Son Yazıları
Atlantikçiler Erdoğan’ı ikna etti
Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç, Yeni Zellanda Büyükelçileri’nin, yargılaması devam etmekte olan Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını istemeleri haklı tepkilerle karşılaştı. Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bu küstah girişime derhal gereken cevabın verilmesi yönünde tavır sergilemiş ve büyükelçilerin “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan edilmesi için Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na talimat vermişti.
Atlantik cephesinin neden Osman Kavala ile ilgilendiğini Aydınlık okurları yakından biliyor.
Yazının DevamıErdoğan-Biden görüşmesinde gündem: Taviz mi, mücadele mi?
Erdoğan-Biden görüşmesi sadece Türkiye-ABD ilişkilerini değil NATO ilişkilerini de etkileyecektir. Türk-ABD ilişkilerinde eskiye dönüş başlayacakmış gibi bir bahar havası estirilmeye çalışılıyor. Bu tamamen Erdoğan’ı taviz vermeye yöneltmek için başlatılan bir psikolojik harekattır.
ABD Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan görüşmesi öncesinde, görüşmelerin olumlu geçip Türk-ABD ilişkilerinde eskiye dönüş başlayacakmış gibi bir bahar havası estirilmeye çalışılıyor. Bu tamamen Erdoğan’ı taviz vermeye yöneltmek için başlatılan bir psikolojik harekattır. ABD ile ilişkilerde geriye dönüşün bu aşamada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavizler vermesi ile mümkündür. Mevcut sorunlarla ilgili Türkiye tarafından verilecek en ufak taviz, ABD'nin ülkemiz üzerinde yarattığı beka sorununu daha da ciddi boyutlara taşıyabilecektir. Bunun bilincinde olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın taviz vermesi beklenilemez.
Yazının Devamıİncirlik Hava Üssü’nün karnesi
Başlığımız her ne kadar incirlik Hava üssünün karnesi olarak atılmış olsa da bu üssün geçmişini, yani tarihini bilmeden karnesini değerlendiremeyiz o nedenle müsaadenizle üssün tarihine kısaca göz atalım.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin stratejik konumu, ABD'nin Ortadoğu’daki menfaat ve çıkarları için daha çok dikkat çekmeye başlamıştı. Öte yandan CIA raporlarında Rusya yayılmasına karşı durabilecek bölgedeki tek güçlü ordunun Türk ordusu olduğu, Türkiye’nin NATO’ya alınması ve buralarda üsler kurulması sıklıkla yer alıyordu. ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Edwin C. Wilson 25 Mayıs 1948 tarihinde Türkiye’de askerî bir üs kurulması için Türk yetkilileri ile görüşmeler yapıyor ve ardında da ABD Genelkurmayı tarafından hazırlanan raporda (1949 Mayıs) İskenderun-Adana bölgesinde bir hava üssü kurulması gündeme getiriliyor.
Yazının DevamıDefender Europe 21 ve Türkiye
NATO üyesi 21 ülke ile üye olmayan Bosna-Hersek, Kosova, Moldavya, Ukrayna ve Gürcistan katılımı ile tatbikat 4 Mayıs’ta fiilen başladı. 14 Haziran’a kadar sürecek tatbikata 28 bin asker katılıyor. NATO’nun her yıl yaptığı planlı tatbikatlardan biri olmakla beraber bu yıl katılımlar ve kapsam olarak son 25 yılın en büyük tatbikatı özelliğini taşıyor.
Avrupa’nın savunmasının merkeze alındığının belirtildiği tatbikat Alaska ve Baltık Denizine kadar uzuyor. Tatbikata NATO’ya en çok asker ve silah desteği sağlayan ABD’nin EUCOM (Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı) ve Aynı zamanda da SACEUR (Müttefik Kuvvetler Komutanı) Org. Tod D. Wolters komuta ediyor.
Yazının DevamıDış politikada öncelik hissiyat değil menfaat olmalı
Evet bencilce, ben de dahil çoğumuzun kabullenmekte zorlanacağı bir ifade. Günümüz dünyasında bu bencilliği yapabilen ülkeler kendi halkının menfaatlerini korumakla kalmamış ve hatta saygınlıkları artan ülkeler olmuştur. Örnek mi istersiniz alın size İngiltere, Fransa, Rusya, ABD...
