Son Yazıları

Engelli haklarında ‘örgütsüzlüğün zayıflığı’

Tarih boyunca, engelli bireylerin karşılaştıkları en büyük tehlike, hep “toplum” olmuştur. Hipokrat, Platon, Aristo ve Europides’in yazdıklarından, Antik Yunanlıların engelli bireylerden nefret ettiklerini, onlara acımasız davrandıklarını anlıyoruz. Yunanlılardan sonra Roma, engellilerini ölüme terk etti. Doğu ise, engellilerini ezdirmedi.

Örneğin, görme engellilerini koruduğundan Eski Mısır, Avrupa’da “Körler Diyarı” olarak anıldı. Eski Asya Uygarlıklarında, görme engelliler; kâhinlik, hikâye anlatıcılığı, müzisyenlik ve bilim insanı olarak toplumda saygın yerler edindiler.

Yazının Devamı

‘Bir Kuşak Bir Yol’ ve Batı Asya

Geçen hafta, emperyalist üslenme denkleminden bahsetmiş ve Rusların tek denizaşırı deniz üssü olan Tartus’un, geleceğin ABD üslerinden birine dönüşme riskini anlatmıştım. Asya denizlerini kontrolünde tutan emperyalist Batı ve işbirlikçileri için denizaşırı üslenme, “problemsiz, ama masraflı” bir meseledir.

Oysa, emperyalizmin yağma düzeninden kurtulmaya çalışan Doğu için denizaşırı üslenme, “mucizevi ve destansı” birer başarı öyküsü anlamına gelmektedir.

Yazının Devamı

Tartus ve Lazkiye üslerinin geleceği

Askerî teknolojideki gelişmeler sayesinde, emperyalistlerin denizaşırı üs gereksinimlerinin azaldığı malumdur. Örneğin, 1991’deki I. Körfez Savaşı’nda kullanılan B-52 bombardıman uçakları, denizaşırı üslerden değil, ABD’nin Lousiana eyaletinde bulunan hava üslerinden kalkmışlar, tanker uçakları ile havada ikmal yaptıktan sonra Irak’a bombardıman yapıp geri dönmüşlerdi.

Benzer şekilde, nükleer denizaltılar, iki ay süre ile denizin altında kalırlar ve bu süre zarfında herhangi bir üsse gereksinim duymazlar. Peki, teknolojik kolaylıklara rağmen, emperyalistlerin neden bine yakın denizaşırı üssü var? Yanıt basit: “O üsler açılmamış olsa idi, yerlerine Doğu’nun emperyalizm ile mücadeleyi hedefleyen denizaşırı üsleri gelecekti.”

Yazının Devamı

Doğu’nun yumuşak karnı

Kalkınmanın anahtarı üretimi artırmak; üretimi artırmanın anahtarı pazar; pazarın anahtarı ise sahip çıkılan ticaret yollarıdır. Özetle; deniz ticaret yollarını sahiplenenler, kesintisiz kullananlar ve yağmacıdan korumayı başaranlar kalkınırlar, zenginleşirler; deniz ticaret yollarından yağmacıları uzak tutamayanlar ise üretim potansiyellerini yeterince kullanamadıklarından fakirleşirler.

Dünyada binlerce yıldır geçerli olan kural budur ve bu kural, son 500 yıldır yağmacı Batı’nın lehine, üretken Doğu’nun aleyhine işlemektedir. Asya denizlerinde yerleşik hâle gelen denizci Batı zenginleşirken; denizlerden karaya itilmiş durumdaki Doğu’nun bunca üretkenliğine rağmen hak ettiği düzeyde kalkınmayı sağlayamamış olmasının altında yatan ana neden, tam olarak budur.

