Son Yazıları
Leibniz’in Rusya ve Çin hayalleri
Fikirleriyle yaşadığımız dünyaya sekil vermiş büyük düşünürlerin en temel özelliği, her zaman büyük ölçekli düşünerek, büyük coğrafi alanları hayal ederek fikirlerini inşa etmiş olmalarıdır.
Batı’nın büyük düşünürlerinin hangi koşullarda felsefi ve siyasi görüşlerini oluşturdukları çoğu zaman unutulur. Avrupa’nın din savaşları ve monarşilerinin sonu gelmeyen mücadeleleriyle savaş alanına döndüğü, iç savaşların siyasi istikrasızlığa neden olduğu, tüm Avrupa’nın neredeyse küçük prensliklere, kontluklara bölündüğü, siyasi birlikten yoksun kaldığı dönemde, bu düşünürler fikirlerini kaleme almıştı.
Yazının DevamıBir zamanlar Amerika
Tuhaf zamanların içindeyiz. İnsanın, avucunun içi gibi bildiği sokaklarda yönünü kaybedip, kendi semtinde kaybolma hissinin yarattığı şaşkınlığa benzer bu zamanlar.
İlk şaşkınlık anında insan önce mekana yabancılaşır, sonra içinde bulunduğu zaman bulanıklaşır. İnsan varlığının boşluğa salındığı bu kısacık anda bocalayıp ‘nevrim döndü’ diyerek, o sokaktan hızlıca uzaklaşır. Güvenli evine vardığında insan ancak kendi kaybolmuşluğuna tebessüm edebilir.
Yazının DevamıDairenin döngüsünü kırmak
Thetis, Truva savaşına gitme kararı alan oğlu Akhilleus’u bekleyen trajik sonu öngörmesine rağmen, Hephaistos’a giderek Akhilleus’u koruyacak bir kalkan yapmasını ister.
Yazının DevamıTragedya ve siyaset felsefesi
Platon, Aristoteles, Cicero gibi klasik düşünürlerden Diderot, Kant, Hegel, Marx, Nietzsche gibi modern düşünürlere, Sartre, Camus, Foucault gibi çağdaş düşünürlere kadar tragedyaların güncelliğini sürekli korumasının sırrı nedir?
M. Ö. 5. yüzyılda yazılmış tragedyaların her dönem yeni fikirler inşa etmek isteyen düşünürlerin fikirlerinin merkezinde yer alması nasıl açıklanmalıdır? Tarihteki önemli toplumsal kırılmalarda, politik kavşaklarda tragedyalara neden tekrar dönülmektedir? Bugün yaşadığımız uygarlık krizinde bu tragedyalar bizim için de referans olabilir mi?
Yazının DevamıTragedya ve oryantalizmin kökleri
Avrupa Merkezcilik ve Oryantalizm, sistemli ve bütünlüklü düşünce olarak liberal ideolojinin doğuşuyla birlikte gündeme gelmişti.
Ancak Avrupa Merkezcilik ve Oryantalizmin kültürel kökleri, Antik Yunan’a kadar uzanmaktadır.
Yazının DevamıMontesquieu ile hesaplaşmak
Avrupa düşüncesinde oryantalizmin kökleri, Antik Yunan dönemindeki Pers karşıtlığına kadar uzanmaktadır.
Ancak, modern kapitalist Batı toplumunun şafağında gündeme gelmesiyle oryantalizm, bugünkü anlamını kazanmıştır.
Yazının DevamıBatılılaşma karşısında Dostoyevski
Dostoyevski, Rusya’daki toplumsal düzen sorununu irdelemeyi düşündüğü romanının taslaklarını tuttuğu not defterinin başına ‘Kargaşa’ ismini yazmıştır.
Romanını bitirmeye yakın Dostoyevski yeni eserinin adını ‘Kargaşa’ koymaktan vazgeçip ‘Delikanlı’ ismini verir.
Yazının Devamıİbrahim Kalın’ın dilindeki 150 yıllık oryantalist masal
Ayasofya’nın ibadete açılması kararıyla birlikte Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri tartışılmaya başlandı.
Diyanet Başkanı Erbaş’ın Ayasofya’da Atatürk’ü hedef alan sözlerini, Cumhuriyet’in bağımsızlığını sembolize eden en önemli tarihlerden biri olan Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde kutlanılmadan geçiştirilmesi izledi.
Yazının DevamıDevletin itibarı
Koronavirüs’ün sarsıcı ilk dalgaları sonrası zihinlere kazınan en çarpıcı şey, devletlerin kriz karşısında yaşadıkları çaresizlikti. Özellikle Batılı devletler, dünya savaşları sonrasında bile kendi toplumlarının gözünde bu ölçüde itibarsız duruma düşmemiştir.
