Son Yazıları
Şiir: Edebiyatın Hüma Kuşu
Şiir için eskiler “manzum (vezinli) ve mukaffa (kafiyeli) söz” tanımlamasını yaparlardı.
Yani edebî bir metnin içinde vezin ve kafiye bulunuyorsa, bu onun şiir sayılması için yeterli görülüyordu.
Yazının DevamıEdebiyat: Hayatın endam aynası
Edebiyat Fakültesindeki derslerimde sanat konusunu ele alırken tahtaya çok katlı bir bina taslağı çizer; her kata bir sanat dalının ismini verir, en üst katın üzerine de büyük harflerle EDEBİYAT yazardım.Bundaki amacım, bütün sanat dallarının esas olarak düşüncenin yahut aklı kullanmanın, bir başka deyişle insan yaratıcılığının estetik uzantısı olduğunu anlatmak; dahası, bütün bu sanat dallarının düşünce ve aklı kullanma açısından en işlevsel olanının “edebiyat” olduğu gerçeğini vurgulamaktı. Bu sanat rezidansının en üst katı tabii ki “edebiyat”a tahsis edilmeliydi ve bu kral dairesinin hatırlı konuğu elbette “şiir” olmalıydı.Edebiyatın sanat dallarının en üst katmanında yer alışı, bu sanat dalının düşünme eyleminin temel aracı durumundaki kavramlarla ve kavramların ete kemiğe bürünmüş hâli kelimelerle (sözcüklerle) gerçekleştiriliyor oluşundan dolayıdır. Resim nasıl ki renklerle; heykel mermerle; müzik sesle; mimari taş, toprak, demir ve çimento ile; tiyatro ve dans insan bedeni kullanılarak yürürlüğe konulan eylemler ise; edebiyat da doğrudan doğruya düşünme olayının ana unsuru olan kavramlar ve kelimelerin kullanılması ile yürütülen yaratıcı bir faaliyettir.Bu hâliyle edebî eserler, her biri kristalizasyon harikasına dönüşerek duygu, düşünce ve kültür hazinemizin kutsal mücevherleri hâlinde dünyamıza bilgi ışıkları saçan kelimelerin hayal/şuur ipliği üzerine ustalıkla dizilerek kültürümüzün boynuna asılmış gerdanlıklara benzetilebilir.Edebiyatın sanat şubelerinin en üstünü oluşunun bir başka nedeni de; sayılabilecek bütün diğer sanat faaliyetlerinin tamamının edebiyat aracılığı ile gerçekleştirilebileceği gerçeğidir.Evet, edebiyat yolu ile resim, heykel yapabilir; mimarî yapılar kurabilir, dans ve tiyatro sanatı icra edebilirsiniz. Nasıl mı?.. Şöyle:Edebiyatın hayata müdahale etme, varlığa yeni bir düzen verme gücü teşbih (benzetme), istiare (ayrıntılı benzetme) ve tasvir (suretlendirme/betimleme) gibi işlevsel estetik araçların uygun bir şekilde kullanılabilmesinden kaynaklanmaktadır. Teşbih (benzetme), istiare ve tasvir varlık düzenine devrimci bir müdahale ve eldeki malzeme yardımı ile yepyeni dünyalar yaratma işidir. Cansız madde durumundaki harfleri mantıksal bir düzenle bir araya getirerek (dizerek) yarı canlı kelimeleri; kelimeleri de yine düşünsel gücünüz oranında düzenleyerek cümlelerden oluşmuş canlı organizmalara (metinlere) vücut verirsiniz ve bu metinlerin anlam dünyası içerisinde teşbih (benzetme) ve tasvir (betimleme) yolu ile resimler çizer, heykeller yontar, oyunlar düzenler, sesler kurgular, hareketler ve yapılar oluşturursunuz.Edebiyat ve musiki ilişkisi ise edebiyat ve diğer sanat dallarının ilişkisi bakımından en anlamlı bir görünüm alanıdır. Çünkü edebî bir eserin, özellikle şiirin musiki ile ayrılmaz birlikteliği her ikisinin de ses aracılığı ile yürütülmesi bakımındandır. Edebiyatta sözcükler uygun bir sıra dâhilinde düzenlenerek anlamlı metinlere dönüşür; müzikte ise sesler belli bir sıra dâhilinde dizilerek ahenkli kompozisyonlara, bestelere evrilir. Yıllardır derslerimde öğrencilerimle birlikte ders esnasında ürettiğimiz bir mottoyu burada sizlerle paylaşmak isterim. Bu