Yazının Devamı

OYAK ve emekli askerler-2

Geçen haftaki yazımdan OYAK’ın ne bir sermaye şirketi ne de ortakları olan bir tüzel kişilik olmadığını, gerçekte bir “varlık yönetim kuruluşu” olduğunu anlamışsınızdır. Özetle OYAK, üyelerinin birikimlerinden ve bu birikimlerle yapılan yatırımlardan elde edilen gelirlerden oluşturulmuş bir tasarruf havuzunu yöneterek sağlanan kârın tümünü hak sahiplerine kâr payı olarak vermektedir.

1996-2016 döneminde alınan kâr payları tatminkâr olduğu için OYAK’ın işleyişi, sorguya maruz kalmadı. 2016’da OYAK Genel Müdürlüğüne Hükûmet’in tavsiye ettiği bir isim getirildi ve günümüzde de aynı isim, aynı koltukta oturmaya devam etmektedir.

Yazının Devamı

OYAK’ın sahipleri yönetime alınmıyor

Emekli askerler tarafından kurulan Ordu Yardımlaşma Derneği’nin (OYAD) OYAK Genel Müdürlüğü önünde yaptığı eylemi, geçenlerde Aydınlık’ta okudunuz. Emekli askerler, OYAK konusunda hoşnutsuz…

Konuyu, OYAK’ın kökenine inerek anlatayım… İttihat ve Terakki Cemiyeti, maaşlı askerlerin aralarında para toplayarak kurdukları ve birbirlerine yardım amaçlı olarak kullandıkları çok sayıda sandığı 1911’de birleştirip ordudaki maaşlı askerlerin ihtiyaç duymaları hâlinde borç alabilecekleri bütünsel bir yapıya dönüştürdü.

Yazının Devamı

‘emperyalizm ile mücadele ruhu’

Geçtiğimiz hafta, Batılı ve Batıcı medya organlarında, Tahran’daki İslam Azad Üniversitesi kampüsünde iç çamaşırıyla dolaşan genç bir kadının görüntüleri yayınlandı. Emperyalist Batı’ya ayakçılık yapan bu medya organlarına göre bu olay, “İran’ın katı rejimine karşı başlayan büyük bir kadın hareketinin ilk kıvılcımı” imiş. Batılılar ile birlikte Türkiye’deki Batıcılar da, sokakta soyunduğu için gözaltına alınan bu İranlı kadına sahip çıkıyor havasındalar. Bir parantez açmak gerekirse, Batı’da da Türkiye’de de, sokakta, hele hele okulda, iç çamaşırı ile dolaşmaya kalkan bir kadın veya erkek gözaltına alınır. Yani, özel alanın dışında çıplaklığa izin vermemek yalnızca İran’a değil, tüm dünyaya özgü bir davranıştır. Tekrar konumuza dönersek, Aydınlık İran Muhabiri Gürkan Demir’in İranlı yetkililerden aktardıklarına göre konu, boşanma davasında 2 çocuğunun velayetinin babaya verilmesi sonrasında ruh sağlığı bozulan bir annenin, üniversitede aldığı ders sırasında –üniversite kurallarına aykırı olarak- görüntü almasına izin verilmemesi sonrasında yaşadığı “cinnet”ten başka bir şey değildi. Sonuçta, sokakta iç çamaşırıyla dolaşan İranlı kadın, tutuklanmadı bile; yalnızca, ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde gözetim altına alındı. Bu olayın “baskıcı İslamî rejime karşı kadın protestosu” olduğu ve devamının geleceği yönünde bir algı operasyonunu deneyen Batı’nın döndüre döndüre yayınladıkları görüntüler izlendiğinde, kadının çıplaklığından ziyade, “İranlıların çıplak kadına fiziksel veya sözlü müdahalede bulunmayışları, hatta kadını rencide etmemek için görmezden gelişleri” çok daha dikkat çekiciydi. Ayakta alkışlanacak bu davranış, bende “İran’da kadınların saygın bir yerinin olduğu” kanaatini uyandırdı. İran dışındaki diğer Batı Asya ülkelerinde, örneğin Türkiye’de bir kadının iç çamaşırıyla veya bir erkeğin donla sokakta dolaşmaya kalkması hâlinde, hukukî yaptırımlardan daha önce bu kişinin başına gelmesi beklenebilecek şey, sokakta rastladığı sivillerin fiziksel ve/veya ruhsal şiddetine maruz kalması olsa gerek…

