Kemal Ateş

Kemal Ateş

kemalates77@gmail.com

Son Yazıları

Faili meçhul yenilgi

Güzel bir film izlersiniz, daha başta sizi koltuğa oturtur, alıp götürür sizi, gözlerinizi perdeden ayıramazsınız. Zevkle, keyifle izlersiniz. Heyecanlanır, duygulanırsınız da… Ama sonu… Sonu kötü biter bazı filmlerin. Böyle bitmemeliydi dersiniz. Kabul edemezsiniz. Kime kızacağınızı bilemezsiniz. Kimdedir hata? Yönetmende mi, senaristte mi ya da kahramanımızın kabul edemediğimiz yazgısını yazan bilinmez bir güçte midir? Kahramanımıza hak etmediği o sonu, o kaderi hazırlayan her kimse kızarsınız.

Yazının Devamı

Kırşehir türküleri söyleyen sanatçılara

Dili kocaman bir deryaya benzetirim, bazı sözcükler bu deryada can çekişirler. Bir yüzücü çıkıp onları kurtarmazsa yok olup giderler. Bazen çevredeki iyi yüzücülere ya da bir cankurtarana iş düşer. Can çekişen sözcükleri yazarlar, ozanlar, türkücüler tıpkı bir cankurtaran gibi kurtarırlar. Saklı Sözlük dil deryasında boğulurken kurtarmaya çalıştığım sözcüklerle doludur.

Sözcükler neden can çekişirler, neden yok olurlar? Bizdeki en büyük neden ilgisizliğimiz, bilinçsizliğimizdir. Yüzyıllardır Türkçenin gerçek kaynağından uzak durmamız, kendi dilimizi hor görmemizdir. Yazı dilimizin kuruluş aşamasında Osmanlı aydınının gerçek Türkçeyi, halkın dilini “lisan-ı avam” diye aşağılamasıdır en büyük nedeni.

Yazının Devamı

Kassandra laneti

Onca seçim başarısına imza atan Ecevit bile CHP’nin başında yaklaşık sekiz yıl kaldı. On üç yıl ciddi bir başarı gösteremeyen zatı muhterem hâlâ vefasızlıktan söz ediyor. 5 Eylül 2023 tarihinde yayınlanan “Kassandra Laneti” başlıklı yazımı gördüğüm lüzum üzerine bir kez daha köşeme koyuyorum:

Çocukluğum Ankara’nın bir gecekondu semtinde geçti. Romanlarımın, öykülerimin çoğunda buraları anlattım. O yıllarda mahallemizde okuyabilen iki üç gençten biriydim. Komşu teyzeler bana imrenirler, kendi çocuklarının da benim gibi okumalarını isterlerdi. Duşağı kesilirken ya da diş hediği yenirken birkaç çocuğun ağzına tükürmemi istemişlerdi. Ben de onları kırmamak için tükürür gibi yapmıştım. Hayatlarını yazdığım kimi şampiyonların öykülerinde de karşılaştım, köylü kadınlar çocuklarının ünlü pehlivanlar gibi olması için ağzına tükürmelerini isterlermiş. Aslında bu gelenek başka kültürlerde de çok eskilere gidiyor. Mitolojideki Kassandra öyküsünde böyle bir şey var. Kassandra geleceği görme yetisine sahip olmayı dilermiş. Apollon kendisiyle birlikte olursa ona bu yetiyi vereceğini söylemiş. Kassandra öneriyi kabul etmiş, Apollon ağzına tükürmüş, ancak Kassandra Apollon ile birlikte olmamış. Bunun üzerine Apollon onu lanetlemiş; Kassandra geleceği görmesine görürmüş ama bunu kimseye anlatamazmış.