motto şiir ve musiki ilişkisini bir metaforla şöyle betimlemektedir: “Şiir sözün müziği; müzik sesin şiiridir.” Kelimeleri ahenkli bir şekilde düzenleyerek bir nevi sözün müziğini yaparsınız; aynı şekilde yedi sesi ve oktavlarını belli bir düzen çerçevesinde ustalıkla bağlayarak (besteleme) seslerden şiir yazmış olursunuz. Bir başka deyimle; şiir kelimelerle bestelenmiş müzik; müzik ise seslerle yazılmış şiirdir. Romanıyla, öyküsüyle, denemesiyle ve şiiriyle edebiyat hayatın ve tarihin endam aynası; toplumsal birikimin estetik kayıt sistemidir. Edebiyat söz ve düşünceyi ilgilendiren en önemli etkinlik alanı olması nedeni ile bir yandan birey ve toplum psikolojisini, diğer yandan sosyolojiyi, bir başka yönden ise kültür ve siyaset tarihini ilgilendirmekte ve bu yönü ile de öğrenme ve öğretmenin; anlama ve anlatmanın, özetle, her türlü iletişimin ana üssü sayılmalıdır. Dolayısıyla, edebî eserlerin anlaşılıp bireysel ve toplumsal bilincimizin kayıtlarına girebilmesi; bir taraftan eseri oluşturan sanatkârın kalbinin odacıklarında meydana gelen duygusal yangının, beyninin kıvrımlarında kopan düşünsel fırtınanın; diğer yandan da eserin üretildiği sosyal, kültürel ve siyasal ortamın bütün gerçeği ile eksiksiz tanınması ve anlaşılması koşuluna bağlıdır. Bu nedenle, gerek edebî eseri üretmenin ve gerekse okuyucunun üretilmiş eserlerin bilgi/anlam dünyasının gerçeğine ulaşabilmesinin ciddî bir sosyokültürel tahlil (analiz) gücü oluşturacağını söylemek önemli bir gerçeğin de tanıklığı olacaktır. Bir sonraki yazıda şiiri ve şiiri anlamayı konu edineceğim.
Yazının DevamıSanat düşünce ilişkisi üzerine
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde kırk yılı aşkın öğretim üyeliğim süresinde ve emeklilikten sonra bir vakıf üniversitesinde hocalık yaptığım dört yıl boyunca 1. sınıfların Eski Türk Edebiyatı’na Giriş ve 4. sınıfların Klasik Türk Edebiyatı Metinler Şerhi derslerini kesintisiz bir şekilde yürüttüm. Her biri öğrencilerimle birlikte beyin fırtınası/ortak aklı oluşturma çabası niteliğinde sürdürdüğüm bu derslerde her fırsatta öğrencilerin sanatın en üst dalı olan “edebiyat” ile “düşünce” arasındaki varlık ilişkisinin önemini kavramalarını sağlamaya çalıştım. Onlara ilk derslerde “Sanat nedir?” sorusunu yönelttim ve kendi çabaları ile sanat olayını tanımlamalarını istedim. Bundaki amacım sanat ile düşünce ve aklı kullanma işinin vazgeçilmez bütünlüğünü kavramalarını sağlamaktı.
Öğrencilerimin aktif katılımı ile gerçekleştirmeye çalıştığım bu derslerde sanat olayının tanımlanması ile ilgili olarak vardığımız sonuç şu oldu: “Sanat duygu, düşünce, hayal gücü ve deneyimlerin muhatapta etki uyandırma amacıyla, yaratıcı bir estetik anlayışla ve kullanılan araçların belirlediği farklı biçimlerde ifade edilmesidir.” Bir anlamda düşüncenin ete kemiğe bürünmesi olayı.
Yazının DevamıDivan edebiyatı: Kozmik odamız
Divan edebiyatı veya Eski Türk edebiyatı diye de adlandırılan Klasik Türk edebiyatı gerçek anlamda bizim kültür ve medeniyetimizin kozmik odasıdır. Dilimizin, tarihimizin, dinî ve tasavvufi bilgi dünyamızın, siyasi ve felsefi birikimimizin bütün sırları Divan şiirimizin metinleri içinde çok gelişmiş estetik örtülerin içerisinde gizlenmiş bulunmaktadır.
Eski şiirimizin ruh ve kültür dünyasına duyduğu hayranlık ile neo-klasik tarzda şiirler yazan Yahya Kemal Beyatlı eski musikimiz ile ilgili olarak şu çarpıcı beyti kaleme almıştır:
Yazının DevamıDüşünceye yatırımdan haber var mı?
