Son Yazıları
‘Avare’nin doğduğu gün, Zakir Hüseyin ölebilir mi?
Tam da “Avare” Raj Kapoor’un 100. doğum gününü kutlarken, aynı gün bir başka büyük Hintli sanatçı Zakir Hüseyin’in vefat haberini aldık. Doğum ile ölüm arasındaki hayat dediğimiz yolculuk, Gılgamış’tan bu yana insanoğlunun her anını meşgul eden bir sır değil mi ki zaten? Doğana sevinirken, en az o kadar normal ve doğal olan ölene de bir o kadar üzülmenin ötesine geçememekte insanoğlu.
Zakir Hüseyin, San Francisco Körfezi’nin bir yakasında, biz de bir başka yakasında yaşadık aynı senelerde. Benzer müzik çevrelerinde yer aldığımız için, Zakir Hüseyin’in adının geçmediği bir müzisyen sohbeti hiç olmazdı. Zakir daha o zamanlarda bile çok ateşli ve zaten çok tanınmış bir tabla üstadı idi.
Yazının DevamıYüz yıllık bir avare: Raj Kapoor
Aralık ayının 14’ünde tüm Hindistan, ölümsüz Hintli yıldız Raj Kapoor’un yüzüncü doğum gününü büyük törenlerle kutladı. 1960’larda sinemaya gidecek yaşta olan hemen herkesin mutlaka görmüş olduğu Avare filmi, Türk insanını da Raj Kapoor’un hayranlarından yapmıştı. O nedenle, biz de o günleri şahsen yaşamış bir hayranı olarak, kısa bir anma yazısı kaleme aldık, büyük usta için.
Ama, bu yazıyı çok daha zevkle okuyup, keyif almak için, gelin hep birlikte şunu yapalım, mümkünse: bilgisayarınızdan ya da cep telefonunuzdan aşağıdaki bağlantıya girip, yazının konusu olan şarkıyı dinleyelim.
Yazının DevamıBir garip cinayetin anatomisi
Hep Müge Anlı yapacak değil ya! Bu defa da biz bir cinayet soruşturması, daha doğrusu tahlilinde bulunalım dedik. Ama bizim ele alacağımız cinayet, öyle kocasını aldatan bir kadın, ya da mirastan pay alamayan bir akraba cinayeti değil. O tür konuları, maalesef sabahın köründen akşamın karanlığına kadar, bir sürü Türk televizyon kanalında zaten pompalayıp durmaktalar.
Aslında, emperyalizmin saldırısı altında her gün yüzlerce cinayetin işlendiği bölgemiz açısından, ta on bin kilometre ötelerdeki New York’ta işlenen tek bir cinayetin ne hükmü olabilir diye düşünebilirsiniz.
Yazının DevamıOn bin metre yukarıdan memlekete bakarken
Siz bu yazıyı okurken, biz de Atlantik Okyanusu’nun 10 bin metre üzerinde olacağız. İki aylık Kuzey Amerika ve Karayipler konser ve konferans turumuzu bitirip memlekete doğru yol alacağız. Turumuzdaki Amerika izlenimlerimizi, zaten her hafta yazdık ve sizlere ulaştırdık. Eksi 10 derecedeki Kayalık Dağların soğuk kafelerinde bile, Aydınlık ve okurlarına olan görevimizi, bizce de fena olmayan bir şekilde yerine getirdiğimize inanmaktayız.
Bu yazı ile memleketimize ve son zamanlardaki hallerine, 10 bin metre yukarıdan ve 10 bin kilometre uzaklardan bakalım istedik. “Dışarılardan Türkiye nasıl görünüyor?” diye her zaman sorular gelir, Türkiye’ye döndüğümüzde. Şimdi, daha memlekete gelmeden ve son iki ayın olan bitenlerini uzaklardan seyretmiş olmanın da verdiği “tarafsızlık” ile, ele alalım ülke hallerini.
Yazının DevamıYarası olanın gocunduğu zamanlar mı?