Yazının Devamı

Amasya günlerim

İlk derslerimin heyecanını Amasya Lisesinde yaşadım, özellikle ilk dersin heyecanı bir başkaydı.   Arkamda kara tahta, elimde beyaz tebeşir... Yıl 1971… Bekârdım, öğrencilerimle biraz öğretmen, biraz arkadaş gibi göründüğüm yıllardı.  Nisan ayının güzel günlerinden biriydi ama her tarafı elma kokan kentte huzur yoktu, karışık olaylar yaşanıyordu. Şerafettin Atalay’ın (Can Atalay’ın amcası) öldürüldüğü günlerde gelmiştim kente. Bu cinayet yalnız Atalay ailesinde değil, bütün bir kentte travma etkisi yaratmıştı. Elimdeki siyah James Bond çantasının, zamansız atanmamın, bir de kentteki bu ilk siyasal cinayetin etkisiyle sanırım, beni polis sananlar olmuştu. Yıllar sonra edebiyat öğretmeni olan bir öğrencim anlattı. Solcu nasıl olur diye bizi görmeye gelenler olurmuş. “Bizi bir müzeye koyup bilet kesselermiş keşke!..” diye gülmüştüm. Küçük yerlerde solcu olmak zordu. Farklı bir yaratık göreceklermiş gibi gerçekten bizi görmeye gelenler vardı.

Küçük kentlerdeki huzursuzluklar, dedikodular başkaydı, herkesi sarıverir, dışında kalamazdınız.

Yazının Devamı

Köylü Osmanlıcası

Nurullah Ataç, yazılarında “Hacivat dili”nden söz eder, yarım yamalak Osmanlıcasıyla kendini üst kültürden, saygın kesimden göstermeye çalışanların kullandığı dildir bu. Hacivat, Karagöz’e sorar:

“Zevcen var mı Karagöz’üm?”

Yazının Devamı

De Ki Mi

Vaktiyle bir kitabımın korsan baskısı için karakolda ifade vermiştim. Görevli polis söylediklerimi yazdı, imzalamam için önüme koydu. Altına imza atacağım yazı yazım yanlışlarıyla, dil yanlışlarıyla doluydu.

“Memur bey, benim ömrüm galiba hep dil yanlışı, imla yanlışı düzeltmekle geçecek.” dedim. “Üniversitede şu yanlışlardan dolayı ben öğrencileri sınıfta bırakıyorum. Şimdi altına nasıl imza atarım?”

Yazının Devamı

Anılar, düşler, düşünceler

Carl Gustav Jung, psikiyatrinin çok önemli bilginlerinden biri. 1875 yılında İsviçre’nin Kesswil kentinde dünyaya geldi, 1961 yılında Küsnacht kentinde öldü. Filoloji uzmanı bir papazın oğluydu. Eugen Bleuler’in yönettiği Burghölzli Akıl Hastanesindeki araştırmaları Jung’a psikiyatri alanında uluslararası bir ün sağladı.

Yazar olarak bizi edebiyattan, edebiyatçılardan sonra en çok besleyecek olan bilim dalının psikiyatri olduğunu hiç kuşku duymadan söyleyebilirim. Anılar, Düşler, Düşünceler (Can Yayınevi, 2024) kitabını okuyunca bu düşüncem daha da pekişti. DTCF’de Psikoloji Bölümü bizim edebiyat bölümünün bir kat üstündeydi. Kendi bölümlerini bir kale gibi, bir sit alanı gibi korumaya almış hocalarımız yüzünden çok istediğimiz halde bize yararlı olacak bu bölümlerden dersler alamazdık. Hâlâ öyle mi bilemiyorum?

Yazının Devamı

Bir güreş kurultayı düzenlenmeli

Öyküyü bilirsiniz. Napolyon kurmaylarını toplamış, “Biz bu savaşı neden kaybettik?” diye sormuş. “Üç nedeni var” demiş kurmayları. “Bir, barut bitti…” Napolyon, “Gerisini saymayın,” demiş.

Paris’te Türk güreşi bitti, diğerlerini konuşmaya gerek var mı?

