Son Yazıları
Turgay Olcayto
Turgay Olcayto, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) gibi medyanın en yaygın ve saygın kuruluşunun başkanlığını yapıyor. Onurla sürdürmekte olduğu bu görev, gazetecilik mesleğinin en parlak yıllarıyla da örtüşüyor. 1937 yılında İstanbul’da dünyaya gelen değerli meslektaşım, Hukuk Fakültesi mezunudur. Gazetecilik yaşamına ‘Son Posta’ adlı yayın organında başladı. Basının inişli çıkışlı, çileli yollarında önemli gelişmeler gösteren Olcayto, yakaladıı başarılarından dolayı, uzun süredir TGC başkanlığı gibi meşakatli bir görevi sürdürüyor.Dinç Bilgin, ‘Sabah’ gazetesini yayımladığı yıllarda, TGC tarafından Ramazan ve Kurban Bayramı’nda yayımlamakta olduğu bayram gazetelerine karşı bir savaş açmıştı. Hukuksal yönden, nasıl olduysa bu savaşı kazandı. Dönemin başbakanı Turgut Özal’ın büyük desteğini aldığını söylemeliyim. Cumhuriyet’in övünç kaynağı olan ve Türkiye’nin zengin maden kaynaklarını işleten Etibank’ı da, Özal’ın desteğiyle satın aldı. TGC tarafından yayımlamakta olduğu bayram gazetelerine gözünü dikerek, var olan düzeni bozmuş, Ramazan ve Kurban Bayramı’nda kendi yayın organlarının da basılmasını sağlamıştır. Bunu nasıl erçekleştirdiğinin hikayesi ayrı bir yazı konusu olacak kadar uzundur. Bilgin, gazetecilik geleneği olan İzmirli bir aileden geliyor. Gazetecilik geleneğine sahip olmasına karşın, yakaladığı fırsatları iyi değerlendirerek elde ettiği bu başarıları bir bir kaybetti. Cemiyeti maddi gelirlerinden yoksun bırakan Bilgin günümüzde ortada yok. Önce ‘Sabah’ gazetesini elinden çıkardı.Bir zamanlar sahibi olduğu, Cumhuriyet’in övünç kaynağı olan Etibank kuruluşu da yok oldu. TGC yaşadığı güç koşullara karşı, görev alan başkan ve yönetim kurulu üyelerinin özverili çalışmalarıyla hala dimdik ayaktadır. Olcayto’nun ‘Son Posta’ gazetesinden sonra ‘Yeni İstanbul’ gazetesinde çalıştığını anımsıyorum. TRT’de geçirdiği yıllar, onun gazetecilik ve medya alanında bilinçli yükselişini sağlamıştır. TRT’de o yıllarda TRT’ydi haa! Cumhuriyetimizin övünç kaynağı olan TRT ve Anadolu Ajansı’nı bugün mumla aradığımız bir gerçek. TGC içerisinde Balotaj ve Yönetim Kurulları’nda görev alan Olcayto, Genel Saymanlık ve Profesyonel Genel Sekreterlik görevlerini de üstlendi. Uzun yıllar sürdürdüğü TGC Başkanlığı döneminde yayımladığı bildiriler basınımıza yakışır düzeydedir. Meşrutiyet’ten bu güne Cumhuriyet tarihimizde en çok basın mensubunun tutuklandığı ve hapiste olduğu yıllarda, yeniden bu göreve arkadaşlarıyla birlikte seçilerek üstlenmesi, ülkemiz adına bizleri mutlu etmektedir. Olcayto, TGC Başkanı olarak meslektaşlarımız arasında sevilen ve güvenilen biridir. Hıfzı Topuz, Türk basınının yaşayan en ünlü gazetecilerinden biridir. Turgay Olcayto, duayen gazeteci adına verilen 2017 İLAD -İletişim Araştırmaları Derneği Hıfzı Topuz Onur Ödülü’nün de sahibidir. Perşembe günü yapılan son seçimde, yönetim kuruluyla birlikte yeniden TGC Başkanlığına seçilen Olcayto’ya ve yönetim kuruluna başarılar dili- yorum.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Metin Toker (1924 - 2002)
Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra ‘Cumhuriyet’ gazetesinde başladığı gazetecilik yaşamını İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okuduğu yıllarda da sürdürdü. Üniversitesiden mezun olduktan iki yıl sonra Paris Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü okumak için Paris’te bulunduğu yıllarda ‘Cumhuriyet’, ‘Zafer’ ve ‘Yeni İstanbul’ gazetelerinin Batı Avrupa muhabirliğini yaptı. Günümüzde herkesin yakından tanıdığı pek çok ünlü yazarın yer aldığı ‘Cumhuriyet’ gazetesi uzun yıllar yazarları ile öne çıkmıştır. Metin Toker’in de Türk basınında ‘Cumhuriyet’ gazetesi ile ünlendiğini belirtmeliyim.Paris’te tamamladığı eğitiminin ardından 1954 yılında ülkemize döndü. Siyasi içerikli haftalık ‘Akis’ dergisini ve Akis Yayınları’nı kurdu. Bu dergide yayımladığı muhalif içerikler nedeniyle Demokrat Parti ile başı sık sık belaya girdi. Hatta 7 ay 23 gün hapis cezasına çarptırıldı. Hakkında açılan davalarla boğuşan Toker, tüm bu baskı altında bile yılmadı. Çıkardığı dergi aracılığıyla siyasal savaşımını sürdürdü.İsmet İnönü; Ömer İnönü, Erdal İnönü ve Özden Toker adında üç çocuk sahibiydi. İnönü, aile düzeni olan bir baba olarak çocuklarının iyi eğitim almasını sağladı. Metin Toker, İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker ile evlendi. Toker çiftinin kızı A. Gülsün Bilgehan şu anda Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak görev yapmaktadır. Özden Toker, babasının ölümünün ardından İnönü Vakfı’nı kurdu. İsmet İnönü’nün uzun yıllar yaşadığı Pembe Köşk müzeye dönüştürüldü. Çankaya’da yer alan köşk, çok görkemli bir kütüphane, belge arşivi ve fotoğraf arşivine sahiptir.‘Akis’ dergisi kapanmadan önce Türk politikasında etkin bir yayın organı oldu. Metin Toker’in dergide kaleme aldığı iç ve dış politika yazıları her zaman ilgi uyandırmıştır. Zaman zaman basında dolaşan bir takım iddialara göre, Toker’in haber kaynağı olarak İsmet İnönü gösterilmiş olsa da, İsmet İnönü basına çok fazla demeç veren ya da açıklamalarda bulunan bir devlet adamı değildi. Buna karşın, güncel olaylar hakkında zaman zaman Metin Toker’e demeç verdiğini biliyoruz. ‘Akis’ dergisi kapandıktan sonra ‘Hürriyet’ ve Milliyet’ gazetelerinde köşe yazılarını sürdüren Toker’in, haber niteliğindeki yorumları okurların ilgisini çekiyordu.Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün seçtiği kontenjandan 1977-80 arasında kısa bir dönem Cumhuriyet Senatosu’na girse de 1980’li yılların başında siyaset yapmayı bıraktı ve anılarını yazmaya başladı. Anılarında siyasi içerikler ve görüşler ağırlıklıydı. Yenilikler taşıdığı içinde ilgi çekiyordu.İsmet İnönü’ye ilişkin anılarını anlattığı; İsmet Paşa İle On Yıl 1954-64, Tek Partiden Çok Partiye (1944-1950), Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (1944-1973) kitaplarının yazarı Toker, 1944 sonrası Türk siyasi tarihini ele almış ve günümüze tarihsel bir belge niteliğinde çalışmalar kazandırmıştır.Eğitimiyle özdeşleşen Metin Toker, siyasal yazıları ve kitaplarıyla iz bırakan gazeteci-yazarlar arasında saygın yerini almıştır.Yakından tanıdığım Metin Toker’i saygıyla anıyorum.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Cüneyt Arcayürek (1928 - 2015)
Cüneyt Arcayürek, Türk basın tarihimizin önemli gazeteci, yazar ve inanılmaz muhabirlerinden birisidir. Arcayürek’in haber alma gücündeki başarısı, gazeteciliğini doruk noktasına taşımıştır. Dışarıya sızması mümkün olmayan gelişmeler hakkında ilk bilgilere ulaşarak, topladığı bilgileri yazılarında kullanırdı. Başarısını kanıtlamış inanılmaz bir Ankara gazetecisiydi. Göreve ilk olarak başladığı ‘Ulus’ gazetesi, Ankara gazeteciliği açısından çok önemli bir gazetedir. Koskoca Cumhuriyet Halk Partisi’nin yayın organı olan ‘Ulus’ gazetesini neden yaşatamadığını hala anlayabilmiş değilim. Anlamakta da güçlük çekiyorum.Arcayürek, asıl ününü ‘Cumhuriyet’ gazetesinin Ankara temsilcisi olduğu yıllarda yaptı. Haber alma gücü sayesinde, yaşanılan çok önemli gelişmeleri ilk olarak ‘Cumhuriyet’ gazetesindeki köşesinde duyururdu. Vurucu ve etkileyici bir yazım tekniği kullanırdı. Politika ya da hangi toplumsal gelişmeler olursa olsun, eleştiri dozunu hiç esirgemezdi. Araştırmacı gazeteci özelliği de vardı. Askeri darbeler, politik çekişmeler, iktidar ve muhalefetin geleneksel anlaşmazlığı, Arcayürek’in yazılarına da yansırdı.Gazeteciliğe 1947’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin yayın organı olan Ulus gazetesinde başlayan değerli gazeteci, gazetecilik yaşamı boyunca sırasıyla; ‘Ankara Akşam Haberleri’, ‘Kudret’, ‘Vatan’, ‘Anka Haber Ajansı’, ‘Akis’, ‘Hürriyet’, ‘Tercüman’, ‘Milliyet’, ‘Güneş’ ve ‘Bugün’ gazetelerinde de çalışmış; ‘Milliyet’ gazetesinde ve ‘Akis’ dergisinde hem yazarlık hem de genel yayın müdürlüğü yapmıştır.Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderilen ‘Johnson Mektubu’, Türkiye-ABD ilişkilerinde önemli bir kırılma noktası oluşturmuştu. 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla yazılmış mektup, geleneksel ABD kültürsüzlüğünün en büyük örneğidir. Başkan Johnson, bu mektubunda dozu fazlasıyla kaçırmıştı. Türk kamuoyu, bu diplomatik mektubun varlığından, Arcayürek’in ‘Cumhuriyet’ gazetesinde tam metni yayımlamasının ardından haberdar oldu. Bu gelişmeler ışığında, Türkiye - ABD dostluğunun çıkar ilişkisine dayandığı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yıpratma anlayışı güttüğü açıkça anlaşılıyor. Mektup, bir ABD Başkanının yazmaması gereken bir düzeyde, politik çizgisini aşmış sözde dostluğu! zedeleyen bir mektup olmuştur.Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Kıbrıs Barış Harekâtı’ndaki başarısı Avrupa’nın önde gelen savaş yazarları tarafından övgüyle karşılanarak 20’nci yüzyılın en büyük başarısı olarak nitelendirildi. Dünya yakın tarihimizde yaşanılan ‘İkinci Dünya Savaşı’nın olumsuz etkilerinden sıyrılmamışken, savaşın içinden geçen savaş yazarlarının bu harekâtı övgüyle karşılaması üzerinde durulması gereken bir olaydır. Arcayürek, ‘Barış Harekatı’ndan sonra Kıbrıs’a giren ilk gazeteci olmuştur.Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 2002 yılında iktidara geldiği ilk yılında, ABD Ankara Büyükelçisi, Beyaz Saray’a bir rapor gönderir. Gönderdiği raporda, Türkiye’de bir ‘derin devlet’ varlığından söz eder. ‘Derin devlet’i oluşturan üç unsurun; ‘Türk Ordusu’, ‘Türk Adaleti’ ve ‘Türk Bürokrasisi’ olarak tanımlar. Büyükelçi, AKP’nin iktidara gelmesinin yeterli olmadığını vurgulayarak, bu üç unsuru tehdit olarak göstermiş ve bir çeşit uyarıda bulunmuştur.Şimdi dönüp baktığımızda, Cüneyt Arcayürekleri arıyoruz. Seçim sonuçları belli olduğu halde, mazbataların hala verilmemiş olması, adalet ve demokrasinin ne kadar işlediğinin bir göstergesidir.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Nâzım Hikmet Ran (1902 - 1963)
Nâzım Hikmet, ailesinden habersiz Milli Mücadele’ye katılmak üzere, 1920 yılında yakın arkadaşı Vâlâ Nureddin ile birlikte Ankara’ya gelir. Yetkililerle yaptığı görüşmelerin ardından öğretmenlik yapması için Bolu’ya gönderilir. Daha sonra, üniversite eğitimi almak üzere, 1921 yılında Vâlâ Nureddin ile birlikte Moskova’ya giden Hikmet, orada ‘Siyasal Bilimler’ ve ‘İktisat’ eğitimi alır. Bu ikiliye sonraki yıllarda; Hasan Ali Ediz, Nail V. Çakır (Nail Çakırhan), Şevket Süreyya Aydemir ve Vedat Nedim Tör eşlik eder. Büyük şairin ilk şiir kitabı ‘28 Kanunisani’, 1924 yılında Moskova’da yayınlanır ve eğitimini tamamlamasının ardından 1924 yılında Türkiye’ye döner.Yüksek öğrenimini Paris’te tamamlayan Dr. Şefik Hüsnü Değmer, Türkiye’ye döndüğünde 1919 yılında kurulan ve kurucuları arasında yer aldığı Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın genel sekreterliğine seçildi. 1921 yılında Türkiye Komünist Partisi’nin yayın organı ‘Aydınlık’ dergisini yayınlamaya başladı. Nâzım Hikmet ve Dr. Şefik Hüsnü Değmer’in yolu ‘Aydınlık’ dergisinde buluşur. Hikmet’in bu dergide yazdığı şiir ve yazılarından dolayı hakkında on beş yıl hapsi istenir. Yazdığı şiir ve yazılar her ne kadar toplumcu içerikli olsa da ‘Aydınlık’ dergisinin siyasi içeriği, Hikmet’in de ceza almasına engel olamadı ve bu gelişmeler sonrasında yeniden Sovyetler Birliği’ne gitti. Sabiha Sertel’in ağabeyi Mecdi Eren’in sahibi olduğu ve Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel tarafından 1924 yılında yayın hayatına başlayan aylık edebiyat ve magazin dergisi ‘Resimli Ay’, yazarları arasında yer alan Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın (Halikarnas Balıkçısı), 1925 yılında ‘Asker Kaçakları Nasıl Asılır’ başlıklı yazısından dolayı kapatılmıştı. Dergi, 1927 yılında yeniden yayın hayatına başladı. 1928 yılında çıkarılan ‘Af Kanunu’ndan yararlanarak Türkiye’ye geri dönen Nâzım Hikmet, 1929 yılında derginin yazarları arasında yer aldı, yazdığı şiir ve yazılar büyük ilgi uyandırdı. O dönem derginin başlıca yazarları arasında; Peyami Safa, Sadri Ertem, Suat Derviş, Sabahattin Ali, Emin Türk ve Vâlâ Nureddin gibi isimler yer alıyordu. Daha önce Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın yazısı nedeniyle kapatılan dergi, ünlü şairin yazıları nedeniyle ikinci kez kapatıldı.Hikmet, 1934 yılında ‘Orhan Selim’ takma adıyla, Necmettin Sadak’ın çıkardığı ‘Akşam’ gazetesinde etkili köşe yazılar yazmaya başladı. Bu dönemde yazdığı yazılar, ölümünden sonra 1965 yılında ‘Kan Konuşmaz’ adı altında bir kitapta toplandı. 1962 yılında ‘Yön’ dergisi, Nâzım Hikmet şiirlerini yayımlamaya başladı. Şiirler büyük ilgi uyandırdı. Dünyaca ünlü yazarımıza uygulanan sansür de böylelikle delinmiş oldu. Bu sürecin ardından, şiir kitapları yeniden basılmaya başladı.Nâzım Hikmet, 1939-1941 yılları arasında Bursa Cezaevi’nde kaldığı dönemde, Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı ‘Nutuk’ adlı kitabı iki kez okuduktan sonra ‘Kuvâyi Milliye Destanı’nı yazmıştı. Edebiyat tarihçimiz Cevdet Kudret’in bir kitapta topladığı ‘Kurtuluş Savaşı Destanı (Kuvâyi Milliye Destanı), 1968 yılında Bilgi Yayınları arasında çıktı.Cumhuriyet dönemininin ilk Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve dönemin Başbakanı Şükrü Kaya tarafından, vatanseverliği her cümlesinden hissedilen bir şairin yazdıklarına uyguladığı yasak ve suçsuz yere aldığı hapis cezaları, hiç bir vicdanlarda yerine oturmadı.Nâzım Hikmet şiirlerinde olduğu kadar, düz yazılarında da o şiirsel dilini kullanıyor, Türk dilini en güzel yönleriyle yazılarına aktarıyordu. Türk dilini bu kadar ustalıklı ve güzel kullanan bir yazar o yıllarda yoktu. Yazdığı oyunlar da, Türk Tiyatrosu repertuvarında her zaman önemli bir yer tutmaktadır. Nâzım Hikmet’in şiirlerini ayrı tutmak gerekir. O dünyaca ünlü, büyük bir Türk şairidir.Her zaman olduğu gibi saygı ve özlemle anıyoruz.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Ertuğrul Akbay (1939 - 2019)
Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun olan Akbay’ı 1966 yılında gazeteciliğe başladığı zaman tanıdım. ‘Hürriyet’ gazetesinde spor servisinde başladığı gazetecilik yaşamına, Haldun Simavi’nin kurduğu, Rahmi Turan’ın Genel Yayın Yönetmenliği’ni sürdürdüğü ‘Günaydın’ gazetesinin yurt dışı muhabiri olarak sürdürdü. Özellikle yurt dışında yaptığı haber ve röportajlarla ülkemizde ses getirdi. Azerbaycan’a giderek alanında uzman bir profesör ile çayın faydalarını anlatan ve büyük ilgi uyandıran önemli bir yazı dizisi hazırladı. Yazı dizisini okuduktan sonra çayın ne kadar faydalı olduğunu o zaman öğrendim.
Türkiye’ye döndüğü zaman, o dönem basınımızda moda olan ‘atlatma haber’leriyle öne çıktı. Yaptığı iyi haberlerle mesleğinde hem ün kazandı hem de başarılı oldu. ‘Gölge Adam’ takma adıyla bir çok haberler ve haber-yorumlar yaptı. Herkes ‘Gölge Adam’ın kim olduğunu merak ediyordu. ‘Gölge Adam’ o kadar beğenildi ki, Ertuğrul Akbay 1985 yılında aynı ismi taşıyan haftalık bir gazete çıkarmaya başladı. Doğal olarak ‘Gölge Adam’ın kim olduğu da ortaya çıktı. Yazıları, yorumları ve özel haberleriyle okurları ile sıcak ilişkiler kuran gazete iyi bir tiraj yakaladı. Gazete çıkarmak elbette bir ekip işidir. Ben de bu ekibin bir parçası olarak, gazetenin kapandığı güne kadar sanat yazılarımla yer aldım. Ertuğrul Akbay ile aynı kurum içerisinde yer aldığımız için sık sık görüşüyorduk. Yazılarımı bırakmak için uğradığım zaman uzun uzun sohbet ederdik. Paylaştığı ilginç yaşam öykülerini dinlediğimi hatırlıyorum. Gazetede yer alacak haber ve röportajlardan yayımlamadan önce söz ederdi.