Om ve Huu sesleri arasında, Bahamalar’dayız bir haftalığına. Om, misafiri olduğumuz Yoga merkezindeki tüm ritüel törenlerinde sabah akşam, yemekten önce ve sonra sürekli tekrarlanan ve bizim Huu’muza benzeyen anlamdaki bir kelime.
Biz de, buradaki bir haftamızda Yunus Emre ve Mevlana Rumi’nin şiirleri ve müzikleri ile, onların Om seslerine Huu’larımız katmaktayız.Yani bir bakıma “hak” anlamına gelen, birbirine eşdeğer iki hitap, Yoga merkezinin bulunduğu Paradise Island (Cennet Adası) semalarında, bir haftalığına karışmış oluyor şimdilik. Biz gidince Om devam ederken, Huu bizimle birlikte memlekete dönecek.
Yazının DevamıDoğru zamanda doğru yerde olmak mı?
Colorado’nun Kayalık Dağlarından, yangından mal kaçırır gibi inmek zorunda kaldığımız günün akşamında, nihayet ölmeden motelimizdeyiz. Arabanızı oda kapısının önüne park edebildiğiniz zaman, oteller motel oluyor sanırım. 18 tekerli tırların arasında, gece yağan karın kayganlığında her saniye ölümle karşı karşıyasınız bu kış gününde.
Bir yanlış hareket, sizi otoyolun dibinde akan, aslında otoyolun takip ettiği Colorado nehrinin buz gibi sularına gönderebilir. Ama nedense bu devasa TIR şoförleri, bambaşka birer yaratıklar doğrusu. Hava durumu sanki onlar için bir eğlenceymiş gibi, basıyorlar gaza.
Yazının DevamıLaflar ile gerçekler arasında kaybolmak
Kayalık dağlardan ve Arizona’nın çöllerinden geçtikten sonra, gecemizi geçirdiğimiz Kaliforniya’nın Bakersfield şehrinden bir manzara ile bu yazımızı açalım istedik. Çünkü yazının konusu seçimler olacak ve bu seçimlerin sonuçlarına önemli etkisi olduğunu düşündüğümüz bir manzara bu, ne de olsa.Bakersfield, Kaliforniya’nın tarımsal kalbi sayılacak iç ovalarının en önemli kavşağında yer alır.
Gördüğümüz kadarı ile giderek çölleşen bu eyaletin tarımsal kesimini iyi yansıtır. Akşam yemeğini yediğimiz Meksika lokantasından, tok karınla gayet memnun çıktığımızda gördüğümüz ilk şey, sırtında kirli bir battaniye ile, saçı sakalı birbirine karışmış, ama ancak 30 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz bir evsiz şahıs oldu.
Yazının DevamıABD’de yanlış tahlil depresyonu
Sadece Kaliforniya’nın değil, tüm ABD’nin en “fikren gelişmiş” sayılan şehri Berkeley’deyiz. Hayatımızın 20 senesini geçirdiğimiz bu yerdeki kırk yıllık Amerikalı dostlarımızla, 5 Kasım ABD başkanlık seçimleri izlemekteyiz MSNBC televizyonunda. Kaliforniya’nın Demokrat Partililiği meşhur, ama Berkeley’de hemen herkes Kamala Harris’çi kesilmiş vaziyette. Bu arkadaşlarımız gönüllü olarak Demokratlar adına telefonla propaganda yapıp seçmenleri Harris’e verdirmek ile görevliler. O nedenle de ne televizyonda açıklanan seçim sonuçlarına ne de Harris’in politikalarına karşı açıktan bir şey söyleyebilme “özgürlüğümüz” elimizden alınmış durumda, akşamın erken saatlerinden beri. “Fikir özgürlüğü, konuşma özgürlüğü” gibi kavramlar askıya alındığı için, kırk yıllık hatırlarına sessizleşmiş haldeyiz. Çünkü adımız gibi bilmekteyiz ki, eğer onlara tam uymayan bir fikir açıkladığımız dakikada, gecenin “istenmeyen adamı” haline geleceğiz. Kırk yıllık dostluğun hatırı filan bunu engelleyemeyecek üstelik.