Bizim millet olarak belki de en büyük stratejik hatalarımızdan birisi de dış politikadaki ilişkilerimizi; yani dostluk ve düşmanlıkları kişisel ilişkilerde olduğu gibi algılamamızdır. Kişisel ilişkilerde kişisel menfaatleri ön plana çıkarıp dost bildiğini tabiri caiz ise satmak bizim ruhumuzda, genlerimizde yok. Evet güzel bir haslet. Düşmanı da hep düşman belleriz sorunları çözmek için oturup konuşalım, ortak yol bulalım gibi bir niyetimiz de genelde olmaz. Maalesef bütün bunlar dış politikamıza da yansıyınca çevremizi saran emperyalist güçlere karşı da büyük bir zaafımız ortaya çıkmış oluyor.
Yazının DevamıAmerikan derin devletine isyan
ABD seçimleri sonrası başlayan itirazlar ve tartışmaların perde gerisine uzanıldığında işin aslının Cumhuriyetçi Trump ile Demokrat Biden arasındaki siyasi çekişmeden çok daha öteye gittiği görülüyor.
2016 Seçimlerinde Trump’ın kazanması kimilerine göre bir sürpriz olsa da Trump’ın seçimler öncesinde Amerikan seçmenlerine verdiği içe dönük mesaj da etkili olmuştu. Diğer aday Hillary Clinton Amerika’nın güvenliği dünya devliğinden bahsederken, Donald Trump Amerikan halkının birey olarak ekonomik açıdan güçlendirilmesini ön plana çıkarmıştı. Trump’ın önceliği Amerikan halkının refahı ve gelir seviyesinin yükseltilmesi idi.
Yazının DevamıBugünden sonrası
Başlıktan da anladığınız gibi koronadan sonrasını anlatacağım. Kim ne derse desin, korona dünyada pek çok dengeleri alt üst eden bir milat olacaktır.
Koronanın ilk ortaya çıktığı, daha doğrusu yeni bir virüs salgını olarak tanımlandığı 23 Aralık'tan bu yana bakın, neler oldu bir hatırlayalım:
Yazının DevamıYeni düşmana yeni ordu
Güvenlik denilince hepimizin aklına asker, polis, jandarma gelir; yani ateşli silah taşıyan, saldırgan ve kötü niyetli insanlara karşı bizleri koruyanlar.
İnsanoğlunun var oluşundan beri; birbirine üstünlük kavgaları hırs ve menfaat çatışmaları hiç bitmemiş, bitmeyecektir de. Bazı ülkeler emperyalist amaçları için büyük silahlı güçler oluşturur iken diğerleri de kendi hak ve menfaatlerini korumak amacıyla kendi silahlı güçlerini oluşturmaktadır.
Yazının DevamıTürkiye, kimsenin kucağına düşmeyecek kadar büyük bir ülkedir
ABD Fırat’ın doğusunda kaybettiğini, güneye kaydırarak Türk Ordusu'nun imhasından kurtardığı kara ordusunu harekete geçirmek ve 2'nci İsrail’i oluşturabilmek için yeni arayışlar içindeydi. İdlib’de tuzak kuruldu, kışkırtmalar ve karşılık saldırılar yoğunlaştırıldı.
NATO Patriot verebilirmiş, ABD silah mühimmat verebilirmiş, Türkiye’nin yanındaymış...
Yazının Devamıİdlib çıkmazı
Son iki yılda Suriye ve İran’da gelişen olaylar, ABD emperyalizmine karşı bölge ülkeleri arasında ciddi bir yakınlaşma sağlamıştır.
Türkiye, Rusya ve İran’ın bir araya geldiği 5 Mayıs 2017 Astana Mutabakatı, 17 Eylül 2018 Soçi Mutabakatı ile Suriye’de çözüme yönelik ciddi adımlar atılmıştır. Bu işbirliği Irak’ta da kendini göstermiş ve ABD'nin kışkırtması ile Barzani’nin Irak’ı bölme planını da engellemişti. Kısacası bu işbirliği, bölgesel sorunların çözümünde inisiyatifi ele alarak ABD ve AB emperyalist güçlerini devre dışı bırakmıştır.
Yazının DevamıAstana ve Soçi Mutabakatları ayakta kalmalı
Biz ulusalcıların Cumhurbaşkanı Erdoğan’a destek vermesinin ana sebebi; ABD ve AB emperyalizmine karşı tavır alması, BOP Eş Başkanlığı'ndan uzaklaşması ve bölgesel işbirliğine yönelmesidir.