Yazının Devamı‘Kendi Gök Kubbemiz’ (Yahya Kemal)
Türk edebiyatında özel bir yeri bulunan Yahya Kemal’i yönetmen ve oyuncu Okday Korunan “Kendi Gök Kubbemiz” (Yahya Kemal) adlı oyunu program dergisinde, şöyle tanımlıyor:“Ne harabîyim (sarhoş - yıkık) ne harâbâtîyim (ömrünü meyhanede geçiren) / Kökü mazide (geçmişte) olan atiyim (geleceğim).” Dizeleri ile geçmişle geleceği, bilgece barıştıran (Ahmet Agâh ya da namı değer adıyla) Yahya Kemal, “mısra benim haysiyetimdir. “ / “Bu dil ağzımda annemin sütüdür.” Vurgularıyla düşünce dünyamıza aracı olan dilimizin önemini paylaşmıştır.”“Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül! / Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.”Devlet Tiyatrosu sanatçısı Sönmez Atasoy’un (1944 - 2011) 1990 yılında yazdığı “Kendi Gök Kubbemiz” adlı tek kişilik oyun; İstanbul DT Üsküdar Tekel Stüdyo sahnesinde dönem başından beri başarı ile sergilenmekte. Oyun gördüğü ilgi üzerine bu dönem ayrıca turnelerin de gözdesi oldu. Önce Edirne’de düzenlenen (6 Ekim 2018) “Vefatının 60. Yılında Eve Dönen Adam Yahya Kemal Beyatlı” etkinliğinde başlayan turne yolculuğu Sakarya, Zonguldak, Bursa, Ankara olarak devam etti ve olağanüstü ilgi gördü. DT nin turnelerinde ön sıralarda yer aldı. DT tarihinde önemli bir yeri olan tarihi Ankara Küçük Tiyatro’da, Ankara’lı tiyatro severler ile (5-9 Şubat 2019) tarihleri arasında buluşup perdesini açtı. Deneyimli sanatçı Korunan başarılı tiyatro oyunculuğunun yanı sıra edebiyata olan ilgisini, “Kendi Gök Kubbemiz” oyunuyla buluşturarak bir anlamda sahnede şairle özdeşleşti. “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.”Oyunda, Yahya Kemal’in son gecesine dramatik ilmekler atılmış. Şairin heyecan dolu yaşamından, şiirlerinden ve dünyaya bakışından kesitler görüyoruz. Edebiyatçı dostlarından, dostluklarından söz ediliyor. Oyun boyunca şair kendi gök kubbesi ile hesaplaşarak yaşamının muhasebesini yapıyor. “Birden kapandı birbiri ardınca perdeler... / Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?”Sorbonne Üniversitesine siyaset bilimi eğitimi için gittiği Paris’te Jön Türkler ile karşılaşıyor. Aynı çevrelerde bulunmasına rağmen Jön Türk’lerle iç içe olmuyor. Dokuz yıl sonra İstanbul’a dönüyor. İstanbul, şaire çocukluğunun Üsküp’ünü anımsatan büyülü bir şehir. Pek çok şiirinde İstanbul’dan söz ediyor. Türk kültürü, aşk ve yaşamla ölüm arasındaki git - geller, vurgusunun şiirinde önde olduğunu görüyoruz. Ona göre şiir, “musikinin kız kardeşidir.” Şiirleri Münir Nurettin Selçuk’la dillerden dillere uzanıyor. Aralarında büyük bir dostluk gelişiyor. “Çok kerre hayâlimizde cânan / Bir şi’ri hatırlatan kadındı.” Oyun, şairin Cerrahpaşa hastanesindeki son gecesinde “arafta” geçiyor. Bu yerinde yorumla, sürekli değişen mekânlar bütünlük içinde iç içe kullanılıyor. Sofitodan inen sayfalarca şiir Yahya Kemal’in üzerine yağmur gibi yağarcasına bir görüntü eşliğinde onun şiirli dünyasını yansıtıyor. Zemindeki sararmış sonbaharı adeta hüzünle ıslatıyor. Sahnenin tek girişli kapısı çerçeve ve kulp içermeyerek ölüm duygusunun yalnızlık dolu ürpertisini anımsatıyor. Kapıdan sızan sert ışık tiyatro izleyicisini oyunun yorumuna katıyor. Şairin kafasının içinde çalan telefon sesleri, sevdiği kadın ya da kadınları sahneye çağırıyor. “Canan bir şiiri hatırlatan kadın” olarak sahnede canlanıyor. Şairin veda gecesinin dekor kostüm tasarımında Şirin Dağtekin Yenen, ışık tasarımında Önder Arık yönetmene katkı sağlıyor. Sözünü ettiğim dörtlü kompozisyon oyunun görsel, düşünsel ve işitselliği ile olağanüstü bir bütünlük oluşturuyor. Oyunun yönetimi yanında dramaturgluğunu da Okday Korunan üstlenmiş ve başarılı bir çalışma yapmış. Müzik, Timur Selçuk. Yönetmen yardımcıları, Funda Eskioğlu ve Zuhal Acar. “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik. / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.” Şairin oyunda Kurtuluş Savaşına inançlı desteği, Lozan barış görüşmelerinde delege olması, Mustafa Kemal Atatürk’e fikirsel bağlılığı anlatılırken, divan şairimizin Cumhuriyetle olan bağı da olaylar ve şiirlerle göz önüne serilmiş oluyor. Madrit, Lizbon, Varşova, Karaçi elçilikleri ve T.B.M.M. de milletvekilliği şairin Cumhuriyetle olan güçlü bağını açıkça ortaya koyuyor.“Ömrüm oldukça, gönül tahtıma gönlünce kurul. / Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.” Yahya Kemal’in, Park Otel’le özdeşleşen yaşamı “165” - (“75” ya da “175”) numaralı olduğu iddia edilen odası ve İstanbul tutkusu gök kubbesinde öylesine öndedir ki, oyunda da vurgulandığı gibi “Ankara’nın nesini seviyorsun?” sorusuna verdiği yanıt “İstanbul’a dönüşünü” olacaktır. Bu yazıyı kaleme alırken ezberimde Yahya Kemal şiirlerinin sandığımdan çok olduğunu da fark ettim.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Rıfat Ilgaz
Türk edebiyatının önde gelen isimleri arasında yer alan Cumhuriyetçi yazar Rıfat Ilgaz, özellikle ‘Toplumcu Gerçekçi’ anlayışla yazdığı şiirleriyle çok genç yaşta ilgi uyandırmaya başladı. Kastamonu’nun Cide ilçesinde dünyaya gelen Ilgaz, Kastamonu Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Cumhuriyetin kurduğu ilk enstitülerden biri olan Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümüne girdiği 1936 yılına kadar öğretmenlik görevini sürdürdü. Edebiyat alanına, 1926 yılında Kastamonu Nazikter gazetesinde yayınlanan "Sevgilimin Mezarında" şiiriyle giriş yapan Rıfat Ilgaz, bu şiiri yazdığında henüz on beş yaşındaydı. O yıllarda henüz yasak getirilmemiş olan Nâzım Hikmet, ülkenin gündeminde olan etkili bir isimdi. Şiir tekniğine yeni bir soluk getirdiğine inandığı Nâzım Hikmet ile bir süre çalışan Ilgaz, onun Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği şiirleri İbrahim Sabri rumuzuyla yayınlıyordu. Hikmet ve Ilgaz’ın bu edebiyat birlikteliği, Ilgaz’ın şiir anlayışında kendine özgü şiir biçemi yaratarak şiirleriyle ünlenmesine yardımcı oldu. Fakat Ilgaz’ın benimsediği, ‘Toplumcu Gerçekçi’ şiir anlayışı, öğretmenlik yaşamının uzun ömürlü olmasını engelledi. Şiirleri keskindi ve yeni kurulan Cumhuriyetin sorunları ile ilgileniyordu. Uzun mücadelelerin ardından öğretmenliği bırakmak zorunda kaldı. Zorunlu olarak başladığı gazetecilik mesleğine ilk olarak ‘Tan’ gazetesinde düzeltmen ve redaktör olarak adım attı. 1940’lı yılların başından itibaren Nâzım Hikmet’in anahatlarını ortaya koyduğu, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Ömer Faruk Toprak, Hasan İzzettin Dinamo gibi yazarların başı çektiği toplumcu bir edebiyat anlayışı gelişmişti. Ilgaz, 1940’lı ve 50’li yıllarda yoğun bir şekilde dergicilikle uğraştı. Bu dönemde özellikle Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’le birlikte çıkardıkları ‘Markopaşa’ mizah dergisi, Türk siyasi edebiyat tarihinde çok önemli bir yere sahiptir.Rıfat Hocam ile 1956 yılında İlhan Selçuk ve Turhan Selçuk kardeşlerin çıkardığı ‘Dolmuş’ dergisinde, ‘Stepne’ takma adıyla yazdığı hikayelerini okuduğum sıralarda tanıştım. Daha sonra bu hikayeler kitaplaştırıldı ve ortaya ‘Hababam Sınıfı’ romanı çıktı. 1962 yılında en az yazı dizisi kadar ilgi uyandıran kitabı okuduktan sonra, tiyatro oyunu olarak sahnelenmesi için ünlü tiyatro sanatçısı Ulvi Uraz’a "Bir okursanız, romanın oyunlaştırılması, tiyatromuz açısından çok önemli bir olay olur!" diyerek öneride bulundum. Romanı okuduktan sonra Rıfat Ilgaz’dan oyunlaştırmasını istedi.Ilgaz, Karamürsel’de üçüncü sınıf bir otelin odasında ‘Hababam Sınıfı’nın romanını oyunlaştırdı ve Uraz’a teslim etti. Ulvi Uraz’ın neredeyse bir konservatuvar eğitiminden geçirdiği genç oyuncu kadrosunda; Zeki Alasya, Metin Akpınar, Ercan Yazgan, Ahmet Gülhan, Ali Yalaz, Ulvi Uraz, Zihni Küçümen, Kamuran Usluer ve Suzan Uztan yer aldı. Konservatuvarda Carl Ebert’in öğrencisi olan Ulvi Uraz’ın, ‘Kel Mahmut’ rolünde Rıfat Ilgaz’ı canlandırdığı ‘Hababam Sınıfı’ tiyatro tarihine büyük bir giriş yaptı. Konservatuvar mezunu olan tek oyuncu Suzan Uztan’dı. Herkesin yakından tanıdığı ‘İnek Şaban’ rolünü, olağan üstü bir yorumla sahneye taşıyan Uztan’ın kadın olduğunu hiç kimse anlamamıştı. Ilgaz’ın ‘Hababam Sınıfı’, Ertem Eğilmez yönetmenliğinde, Münir Özkul’un efsane oyunculuğu ve birlikte belirledikleri genç oyuncu kadrosuyla Türk sinemasının en çok sevilen ve izlenen film serisi haline geldi.‘Toplumcu Gerçekçi’ anlayışla yazdığı romanları arasında; Hababam Sınıfı (1957), Pijamalılar (Bizim Koğuş) (1959), Karadenizin Kıyıcığında (1969), Halime Kaptan (1972), Meşrutiyet Kırathanesi(1974), Karartma Geceleri (1974), Sarı Yazma (1976), Yıldız Karayel (1981), Apartıman Çocukları (1984), Hoca Nasrettin ve Çömezleri (1984) ve Hababam Sınıfı İcraatın İçinde (1987) yer alıyor. Ilgaz’ın 1927-1991 arasında yayınlanan bütün şiirleri 2004 yılında toplu olarak bir kitapta yayımlandı. Rıfat Ilgaz ve oğlu Aydın Ilgaz tarafından 1983 yılında kurulan Çınar Yayınları, Rıfat Ilgaz’ın gazete ve dergilerde çıkan yazıları ve daha önce diğer yayınevlerinden çıkan kitaplarını yayımlamaktadır.Aydın Yılmaz ‘Babalar ve Oğullar’ içerisinde örnek gösterdiğim yakın arkadaşımdır.Sevgili Rıfat Hocamı saygıyla anıyorum.Başsağlığı: Değerli gazeteci Ertuğrul Akbay’ın aramızdan ayrıldığını üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Başta Burak Akbay olmak üzere, Akbay Ailesine ve ‘Sözcü’ yayın grubuna başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum.