ABD “solcuları, liberalleri, feministleri”, kısacası tüm Demokrat Partililer seçim gününe böyle bir ruh hali ile başlamışlardı zaten. Biz de geceyi rezil etmemek ve kırk yıllık arkadaşlığın hatırına, söyleyeceğimiz bir dolu şey olmasına rağmen, çenemizi kapatmıştık o geceliğine.
Yazının DevamıYemlenmenin kuş ve insan halleri
Sabahın saat 5’inde uyanılır mı? Uyandık işte. Rahmetli Attila İlhan’ın, bestesini de yaptığımız bir şiirini mırıldanarak, zifiri karanlık kayalık dağlara bakmaktayız:
“gecenin ortasında ne işin varyıldızlara dokunma yanarsınbak birazdan ay da batacakkaranlık bulaşmasın ellerinetersin döner yolunu bulamazsın”
Yazının DevamıABD’de fırtınadan önceki sessizlik mi?
On gündür ABD topraklarındayız. Bir aşağı bir yukarı Virginia ve North Carolina eyaletlerinde gidip gelmekteyiz. Sonbahar aylarında doğanın cümbüş yaptığı bu dağlarda, sarı ve kırmızının tüm tonları bir senfoni gibi. Zaten bu aylarda, binlerce insan ormanların yarattığı doğal tablonun içinde kaybolmanın peşinde, yollara vurmakta kendilerini.
Biz konserlerimiz için koştururken, aynı zamanda sadece iki hafta kalan ABD başkanlık seçimleri ile ilgili ipuçlarını da görmeye ve bulmaya çalışmaktayız. Belki de Amerikan tarihinin en önemli seçimi bu olacak. Hatta sadece ABD için değil, başta Türkiye ve Orta Doğu olmak üzere tüm dünyanın diken üstünde seyrettiği ve beklediği bir seçim, bu 5 Kasım seçimi. Elbette siyasette kimselere kefil olmak doğru olmuyor. Ama bu ABD seçimlerinde, mutlaka insanlık için doğru olan tarafı bulmak ve ona göre tutum almak gerekliliği de var.
Yazının Devamı571 yıllık faturayı ödeyen Türkiye
Geçen haftaki yazımızda Payidar’a “nereye” diye sormuştuk. Bu soru tarihin derinliklerinden gelen “Qo Vadis” sorusudur ve hemen her millette, devlette, imparatorlukta ve hatta bireylerde önemli bir yeri vardır. Genellikle, işler düzgün gittiği zaman hiç kimsenin aklına gelmez bu kısacık soru. Ama işler karıştığı, hiçbir şeyin yolunda gitmediği, toplumsal ve bireysel krizler insanları perişan ederken, hemen herkesin aklında ve dilindedir bu “Qo Vadis: nereye gidiyoruz?” sorusu.
Zaten bu soruyu hem kişisel hem de toplumsal anlamda sormayanlar, kötü gidişata çare de bulamazlar ve kaderleri her zaman, yok olmaktır. Yani tarihte böyle olduğunu, binlerce örnek ile okuduk, gördük ve bizzat yaşadık.
Yazının DevamıNereye payidar, nereye?
Hepimizin üzerinde anlaştığı bir gerçek var: Bizlere bir şeyler oldu ve çok değiştik! Türk toplumu böyle değildi ve şimdi başka türlü bir topluma sahibiz. Yani, nur topu gibi bir toplumsal kişilik bozukluğu hastalığına sahip olduk.
Otuz sene önce aklımızdan bile geçiremediğimiz gerçeklikler, bugün artık hayatlarımızın birer parçası. Ve bundan hiçbirimiz memnun değiliz. Ama durum giderek daha da vahimleşiyor, bunu da hepimiz kabul etmekteyiz.
Yazının DevamıSana dokunmayan İsrail bin mi yaşasın?
Singapur’daki kibrit kutusu büyüklüğünde, ama Manhattan fiyatlı otel odasında, 39 derece ateşle yatarken, “kısa” bir yazı yazmam gerek bu hafta. Sağ olsunlar bazı okuyucularımız, yazılarımızın fazla uzun olduğunu, okunmasının bu nedenle zor olduğunu ifade ettiler. Onlara bu samimi uyarıları için, gerçekten şükranlarımı sunmak isterim.
