kripto Siyaset, Kripto Para, Kripto Sanat, vb. derken Ekonominin Çağdaş Sanatın Kültürün Ve Ahlakın İnsanın Ve Ulusun da Kriptolaşması Ya da Kriptolaştırılması Üzerine” olduğunu söylemek ve özellikle de buraya da olduğu gibi aktarmak zorundayım izninizle.
Çünkü bu gerçekten de oldukça uzun başlık, aynı zamanda şu içinden geçiyor olduğumuz uluslararası neoliberal küreselleşme sürecinde -neredeyse bütün bir sürecin belirgin temel değerlerinin- nasıl da “kripto” kavramıyla simgeleşmeye başlamasının yanı sıra birbiriyle hiç de ilişikmiş gibi algılanmadığı fakat aslında iç içe geçtiklerini ve bunun sonucu olarak da “kripto” sözcüğünün hepsinin de artık ön eki haline gelip aynı renge büründürdüğünü gösterecektir.
Yazının DevamıKriptolaşma üzerine
Son birkaç yıldır bütün dünyada birden ölümcül bir biçimde içinde debelenip durduğumuz Coronavirüs salgınının yanı sıra bir yanda da Bitcoin ya da onunla birlikte anılmaya başlanan kripto para kavramı ve türevleri girdi hayatımıza ve halen de bütün hızıyla devam ediyor. Şu ana kadar bütün dünyada 155 milyon insana Coronavirüs belası bulaştı ve bunlardan 3 milyonun üzerinde insan hayatını kaybetti. Türkiye'de resmi olarak saptanan vaka sayısı 3.5 milyona, hayatını kaybedenlerin sayısı ise 32.000 kişiye ulaşmış. İnsan ya da aile bazında bakıldığında ise durum “ateş düştüğü yeri yakar” misali aynı aile ya da çevreden çok sayıda insan, yakınını (anası babası, çocuğu, kardeşi, eşi, sevgilisi, yol arkadaşı vd.) bu belaya kurban vermiş; bütün bir hayatı kökten etkilenmiş durumda ne yazık ki.
Adı Covid-19 salgını olarak dünya salgınlar tarihine geçen ve henüz ne zamana kadar süreceği ve nasıl sonuçlanacağı konunun uzmanlarınca bile yeterince öngörülemeyen bu büyük salgın, bir yılı aşkın süredir tüm dünyayı etkisi altına alarak kasıp kavurmuş ve yalnızca insan sağlığını değil onun yanı sıra günlük hayatta, ekonomide, tarımda, sanayide, bilimde, sanat ve kültür vb. olmak üzere bütün dünyayı her anlamda bir çıkmaza sokup allak bullak etmiş durumda.
Yazının DevamıYalnızca Yaralayan Mızrak İyileştirir Yarayı (5)
Alman besteci Richard Wagner’in 13. yüzyılda yaşamış Wolfram von Eschenbach tarafından yazılmış destansı epik şiiri Parsifal’dan referansla liberattosunu bile bizzat kendisinin yazıp bestelediği ünlü üç perdelik müzikal dramından -ki Avrupa tarihi bu dini, felsefi, siyasal, kültürel meselelerle doludur- alınma başlıktaki bu söz metaforu bir tür ters alegori aslında.
Yani bu düşünüşe göre aslında ancak “yaralama”yı göz alan bir mızrak aynı zamanda o yarı dinsel, yarı felsefi, ideolojik, kültürel “yara”nın yine aynı referanslar üzerinden iyileştirilmesine de yol açacaktır ister istemez. Hep böyle olmaz mı zaten, bir tür “çaresizlik” sendromu üretir asıl çareyi. O yüzden de tarihsel “çare” için tarihsel bir “çaresizlik” durumuna, çözüm için de bir tür tarihsel bir çözümsüzlüğe ihtiyaç duyulduğu o apansız an çıkıp gelir mutlaka. Bu ise doğal olarak aynı zamanda çözüm kurmanın da zemini olur birikimli tecrübeli toplumlar İçin. Bunun ya farkına varıp onu olumluya çevirirsin ya da tarih dışına düşersin! Yani yıkılmadan ayağa kalkmanın ne demek olduğunu ya da ayakta kalmanın kıymeti harbiyesini de bir türlü tam anlamıyla bilemeyiz ne yazık ki?
Yazının DevamıYalnızca Yaralayan Mızrak İyileştirir Yarayı (4)
Başlıkta da görülüyor ama yine de altını çizerek söylemek isterim. Okuyanlar da bilecektir ki zaten zaman zaman bir dizi olarak ısrar etmiş olduğum ve böyle “kavram” yazılarım oluyor bu köşede. Bu bağlamda aynı başlıkla sürdürmekte ısrar ettiğim en son kavram dizisi yazılarımın dördüncüsü bu yazı ve içimi dökmek istiyorum biraz. Bana da geldiği gibi belki bazı okuyucular ”mızrak”, “yara” ve “iyileşme” gibi kavramlara niye bu kadar çok taktığımı elbette merak edeceklerdir ki bana kalırsa etmelerinde kendileri için de hakikat için de dünya ve muhtemel gelecek için de sonsuz yararlar var felsefi olarak!