Yazının DevamıGalatasaray’a neden çifte standart?
Geçtiğimiz Pazar günkü yazımda (24.02.2019) Türkiye Futbol Federasyonu’nda A’dan Z’ye kadar bozukluklar olduğunu yazmıştım. Üstelik Nihat Özdemir’in de Futbol Federasyonu’nu övdüğünü (!) ve Fenerbahçe yönetimini eleştirdiğini bir gazetede yayınlanan konuşmasını okumuş ve ben de bu densizliğe karşı çıkmıştım. Nihat Özdemir’in çıkar ilişkilerini burada yazacak değilim. Yıllarca Fenerbahçe yönetiminde görev almış bir kişinin etik olmayan bu densiz konuşması ve nihayetinde pamuk ipliğine bağlı, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’in 28 Şubat günü istifasını açıkladığını gördük. Bu arada bir başka duyurusunu öğrendik: Galatasaray’ın bugün Erzurumspor’la yapacağı lig maçının 13:30 ya da 16:00’a alınması isteğini Futbol Federasyonu geri çeviriyor. Bunu yaparken Erzurumspor’un maçı 19:00’da oynanmasını kabul etmesi ve yayıncı kuruluşun da 19:00’ı onaylaması gerçekten inanılır gibi değil! Galatasaray, bu isteğinde çok haklıydı. Rusya’da bu havalarda maç yapıldığını söylüyorlar. Oysa Rusya’daki lig maçlarına hava şartlarından dolayı ara verildi. Erzurum’un soğuğu ile Moskova’nın soğuğu aşağı yukarı aynı düzeydedir. Rusya’da maçlar yapılmıyor, Erzurumspor’un kendi sahasında oynadığı tüm maçların hep gündüz oynandığı gerçeği bir tarafa bırakılıyor ve Galatasaray maçını gecenin soğuğuna, 19:00’a alıyorlar. Üstelik meteoroloji, hava raporlarında donlu bir hava olacağı uyarısını yaptığı halde... Soğuk bir havada bu maçın oynanmasının büyük sakıncalar taşıdığını, sağlık açısından büyük tehlikeler doğurabileceğini ısrarla anımsatılmasına karşın Erzurumspor-Galatasaray maçı 19:00’da yapılacak!
★★★
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Altan Öymen
Trabzon’da dünyaya gelen Mehmet Altan Öymen (Altan Öymen) Ankara’da tamamladığı ilk, orta ve lise öğreniminin ardından, girdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1955 yılında mezun oldu. Üniversite yıllarında başladığı gazetecilik yaşamına, ilk olarak Ulus gazetesinde parlamento muhabiri olarak başladı. İki yıl sonra Tercüman gazetesinin Ankara Temsilcisi oldu. Kariyerinde hızlı bir yükseliş yakalayan Öymen, 1957 yılında Yeni Gün gazetesiyle başlayan ‘Genel Yayın Müdürlüğü’ görevini sonraki yıllarda, Öncü, Ulus ve Milliyet gazetelerinde de sürdürdü.Ulus, Akis, Akşam, Cumhuriyet, Günaydın, Milliyet, WDR, DPA, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde yıllar boyunca muhabir, röportajcı, üst düzey yönetici, dizi yazarı, yazar ve başyazar olarak çalıştı. Bir dönem Almanya’da Bonn Büyükelçiliği Basın Ataşesi görevi yapan Öymen, 1972 yılında Anka Ajans’ı kurdu ve 1979 yılına kadar yönetti.Siyaset geleneği olan bir aile yapısı içinde yetişen Altan Öymen, 1961 yılında kurucu meclis üyesi olarak başladığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içerisinde, genel başkanlığa doğru uzanan başarılı bir politikacı profili çizmiştir. Başarılı bir siyasi geçmişi bulunan ve önemli görevler üstlenen Hıfzırrahman Raşit Öymen de en az oğlu Altan Öymen kadar CHP tarihinde yer almış önemli bir siyasetçidir. 1977 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerde Ankara Milletvekili olarak meclise giren Öymen, Bülent Ecevit tarafından kurulan 40. Türkiye Hükümeti’nde ‘Turizm ve Tanıtma Bakanı’ görevine getirildi. Parti içerisinde; TBMM Grup Başkanvekilliği, Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu üyeliği ve Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev alan Öymen, 1995 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerde bu defa İstanbul milletvekili olarak meclise girdi.1999 Türkiye Genel Seçimleri’nin ardından partisinin meclis dışında kalmasıyla genel başkanlıktan istifa eden Deniz Baykal’ın ardından 23 Mayıs 1999 tarihinde düzenlenen CHP 27. Olağanüstü Kurultay’da yeni genel başkan olarak seçildi ve bu görevini 15 ay sürdürdü. 30 Eylül 2000 tarihinde yapılan yeni seçimle genel başkanlık görevini Deniz Baykal’a devretti. CHP Genel Başkanlığı görevine seçildiği dönemde, düşüşe geçmiş parti oy oranlarında ciddi bir artış yakalanmış ve parti eski oy oranlarına yeniden ulaşmıştır. Gazeteci dostumu, göreve geldiği dönemde ve 28. Olağanüstü Kurultay sürecinde açık olarak destekledim.Altan Öymen, Türk basın tarihimizde özel bir yeri olan, önemli görevler üstlenerek başarıyla yerine getirmiş önemli bir gazetecidir. Hem gazeteci hem de politikacı olarak iki görevini de onurlu bir şekilde sürdürmüş ve iki görevini hiç bir zaman birbirine karıştırmadan düzeyli bir şekilde sürdürmüş belki de örnek gösterebileceğim az sayıda insandan birisidir.Yazdığı kitaplarla çok geniş kitlelere ulaşan Öymen’in bilgi ve birikimlerini aktardığı; Mobilya Dosyası (Altan Öymen, Uğur Mumcu, 1999), Bir Dönem Bir Çocuk (2002), Değişim Yılları (2004), Öfkeli Yıllar (2009), ... Ve İhtilal (2013) ve Altan Öymen’den Anılı Kitaplar (4 Kitap, 2015) adlı çalışmaları, en çok satan kitaplar arasında yer alarak büyük ilgi uyandırdı. Sık sık bir araya geldiğimiz imza günlerinde, büyük bir okur kitlesine kitaplarını imzalardı.Siyaset ve gazetecilik yaşamına doğrudan tanık olduğum, birlikte aynı mesleği yapmaktan onur duyduğum, çizgisi ve duruşu her zaman net olan dostum Altan Öymen’e sağlıklı ve uzun bir yaşam diliyorum. Sevgilerimle.