Hatırlayalım: 24 Temmuz 2015'te başlayan ve Batı'nın dayattığı bölücü “Kürt açılımı” safsatasından geri dönüş yapılarak PKK'ya anladığı dilden silahlı mücadelenin başlatılmasına “Saray Savaşı” diyerek arkasında durmayanları dün gibi hatırlıyoruz. Kimileri bu mücadeleyi Erdoğan’ın 2015 Kasım seçimleri için oy devşirme amacıyla göstermelik yaptığını savunurken, ABD ve CIA destekli bir grup da PKK’yı korumak adına Saray Savaşı tarafında yer almıştı.
Yazının DevamıMavi Vatan'ı Libya’dan savunmak
Bilindiği üzere 27 Kasım’da imzalanan Türkiye-Libya anlaşması ile Doğu Akdeniz’deki korsanların üzerine öyle bir tusunami geldi ki şaşkına döndüler. Neydi bu anlaşma?
Türkiye ile Libya ‘Deniz yetki’ ile ‘Askeri iş birliği’ anlaşması
Yazının DevamıKanal İstanbul çılgın proje mi, çılgınlık mı?
17 Ocak 1994’te o dönem DSP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit’in gündeme getirdiği “ İstanbul Kanalı Projesi” o dönemin şartlarından mı yoksa bazı gerçeklerin sonradan anlaşılmasından mıdır konuşulmaktan öteye gidememiştir.
2011 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Kanal İstanbul” projesi olarak hatta çılgın proje olarak gündeme getirildi ve bütçeden ödenek ayrılarak fizibilite çalışmaları başlatıldı.
Yazının DevamıAtatürkçü milli eğitim sistemi-3
Yeni Türk toplumunu oluşturmaya yönelik eğitim modelinin çağdaş, ihtiyaçlara cevap verebilecek ve modern hayata uyabilecek niteliklere sahip olması gerektiğine inanan Atatürk, uygulanacak eğitim-öğretim programlarının özellikleri hakkındaki görüşlerini yine 1922’de Bursa’da öğretmenler yaptığı konuşmasında görüyoruz:"Bence bu programın önemli noktaları ikidir. Birincisi, toplumsal hayatımızın ihtiyaçlarını karşılaması, ikincisi ise modern hayata uygun olmasıdır."Atatürk, eğitimin disiplinli olması konusunda 1 Kasım 1925’te TBMM’yi açış konuşmasında şöyle der:"Hayatın her çalışma alanında olduğu gibi, özellikle eğitim ve öğretimde disiplin, başarının temelidir. Müdürler ve öğretmenler, disiplini sağlamak, öğrenciler de disipline uymak zorundadırlar."Hayatın her alanında olduğu gibi özellikle eğitim ve öğretim alanında da toplumun ihtiyacının karşılanması ve modern ve disiplinli olunmalıdır. Modern eğitimden amaç; çocuğun her istediğini yapabilecek kadar serbest bir ortamda bırakılması değil; aksine ona kontrollü ve disiplinli bir serbestlik içerisinde öz güven aşılanarak belli davranışların kazandırılmasıdır.
FIRSAT EŞİTLİĞİ SAĞLANMALIDIREğitimde fırsat eşitliği sağlayarak toplumun her kesimini eğitim hizmetlerinden yararlandırmak, demokratik rejimlerin temel hedeflerinden biri olmuştur. Büyük Önderimiz bu konudaki görüşlerini1 Mart 1933’de TBMM’nin açılış konuşmasında şöyle dile getirmiştir."Memleketimizi şimdilik üç büyük kültür bölgesi halinde düşünerek batı bölgesi için İstanbul Üniversitesi’nde başlamış olan düzenleme programını daha köklü bir biçimde uygulayarak Cumhuriyet’e gerçekten modern bir üniversite kazandırmak. Merkez bölgesi için Ankara Üniversitesi’ni az zamanda kurmak gereklidir. Doğu bölgesi için Van Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde her şubeden ilkokullarıyla ve üniversitesiyle modern bir kültür şehri oluşturmak yolunda şimdiden girişimlerde bulunulmalıdır."
Yazının DevamıAtatürkçü milli eğitim sistemi-2
ATATÜRK’ÜN MİLLİ DAVALARIN EN BAŞINA KOYDUĞU MİLLİ EĞİTİMİN İLKELERİ NELERDİ?
Atatürk, ileri görüşlü, çağdaş ve tutarlı eğitim anlayışı doğrultusunda Türk eğitim modelinin ilkelerini ortaya koymuş ve sistemin temel taşları oluşturmuştur. Bu alanda elde edilen başarılara her biri uzun gözlemler ve analizler ile onun bize kazandırdığı eğitim ilkeleri sayesinde ulaşılmıştır. O gün ortaya konulan bu temel ilkelerin önem ve önceliğinden bugün de yarın da vaz geçilemeyecektir.
