Son Yazıları
Laflar ile gerçekler arasında kaybolmak
Kayalık dağlardan ve Arizona’nın çöllerinden geçtikten sonra, gecemizi geçirdiğimiz Kaliforniya’nın Bakersfield şehrinden bir manzara ile bu yazımızı açalım istedik. Çünkü yazının konusu seçimler olacak ve bu seçimlerin sonuçlarına önemli etkisi olduğunu düşündüğümüz bir manzara bu, ne de olsa.Bakersfield, Kaliforniya’nın tarımsal kalbi sayılacak iç ovalarının en önemli kavşağında yer alır.
Gördüğümüz kadarı ile giderek çölleşen bu eyaletin tarımsal kesimini iyi yansıtır. Akşam yemeğini yediğimiz Meksika lokantasından, tok karınla gayet memnun çıktığımızda gördüğümüz ilk şey, sırtında kirli bir battaniye ile, saçı sakalı birbirine karışmış, ama ancak 30 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz bir evsiz şahıs oldu.
Yazının DevamıABD’de yanlış tahlil depresyonu
Sadece Kaliforniya’nın değil, tüm ABD’nin en “fikren gelişmiş” sayılan şehri Berkeley’deyiz. Hayatımızın 20 senesini geçirdiğimiz bu yerdeki kırk yıllık Amerikalı dostlarımızla, 5 Kasım ABD başkanlık seçimleri izlemekteyiz MSNBC televizyonunda. Kaliforniya’nın Demokrat Partililiği meşhur, ama Berkeley’de hemen herkes Kamala Harris’çi kesilmiş vaziyette. Bu arkadaşlarımız gönüllü olarak Demokratlar adına telefonla propaganda yapıp seçmenleri Harris’e verdirmek ile görevliler. O nedenle de ne televizyonda açıklanan seçim sonuçlarına ne de Harris’in politikalarına karşı açıktan bir şey söyleyebilme “özgürlüğümüz” elimizden alınmış durumda, akşamın erken saatlerinden beri. “Fikir özgürlüğü, konuşma özgürlüğü” gibi kavramlar askıya alındığı için, kırk yıllık hatırlarına sessizleşmiş haldeyiz. Çünkü adımız gibi bilmekteyiz ki, eğer onlara tam uymayan bir fikir açıkladığımız dakikada, gecenin “istenmeyen adamı” haline geleceğiz. Kırk yıllık dostluğun hatırı filan bunu engelleyemeyecek üstelik.
ABD “solcuları, liberalleri, feministleri”, kısacası tüm Demokrat Partililer seçim gününe böyle bir ruh hali ile başlamışlardı zaten. Biz de geceyi rezil etmemek ve kırk yıllık arkadaşlığın hatırına, söyleyeceğimiz bir dolu şey olmasına rağmen, çenemizi kapatmıştık o geceliğine.
Yazının DevamıYemlenmenin kuş ve insan halleri
Sabahın saat 5’inde uyanılır mı? Uyandık işte. Rahmetli Attila İlhan’ın, bestesini de yaptığımız bir şiirini mırıldanarak, zifiri karanlık kayalık dağlara bakmaktayız:
“gecenin ortasında ne işin varyıldızlara dokunma yanarsınbak birazdan ay da batacakkaranlık bulaşmasın ellerinetersin döner yolunu bulamazsın”
Yazının DevamıABD’de fırtınadan önceki sessizlik mi?
On gündür ABD topraklarındayız. Bir aşağı bir yukarı Virginia ve North Carolina eyaletlerinde gidip gelmekteyiz. Sonbahar aylarında doğanın cümbüş yaptığı bu dağlarda, sarı ve kırmızının tüm tonları bir senfoni gibi. Zaten bu aylarda, binlerce insan ormanların yarattığı doğal tablonun içinde kaybolmanın peşinde, yollara vurmakta kendilerini.
Biz konserlerimiz için koştururken, aynı zamanda sadece iki hafta kalan ABD başkanlık seçimleri ile ilgili ipuçlarını da görmeye ve bulmaya çalışmaktayız. Belki de Amerikan tarihinin en önemli seçimi bu olacak. Hatta sadece ABD için değil, başta Türkiye ve Orta Doğu olmak üzere tüm dünyanın diken üstünde seyrettiği ve beklediği bir seçim, bu 5 Kasım seçimi. Elbette siyasette kimselere kefil olmak doğru olmuyor. Ama bu ABD seçimlerinde, mutlaka insanlık için doğru olan tarafı bulmak ve ona göre tutum almak gerekliliği de var.