Yazının Devamı

Şirin Payzın’dan çok şirin cümleler

Bir insanın en son yapması gereken işi yapması ne kötü... Sunuculuk, televizyon ekranları Şirin Payzın’ın en son düşünmesi gereken bir iş olmalıydı bence. Her sözüyle, her cümlesiyle Türkçeyi katleden bir sunucu olur mu? Bizde oluyor, bizde neler neler olmuyor ki… “Türkiye toplumu”, “gazetecinin teki” gibi sözlerini geçiyorum…

İşte Şirin Payzın Türkçesinden bazı örnekler:

Yazının Devamı

Olimpiyatlara bir hayalimiz eksik gidiyoruz

1936 Berlin Olimpiyatları’nda ilk altın madalyayı aldığımız gün Atatürk’ün en mutlu gününü yaşadığı anlatılır. Ulusal marşımızın yurtdışında ilk kez büyük bir kalabalığın önünde okunması ömrünün son günlerinde Mehmet Akif’in de en büyük mutluluğu olmuştu. Atatürk’ün Dolmabahçe’de Berlin’den dönen sporculara verdiği yemekte sohbet sırasında, “Çavuş sizi iyi karşıladı mı?” sorusunu ilk olimpiyat şampiyonumuz Yaşar Erkan yanlış anlamış, kendisinin çavuş yapılacağını sanmış. Ata’nın Hitler’den “Çavuş” diye söz ettiğini sonra öğrenmişler.

Güreş, olimpiyatlarda hâlâ Türk sporunun lokomotifidir, 1980 sonlarına dek olimpiyat kürsülerinin üst basamaklarında yalnız güreşçilerimizi gördük. Bu gün de en büyük altın umudumuz onlar. Adını Taha Akgül ile birlikte andığımız Rıza Kayaalp yazık ki bu yarışın dışında kaldı, bizi üzdü. Gerçekten yüz yılda bir karşılaşabileceğimiz usta bir güreşçi, büyük bir yetenektir Rıza, hem kişisel hem kurumsal anlamda büyük bir hatanın kurbanı oldu. Paris’teki madalya hayallerimizden biri eksildi.

Yazının Devamı

Fikirlerine pazar arayanlar

Geçen yazımda Yassıada tutanaklarına dayanarak Necip Fazıl Kısakürek’ten söz etmiştim.

Tutanaklar incelendiğinde örtülü ödenekten birçok yazarın para aldığı anlaşılıyor. Bunlar içinde en beceriklisi Büyük Doğu dergisinin sahibi Necip Fazıl Kısakürek’tir. 147 bin lirayla rekor ondadır. Peyami Safa’dan, Orhan Seyfi Orhon’dan, Yusuf Ziya Ortaç’tan, Burhan Belge’den başka Milliyet’in sahibi Ali Naci Karacan da örtülü ödenekten para alanlar arasındadır. Gene Yassıada duruşmalarından anladığımıza göre, örtülü ödenek dışında başka yollarla dergi vb. yayınlar çıkarma bahanesiyle birçok yazar, bilim insanı DP’den para koparmış.

Yazının Devamı

Necip Fazıl Yassıada Tutanaklarında

Geçen yazımda DP’nin militan gibi kullandığı, yaşamı kitaplarıma da konu olan bir şampiyonun Yassıada’da biten hazin öyküsünü yazmıştım. Bir okurum yazımın altındaki yorumlarda bugünkü davalar gibi asıl azmettirenlerin cezalandırılmadığını yazmış. Yassıada mahkemeleri bugünkü siyasal davalara hiç benzemez. O mahkemelerde tersine asıl azmettirenler büyük cezalar aldılar, Menderes’le birlikte üç kişinin yaşamı darağacında son buldu. Sahte belge, ıslak imza, gizli tanık tartışmaları yoktur bu mahkemelerde. Ayrıca sanıklara karşı ifade veren tanıkların çoğu DP’lidir.

Necip Fazıl Kısakürek’in Yassıada’daki bazı davalarda Büyük Doğu gazetesindeki kışkırtıcı yazılarından dolayı sık sık adı geçer. Onun örtülü ödenekten aldığı (147.000 TL) yardım dolayısıyla Bayar’ın, Menderes’in ifadelerine de başvurulur.