Yazının DevamıAtatürkçü milli eğitim sistemi
Robot askerlerin devreye sokulma aşamasında olduğu günümüzde bilim ve teknoloji savaşları artık ön planda yer almaktadır. Bilim ve teknolojide geri kalmamak ve uygar milletler arasında yer alabilmek; bir ülkenin bağımsızlığı, güvenliği ve halkının refahı ile emperyalist saldırılara karşı en büyük silahıdır. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, 1920'lerde bu gerçeği görmüş ve şu veciz sözlerle dile getirmiştir: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, ya müstakil, ya şanlı, ya yüksek bir cemiyet halinde yaşatır, ya da bir milleti esaret ve sefalete sevk eder.”Bugün dünya ülkelerine baktığımızda eğitim seviyesi yüksek ülkelerin daha güçlü, bağımsız, kalkınmış ve yüksek refah seviyesinde olduklarını görebiliyoruz.Büyük Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında, çok zor şartlar altında başardığı Türk Devrimleri arasında en fazla önem verdiği, şüphesiz Türk Milli Eğitimi olmuştur. Çünkü askeri sahada elde edilen başarıların, ekonomik, sosyal, teknik ve kültürel alanlarda da sağlanarak tam bağımsızlığa ulaşılması ve bunun devam ettirilmesinin eğitilmiş insan gücü ile mümkün olabileceğini gayet iyi biliyordu. Cumhuriyet'in emanet edileceği nesiller tamamen milli bir eğitim sistemi içinde yetiştirilmeliydi. Atatürk milli eğitimin ve öğretimin gerekliliğine öylesine önem vermiştir ki; Kurtuluş Savaşı'nın yürütüldüğü, ölüm kalım mücadelesinin verildiği Sakarya Muharebesi'nden çok kısa bir süre önce, 16 Temmuz 1921 tarihinde cepheyi bırakıp Ankara’ya gelerek 1'nci Maarif Kongresi'ni toplamış ve açılış konuşmasında şunları söylemiştir:“Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarihi gerilemesinde en mühim bir amil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli terbiye programından bahsederken eski devrin hurafelerinden ve kendimize yabancı fikirlerden tamamen uzak, tarihi ve milli karakterimizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü milli dehamızın gelişmesi ancak böyle bir kültür ile temin olabilir.”Bu sözleriyle Büyük Önder, devlet yapısındaki yaraları sarmak için gerekli çabaların eğitim alanında yoğunlaştırılması, eğitim verilirken Türklük anlayışına ters düşen yabancı kültür ögelerinden uzak durulması ve eğitimin milli değerlerimiz doğrultusunda yürütülmesi direktifini vermiştir. Böylece Cumhuriyet dönemine esas olacak temel ilkeleri ortaya koymuştur. Atatürk’ün Milli Eğitim Politikası'na ve Milli Eğitim İlkeleri'ne geçmeden önce Cumhuriyet'in devraldığı eğitim mirasına kısaca göz atalım.OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİOsmanlı döneminde en önemli eğitim kurumu sıbyan mektepleri ve medreselerdi. Bu kurumlarda önceleri dini bilgilerin yanı sıra pozitif bilimlere de yer verilmişti. Bu haliyle medreseler değerli ilim adamları da yetiştirmiştir. Ancak Osmanlı'nın gerileme ve yıkılış dönemlerinde medreselerin bu özelliği de bozulmaya, pozitif bilimlerin yerini dini eğitimler almaya başlamıştır. Dindeki esas kuralların yerini hurafeler, batıl inançların alması ile dini şahsi çıkarlar uğrunda kullananlar çoğalmış ve eğitim giderek yozlaşmıştır. Atatürk bu eski eğitim sistemi hakkında şöyle demektedir:“Hiçbir mantık kaidesine istinat etmeyen birtakım ananelerin, akidelerin muhafazasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok geç olur, belki de hiç olmaz. İlerlemede kayıt ve şartı aşamayan milletler hayatı makul ve ameli müşahede edemez. Hayat felsefesini vasi gören milletlerin egemenliği altına girmeye mahkumdurlar.”Dönemin Avrupa’sında eğitim alanında başlayan gelişmeler ile iktisat ve sanayi alanında yapılan