Yazının Devamı571 yıllık faturayı ödeyen Türkiye
Geçen haftaki yazımızda Payidar’a “nereye” diye sormuştuk. Bu soru tarihin derinliklerinden gelen “Qo Vadis” sorusudur ve hemen her millette, devlette, imparatorlukta ve hatta bireylerde önemli bir yeri vardır. Genellikle, işler düzgün gittiği zaman hiç kimsenin aklına gelmez bu kısacık soru. Ama işler karıştığı, hiçbir şeyin yolunda gitmediği, toplumsal ve bireysel krizler insanları perişan ederken, hemen herkesin aklında ve dilindedir bu “Qo Vadis: nereye gidiyoruz?” sorusu.
Zaten bu soruyu hem kişisel hem de toplumsal anlamda sormayanlar, kötü gidişata çare de bulamazlar ve kaderleri her zaman, yok olmaktır. Yani tarihte böyle olduğunu, binlerce örnek ile okuduk, gördük ve bizzat yaşadık.
Yazının DevamıNereye payidar, nereye?
Hepimizin üzerinde anlaştığı bir gerçek var: Bizlere bir şeyler oldu ve çok değiştik! Türk toplumu böyle değildi ve şimdi başka türlü bir topluma sahibiz. Yani, nur topu gibi bir toplumsal kişilik bozukluğu hastalığına sahip olduk.
Otuz sene önce aklımızdan bile geçiremediğimiz gerçeklikler, bugün artık hayatlarımızın birer parçası. Ve bundan hiçbirimiz memnun değiliz. Ama durum giderek daha da vahimleşiyor, bunu da hepimiz kabul etmekteyiz.
Yazının DevamıSana dokunmayan İsrail bin mi yaşasın?
Singapur’daki kibrit kutusu büyüklüğünde, ama Manhattan fiyatlı otel odasında, 39 derece ateşle yatarken, “kısa” bir yazı yazmam gerek bu hafta. Sağ olsunlar bazı okuyucularımız, yazılarımızın fazla uzun olduğunu, okunmasının bu nedenle zor olduğunu ifade ettiler. Onlara bu samimi uyarıları için, gerçekten şükranlarımı sunmak isterim.
Bu eleştiri üzerine, eski yazılarıma bir göz attım ve iki daktilo sayfasını geçen hemen hiçbir yazım olmadığını da fark ettim. Yani, dünyada olayların roket hızıyla yola devam ettiği bir zamanda, bir haftanın olan-bitenini analiz edip, fikir beyan etmek için sadece iki sayfalık bir yerimiz ve zamanımız var oluyor böylece.
Yazının Devamı30 Eylül1965: Jakarta’nın orta yeri mezbaha!
Yetmişli yılların Türkiye’sinin bir delikanlısı olarak, ne zaman Jakarta’ya gelsem aynı nostaljik duygular depreşiveriyor. Bu defa da hiç şaşırtmadan aynısı oldu. Gök gürültülü ve fırtınalı bir günün akşamında, nemden sırılsıklam bir havuz başında otururken, gecenin karanlığı beni 1965 yılının 30 Eylül’üne götürdü.
Zaten siz de bu yazıyı 29 Eylül’de okuyor olacaksınız. Neden böyle bir zaman tüneli seyahati gerekti acaba diye düşününce, Lübnan, Gazze, Ukrayna, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bugünkü hallerine, seneler öncesinde Jakarta’da olan bitenlerin bir ön-haberci olduğuna karar verdim. Ve 1965 yılının 30 Eylül’ünde, Jakarta’nın karanlık sokaklarını seyretmeye başladım.
Yazının DevamıMağaradan rezidansa, abesle iştigal etmek!
En ünlü Hint mistik düşünürlerinden biri olan, çağdaşımız Osho’nun mezar taşında şöyle yazar:“Hiç doğmadı, hiç ölmedi, sadece bu alemi 11 Aralık 1931 ile 19 Ocak 1990 tarihleri arasında ziyaret etti ve çekip gitti!”
Buna benzer sözleri en çok söyleyen insanların yaratıldığı bir kültürden geliyoruz. Türkiye’mizin tarihinde buna benzer, bizim bildiğimiz şekilde hayatı ciddiye almayan ve burada bulunup bulunmamak arasındaki farkı da fazlaca takmayan, binlerce düşünürümüz mevcut elbette.