Öyle ki son 20-30 yıllık süreçte büyük büyük akıllı sözde entelektüel felsefi ağızlarla sözüm ona “öteki” kavramı üzerinden “öteki” hakkını savunur gibi görünüp de “öteki”nin göz göre aynı çevrelerce yok edildiği bir dünyadayız artık ve henüz bunun hesabı verilmediği gibi unutulup gitmiş gibi sanki ki yanılmayalım her şeyin olanaklı bir zamanı her zaman var ve gelir mutlaka?
Yazının DevamıYalnızca Yaralayan Mızrak İyileştirir Yarayı (3)
Kim ne derse desin ve hangi toplum ya da ulus olursa olsun birey olarak o tarihsel canlı büyük “insan” -her ne kadar pek farkındaymış gibi görünmese de- yakın-uzak geçmişindeki dünyası ile aynı anda yüzleşmeye başladığı yeni bir sürece evrilmiş görünüyor.
Üç yazıdır sürdürüyor olduğum “yara” ve “mızrak” metaforu da aslında bu tarihsel yüzleşmenin destansı hoşluğunun yanı sıra aynı zamanda bir tür o büyük “yara”nın günümüze yansıyan halleriyle ilgili.
Yazının DevamıYalnızca Yaralayan Mızrak İyileştirir Yarayı (2)
Okuyucu başlıktaki (2) rakamını gördüğünde herhalde zaten bu yazının bir öncesi olduğunu anlayacak ve eğer o yazıyı okumadıysa önce o yazıyı okuyacaktır ki ne demeye çalıştığımı daha kolay anlasın ve neyi nereye nasıl yerleştireceğine kendisi karar verebilsin.
O nedenle başlıktaki “yara” ve yarayı açan “mızrak” ile mitolojik bir mesel gibi anlatılan İsa'nın göğsünde sözüm ona “İsa'ya iyilik yapma” amacıyla açılan o öldürücü yaradan sızan kanın biriktiği (bir başka yoruma göre Hz. İsa'nın ünlü son akşam yemeğinde şarap içtiği söylenen) “kase” de bu meselsi bir zeminde duran sözcüklerin önlerine sonradan atfedilip eklenmiş “kutsal” sözcüğü de ve Avrupa kültürünün içerisinde tahmin edilenden çok daha fazla yer tutan dinsel (Hristiyanlık) tarihindeki: “Kutsal Mızrak”, “Kutsal yara” ve “Kutsal Kase” kavramlarından neden söz ediyor olduğumu da okuyucu umarım anlamakta zorlanmayacaktır?
Yazının DevamıYalnızca Yaralayan Mızrak İyileştirir Yarayı (1)
Dışarıdan bakıldığında bazılarımıza ilk başta oldukça tuhaf, çelişkili ve şaşırtıcı gelebilecek başlığa taşımış olduğum bu alıntı söz, Alman besteci yazar Richard Wagner'in üzerinde 25 yıl çalıştığı ve gösterimi için bir de opera binası yaptırdığı söylenen tarihsel üç perdelik bir operası ya da müzikal dramı Parsifal'in temel mottosu sayılsa yeridir.
Yazının Devamı‘İnsan Bozuldu mu Çaresi Yoktur!’
Başlığa aktarmış olduğum bu alıntı Cumhuriyetimizin önde gelen şair, romancı, deneme yazarı, edebiyat tarihçisi, siyasetçi, akademisyenlerinden ve Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olarak kabul gören Ahmet Hamdi Tanpınar'a ait.
Tanpınar, Mahur Beste isimli romanında Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü öngörmeye başlayan ve yaşadığı dönemi “medeniyet iflası” olarak değerlendiren, “şarkın çöktüğünü, garba yetişmenin” ise oldukça zor göründüğünü düşünen roman kahramanı bir aydın olan Sabri Hoca'nın ağzından çözümü, aydınların uyanışında, özgün ve milli bir model geliştirmede olduğunu söyler ve bu görüşü doğrultusunda da Sabri Hoca'yı yaklaşık aynen şöyle konuşturur:
Yazının DevamıMaske - Mesafe - Temizlik - Süre
Koronavirüs salgınıyla mücadelede, hem dünyada hem ülkemizde epeyce yol alınmış görünüyor.Hatırlayınız, başlıkta yer alan ilk üçlü tedbir maske/mesafe/temizlik kavramları henüz başlarda ileri sürülen ilk çözüm önerileri olarak öne çıkmış ve her ne kadar bunların yaygın kullanım alışkanlığı biraz zaman almış olsa da oldukça etkili sonuçlar alındığını kabul etmek gerekiyor.