Yazının DevamıSpor yorumcuları tarafsız olmalı
Son günlerde yine spor yazarlarının Fenerbahçe maçlarını değerlendirirken akıl almaz derecede yandaşlıklarının öne çıktığına tanık oluyorum. Üç büyükleri yazacağımı söylemiştim, bundan vazgeçmiş değilim. Onların da haksızlıklara uğradıklarını bir bir değerlendireceğim. Bu görev, benim altmışaltı yıllık gazeteci, yazar ve eleştirmenliğimden kaynaklanmasından öte; toplumsal yapımızda görülen ötekileştirme yönteminin bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. Yandaş basın ve medya olabilir, ama onların toplumun büyük ilgi gösterip, takip ettiği futbola bakış açılarında nasıl yandaş olabildiklerine tanık oldukça şaşırıp kalıyorum. Bütün sorun, futbol üstüne eleştiri yapanların (gerektiğinde adlarını da verebilirim.) çok yanlış değerlendirmelerle yazı yazmalarıdır. Hangi görüşte olursa olsun, kulüp taraftarları farklı düşüncede olduklarını unutmamak gerekmektedir. Herkes kendi spor kulübüne sahiptir. Taraftar siyasi görüşle kendi takım sevgisini birbirine karıştırmaz. Bu düzeni Fenerbahçe’de son yıllarda ne yazık ki eski Başkan Aziz Yıldırım ve beraberinde olanlar bozdular. Dört büyüklerin arasındaki uyumsuzluk böylece taraftarlara da yansıdı. Sonuç olarak bu ilişkiler koptu, dostluklar kalmadı.Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un göreve geldikten sonra dört büyüklerle diyalog kurduğunu gördüm. Bu, futbolumuzun özlenen yönüydü. Başkan Ali Koç, Galatasaray-Fenerbahçe maçını, sarı-kırmızılı kulübün Başkanı Mustafa Cengiz ile yan yana izlediler. Yine Beşiktaş, Fenerbahçe deplasmanına geldiğinde, Ali Koç, Beşiktaş Başkanı Fikret Orman ile birlikte maçı izlediler. Fenerbahçe, Trabzonspor deplasmanına gittiğinde Başkan Ali Koç, Trabzonspor Başkanı Ahmet Ağaoğlu’nun yanında maçı izledi. Eski başkan yıllardır Trabzonspor maçına gitmiyordu. Bunlar yaşanmış ve görselliği olan etik davranışlardır. Başkan Ali Koç, bu dört büyüklerin divan kurulu başkanlarının bir araya gelip, toplantı yapmalarını da sağlamıştır. Bunlar futbolumuz adına güzelliklerdir. Aynı buluşmaların bütün kulüpler arasında gerçekleşmesinin büyük yararı vardır.FUTBOL YORUMCULARINA GELİNCEGeçtiğimiz hafta Fenerbahçe, Kayserispor deplasmanında oynanan maçta hakem yanlışlıkları diz boyuydu. Öyle bir an geldi ki, Kayserisporlu futbolcunun Mehmet Ekici’nin ayağına basması sonucu ağır şekilde sakatlandı. Doğal olarak Ekici maçlarda yer alamıyor. Maç sonrası, TRT Radyo 1’in malum sunucusu (...) her zamanki gibi Celal Kıbrızlı ile maçı değerlendirmeye kalktı. Bu malum sunucu sözünü kesti ve maçın sunumunu yapmadan önce Fenerbahçe yönetimini eleştirmeye başladı! Sözünü bitirirken Kıbrızlı devreye girdi ve maçın analizini yaptı. Fenerbahçe’deki eksikleri dile getirirken iki takım hakkında da tarafsız bir şekilde yorumlarda bulundu.Skrtel’in hastalanıp oynayamadığı maçta Sadık da sakatlığı nedeniyle görev alamadı. Teknik Direktör, Neustader’le birlikte Serdar Aziz’i oynatmak zorunda kaldı. Bütün bu eksikleri, sunucu yerine Celal Kıbrızlı anlatırken, tarafsız kalarak her iki takımın artı ve eksilerini başarılı bir şekilde anlattı. Kuşkusuz spor yorumu budur. Artılar, eksiler eleştirinin temelini oluşturur. Fenerbahçe sahasında oynanan Konyaspor maçında yine hakem yanlışlıkları vardı. Burada spor yazarlarının çelişkili görüşleri ortaya çıktı. Stoper Sadık’ın ayağına sert giren Konyaspor’un santraforu Jahoviç bu hareketiyle kırmızı kart gördü. Skrtel de faul yapmış olmasından dolayı, ona neden kırmızı kart gösterilmedi diye görüşler ortaya çıktı. Aslında Video Hakem bütün bunları görüntüye alıyor ve hakemleri uyarıyor. Video Hakemden Orta Hakeme böyle bir uyarı gelmedi. Ben, video hakeme inanıyorum ve genelde doğru kararlar verdiğini görüyoruz ama Video Hakemi sürekli eleştirmekten yana değilim. Orada görevli hakemlerin de bazen neden uyarıda bulunmadıkları tartışılıyor. Fenerbahçe-Konyaspor maçının ilk devresi 1-1 sona erdi. İkinci devrenin ilerleyen dakikalarında Jardel 18’in içinde düşürüldü. Kulağına, yüzüne darbe aldı. Orta Hakem, Video Hakemle konuştu ve aut verdi. Ardından bu iptal edildi. Bunun penaltı olduğunu Ali Gültiken açıkladı. Son dakikada Fenerbahçe’nin attığı ikinci gol de hakem tarafından iptal edildi. Bunlar apaçık ortada olduğu halde, Aykut Kocaman hakemleri suçlarken Ersun Yanal hakemlerle ilgili konuşma yapmadı. Ama spor kamuoyunda bu tartışmalar devam etti. Fenerbahçe’de uzun yıllar başkan yardımcılığı yapan ve şimdi de Fenerbahçe adına Türkiye Futbol Federasyonu’nda görev alan Nihat Özdemir’in basında çıkan Fenerbahçe’yi eleştiren konuşması, temsilcilik yapan bir kulüp üyesine yakışmayan, çirkin bir davranışıydı. Futbol Federasyonu A’dan Z’ye eleştiriliyor. Başkan eleştiriliyor. Ama alınan kararlar futbolumuz adına başarısızlıklarla dolu olduğunu görüyoruz. Özdemir, Federasyonu överken Fenerbahçe’yi tutarsızca eleştirirken, açıklaması çirkinliklerle dolu.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Erol Simavi (1930 - 2015)
Sedat Simavi tarafından 1 Mayıs 1948 tarihinde kurulan ‘Hürriyet’ gazetesi, Sedat Simavi’nin 1953 yılında yaşamını yitirmesinin ardından, gazetenin yönetimi oğulları Haldun Simavi ve Erol Simavi tarafından ortaklaşa yürütüldü. Hürriyet gazetesi, Sedat Simavi ile yakaladığı başarı çizgisini, sonraki dönemde tirajını koruyarak sürdürdü.Gazetenin genç ortaklarından olan Erol Simavi’nin, dönemin diğer gazete sahiplerinden ayıran önemli özellikleri vardı. Genç Simavi, on iki, on üç yaşlarında ‘7 Gün’ ve ‘Karikatür’ dergilerinde mücellit olarak başladığı gazetecilik yaşamında, sırasıyla; makinist ve fotoğrafçı olarak görev aldı ve kurulan ‘klişehane’de de çalıştı.Haldun Simavi’nin gölgesinde, çocuk yaşlarından itibaren adeta bir gazetecilik eğitimi geçiren Erol Simavi, A’dan Z’ye bütün yayıncılık süreçlerinden geçerek gazetenin yönetimde yer aldı. Erol Simavi’nin bu ayrıcalıklı özelliği, gazetecilik yaşamım boyunca, hiç bir gazete sahibinde rastlamadığım önemli bir ayrıcalıktır.1953 yılından itibaren, gazetenin yönetimini ortaklaşa sürdüren Simavi Kardeşler’in yolu, Haldun Simavi’nin 1968 yılında yayın hayatına kazandırdığı ‘Günaydın’ gazetesinin ardından ayrıldı. Haldun Simavi’nin 1971 yılında Veb Ofset grubunu oluşturmasının ardından, Hürriyet gazetesinin tek sahibi Erol Simavi oldu.Hürriyet gazetesi kurulduğu günden itibaren, Türk basınında her zaman söz sahibi olan bir yayın organı oldu. Diğer yayın organlarından farklı içeriklere sahip olan Hürriyet gazetesi çok yönlüydü. Siyasi haberlere özen gösteren gazete, politika haberlerinde öncü manşetlerle dikkatleri üzerine çekiyordu. Yurt içinde ve yurt dışında bağlantıları yüksek olan gazete, köşe yazarlarıyla da öne çıkıyordu. Geniş okur kitlesi bulunan gazetede, yayımlanan söyleşi ve haberler büyük etki uyandırarak, ünlü isimlerin şöhretini artırırken, genç yeteneklerin de geniş kitleler tarafından tanınmasını olanak sağlıyordu.Ülkemizde evlerimize giren iki gazeteden biri Hürriyet gazetesiydi. Gazete sonraki yıllarda, dönemin yenilikçi girişimlerinden biri olan , Kelebek adı verdikleri bir magazin eki yayımlamaya başladı. Magazin olarak sınıflandırdıkları bütün içeriklerini yayımladıkları gazete eki büyük ilgi uyandırdı. Milliyet gazetesinin spor sayfalarında getirdiği değişim rüzgarları, Hürriyet gazetesinin spor sayfalarında da bir değişimin yaşanmasına zemin hazırladı. Gazete spor sayfalarına ve spor yazarlarına daha fazla önem vermeye başladı. Eşfak Aykaç, Samim Var ve Doğan Koloğlu gibi isimlerle yazar kadrosunu güçlendiren gazete, spor yazarlığı alanında bir okul misyonu üstlenmiş ve pek çok genç spor yazarının yetişmesine olanak tanımıştır. Kültür ve Sanat haberlerine az yer veren gazete, önemli olayları söyleşilerle okurlarına ulaştırırdı.Erol Simavi, Sedat Simavi ile başlayan gazetecilik geleneğini sürdürmeyi hiç bir zaman bırakmadı. Türk basınının uğradığı değişim ve yeniliklere uyum sağlayan gazete, yüksek tirajını her zaman korudu. 