Batı ayakçılarının gazı ile İran’da kadınları aşağılayan katı bir şeriat düzeninin hâkim olduğunu varsayan Türk vatandaşlarının sayısı hiç de az değildir. İran’ın hukuk sistemini mercek altına aldığınızda, İran’daki kadın hakları, hak ve özgürlükler, yani toplumsal yaşam kuralları üzerine yapılan Batılı ve Batıcı yorumların “feci şekilde abartılı” olduğunu görürsünüz. İran Anayasası’nın giriş bölümünde yazılı olan ve “kadını bir nesne olmaktan veya tüketim düşkünlüğü ve emperyalizmin hizmetinde bir araç olmaktan çıkarmak” hedefinde, dikkati çeken en çarpıcı sözcük, “emperyalizm”dir. Bir İslam cumhuriyeti olan İran’da devlet ve yaşam, Suudi Arabistan’daki gibi, doğrudan Kuran-ı Kerim ve sünnetler üzerinden değil; Kuran-ı Kerim’in kaynak olarak kullanılmış ve “emperyalizme karşı tedbirler”in yazılmış olduğu bir anayasa ile şekillendirilir. Emperyalizmin, temel hak ve özgürlüklerde önemli eksiklikleri bulunan Suudi Arabistan’ı görmezden gelirken; İran’daki münferit olayları kafayı takması, İran’ın emperyalizmle mücadele eden bir anayasaya sahip olmasındandır. Daha iyi ifade etmek için, biraz açayım… 1979’da yapılan halk oylamasında %98,2 çoğunluk oyu ile yürürlüğe giren İran Anayasası’nın 3/5’inci ve 3/13’üncü maddelerinde, devletin görevleri arasında “emperyalizmin bütünüyle ülkeden çıkarılması ve yabancı nüfuzunun engellenmesi” ile “bilim, teknik, endüstri, tarım, askerî ilişkiler ve diğer meselelerde ülkenin kendi kendine yeterliliğinin sağlanması” sayılmıştır.

Yazının Devamı

Batı Asya’da Petro-politik güç hırsızlığı

İsrail’in geçen hafta İran’a yaptığı hava saldırısı öncesinde, ABD’nin İsrail’e verdiği “İran’ın Petrol Üretim Tesisleri ile Nükleer Tesisleri vurulmayacak!” talimatı, sizin de mutlaka dikkatinizi çekmiştir.

ABD, nefret ettiği ve haydut devlet olarak nitelendirdiği İran’daki petrol tesislerinin vurulmasını engellemek, başka bir ifadeyle, İran petrol arzının azalmasını önlemek istedi. Neden acaba?

Yazının Devamı

İlkel jeopolitiğin en tehlikeli salgını

“Atlantikçi” söylemleri ile popülerlik arayışındaki CHP milletvekili Namık Tan, 15 Ekim 2024’te X hesabına “monşer” olmaktan iftihar ettiğini yazdı. “Monşer”in Türk Dil Kurumu’na göre sözlük anlamı “davranışlarında Batı özentisi içinde olan”dır.

Kendi deyimiyle monşer olmanın gururunu yaşayan Namık Tan’ın diğer X paylaşımlarını incelediğinizde, Türkiye’nin NATO ve AB’ye sıkıca tutunmasını, Avro-Atlantik ittifakın nükleer güvencesinden mahrum kalmamayı ısrarla savunduğunu görebilirsiniz; özetle, CHP’nin monşerliğiyle iftihar eden bu milletvekili, pek çok Amerikalıdan ve pek çok Avrupalıdan daha sıkı ve daha gözü kara bir “Süper Atlantikçi”dir. Süper Atlantikçiliğin ne olduğunu ve etkilerini özetleyerek yazıma devam edeyim…