Devletlerin itibarlarını kaybettikleri, toplumdaki meşruiyetlerinin sorgulandığı bir dönemin içindeyiz.
Yazının DevamıPuşkin’in gölgesinde
Her roman, yazarın kendi geçmişine yaptığı bir yolculuk gibidir. Romanın konusu yazarın yaşamından yansımalarla bezelidir, yaratılan karakterler yazarın kişiliğinden çizgiler taşır. Romanda bu çizgiler ya yüce bir dağın gölgesi gibi kendisini hissettirir ya da suyun üzerinde parlayıp birden kaybolan güneş ışınları gibi okurun gözünü kamaştırır.
Rus edebiyatının en önemli özgünlüklerinden biri, romanların kurgusundan karakterin oluşturulmasına kadar kendisini belirgin şekilde hissettiren otobiyografik unsurdur.
Yazının DevamıAvukatlar Devrimi
Hukuk sistemi, var olan toplumsal sınıflar arasındaki güç ilişkilerinin belli bir noktada görece dengelenmesi sonucu kurumsallaşır. Fakat kriz dönemlerinde, uzlaşmaz toplumsal sınıflar arasındaki hassas denge bozulur.
Yazının DevamıZihin açıklığı
İnsanın varoluşunun tuhaf bir özelliği, yakın geçmişini en hızlı biçimde unutmasıdır. İnsanın gözünün önünde duran bir şeyi bulamadığında yaşadığı şaşkınlığa benzer bu durum.
Belki ileriye doğru cesaretle adım atabilmek için insan, en yakın geçmişindeki yıkımları unutur, unutmak ister. Yeni başlangıçlar için, uzakta kalmış geçmişin kayıpları hatırlanır yalnızca, tatlı bir gerilim hissedilerek. Uzak geçmişte anımsanan acılar, açık denizlerden gelen rüzgâr gibidir, uğultusu baş ağrısı yapsa da serinlik hissi bedeni gevşetir.
Yazının DevamıKrizin diyalektiği diyalektiğin krizi
1990’larda Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası, dünya takip edilmesi imkânsız hızla bir krizden diğer krize savrulmaktadır.
Bölgesel savaşların, ülkeleri parçalayan iç savaşların, ekonomik krizlerin, toplumsal ayaklanmaların ve siyasi krizlerin iç içe geçtiği son otuz yılda, solun dünyanın neredeyse hiçbir yerinde büyük kırılma anlarına müdahale edememesi nasıl açıklanmalıdır?
Yazının DevamıRomantik isyan
Kriz dönemlerinde toplumda depremler yaşanır, sarsıntılarla toplumların üzerinde yükseldiği zemin kaymaya başlar. Toplumu bir arada tutan yapılarda çatlaklar oluşur, toplumun birliği hızla çözülerek parçalanmaya doğru ilerler.
Toplumsallığın parçalanması sonucu bireyler yalnızlaşır, kendilerini evrenin hiçbir noktasında ait hissedemezler. Bu varoluş kriziyle bireyin yabancılaşması gerçekleşir. Bireyin değer yargılarındaki toplumsallığa dair tüm ağların kopmasıyla, insanın ufkunda bütünlük, birlik gibi kavramlar krizin sis bulutları içinde kaybolur.
Yazının DevamıSıkıyönetim ve Camus’nun başkaldırısı
Işıltılı meydanların boşaltıldığı, sokakların sessizliğe terkedildiği, insanların evlerine kapatıldığı koronavirüs krizi sonrası, Albert Camus’nun Veba romanı çok gündeme geldi.
Camus’nun Veba romanından bir yıl sonra 1948 yılında kaleme aldığı Sıkıyönetim tiyatro eserine bu süreçte neredeyse hiç ilgi gösterilmemiştir.
Yazının DevamıSavaş alanı olarak felsefe
Tüm toplumsal sistemler mutlaklar, idealar, ilkeler üzerine kuruludur. İnsanın var olan dünyayla ilişki kurmasını sağlayan, bireyin toplumla uyumunu sağlamlaştıran bu mutlaklar, idealar, ilkelerdir.
Bugün insanlığın yoksunluğunu en çok hissettiği şey mutlakların, ilkelerin olmayışıdır. İnsanlık ortak değer ve tutumlardan yoksun biçimde, yörüngesinden çıkmış gezegenler gibi evrenin boşluğunda, amaçsız ve hedefsiz nihilizmin kör karanlığında savrulmaktadır.
Yazının Devamı