1950’li yıllarda, hemen hemen bütün gazete yöneticileri ve köşe yazarları, iktidarla yaşadıkları sorunlarla boğuşurken Hürriyet, ‘tarafsız gazetecilik’ anlayışıyla, bu çalkantılı dönemde iktidarla sorun yaşamadan yayın hayatına devam etti.Erol Simavi, gazetenin bir kısım hissesini Erol Aksoy’a devretti. Sonraki yıllarda Aydın Doğan tarafından bütün hisseleri satın alınarak gazetenin tek sahibi oldu. Simavi Ailesi’nin, gazete ile olan ilişiğini kesmesinin ardından, ‘tarafsız gazetecilik’ anlayışı kayboldu. Siyasi ilişkileri nedeniyle, gazete mevcut iktidarla sorunlar yaşamaya başladı. Baskıya dayanamayan Aydın Doğan sahibi olduğu Doğan Yayın Grubu’nu Demirören Holding’e satışını gerçekleştirdi. Hürriyet gazetesi de iktidar yanlısı gazeteler arasında yerini aldı.Erol Simavi, tarafsız bir insandı. Çalışanlarına değer veren ve onlarla iyi ilişkiler kurarak sevgisini kazanan bir gazete sahibiydi. Ortalarda görünmeyi pek sevmeyen Haldun Simavi’ye karşılık, Erol Simavi’nin sosyal yaşamı renkli ve ilişkileri yüksekti. Eğlenmeyi bildiği kadar, eğlendirmeyide severdi. Türk basınının en renkli gazete sahibi olduğunu söyleyebilirim.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Şahap Balcıoğlu (1923 - 1994)
Galatasaray Lisesi’nden 1941 yılında mezun olan Şahap Balcıoğlu, 1942 yılında ‘Vakit’ gazetesi ile başladığı gazetecilik yaşamında sırasıyla; ‘Tasvir’, ‘Hürses’, ‘Gerçek’, ‘Yeni Türkiye’, ‘Akşam’ ve ‘Cumhuriyet’ gazetelerinde çalıştı. Yazar kadrosunda; Hıfzı Topuz, Şahap Balcıoğlu, Metin Toker ve Aydemir Balkan gibi önmeli isimlerin yer aldığı ‘Cumhuriyet’ gazetesi, uzun yıllar bu alandaki zenginliğini korudu.‘Cumhuriyet’ gazetesinin ikinci sayfası; haftanın yedi günü, alanlarında uzman yedi yazarın, yazılarıyla yer aldığı, her zaman ilgiyle takip edilen sayfalardan birisi olmuştur. Her gün ünlü bir yazar, ikinci sayfada güncel konulara dair yazılar yazardı. Türk Tiyatrosunun unutulmaz ismi Muhsin Ertuğrul’un yazıları benim için her zaman yol gösterici olmuştur. Felsefe yazılarıyla Mustafa Şekip Tunç, kültür ve sanat alanındaki yazılarıyla Adnan Adıvar, köşe yazıları ile Burhan Felek ve Abidin Daver’in yer aldığı gazete, dönemin içerik bakımından en önemli gazeteleri arasındadır.Türk basınında yazdığı yazılar ve özellikle yapmış olduğu söyleşilerle dikkatleri üzerine çeken Balcıoğlu kazandığı ödüllerle başarısını taçlandırmıştır. 1958 yılında Ali İhsan Göğüş, Orhan Birgit ve Özcan Ergüder’le birlikte haftalık ‘Kim’ dergisini çıkardı. Dergi Demokrat Parti (DP) iktidarına karşı yürüttüğü muhalif tavrı nedeniyle sık sık kesintilere uğratıldı ve sonunda kapatıldı.Şahap Balcıoğlu sonraki yıllarda gazetecilik yaşamını fiilen sonlandırarak, radyo programları için tanıtım reklamları hazırlayan bir reklam şirketi kurdu.Radyo programları, televizyonun henüz olmadığı dönemlerde halk tarafından ilgiyle takip ediliyordu.Şahap Balcıoğlu ile ilk tanışıklığımız duayen gazeteci Hıfzı Topuz aracılığıyla oldu. Topuz’un önerisi üzerine Balcıoğlu ile bir araya geldik. Bir sanat yazısı yazmamı istedi. Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış Gazi Meclis’in yeni binası için, ulusal ressamlarımızın çalışmalarından hazırlanan bir seçki, meclis salonlarında ve koridorlarında değerlendirilmişti. DP’nin iktidar olması ile meclise giren bir kısım sanattan uzak milletvekili tarafından eleştirilen bu tabloların, önemi anlattığım bir yazıyı Balcıoğlu’na teslim ettim. Balcıoğlu’da ‘Kim’ dergisinin o dönemdeki Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Orhan Birgit’e gönderdi. Tabi bu bağlantı sonucunda ‘Kim’ dergisinde çalışmaya başladım. Çok ünlü yazarların, yazılar yazdığı dergi, mesleki yaşamım açısından bir nevi basın okulu oldu. Dergide, yazı işleri müdürlüğü dahil her konumunda görev yaptım. Genel Yayın Müdürü Orhan Birgit beni her konuda destekledi. Özcan Ergüder ile birlikte kapak yazıları yazdık. Ali İhsan Göğüş ‘Dünya’ gazetesi genel yayın müdürü oldu. 1961 Anayasası’nı hazırlayan komisyonda yer aldı. Milletvekili seçilmesinin ardından bir daha gazetecilik yaşamına geri dönmedi.Şahap Balcıoğlu ünlü bir gazeteciydi. Çok sıcakkanlı, kolay iletişim kurabilen ve yazdığı yazılarla bunu öne çıkarabilen bir basın mensubu olarak gazetecilik yaşamında çok önemli başarılar kazandı. Balcıoğlu ile ilişkimiz 12 Eylül 1980 askeri darbesinin öncesinde, yazarlar tarafından kurulmuş bir kooperatifin haftalık yayımladığı ‘sanat’ gazetesinde yeniden kesişti. Haftalık ‘Somut’ gazetesinde, hem sorumlu müdür olarak hem de yazar olarak yer aldım. Balcıoğlu, haftalık yayımlanan gazete için olağan üstü söyleşiler yaptı. Gazete büyük ilgi görünce, sıkıyönetim tarafından takibe alındı. Doğal olarak 1961 Anayasası’nı savunarak, 1982 Anayasası’na karşı çıktık. 1961 Anayasası’nı bozarak 1982 Anayasası’nı hazırlayan komisyonun konuşmalarını yayımladım. Genelkurmay bizi rahat bırakmadı. Önce dağıtımımızı engellendi. Şahap Balcıoğlu, İstanbul sıkıyönetim komutanıyla konuşmasına rağmen, bu girişim sadece gazetenin bir süre daha yayın hayatına devam etmesini sağladı. Can Yücel gazete için her hafta taşlama yazardı. Nâzım Hikmet’in şiir olarak yazdığı vasiyetnamesini de ölüm yıldönümünde yayımladık. Vasiyetname ve taşlamalar gerekçe gösterilerek, dönemin kooperatif başkanı Erol Toy ve benim hakkımda dava açıldı ardından Genelkurmay’ın emri ile gazete kapatıldı.Şahap Balcıoğlu’nun ünlü sanatçılarla yapmış olduğu söyleşiler, edebiyat açısından da çok önemliydi ve büyük ilgi görüyordu. Balcıoğlu’na meslek yaşantıma adım atmamda gösterdiği olanak nedeniyle, şükranlarımı sunuyor, saygıyla anıyorum.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Malik Yolaç
‘XII. Dönem İstanbul Milletvekilliği’ ve ‘ Devlet Bakanlığı’ görevlerinde de bulunan ‘Akşam’ gazetesinin sahibi Malik Yolaç, 27 Mayıs 1960 tarihinden önce başarılı ve tanınmış bir iş adamıydı. 27 Mayıs 1960 tarihinde yönetime el konulmasıyla birlikte varlıklarını kaybetti. Farklı alanlarda da ticaret yapmış olsa da, ‘armatör’ kimliği daha fazla öne çıkmıştır.Nâzım Hikmet’in Kadıköy limanından alınarak, Karadeniz açıklarında durdurdukları, Romanya bandıralı bir gemi ile yurt dışına çıkarılışında, Malik Yolaç’ın ‘Kristof’ marka motoru kullanıldı. Yıllar sonra bu olayı basınla paylaşan Yolaç’ın; iyi giyimli bir çiftin motoru satın almak, öncesinde de bir deneme sürüşü yapmak istediğini ve bu deneme süreci içerisinde Nâzım Hikmet’in yurt dışına çıkarıldığını sonradan öğrendiğini, ertesi gün satın almaktan vazgeçtiklerini söyleyerek motoru geri getiren çiftin, Nâzım Hikmet’in kız kardeşi Fatma Melda Kalyoncu ve eşi Refik Erduran olduğunu bilmediğini açıkladı. Refik Erduran’ın bu cesaretli girişimini, Nâzım Hikmet’in kız kardeşiyle evli olmasından kaynakladığını düşünüyorum.Dünyaca ünlü şairimizin, hapishanede kaldığı süre içerisinde sağlık sorunları ciddi boyutlara ulaşmıştı. Hapisten çıktıktan kısa bir süre sonra, Kadıköy Askerlik Şubesi tarafından çağırıldı. Nâzım Hikmet’in askere alınacağı bildirildi. 