Yazının Devamı

Siyasetçilerin bitirdiği şampiyon

Büyük şampiyonlarımızın yaşamına ne edebiyatımız ne sinemamız ilgi gösterdi. Onların öykülerini araştırmaya başladığımda; “Kimse güreş seyretmiyor, romanını kim okur?” diyenler oldu. Kimse boks seyretmiyor ama Muhammet Ali’nin filmleri, kitapları hepimizin ilgisini çekiyor, dedim. On yılı bulan araştırmalarımın sonunda olimpiyat şampiyonlarımızı yazdım, olimpiyat ateşinin ışığını edebiyatımıza tutmaya çalıştım.

Yazdıklarınızın yazınsal değeri varsa kimi yazarsanız yazın okunur. Bir sitenin yaptığı ankete göre, Sessiz Şampiyon’u hayatında hiç güreş seyretmemiş kadınlar daha çok okumuşlar. Mutluluk duydum bundan. Yaşamı Almanya’da trajik biten Ahmet Bilek’in hayatı bir güreş romanı olmaktan öte, psikolojik bir romanın kapılarını açtı bana. Bu romandan sonra çıkan Cumhuriyet Sporunun Zafer Abideleri’nde de en geniş bölümü ona ayırdım, Sessiz Şampiyon’da yazamadıklarımı da yazdım.

Yazının Devamı

Özeleştiri zamanı

Geçen yazıma yıllar önce Sayın Faruk Bildirici ile aramda geçen bir sohbete değinerek başlamıştım. Bildirici’den sert bir yanıt geldi. Onun yanıtından önce kendisiyle ilgili yazdıklarımı buraya bir daha almak istiyorum:Vaktiyle Faruk Bildirici Hürriyet’teyken röportajlar yapardı. Pazıl biçiminde bir kurgusu vardı o yazıların, hoşuma gitmişti. Bir gün bana randevu verdi, kitaplarımı alıp gazetedeki bürosuna gittim. Önce bazı sorularla yokladı beni, bir röportaj yaparsak neler konuşacağımızı anlamak istedi. Kendisine imzaladığım Toprak Kovgunları, Çürük Kapı, Veresiye Defteri benim Ankara gecekondularını konu aldığım romanlarımdı. Akdere gecekondularında yirmi yılımın geçtiğini, oraları iyi bildiğimi anlattım. Gecekondulardaki değişim, dönüşüm üzerine konuşacaktık. O basit yapılar apartmanlara dönüştükten sonra neler olduğundan, nelerin değiştiğinden söz ettim. Bu gözlemlerimden biri de apartman kapılarına o yıllarda bedava bırakılan bir gazeteyle ilgiliydi. Hatırladınız değil mi o gazeteyi? Dönüşümden önce, yani evler gecekonduyken buralara bedava gazete girmezdi. Kendimce ilginç bulduğum bu gözlemimi de Faruk Bildirici’yle paylaşınca yüzü birden değişiverdi:“Kemal Bey ne var bunda, bedava gazete veriyorlar ne güzel!” dedi.“Siz niye Hürriyet’i bedava dağıtmıyorsunuz?” dedim. Elimdeki kalemi gösterdim: “Ya da biri şu kalemi bize niye bedava vermiyor? Bunun bir maliyeti yok mu, nasıl dönüyor bu çark, değirmenin suyu nereden geliyor? Hangi amaçla o gazeteler bedava dağıtılıyor?” diye sordum. Faruk Bey sustu, yanıt vermedi. Bizim röportaj da olmadı tabii.Şimdi Sayın Faruk Bildirici’nin bu satırlara yanıtı: “Sayın Ateş, benimle ilgili yazdıklarınız külliyen yalan. İçinizde nasıl bir kin biriktirdiyseniz bana iftira atmışsınız. Aramızda öyle bir konuşma geçmedi. Yıllar önce siz benimle görüşmek istediniz, ben sizi tanımıyordum. Kendinizle ilgili anlattıklarınız ve kişisel öykünüz bana ilginç gelmediği için de söyleşi yapmadım. Bu kadar… Sözünü ettiğiniz gazeteyi de hayatımda hiç desteklemediğim gibi dağıtımını da normal bulmadım. Elinize bir kalem ve bir köşe geçmiş olması size beni karalama, töhmet altında bırakma hakkı vermez.”