Şu günlerde karşı tedbirlerin devreye sokulmasının birinci yılını tamamlıyoruz ve son zamanlarda bu üçlü korunma tedbirlerinde dikkat edilmesi gereken “sosyal mesafe” kavramına kurulacak mecburi ilişkilerin “süresi” de eklemlenmiş durumda?
Yazının DevamıYapmanın ideolojik yapısı ya da kendi olmanın matematiği
Hiç uzatmadan bu köşede yer alan en son beş yazımın öne çıkardığı bir dizi kavramlara ve bir önceki yazımda sormuş olduğum can alıcı asıl soruya dönelim: kendimiz olmak, özgün olmak, yeni olmak, yaratıcı özgür ve bağımsız bir kişilikte olmak için kafamızdaki duvarları yıkmak mı yoksa yeni duvarlar kurmak mı gerekiyor? Aslında bu, başlıkta yer alan “yapmanın ideolojik yapısı” da -eğer böyle bir dert ediniliyorsa- “kendi olmanın matematiği” (ya da mantığı da denilebilir) esas olarak özgür ve yaratıcı olma olanaklarının keşfe çıkılması ve yapma / kurma eylemlerinin önünün açılması ve yapılabilecek olanların büyük ve sonsuz ufkunun genişletilmesi demektir bir bakıma. Ne söylemeye çalıştığımı kısa yoldan ve özetle anlatabilmek için öncelikle bu köşede bundan önce yazmış olduğum söz konusu en son beş ayrı yazının hem başlıklarını hem ara başlıkların olduğu gibi buraya aktarmam yerinde olacaktır diye düşünüyorum:
“İnsanın insansızlaşması ya da kabuğu kalkmış tarihsel yara”, (Yaşamın betonlaş(tırıl)masından betonlaştırılmış insana), “Kültür endüstrisi ya da kültürün kültürsüzleş(tirilmesi) üzerine”, “Taklit olana devam mı yoksa yeni ve özgün olan mı?”, (İyi de hangi yol?), “Fabrika ayarlarına geri dönmek ya da kendi olmak”, (Kendi olmak, hakiki olmak, özgün ve yeni olmak, hem birey hem toplum hem ulus ve bir varlık olarak insan ya da imkansız olandan imkanlı olana...), “Kültürel şizofreni: ya trajedi ya parodi”,“Dünyanın şu anda empatiye ve insanlığa ihtiyacı var.”, “Kafalardaki duvarları yıkmak mı yeni duvarlar kurmak mı?” (Kendi olmanın matematiği). Gerek “yapmanın ideolojik yapısı” gerekse “kendi olmanın matematiği” de zaten söz konusu etmiş olduğum bu son beş yazıma dağılmış bu asıl ve ara başlıklarda saklı. Demek ki neymiş? Ardı ardına sıralayacak olursam: Birincisi, önce insanın insansızlaşma travmasının ve bunun oluşturduğu büyük tarihsel yaranın bir çarpmayla kabuğu kalkıp kanamaya başlamış olan kanamanın durdurulması gerekiyor. İkincisi, “kültür endüstrisi” denilip salt piyasalaştırılarak içi boşaltılmış kültürün kültürsüzleştirilmesine karşı içi insanla, insanlıkla yüklü yeni bir dil ve malzemeyle yepyeni bir kültür üretiminin önünün açılıp yeni olanaklara sahip geniş kapılar açılması gerekiyor. Üçüncüsü, tıpkı modern dönem sanatı ve kültüründeki gibi yeni güncel çağdaş sanat ve kültür üretimlerindeki taklit, tekrar ve içi boş kopya form üretimlerin yerine yeni ve özgün çalışmalara önem verilmesi ve bunun hem devlet hem toplum olarak desteklenmesi gerekiyor. Dördüncüsü, hem insani olarak hem ulusal, toplumsal, bireysel ve kültürel olarak “fabrika ayarlarımıza geri dönüp ardından da bu ayarlara yeni fabrika ayarları eklemek / kurmak gerekiyor. " Beşincisi de, yaşanan büyük kültürel şizofreninin yol açmış olduğu trajedi bağlamında asıl olan
Yazının DevamıKafalardaki duvarları yıkmak mı yeni duvarlar kurmak mı?
Yeni bir yıla girdik ya aklı eren ermeyen herkes içine girdiğimiz yeni yılın insanlığa ne getirip götüreceği üzerine söz söylemeye bir tür olur olmaz kehanet senaryoları kurmaya girişiyor.
2020 yılının bütün dünyanın tümüyle bir Koronavirüs belasıyla uğraşması fakat yine de çaresiz kalması nedeniyle bu yeni yıl yorumları daha da önemsenir ve muhtemel görünen gelecek üzerine söz söylenmeden geçilmez hale gelindi ister istemez.
Yazının Devamı