Yazının Devamı

Hayalî Türk-İsrail savaşı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM açılış konuşmasında “İsrail saldırganlığı, Türkiye’yi de içine almaktadır. Vatanımız, milletimiz, bağımsızlığımız için bu devlet terörüne elimizdeki her imkânla karşı duracağız.” dedi. Fanteziyi seven Türk medyasının havada kaptığı bu konuşma, Türkiye-İsrail savaş senaryolarının konuşulmasına yol açtı. TBMM’de kapalı oturum bile yapıldı. Filistin ve Lübnan’daki İsrail bombardımanlarından etkilenen Türk kamuoyu, bu yapay rüzgârı ciddiye aldı.

Caydırıcılığınızı, caydırıcılığınızın yetmediği yerlerde de zaferi sağlayacak çok sayıda faktör vardır; ama aralarında “tehdidi vatanınızdan en uzak sahalarda karşılama” yeteneğiniz ile “savaşı kesintisiz ve kısıtsız sürdürme” kabiliyetiniz, yani yerli ve millî savaş sanayiniz altın kıymetindedir.

Yazının Devamı

ABD fırkateynlerini Doğu Akdeniz'e hazırlıyor

Emperyalizmin ileri karakolu İsrail’in, Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’daki şekillendirici hamleleri ile Ortadoğu, yeni gerilimler yaşıyor. Son demlerini yaşayan tek kutupluluğun devam edegelen ivmesi nedeniyle, Türkiye dâhil Sünni mezhepçilik sarmalından çıkamayan çoğu Batı Asya devleti, Filistinlilerin başlarının üstünde patlayan İsrail bombalarına “laf”tan başka bir karşılık veremedi. Emperyalizm ile mücadele cesaretini göstermek yerine, birbirlerine karşı Batı ile ittifak yarışına giren çoğu Batı Asya devleti, -her zamanki gibi- Şii Hizbullah’a ve Şii İran’a yapılan İsrail saldırılarını da “düşük tonlu laf” ile geçiştirdi, hatta Hizbullah’ın ve İran’ın İsrail’e askerî karşılık vermesinden kaygılandı. Bu anlattıklarım, şimdiki durum. Peki ya gelecekte nasıl bir durumla karşılaşılacak?

ABD, tek kutupluluğun günlerinin sayılı olduğunun ve çok kutupluluğun gümbür gümbür geldiğinin son 10 yıldır farkında. Bunun, Ortadoğu’da Batı çıkarlarının savunucusu İsrail ile PYD/YPG üzerinde yok edici bir etkisinin olacağının da pekâlâ farkında. İsrail, Ukrayna, Yunanistan gibi gönüllü vekil savaşçıları ve melez roldeki teröristleri yoluyla çatışma alanlarında sürekliliği sağlayan Batı emperyalizmine karşı, önümüzdeki dönemde Batı Asya dâhil tüm Doğu’nun işbirliği ve güç birliği yapması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Doğu’da yeni bir kutbun güçlü bir şekilde ortaya çıkması durumunda bile emperyalist Batı, ticaret yollarının kontrolünden vazgeçmek istemeyecektir. Doğu Bloku’nun güçlü bir şekilde ortaya çıkması ve varlığını sürdürmesi de yine ticaret yollarının kontrolünden geçmektedir. Dünya ticaret yolları denince akla 2 “altın üçgen” gelir: 1’inci altın üçgen “Babelmendep, Hürmüz, Malakka”; 2’nci altın üçgeni ise “Kerç, Süveyş, Cebelitarık” noktaları arasında kalan yarı-kapalı denizlerdir.