Ülkeyi yöneten iktidarlar topluma hesap verme gereksinimi duyduklarında yaptıkları yatırımları, ekonomik sahada elde ettikleri başarıları ballandıra ballandıra anlatıp dururlar. Gayrisafi Millî Hasıla’nın artırılması, enflasyonu dizginlemede elde edilen başarı, turizmdeki gelir artışı, kişi başı millî gelirin ulaştığı seviye, yıllık ihracat-ithalat rakamları arasındaki açığın millî ekonomi lehine kapatılması vs., toplumu yönetmeye talip partilerin iktidara geldiklerinde gündemlerini belirleyen en önemli meselelerdir.
Elbette iktidarların faaliyetleri ile ilgili bir sıralama yapılsa, ekonomik konuların ilk maddeleri işgal edeceği inkâr edilemez bir gerçektir.
Yazının DevamıEtnik kimlik mi; ‘İnsanlık’ mı?
Gözün gözü görmediği etnik/dinî/mezhebî kimlikler fırtınasında bizi Nuh’un gemisi benzeri birlik ve beraberlik sahiline çıkartacak, doğamızdan getirdiğimiz ortak kimliğimiz olan “insanlık” kavramına dikkat çekmek, bugünün en önemli görevidir.
“İnsanlık” denilen değer âdemoğlunu varlığın en şereflisi kılan ilahî nefhanın bir tecellisi; onun omuzlarına yüklenmiş emanetinin ta kendisidir. “İnsanlık”, beşeriyet açısından değerlerin en üstünüdür. Ondan daha yüksek bir değer söz konusu olamaz. Çünkü o, Yüce Yaratıcı’nın insana üflediği ruh; beşeriyeti yücelten namus ve onun omuzlarına yüklenmiş kutsal bir emanettir.
Yazının DevamıMillet Binamızın dört fil ayağı
Bir derlenme toparlanma arayışının heyecanını yaşadığımız şu süreçte neyin veya nelerin etrafında yahut şemsiyesi altında birleşme ve bütünleşmeyi gerçekleştireceğimiz ile ilgili olarak herkes bir şeyler söylüyor, her kesim kendi ütopyasını dile getiriyor.
Birleşme ve bütünleşme, daha doğrusu millet olma meselesi bu kadar basit bir şey midir ki bu kadar çok ve farklı düşüncelerin pervasızca ortalıkta dolaşmasını çaresiz seyretme durumunda kalıyoruz?
Yazının DevamıEdebiyat: Düşüncenin Kan Damarı
Düşüncenin ete kemiğe bürünmüş hâli olan edebiyatta estetik yoğunlaşma ve edebî sanatları kullanma konusu ana fikrin muhataba en etkili bir şekilde iletilmesinde oldukça sonuç alıcıdır. Vurgulanmak istenen amacın doğrudan doğruya değil de edebî sanatlarla güçlendirilerek verilmesi, fikrin kalıcılığı ve sürekliliği açısından da yeğlenmesi gereken en doğru yoldur.
Teşbih, istiare, mecaz, kinaye, tevriye, mübalağa, hüsnütalil, iham, irsalimesel, telmih gibi işlevsel lafız ve anlam sanatları sözü en etkili ve en güzel şekilde söylemeyi; dolayısıyla fikri ve düşünceyi en uygun şekilde muhataba aktarmayı mümkün kılmakta, hadi bir metafor yaparak söyleyelim; mana şarabını sanat ve hünerin kristal kadehinde sunmaktadır.
Yazının DevamıCan sözdür
Sözümüze, “söz” diyerek başladık… “Söz”ü konuşmaya devam edelim:
Edebiyatımızın abide şahsiyeti Fuzuli’nin görkemli eseri Leylâ ve Mecnun’da bir beyit vardır ki, “söz”ün mana ve mefhumunu filozofça tanımlar:
Yazının DevamıDüşünce hayatın ruhudur
“Vatan Partisi’nin yüksek ahlâk, erdem ve buram buram millilik kokan siyaset kapısından adımını atmış bulunmanın” kıvancı ile, haftada iki kez (Pazar ve Çarşamba günleri) konuk olacağım bu köşedeki ilk yazımı bireysel ve toplumsal yaşantının devinim kaynağı olan düşünce-hayat ilişkisine ayırıyorum:
Evet, düşünce hayatın ruhudur.
Yazının Devamı