1919 yılında Heybeliada Deniz Lisesi’ni bitirerek ‘Deniz Subayı’ olarak göreve başlamış ve yakalandığı rahatsızlığının ardından Deniz Hastanesi tarafından askerlikten çürüğe çıkarılan bir insanın, kırk yaşında ve rapor verilebilecek düzeyde kalp rahatsızlığı ile boğuştuğu halde askere almak anlamsızdı. Heybeliada Deniz Lisesi’nde eğitim aldığı için askerlik yapmış sayılmaz mıydı! Askerlik görevi esnasında öldürülebileceği iddiaları yüzünden, dostları tarafından yurt dışına gitmesi konusunda ikna edildi. Gazeteci dostları; Vâlâ Nureddin, Zekeriya ve Sabiha Sertel ve avukatları Mehmet Ali Cimcoz ve Mehmet Ali Sebük bir an önce yurt dışına gitmesini öneriyorlardı. Harp Okulu öğrencilerinin dolaplarında bulunan şiirleri yüzünden Nâzım Hikmet suçlanıyordu.Malik Yolaç, ‘Akşam’ gazetesi ile Türk basınını önemli yeniliklerle buluşturmuştur. ‘Milliyet’ gazetesinden ayrılan ve gündemde olan Çetin Altan’ı yazar kadrosuna dahil ettiği sıralarda ben de sanat yazarı olarak yazar kadrosuna davet edildim. Doğan Özgüden’in genel yayın müdürlüğünü üstlendiği gazetede, yazı işleri müdürlüğünü Doğan Koloğlu yürütüyordu.Son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin ikinci eşi olan ve erkek çocuk doğuramadığı için hükümet kararıyla zorla boşatılan Prenses Süreyya, Avrupa’da yayınlanmak üzere anılarını kaleme aldı. Malik Yolaç bu anıları gazetede yayımlamak üzere satın aldı. Prenses Süreyya’nın anıları olağanüstü büyük ilgi gördü. Gazete muazzam bir tiraj yakaladı ve ‘Hürriyet’in ardından en yüksek satışa sahip ikinci gazete oldu.Malik Yolaç, Türk basınında büyük bir ilke imza attı. O zamana kadar gazeteler İstanbul’da basılır ve dağıtım, kamyonlar aracılığıyla tüm Türkiye’ye ulaştırılırdı. Hangi yayın organı okuyucuya önce ulaşırsa, o gazete günün en çok satılan gazetesi konumuna ulaşıyordu. Özellikle kış şartlarında çok zorlu olan bu dağıtım işi, ekipler için büyük bir sorun yaşatıyordu.Malik Yolaç, Türkiye’nin dağıtım için merkez oluşturacak noktalarında matbaa açarak ya da o bölgedeki matbaalarla anlaşarak, gazetenin dağıtım ağını yerelde çözüme ulaştırmış ve iç bölgelerde iki gün sonra okuyucuya ulaşan gazetenin, yayımlandığı gün tüm Türkiye’ye ulaşmasını sağlamıştır. Bu Türk basını için devrim niteliğinde bir gelişme oldu. Bütün yayın organları bu yolu izlemeye başladı.‘Akşam’ gazetesi satış rakamlarında dolu dizgin gidiyor ve okur kitlesiyle buluşuyordu. Haberde de cesur bir gazetecilik örneği sergiliyordu. Ama Malik Yolaç’ın bu yükselişi Türkiye işçi sınıfının en büyük eyleminin gerçekleştiği 15-16 Haziran 1970 tarihinde çok pahalıya mal olacaktı. Gazete, 12 Mart 1971 tarihinde gerçekleşen darbe sırasında yayın anlayışı nedeniyle büyük baskıya uğradı. İş adamı olarak büyük sıkıntılar yaşayan Yolaç, bu baskıyı kaldırmakta güçlük çekti. Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekilli olan Çetin Altan susturulmak isteniyordu. Çetin Altan ve Doğan Koloğlu’nunda aralarında bulunduğu bazı gazeteciler tutuklanarak hapise konuldu. Genel yayın müdürü Doğan Özgüden yurt dışına çıkarak tutuklanmaktan son anda kurtuldu. Ben de işine son verilen gazeteciler arasında yer aldım. Malik Yolaç, yüksek tirajlı gazetesini elden çıkarmak zorunda kaldı. Önceden planlandığı belli olan bir girişimle, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu gazetenin yeni sahibi oldu. Gazete bir daha eski başarılı günlerini yakalayamayarak ilan gazetesi konumuna düştü.Yolaç, gerçekten eğitimli, kültürlü, büyük başarılar yakalamış, milletvekili ve bakanlık yapmış değerli bir insan. Kendisine sağlıklı bir yaşam diliyorum.
Yazının DevamıTaraftarın güvendiği başkan Ali Koç
Başkanlık seçimini büyük oy farkıyla kazanan Ali Koç, Fenerbahçe’de bir ilki gerçekleştirdi. Seçimin yapıldığı gün bir yazım yayımlanmıştı gazetede, sonra yazmadım. Ancak, yanlış değerlendirmeler; yandaş basının taraf tutan spor yazarlarının büyük çoğunluğu futbol takımının ilk devreyi başarısız geçirmesi nedeniyle teknik kadrodan çok giderek başkanı ve yönetim kurulunu eleştirmeye başladılar. Özellikle, FB’nin Ümraniyespor’a elendiği gün, TRT Spor’da beğendiğim spikerlerden Erdoğan Arıkan’ın programı vardı. O, her gün aynı programları yapar. Ancak, bu kez iki konuğu da çok taraflı, saplantılı olarak FB’yi eleştirmeye başladılar. Aykut Kocaman hiç gündemde olmamasına karşın bu iki konuk onu öve öve bitiremediler.
Eleştiri yapacaksan önce hangi konuları gündeme getireceğini saptayıp ona göre değerlendirmek gerektiğini bilmeden ‘ahkâm’ kesmenin ne kadar yanlış olduğunu o gün bir kez daha farkına vardım. Eleştiride çok basit kurallar vardır; artıları önce söyleyeceksin, olumsuzlukları sonra söyleyeceksin. O konuşmaların ne yeri ne de sırası vardı. Erdoğan Arıkan acaba tuzağa mı düşmüştü? Belli ki ikili FB’nin eski yönetimine bağlılığını göstermek için Başkan Ali Koç ve yönetimini eleştirip durdu. Hoş olmayan bir görüntü çıkmıştı ortaya. Nasıl bir yönetimi devraldığını defalarca değil de yeri geldiğinde açıklayan Başkan Ali Koç’un FB’ye getirdiği rüzgârı ve başarıları görmezden gelmenin ne kadar ucuz bir değerlendirme olduğunu belirtmek istiyorum. Başkan Ali Koç’un FB TV’de yapmış olduğu açıklamalı konuşmasında kulübün her alandaki gelirlerinin icra altında olduğunu açıklamasından sonra Aziz Yıldırım yönetiminin kulübü nasıl borç batağında bıraktığını anlamak güç değildi. Bütün bu alacaklıları, bugüne kadar hiçbir kulübün başkanının yapmadığı bir bağışla Başkan Ali Koç durdurdu. Bunları öğrendikten sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini anımsadım. Çünkü bütün gelir kapıları kapalıydı. Bu olumsuz durum Başkan Ali Koç’un bağışıyla çözümlendi. Hiçbir spor yazarı bu konuşmaların üzerinde durmadı! Konuşmanın devamı vardı. Geçen yıl Profesyonel Lig’de ikinci olan FB takımının futbolcularına 82 Milyon TL borç birikmişti. Yeni yönetim bunları bir çırpıda ödedi. Beni şaşırtan FB’de görev yapıp gönderilen, paraları ödenmeyen 24 futbolcunun mahkeme başvurularının hukuksal yönden çözümlenmesiydi. Bu yandaş futbol eleştirmenlerinin amacı, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek anlamını taşımak olan saldırılarının ardı arkası kesilmedi. Çok başarılı işlerin yapıldığını hiç değerlendirmeden, futbol takımının başarısızlığı nedeniyle yönetime giderek saldırılar arttırıldı. İki teknik direktör gönderildi, yeni futbolcular alındı. Bu kez Comolli neden gönderilmiyor? diye yönetim eleştirilmeye başlandı! Spor yazarlarınca sadece FB’de değil diğer üç büyük kulübün de yönetimi sürekli eleştirildi. Kulüplerin yönetimle ilgili konuşmaları verilir o kadar. Onları eleştirmek spor yazarlarının görevi değildir. Bence, spor yazarları maçları, teknik direktörleri, futbol karşılaşmalarını, hakemleri eleştirmekle yükümlü olmalıdır. Kulüplerin iç işlerini, yönetim biçimlerini eleştirmek onların görevleri değildir. Diğer üç büyüklerle ilgili yazılarımı da yazacağım. Bugün taraftar FB’nin her maçında Ülker Stadyumu FB Şükrü Saraçoğlu Spor Kompleksi’nde ortalama 35 Bin kişiyle yalnız bırakmamaktadır. Bu ilgi FB Yönetimi’ne taraftarın güvenini ve desteğini gösteriyor. Geçen yıl Aykut Kocaman’ın görevde olduğu kapanış maçında Kadıköy’de Konyaspor’u 2-1 mağlup ettiği maçtaki taraftar sayısı 5500’dü ve FB ligde ikinci sıradayken, GS, İzmir’de Göztepe ile şampiyonluk maçı oynuyordu.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Haldun Simavi
