Son Yazıları

Güncel sözcükler sözlüğü

Afiş: Görülmelik baskı aracı.

Ahlak: Dürstlüğün tersi!

Yazının Devamı

Ülkü erleri

17 Nisan Köy Enstitülerinin kuruluş günü. 1940’ta kurulan bu güzel okullar, 77 yıldır Köy Enstitülerini gündemden düşürmediler.

Bu okullardan yetişen Fakir Baykurtları, Mahmut Makalları, Osman Boluluları, Talip Apaydınları, Ümit Kaftancıoğluları, Dursun Akçamları biliyoruz… Bilinenlerin dışında da nicesi anılarını yazdı. Köy Enstitülerinin kendilerini var ettiğini yaşadıklarını anlatarak ortaya koydular.

Yazının Devamı

Çukurova'da dil oturumları

Bu yıl 11. Uluslararası Çukurova Sanat Günleri’nde üç oturumda Türkçeyi konuştuk Kemal Ateş’le. O, yeni yayımladığı Saklı Sözlük üzerine kurdu konuşmasını. Ben Türkçenin kirlenmesinin nedenlerine değinmeye çalıştım.

İlk konuşmayı Çukurova Sanat Sokağı’nda Fotoğrafya Derneği Salonu’nda yaptık. Bu yıl Çukurova Sanat Günleri’nin ana konusu ‘sınır’ olarak belirlenmişti. Bu nedenle bütün konuşmalar, sanatsal etkinlikler ‘sınır’ın her alandaki çağrışımıyla ele alındı sanırım. Bütün etkinlikleri izleme olanağımız olmadığından hangi alanda nasıl sınırlar çizildi bilmiyoruz ancak bizim konumuz “Türkçede Kirlenmenin Sınırları”ydı.

Yazının Devamı

12 Eylül'ün karanlığından Türkçe'nin aydınlığına

Son yıllarda genç yazarların, ozanların dilleri Osmanlıcaya ağdı. 1980’den sonra yetişenler Türk Dil Kurumu’nun 1983’e değin yaptığı çalışmaların verimlerini göremediler, öğrenemediler. Gencecik çocukların dilinde en ağdalı Osmanlıca sözcükler kol geziyor.

12 Eylül generallerinin her şeyi çok bilen baskıcı tutumları, ülkemizin en bilimsel çalışan kurumlarından birini yok etti.

Yazının Devamı

Silahsız insan güçlüdür

Emekli bir savcı ağabeyimiz vardır Ekrem Alptekin. Gerçek bir Cumhuriyet Savcısıdır o. Hem Türkçeye tutkun, hem şiire, edebiyata. 1960’da Cumhuriyet’in Yunus Nadi Ödülleri’nde Oktay Akbal’ın, İsmet Zeki Eyuboğlu’nun önünde Dil Davamız konulu deneme yarışmasında birinciliği alacak denli Türkçeye egemendir. Okuduğu bir şiiri ezberleyecek denli de güçlü bir belleği vardır. 1949’da Fikirler dergisinde çıkan Metin Eloğlu’nun Gözdağı şiirini bana belleğinden yazdırmıştı.

“Ben bu evde oturamam

Yazının Devamı

Evet-Hayır'a tutsak olduk!

Yeni Anayasa oylaması ülkeyi tümüyle tutsak aldı. Bu nedenle ülkenin can alıcı sorunları gündemden düşürüldü.

Gazetelerde, sanal evrende yazan hemen bütün yazarlar, olayları ele alırken doğal olarak evet-hayır bölünmesinden yola çıkıyor. Bundan önceki Anayasa Oylanırsa, Evet Hayır’ın Vicdanı başlıklı yazılarımda ben de bu bağlamda düşüncelerimi belirtmeye çalıştım.

Yazının Devamı

Evet-Hayırın vicdanı

Başlığı, Emin Özdemir’in Sözcüklerin Vicdanı kitabından esinlendim.

Bugünlerde bütün ülkenin üzerinde düşündüğü, diline doladığı iki sözcük bunlar evet-hayır. Bu sözcüklerin vicdanı var mı? Sözcüklerin vicdanı olur mu?

Yazının Devamı

Özgürlük!..

“Spina: ‘Beklemek kadar kötü bir şey yoktur’ diyor, gurbette de hep beklerler. Ama insan harekete geçmeli ve artık yeter, demeli; bugünden itibaren tamam!”