Yazının DevamıKamala Harris ‘solcu’ ise bizden paydos!
Siyasetin de siyasetçilerin de seviyesinin yerlerde süründüğü zamanlardayız vesselam. Ve üstelik yeryüzündeki her köşeye de bulaşmış bir vasatlık ve sürüngenlik bu. Belli ki, zaten fazla yukarılarda olmayan siyasetçi kalitesi, Amerika’dan yaratılan ve alemin her köşesine bulaştırılan “küreselleşme” sayesinde, “küreselleşmiş bir sürüngenlik” salgını haline gelmiş bulunmakta.
ABD elli gün sonra, tarihinin en önemli ve gürültülü seçimine gidecek. Her seçimde olduğu gibi, sadece iki aday var ortalıkta. Gerek ABD’nin kendi iç dünyası gerekse dünyanın dört bir yanı ateşler içindeyken adaylar ve adayların “futbol takımı tarzı destekçileri”, tamamen uydurma konularla, yani eski Türkçede söylendiği gibi, “abesle iştigal etmekle” meşguller. Gazze’de öldürülen 100 bin Filistinli, sadece Los Angeles’ın orta yerindeki kaldırımlarda ömür tüketen 66 bin evsiz, Ukrayna’da ABD sayesinde perişan edilen bir ülke halkı, her gün ABD’nin bir köşesinde meydana gelen silahlı toplu cinayetler tartışma konusu bile olamıyor. Başkan adaylarının tartışmasının ertesi gününden bu yana, Trump’ın “Haitili göçmenler komşularının köpeğini kesip yediler” zırvasını, mal bulmuş mağribi gibi döne döne anlatıp, bunun Trump’ın ne denli yetersiz olduğunun ispatı olduğuna 350 milyonluk ABD’yi inandırmaya çalışıyorlar.
Yazının DevamıSchindler’in Listesi’nden Sophie’nin Seçimi!
Hollywood’un “Yumuşak Güç” silahı sayesinde çekilmiş kaç tane İkinci Dünya Savaşı filmi seyrettiniz ömrünüzde? Tarih ile yakından ilgili olduğumuz için, bizim seyrettiğimiz Yahudi Soykırımı ve İkinci Dünya Savaşı filmlerinin sayısını bile hatırlamamaktayız desek yalan olmaz.
Bu yazıya başlarken, “Holocaust” adı da verilen, Alman Nazilerinin Yahudi ve diğer başka azınlıklara uyguladığı soykırım konusunda kaç film yapılmış diye merak ettik ve hiç de kolay olmayan bir film sayımına giriştik. Uzun uğraşlardan sonra, Nazilerin Yahudilere karşı yaptığı insanlık dışı soykırımı ele alan, tam tamına 495 adet film sayabildik!
Yazının DevamıFosforlu Cevriye ve Kostak narsistlerimiz
Bu yazıda, Türkiye’nin aydınları ile kostak ve narsisizm kelimelerinin nasıl bir araya geldiğini, kendimizce ve becerebildiğimiz kadarı ile incelemeye çalışacağız. Aslında memleketteki 200 üniversitenin sosyoloji ve psikoloji bölümlerinin, harıl harıl bu tür konulardaki çalışmalarını görmek isteriz. Ama onların çoğunluğu, galiba memleketin başka sorunlarına kafa yormaktalar ki, 85 milyonumuzu zehirleyen bu kostaklık ve narsisizm hastalıklarına eğilmeyi gerekli bulmuyorlar.
Kostak kelimesini duyunca, hep Neriman Köksal’ın 1960’larda seyrettiğimiz Fosforlu Cevriye filmi gelir aklımıza her nedense. Bir kenar mahalle kızının, özgüvenini ifade eden tarzından olmalı bu hatırlama. Türk Dil Kurumu sözlüğündeki anlamı ise biraz daha karışık. Bunun ilk anlamı zarif, kibar, çalımlı, güzel giyinmiş şeklinde verilmiş. İkincisi ise, garip şekilde, kendini olduğundan daha yüksek ve daha fazla göstermek ve biraz da kabadayılık anlamında ifade edilmiştir.
Yazının DevamıMuasır medeniyeti mum ile ararken!