Türk basınını oluşturan bütün unsurların yer aldığı ‘Cağaloğlu Meydanı’, seksenli yıllara kadar Bâb-ı Âli için merkez noktası oldu. Türk basınının merkezi noktası olan bu bölgede çalışan insanların, buluşma, karşılaşma ve dağılma noktası olan bu bölgede, her sokakta bir gazete, yayınevi ya da matbaa vardı. Önemli bir geçit noktası olan meydanda, haber alışverişleri de yapılırdı.Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın aldığı bir kararla, Cağaloğlu’nda yer alan bütün gazeteler, sonraki dönemde İstanbul’un çeşitli bölgelerine dağıldı. Bâb-ı Âli’nin özellik taşıyan tarihsel kimliğide, basının buradan ayrılmasının ardından bu kimliğini yitirdi. Bir zamanlar çok hareketli olan bu bölge sessizliğe büründü.Bir öğlen üstü, Nuruosmaniye Caddesi’nde yer alan ‘Kim Dergisi’ bürosundan çıktım. Cağaloğlu Meydanı’na doğru yürümeye başladım. Tam meydana geldiğimde Haldun Simavi ile ‘Hürriyet’ gazetesinin binasından çıkarken karşılaştık. O sıralarda ortalıkta dolaşan bir bilgi olan, ‘yeni bir gazete’ hazırlığı içinde olup olmadıklarını Haldun Bey’e sordum. ‘Yok öyle bir şey!’ diyerek yürüyerek uzaklaştı. Birkaç gün sonra, yeni bir gazetenin yayın hayatına başlayacağı ve okuyuculardan gazetenin adı için öneri beklediklerini içeren duyurular çıkmaya başladı. Kısa bir zaman sonra ‘Günaydın’ gazetesi, ‘Hürriyet’ gazetesinin kardeşi olarak Bâb-ı Âli’de doğmuş oldu.Kabataş Lisesi’ni bitirmesinin ardından Yenigün matbaasında gazeteciliğe başlayan Haldun Simavi, ABD’de gazetecilik ve gazete işletmeciliği eğitimi aldı. Hürriyetin kurucusu Sedat Simavi’nin 1953 yılında yaşamını yitirmesi üzerine kardeşi Erol Simavi ile Hürriyet gazetesinin yönetimini üstlendi. Babadan gazeteci olan Simavi kardeşler, Haldun Simavi’nin ‘Günaydın’ gazetesi yayın hayatına kazandırmasının ardından yollarını kardeşçe ayırdı. İlgiyle gazeteyi izlemeye başladık. Hızlıca tiraj alan bir gazete oldu. Diğer gazetelerde olmayan yenilikler içeriyordu. Magazin sayfası bile diğerlerinden farklıydı. Genel yayın müdürü Rahmi Turan’ın başarılı manşetleri ve birinci sayfa tasarımlarıyla etkin bir gazete konumuna ulaştı. ‘Günaydın’ gazetesi o dönemde milyon tirajına ulaşan ilk ve tek gazete oldu.Haldun Simavi, gazetenin yayın hayatına başladığı ilk zamanlarında, ‘çoluk çocukla gazete çıkarıyor’ şeklinde bir takım eleştirilere maruz kaldı. Eleştiriler, gazetenin yüksek tiraj başarısının gölgesinde kaldı. Haldun Simavi’nin yönetimindeki bu genç gazeteciler, başarılı gazetecilik örnekleri verdiler. Rahmi Turan’ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı gazetenin, ilk dönem genç yazarları arasında; Necati Zincirkıran, Mehmet Barlas, Esfender Korkmaz, Hasan Cemal, Can Ataklı, Akgün Tekin, Ruhat Mengi, Bekir Coşkun, Melih Aşık sayılabilir. Adlarını saydığım genç yazarların hepsi, bugün bildiğimiz tanıdığımız ünlü gazetecilerdir.Bu başarılı yayın organı 1988 yılına kadar başarılı bir şekilde yayın hayatını sürdürdü. Simavi Ailesi’nin gazetecilik anlayışı içerisinde ‘holdingleşme’ düşüncesi hiçbir zaman olmadı. Haldun Simavi, beklenmedik bir gelişmeyle ‘Günaydın’ gazetesini Kıbrıslı iş insanı Asil Nadir’e sattı. Nadir basın hayatına fırtına gibi giri ama devamını getiremedi. Yıllar sonra Simavi kardeşler önce 1993 yılında Hürriyet’in yüzde 25’lik hissesini Erol Aksoy’a sattı. Geri kalan hisseleri ise 1994 yılında Aydın Doğan’a satarak medya sektöründen çekildiler.Sedat Simavi’nin başlatmış olduğu gazetecilik geleneği, Haldun Simavi’nin mesleği bırakması, Erol Simavi’nin de yaşamını yitirmesiyle son buldu. Basın tarihimiz için bir devir kapandı. Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ kaldı.Haldun Simavi’ye sağlıklı ve uzun bir yaşam diliyorum.
Yazının DevamıTürk basınından izlenimler: Rahmi Turan
Türk basınının başarılı gazetecilerinden biri olan Rahmi Turan, gazetecilik yaşamının 61’nci yılında da, ‘Sözcü’ gazetesinde yazdığı başyazılarla büyük ilgi uyandırmaya devam ediyor.Spor muhabiri olarak başladığı 1957 yılından günümüze, sırasıyla; spor şefi, spor sorumlu müdürü, yazı işleri müdürü ve genel yayın müdürü olarak sürekli yükselen bir grafik çizdi. Genç yaşında olanakları iyi değerlendiren ve getirildiği her görevi başarıyla yetiren getiren usta gazeteci, gazetecilik mesleğinde yakaladığı başarılarla, tekrarlanması zor ve çok önemli istatistiklere imza attı. Mesleğinin uygulamadaki inceliklerini, yaratıcı zekasıyla birleştirerek, içinde bulunduğu yayın kuruluşlarına doğrudan tiraj kazandırdı.Kültür sanat servisi yöneticiliğini sürdürdüğüm ‘Akşam’ gazetesinde, aynı dönemde Rahmi Turan da spordan sorumlu müdür olarak görev yapıyordu. ‘Akşam’ gazetesinde birlikte çalışmaya başladığımız zamanlara uzanan, bir dostluğumuz bulunuyor. Çalışma disiplini ve yenilikçi fikirleri sonucunda, Türkiye Spor Yazarları Derneği tarafından 1966-1967 yıllarında düzenlenen yarışmada ‘Mizanpaj’ birinciliğini kazandı. Bu başarının, Rahmi Turan’ın ulaştığı doruk noktasının, kırılma anını oluşturduğunu düşünüyorum. Kazandığı bu birincilik, Turan’a 1967 yılında ‘Hürriyet’ gazetesinin kapılarını açtı ve spor servisi yöneticisi olarak görevine başladı.Hazırladığı sayfaların mizanpajı, her zaman dikkat çekici oldu. Bu konuda başarısı inanılmaz boyutlardadır. Kazandığı birinciliğin, gerçekten hak edilmiş bir birincilik olduğu, sonraki yıllarda görev aldığı bütün yayın kuruluşlarında yakaladığı, gazete satış rakamları ile tescillemiş oldu. Türk basın tarihinde yakalanan gazete satış rekorları, Turan’ın gazetecilik anlayışı ve başarı çizgisini anlatmaya tek başına yeterli olur.Babıâli’de, gazetecilik mesleğine ömrünü adamış bir gazeteci olarak, Rahmi Turan’ın başarılarına ve yükselişine doğrudan tanık oldum. ‘Hürriyet’ gazetesinde görev aldığı ilk yılında yaptığı çalışmalarla, gazetenin sahibi Haldun Simavi ve genel yayın müdürü Necati Zincirkıran’ın dikkatini çeken genç gazeteci, alınan yönetim kararıyla, ‘Hürriyet Grubu’nun bir diğer yayın organı olan ‘Son’ gazetesinin yazı işleri müdürlüğü görevine getirildi. ‘Son’ gazetesinin o dönem 290 bin olan satış rakamı, altı ayda 480 bine çıktı. Tabi bu başarı, gözden kaçırılmayacak kadar gösterişli olunca, Haldun Simavi, genç ve yetenekli yazı işleri müdürünü, ‘Günaydın’ adını vereceği ve çok uzun yıllar Türk basınında söz sahibi olacak yeni bir gazetenin genel yayın müdürlüğü görevine getirdi. ‘Günaydın’ gazetesi, Türk okurlarla buluşmakla kalmadı, kısa süre içerisinde Türk halkının büyük beğenisini kazanarak, Türk basın tarihimizde bir ilki gerçekleştirdi ve bir milyon satış rakamına ulaştı. Genç ve yetenekli genel yayın müdürü Rahmi Turan’ın önlenemez yükselişi ‘Günaydın’ gazetesi ile doruk yaptı. Bu başarıyı sadece ‘mizanpaj’ ile açıklamak elbette yetersiz kalır. Gazete haberlerinde kullandığı etkili ve dikkat çekici başlıklar, bir süre sonra Babıâli’de bile yakından takip edilecek bir düzeye ulaştı.Meslek yaşamı boyunca dokuz farklı gazetenin yöneticiliği üstlenen usta gazeteci, sırasıyla; Günaydın (1968), Tan (1983), Sabah (1985), Bugün (1988), Meydan (1990), Gözcü (1996) gazeteleri ile sıfırdan başlayarak, 600-700 bin gibi büyük satış rakamlarına ulaştı. Özelikle bir milyon satış rakamını geçen ‘Günaydın’ ve bir buçuk milyon satış rakamına ulaşan ‘Tan’ gazetesi, Türkiye’de uzun zaman kırılamayacak rekorların sahibi konumunda.Doğan Holding bünyesinde 1996 yılında yayın hayatına başlayan ‘Gözcü’ gazetesi, gazete satış rakamlarının yüksek olmasına karşın, iktidar tarafından yapılan baskı sonucunda, holding yönetiminin aldığı kararın ardından kapatıldı. ‘Gözcü’ gazetesi yönetimi, Rahmi Turan önderliğinde, ‘Sözcü’ gazetesi olarak, Doğan Holding bünyesinden bağımsız bir yayın kuruluşu olarak, yayın hayatına başladı. ‘Gözcü’ gazetesinden, ‘Sözcü’ gazetesine evrilen bu yeni gazete, genel yayın müdürü Rahmi Turan’ın ellerinde yeniden en çok satan gazeteler arasına girerek ‘Türkiye’nin sesi’ olmaya devam ediyor. Turan’ı bu süreçte yanlız bırakmayan ve yazıları ile gazeteye güç veren yazar kadrosunda; Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Necati Doğru, Uğur Dündar, Saygı Öztürk ve Soner Yalçın’ın da aralarında yer aldığı çok önemli isimler bulunuyor.Türk basınında; duruşu, bakış açısı ve etik anlayışıyla öne çıkan ‘duayen’ gazetecimiz Rahmi Turan, başyazar olarak yazdığı etkili ve uyarıcı günlük yazılarıyla, Türk toplumuna farkındalık yaratmaya devam ediyor.
Yazının Devamı