Yazının Devamı

Asya’nın caydırıcılığını tehdit eden tatbikat

Rim of the Pacific Exercise 2024, yani RIMPAC 2024 Tatbikatı, ilki 1971’de yapılan emperyalist bir tatbikat serisinin 29’uncusudur. Hawaii Adaları civarındaki deniz sahasında, 28 Haziran-2 Ağustos 2024 tarihleri arasında yapılan tatbikata;

-ABD’den 1 uçak gemisi, 2 nükleer denizaltı, 1 kruvazör, 6 destroyer, 1 doklu amfibi gemi ve 1 açık deniz sahil güvenlik gemisi,

Yazının Devamı

Engelli Hakları, ‘Devrim’ ile Kazanılır!

Yaşam alanlarımızın çarpıklığı, engellilerin doğuştan gelen hak ve özgürlüklerini kısıtlar. Engelsizlerin fark edemedikleri bu sorun, toplumsal hayata tam ve etkin katılımları zora sokulan engelliler için, -net olarak- “negatif ayrımcılık” veya “eşitsizlik” anlamına gelir.

TBMM, AK Parti ve CHP’nin uzlaşısı ile- 1 Temmuz 2005’te, “5378 Sayılı Engelliler Hakkında Kanun”u kabul etti. Bu kanun; tüm yapılar ile açık alanların, yani şehrin her tarafının ve minibüslere varıncaya kadar tüm toplu taşıma araçlarının engellilerin “erişilebilirliği”ne uygun hâle getirilmesini, bir geçiş süreci dâhilinde, zorunlu kılmakta idi(!)

Yazının Devamı

‘Temsilde Adalet’sizlik Hokus Pokusu

Anayasa’da “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenler.” yazılıdır. Anayasa’da saygın bir vurgusu olan “temsilde adalet”in ne ölçüde uygulandığını anlamak için, milletin temsil edildiği TBMM’yi mercek altına alalım.

“Temsilde adalet”i aramaya “cinsiyet”ten başlayalım… Nüfusumuzun %50,1’i erkek, %49,9’u kadındır. %50-50 diyelim. Günümüzde 121 olan kadın milletvekili sayısı, tarihî bir rekor olmasına rağmen, TBMM’nin sadece %20’sine karşılık gelmektedir. “Temsilde adalet”ten söz edebilmek için kadın milletvekili sayısı 300 olmalı idi.

Yazının Devamı

Engelliye şehir işkencesi

Ulusal Engelli Veri Sistemi’ne göre 2023 yılında, Türkiye’de; 526.137 kişinin ya görme ya da ortopedik engeli bulunmaktadır. Ulusal Engelli Veri Sistemi’nin sunduğu istatistiklerin, dünya ortalamaları ile uyuşmadığını ve ciddi eksikliklerinin bulunduğunu daha önce yazmıştım.

Eksik ama, 526.137’nin doğru bir istatistik olduğunu varsayarsak; kaldırımda, çarşıda, parkta, otobüs durağında, metro istasyonunda, hastane koridorunda, vapur iskelesinde yanından geçip gittiğimiz her 162 kişiden birinin beyaz bastonlu, tekerlekli sandalyeli, koltuk değnekli veya protezli olması gerekmez mi?

Yazının Devamı

ABD gemilerinin Güney Mavi Vatan’daki varlığı

ABD Ordusu bünyesinde, 200.000 civarında deniz piyade, yani gemilerden karaya çıkıp savaşa savaşa kıyı başını tutmak için eğitilmiş asker vardır. Bunlardan yaklaşık 18.000 kadarı, barış zamanında bile seferî durumdadır ve dünya denizlerinde ABD amfibi gemileriyle birlikte hareket hâlindedir.

Bahsettiğim ABD deniz piyadelerinden 6.600 kadarı, tank, zırhlı araç, uçak ve helikopterleriyle birlikte tam donanımlı olarak ve harekâta hazır bir şekilde, ABD 6. Filosu bünyesindeki Görev Kuvveti 61’in (Task Force 61) komutasında bulunan 3-4 çok amaçlı amfibi gemide daimî olarak görev alırlar. Görev Kuvveti 61’in sorumluluk sahası, Akdeniz’dir.

Yazının Devamı