Ne diyeyim, Faruk Bey bir kez daha şaşırttı beni. Böyle bir konuşmayı hatırlamıyorum demiyor, yanlış da demiyor, yalan diyor. Hızını alamıyor iftira diyor, karalama diyor, hatta kin beslediğimi de söyleyebiliyor ki aman Allah’ım!.. Yılların gazetecisi hiçbir törpü kullanmadan baruta bulanmış gibi bir dille seçebileceği en sert, en kötü sözcükleri seçerek yazmış. Yıllar önce, şu 17-25 Aralık olaylarından epey önce yapılmış görüşmede, 45-50 dakika süren söyleşide genellikle ben konuşmuştum. Çok az konuşan Faruk Bildirici’nin, “Ne var bunda Kemal Bey, bedava gazete veriyorlar ne güzel!” dediğini çok iyi anımsıyorum. Faruk Bey ortada bir bellek sorunu, hatırlama sıkıntısı olabileceğine küçük bir olasılık tanımıyor, tartışmayı bir bellek şu bu sorunu olmaktan çıkarıp bir kişilik sorununa dönüştürüyor ki çok şaşırdım!.. Aradan geçen on-on dört yıl içinde belleği yıpratan çok acılar, kayıplar yaşanmıştır, odanıza her gün gelen pek çok kişiyle yaptığınız konuşmaların her cümlesini nasıl hatırlayabilir ve böyle kesin, keskin bir dille yazabilirsiniz?

Yazının Devamı

Gecekondu kapılarına bırakılan gazete...

Vaktiyle Faruk Bildirici Hürriyet’teyken röportajlar yapardı. Pazıl biçiminde bir kurgusu vardı o yazıların, hoşuma gitmişti. Bir gün bana randevu verdi, kitaplarımı alıp gazetedeki bürosuna gittim. Önce bazı sorularla yokladı beni, bir röportaj yaparsak neler konuşacağımızı anlamak istedi. Kendisine imzaladığım Toprak Kovgunları, Çürük Kapı, Veresiye Defteri benim Ankara gecekondularını konu aldığım romanlarımdı. Akdere gecekondularında yirmi yılımın geçtiğini, oraları iyi bildiğimi anlattım. Gecekondulardaki değişim, dönüşüm üzerine konuşacaktık. O basit yapılar apartmanlara dönüştükten sonra neler olduğundan, nelerin değiştiğinden söz ettim. Bu gözlemlerimden biri de apartman kapılarına o yıllarda bedava bırakılan bir gazeteyle ilgiliydi. Hatırladınız değil mi o gazeteyi? Dönüşümden önce, yani evler gecekonduyken buralara bedava gazete girmezdi. Kendimce ilginç bulduğum bu gözlemimi de Faruk Bildirici’yle paylaşınca yüzü birden değişiverdi:

“Kemal Bey ne var bunda, bedava gazete veriyorlar ne güzel!” dedi.

Yazının Devamı

Güneş Her Şeyin Farkındaydı

Bu kitap tanıtma yazısı için bilgisayarın başına oturduğumda öğrendim Yarbay Gökhan Ünyeli’nin intiharını. Sözünü edeceğim kitapta anlatılanlardan çok farklı, çok uzak değil onun yaşadıkları da, geride bıraktığı mektupta işini kaybeden bir insanın trajedisini okuduk. Bir intihar mektubu değil de bir kurul elinden çıkmış, derslerle dolu bir bildiri metni gibiydi her satırı.

Hayatım çeşitli fakültelerde iyi bir yazının nasıl yazılacağını öğretmekle geçti. İyi yazmayı öğretmek çok zordur. Sırrını hâlâ tam çözemediğim bir işi öğretmek için yıllarımı verdim. İyi yazı yazanların beyninin içinde bir kurul vardır sanki, onlar her şeyi çok yönlü düşünürler, birkaç kişinin aklıyla ince ince düşünürler, birkaç kişinin aklıyla yazarlar. Tıpkı intihar eden Yarbay Gökhan Ünyeli gibi, tıpkı KHK’lı öğretmen Acun Karadağ gibi.

Yazının Devamı