hamleler sonucunda ülkelerin güçlenmesi, halklarının refah seviyelerinin artması Atatürk’ün bu görüşündeki isabetliliği ortaya koyan somut olgulardır. Osmanlı’nın çöküş nedenleri araştırılıp çözümler aranırken eğitim alanında bazı yeniliklere başlanmıştı. Tanzimat döneminde ordunun ihtiyacı olan teknik alanlarda yetiştirilmek üzere yurt dışına öğrenciler gönderilmiş, modern okullar açılmıştı. Dini eğitimi esas alan sıbyan mektepleri ile medreselerin yanında Rüştiye, İdadi ve Sultani adı altında genel eğitim kurumları ile teknik ve mesleki okullar da açılmıştı. Böylece dini ve dünyevi görüşe ağırlık veren iki tür eğitim sistemi ortaya çıkmıştı. Bunlara ilaveten dış ülkelerin misyonerlik faaliyetlerinin birere uzantısı olan yabancı okullar da açılmaya başlanmıştı.Cumhuriyet öncesinde bu genel yapı kapsamında verilen eğitim geniş halk kitlelerine ulaştırılamamış, başta kırsal bölge ve kadınlar arasında olmak üzere koyu bir cehalet dalgası yayılmış, öyle ki halkın yüzde 90'dan fazlası okuma yazma bilmiyordu. Sözün kısası; Cumhuriyet Türkiye’si; nitelik olarak çok düşük ikili yapıda ve cinsiyet olarak da ayrılık esasına dayanan İstanbul ve birkaç büyük yerleşim yeri dışında eğitimle ilgili teşkilatı dahi olmayan bir eğitim enkazı devralmıştı.Bu gerçekleri çok iyi görebilen Atatürk’ün daha Kurtuluş savaşı içinde iken eğitim meşalesini yakmıştı.ATATÜRK’ÜN OLUŞTURDUĞU MİLLİ EĞİTİM PROGRAMI VE BU PROGRAMIN GETİRDİKLERİMustafa Kemal’in 1911 yılında Bingazi’de binbaşı rütbesinde iken arkadaşlarına; “Bir gün ülkemin kaderinde rol alırsam sosyal bir darbe yapacağım. Ama ben halkın seviyesine inmeyeceğim, onu kendi bilgi ve kültür seviyeme çıkaracağım” diyerek milli eğitim konusunda ileride yapacaklarının özünü ortaya koyuyordu.23 Nisan 1923'te TBMM'nin açılışından iki hafta sonra okunan Hükumet programında eğitimle ilgili yapılacak işlere yer vermiş, savaşın bitimiyle birlikte eğitim reformlarının yapılacağını açıklamıştır. Bu programda eğitimin; milli ruhu geliştirme, kendine güven duyma, girişim gücüne ve üretici fikirlere sahip olma, milli bünyemize uygun projelerin geliştirilmesi gibi temel prensipleri ortaya atıyordu.Başarıya ulaşmak için sarsılmaz bir inançla başlayan milli eğitim mücadelesi 3 Mart 1924 de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat kanunu ile büyük bir aşama kaydetmişti. Bu kanunla mektep-medrese ikiliği ortadan kaldırılarak eğitim-öğretim birleştirilmiş, okullarda dini eğitime son verilerek laiklik ilkesinin uygulanmasına başlanılmıştı. Atatürk, 30 Ağustos 1925'te Kastamonu’da yaptığı konuşmada laikliğe ilişkin düşüncelerini şu sözlerle ifade etmişti:“Efendiler ve ey milleti iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki yol medeniyet yoludur…”Milli eğitim sistemini yeniden örgütlemek amacıyla 22 Mart 1926'da Maarif Teşkilatı'na dair kanun çıkarılmış ve bu kanunla tüm eğitim hizmetlerinin yürütülmesi belli esaslara bağlanmıştır. Yine bu tarihlerden itibaren modern yaklaşımlara göre hazırlanmış yeni öğretim programları öncelikle ilkokullarda uygulamaya konulmuştur. 1926'dan itibaren orta öğretim ücretsiz olmuş ve karma eğitim uygulamasına başlatılmış. Böylelikle kız ve erkek öğrencilerin bir arada öğrenim görmeleri sağlanmıştır.1 Kasım 1928'de yeni harflerin kabulü ve Türk Alfabesi'nin oluşturulmasıyla eğitim-öğretimde yeni bir sayfa açılmıştır. Okullarda Arapça ve Farsça dil dersleri kaldırılarak modern dünyada geçerli olan İngilizce Fransızca ve Almanca dil dersleri konulmuştur.Atatürk zihninde oluşturduğu makro eğitim planını adım adım uygulamaya koyarak modern bir eğitim sisteminin temellerini atmıştır.
Yazının Devamı