Nunzio: ‘Ya hürriyet yoksa’ diyor.

Yazının Devamı

'Ben bunu hak ettim mi?'

“… Çamlıkdüzü’nde en büyük binalardan birine başlamak üzereydik. 50 binalık projenin uygulanacağı alanın çevre kazıkları çakılmıştı. Şimdi, yolları kesinlikle saptamak; bunlara göre binaların yerlerini bulmak ve ilk başlayacağımız binanın yerini doğru olarak belirlemek gerekiyordu. Bu iş, yanlış yapılırsa bütün proje bozulabilirdi. Flamalar, şerit metre, eşit yükseklikleri bulmak için iki ucuna iki cam boru takılmış içi su dolu uzun bir lastik borudan ibaret düzeç belli başlı araçlarımızdı. Ölçüp biçerek işe başladık. 3,4 ve 5 metrelik üç iple elde ettiğimiz dik üçgeni kullanarak yapacağımız binanın tam yerini ve köşelerini tekrar tekrar yaptığımız kontrollerle saptadık. Temelin köşelerini, beton kazıklar çakarak belirttik. Planda, denize göre zemin kotları, bunlara göre su basman yükseklikleri ve temel derinlikleri gösteriliyordu. Düzeç aracılığıyla binanın su basman yüksekliğini kesinlikle bulduktan sonra temel derinliklerine gösterge olacak bir beton kazığı Çamlıkdüzü’nün tam ortasına çaktık. Bu kazık, bütün proje için derinlik röperimiz (ölçmelere esas olan işaret) olacaktı.

Bu işler yapılırken, enstitü öğrencileriyle beraber, güne kuramsal olarak bildiğimiz hesapları, paraleller bulma yollarını, Tales, Pisagor teoremlerini, bileşik kaplar ve daha birçok geometri, matematik, fizik konularını tekrarlamamız, gerçek işte kullanmamız gerekiyordu. İnşaat alanına götürdüğümüz kara tahtada, uyguladığımız işlemlerin teorilerini, denklemlerinin çözümlerini, öğrencilerle birlikte yeniden öğrenmek ve öğretmek zorundaydık. Bilimin yeryüzüne inmesi bu demekti.

Yazının Devamı

Başkanlık Anayasası oylanırsa...

Anayasa taslağı için milletvekillerini ayarlamaya çalışan başbakanın başarılı olmaması gerekiyor. Milletvekilleri kendi özgür istençleriyle düşüncelerini açıklamalı, oylarını ‘reis’leri için değil ülkemiz için kullanmalılar. Bu taslağa oy verirler de halkoylamasına gidilirse sandık başına gittiğimde bu iktidarın son on dört yıldır yaptıklarını düşünerek oy kullanacağım. Çünkü yaptıkları yapacaklarının göstergesidir. Ülkemin emperyalizmin çelik kıskacına düşmemesi için ben de üzerime düşeni oyumla yerine getireceğim.

Bunun nedenlerini de rastgele sıralıyorum:

Yazının Devamı

Ateşi bilirim!..