Bu eleştiri üzerine, eski yazılarıma bir göz attım ve iki daktilo sayfasını geçen hemen hiçbir yazım olmadığını da fark ettim. Yani, dünyada olayların roket hızıyla yola devam ettiği bir zamanda, bir haftanın olan-bitenini analiz edip, fikir beyan etmek için sadece iki sayfalık bir yerimiz ve zamanımız var oluyor böylece.
Yazının Devamı30 Eylül1965: Jakarta’nın orta yeri mezbaha!
Yetmişli yılların Türkiye’sinin bir delikanlısı olarak, ne zaman Jakarta’ya gelsem aynı nostaljik duygular depreşiveriyor. Bu defa da hiç şaşırtmadan aynısı oldu. Gök gürültülü ve fırtınalı bir günün akşamında, nemden sırılsıklam bir havuz başında otururken, gecenin karanlığı beni 1965 yılının 30 Eylül’üne götürdü.
Zaten siz de bu yazıyı 29 Eylül’de okuyor olacaksınız. Neden böyle bir zaman tüneli seyahati gerekti acaba diye düşününce, Lübnan, Gazze, Ukrayna, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bugünkü hallerine, seneler öncesinde Jakarta’da olan bitenlerin bir ön-haberci olduğuna karar verdim. Ve 1965 yılının 30 Eylül’ünde, Jakarta’nın karanlık sokaklarını seyretmeye başladım.
Yazının DevamıMağaradan rezidansa, abesle iştigal etmek!
En ünlü Hint mistik düşünürlerinden biri olan, çağdaşımız Osho’nun mezar taşında şöyle yazar:“Hiç doğmadı, hiç ölmedi, sadece bu alemi 11 Aralık 1931 ile 19 Ocak 1990 tarihleri arasında ziyaret etti ve çekip gitti!”
Buna benzer sözleri en çok söyleyen insanların yaratıldığı bir kültürden geliyoruz. Türkiye’mizin tarihinde buna benzer, bizim bildiğimiz şekilde hayatı ciddiye almayan ve burada bulunup bulunmamak arasındaki farkı da fazlaca takmayan, binlerce düşünürümüz mevcut elbette.
Yazının DevamıKamala Harris ‘solcu’ ise bizden paydos!
Siyasetin de siyasetçilerin de seviyesinin yerlerde süründüğü zamanlardayız vesselam. Ve üstelik yeryüzündeki her köşeye de bulaşmış bir vasatlık ve sürüngenlik bu. Belli ki, zaten fazla yukarılarda olmayan siyasetçi kalitesi, Amerika’dan yaratılan ve alemin her köşesine bulaştırılan “küreselleşme” sayesinde, “küreselleşmiş bir sürüngenlik” salgını haline gelmiş bulunmakta.
ABD elli gün sonra, tarihinin en önemli ve gürültülü seçimine gidecek. Her seçimde olduğu gibi, sadece iki aday var ortalıkta. Gerek ABD’nin kendi iç dünyası gerekse dünyanın dört bir yanı ateşler içindeyken adaylar ve adayların “futbol takımı tarzı destekçileri”, tamamen uydurma konularla, yani eski Türkçede söylendiği gibi, “abesle iştigal etmekle” meşguller. Gazze’de öldürülen 100 bin Filistinli, sadece Los Angeles’ın orta yerindeki kaldırımlarda ömür tüketen 66 bin evsiz, Ukrayna’da ABD sayesinde perişan edilen bir ülke halkı, her gün ABD’nin bir köşesinde meydana gelen silahlı toplu cinayetler tartışma konusu bile olamıyor. Başkan adaylarının tartışmasının ertesi gününden bu yana, Trump’ın “Haitili göçmenler komşularının köpeğini kesip yediler” zırvasını, mal bulmuş mağribi gibi döne döne anlatıp, bunun Trump’ın ne denli yetersiz olduğunun ispatı olduğuna 350 milyonluk ABD’yi inandırmaya çalışıyorlar.
Yazının Devamı