Bir düğüne davetlisiniz. Tüm davetliler bir masada oturmaktalar. Herkesin önünde tabaklar dolusu atıştırmalıklar ve içecekler dolu. Siz ise hala kapıdasınız ve birilerinin size, oturacak bir sandalye göstermesini beklemektesiniz. Kalabalıkla uğraştıklarına hükmedip, alçakgönüllülükle ve sessizce ayaktasınız. Ama o beklediğiniz “buyurun, sizi de şöyle alalım” lafı bir türlü çıkmıyor ortalıkta dolaşan düğün sahiplerinin ağızlarından.
Kapıda “ağaç edilmiş” bu şahıs siz olsanız, ne yapardınız? Elbette, size bahşedilmeyen konukseverliği, o derin sessizliğinizle cevaplayıp, o talihsiz düğün yerini terk ederdiniz. Hemen hemen yüzde yüzümüz de bunu yapardı büyük ihtimalle.
Yazının DevamıFacebook’tan ajan devşirme çabaları!
Eskiden biraz daha gizli yaparlardı bu işleri. Desteklenmesi gerektiğini, mahalli büyükelçilerden öğrendikleri grup ve STK adı verilen kuruluşları, davet ederek maddi yardım teklif edilirdi. Ve o teklif toplantısında hazır bulunanlar dışında, kimseciklerin ruhu bile duymazdı böyle bir para gelmesini.
Şimdilerde, sosyal medyanın cazibesine dayanamayan milyarlarca insanı da hesaba katarak, artık çok açık bir şekilde yapmaktalar bu “akçeli işleri”. Sadece son bir haftada, Facebook’taki reklamlarını gördüğümüz “para tekliflerinin” ilanlarını yazımıza ekledik. Oradan da göreceksiniz ki sadece para da değil, o paralarla neler yapabileceğinizin eğitimini de size sunmaktalar. Böylece, hazır size verdikleri paranın, en verimli şekilde ise yaramasını da garantiye almak amacı var gibi.
Yazının DevamıGecenin ortasında ne işin var?
Tam da aklımdan geçen gibi oldu: İstanbul’dan bindiğim İndigo havayolları uçağı, bir üçgende hipotenüsün en kısa yol olmasına aldırmayarak, üçgenin diğer iki bacağında uçmaya başladı. Yani, İstanbul’dan Tahran’a, oradan Belucistan bölgesi ve Rajasthan üzerinden Delhi’ye gitmedi. Nedenini pilotlar açıklamadı ama, ben uçağa binmeden on dakika önce okuduğum bir haberden durumu çözmüştüm zaten sanırım:
İran tüm havayollarına haber göndermiş ve uçuşlarında İran hava sahasını kullanmamalarını tavsiye ediyordu, bu kısa haberde. İran’ın, İsrail’in Haniye suikastına vereceği büyük çaplı ceza vardı ya, o sebepten savaşla alakası olmayan bir sivil uçağın kazara düşürülmesi ihtimalini ortadan kaldırmak ve İsrail’i her an tetikte tutmak amacı vardı bu bilgilendirme notunda.
Yazının Devamı...ve Skid Row’dan Biden’a bir mektup gider!
“Sayın Başkan Biden; Los Angeles’in tam orta yerindeki Skid Row’dan selamlar size. Ben John Doe, naçizane son üç senedir Alameda caddesi üzerindeki bir kaldırımda yaşamaktayım. Bu civarlarda benim gibi sokaklarda yaşayan yaklaşık 66 bin kişiden biriyim. Bizlere sürekli “evsizler” diyorlar. Elbette bir bakıma, bu doğru bir tanımlama. Bizim kendileri gibi kapısında bir numara yazan evimiz filan yok. Çünkü, biz ya minicik çadırlarda, ya da bir buzdolabının karton kutusu içinde yaşarız. Yani, gerçekten “ev” denilecek bir yerimiz olmadığı doğrudur.
Skid Row adını verdikleri bu 50 sokaklık bölgede, binlerce çadır ve karton kutu içinde, sizlerin “hayat” dedikleri, bizlerin ise “zulüm” adını verdiğimiz günlerimizi doldurmaktayız. Her sabah güneşin doğduğunu gördüğümüze sükreder ve öldürülmeden bir güne daha başlıyor olmanın heyacanı ile uyuruz. Uyuruz, çünkü buralarda, gecelerimiz çok tehlikelidir. Karanlıkta, ölümün nerden ve kimden geleceği hiç belli olmaz, Skid Row mahallemizde. Gözünüz dört kere açık olmalıdır. Yoksa elinizden çadırınızı da, karton kutudan evinizi de ve hatta, zaten lüzumsuz hale getirilmiş olan hayatınızı da çalıp gidebilirler.
Yazının Devamı