“Tutuştuğum yerden hep yukarı çıkmayı severim. Göklerdedir gözüm. Kaynağım, anam, babam güneşin katına yükselmek isterim durmadan. Dumanlarım benden önce kimi zaman bir bunalım karanlığı yaratarak, kimi zaman mavi yoksul bir türkü gibi uçarak yükselir gökyüzünün katlarına doğru. Ne ki hiçbir zaman ulaşamaz güneşe. Ben, onun, güneş babamızın, dünyadaki temsilcisi, görevlisi, eliyim. Onun etkisinin kalmadığı ya da bir merceğin odağına düşemediği zamanlarda yapamadığını yapar, yakamadığını yakarım. Ancak şu insanoğlu çok hain. Çok yabanıl kaldı. Beni göklerden çalıp aklına estiği gibi kullandı; av etlerini pişirdi, ormanları tutuşturdu. En olmadık nesnelerden yarattı; en masum varlıkları ateşe çevirdi; binlerce yıllık birlikteliğimize karşın dilini çözemedim insan denen varlığın. Gün oldu, beyninin ürünlerini, kitapları tıktı ağzıma; gün oldu töresine aykırı düşenleri mancınıklarla fırlattı kollarımın arasına. Közlerin üstüne düşen her canın, ağaç olsun, ot olsun duyduğunuz ‘cız’ sesi yüreğimin sesidir. Sanır ki zavallı insan, etteki suyun, sudaki oksijenin cızırdamasıdır duyduğu ses. Sanır ki insanoğlu aklından geçeni benimle temizler! O ne budalalıktır ki kendi yarattığını yok ederken kendi varlık nedenini de ortadan kaldırmaktadır; çağlardır anlatamadım; gerçeği gözlerinin önüne ateşlerle, küllerle, közlerle koydum ama anlamadı; algı bir birikim işidir. Beni çözmeye çalıştı, karşıtlarımı buldu, gücümü öğrendi ama kendini çözemedi zavallı. Algılayamadı varlık nedenini. Düşünmeyi öğrenemedi; düşüncenin kırıntısından korktu, alışkanlıklarının (inançlarının) tutsağı budala, özgürlük sanısıyla yarı uyur yarı uyanık sürdürdü yaşamını. Dünyayı algılamak, nesnelerin yüreklerindeki tözü yakalamak duyarlığı gerektirir; duyarlıksa birikimi… İnsan, durup dururken düşlerinden, korkularından bilgi sağamaz. Öğrendiklerini akla dönüştürsün yeter. Görmek, duyumsamak algının gücünü gösterir. Çağlardır kendini yineler; çağlardır canına can katacağını düşünürken acımasızlığın aracı kılar beni bu varlık. Yazık ki yeryüzünün otu böceği, toprağı havası kirlendikçe kendisi de özünden azalıyor, yaktıkça azalıyor; kendine yaşam alanları açacağım derken canının yangısını göremiyor, azalıyor; geleceğinin köküne kibrit suyu döküyor, azalıyor.

Çırayı da o buldu; kibriti de o yaptı biliyorum, çakmağı da, atomu da..

Yazının Devamı

Çocuk çığlıkları!

Gecenin içinde. Ortalık dinginken. Herkes derin uykularda yüzerken. Tatlı düşlerle sıcak yatağınızda gerinirken… Bir çocuk çığlığı işitseniz, ne gelir aklınıza?

Güzel güzel deniz kıyısında gezer, gün ışığıyla yıkanırken; işinizde gücünüzde yalnızca üretmeyi düşünürken beyninizin içinde bir çığlık başlarsa ansızın, tüylerinizi diken diken eden bir çığlık bütün hücrelerinize dolarsa, neler düşünürsünüz saliseler içinde?

Yazının Devamı

Arka bahçe turfandaları!

Türk Edebiyatında 1980’den sonra ortaya çıkan yazarların en ünlüleri, emperyalizmin arka bahçesinde yetiştirilen yazarlardır. Emperyalist odakların işbirlikçisi iletişim araçlarıyla şişirilen, Türkçesi bozuk, niyeti bozuk kalem ustalarıdır hepsi!

Onlara aydın denemez. Okumuş yazmış bir takım. Lahana gibi yetiştirilmiş, yurtsuz, köksüz çıkarcı insanlardır. Gerçek kaçkınıdır hepsi. İnsanımızın sorunları hiç mi hiç ilgilendirmiyor onları. Kimi tarihin suyunu çıkarıyor, kimi kendi tarih yazmaya kalkıyor. Konuları yok çünkü. Ana dilleriymiş gibi kimileri İngilizce yazıyor, sonra kendilerini Türkçeye çeviriyorlar.

Yazının Devamı

19 Mayıs

Her öğretim yılının ikinci döneminde başlardık çalışmaya. Beden Eğitimi öğretmenlerimizin, hazırladığı hareketleri, sabahları yedi yüz öğrenci müzik eşliğinde nasıl bir uyum içinde yapardık; düşündükçe bugün de heyecanlanıyorum.

Beden Eğitim öğretmenlerimizin hazırladığı hareketlere müzik öğretmenlerimiz halk müziğinden, sevilen şarkılarından, klasik müzik yapıtlarının hareketli parçalarından ezgiler seçerler; büyük bir coşkuyla devinirdik alanlarda.

Yazının Devamı

Edebiyat ödülleri…

“Kendilerine edebiyatçı diyorlar…

İki şiir uydurup bir belediyede cirit atmayla şair olunur sanıyorlar…

Yazının Devamı