Son Yazıları
Letonya’dan neler çektik
Letonya karşısında kelimenin tam anlamıyla Milli eziyet çektik. Bu kadar üstün oynayıp, bu kadar gol kaçırıyorsak bir yerlerde yanlış olmalı. Bir de ara sıra karşı karşıya kaldığımız kontrataklarda neredeyse gol yiyecektik. Galibiyeti çok istemek başka, saldırmak başka, çağdaş bir futbol takımı olarak oynamak çok başka. Ne yazık ki hala futbolun çağdaş oynanma şekli Milli takıma uygulanamıyor. Letonya kalesi önünde etten duvar örecek, bu belli. Öyleyse topu kanatlara taşımamız gerek. Buna uygun takım kurgusu gerek. Volkan Şen solda, çünkü sağda Gökhan Töre var. Burak’ın arkasında ise Arda. Hakan Çalhanoğlu da oralarda bir yerde. Doğal olarak rakibi duvar ördüğü göbekten delmeye çalışıyoruz. Neredeyse 20 futbolcu Letonya ceza alanı içinde, elbette o kalabalıkta bir yerlerden dönecek. Sağ savunmada Ozan var, ne yapsın. Şener oynayacak durumda ise, ki, 55. Dakikada oyuna girdi. O zaman niye bu kurgu. Üstelik futbolcularımız sol kanatta Caner’i kullanmayı çok geç düşündüler. Daha doğrusu taktiğimiz öyleydi. Bu arada Umut Bulut oyuna girdi, en çok pozisyon üreten Volkan Şen çıktı. Artık iyice göbekten yüklenmeye başladık. Bu arada rakibe çok net iki pozisyon verdik. Şuursuzca saldırmak az daha pahalıya patlayacaktı.Bu durumda uzak şutlar denemekten başka çare yoktu. Bunu ilk akıl eden Şener’in sağbeke girmesiyle orta alandaki asıl yerine geçen Ozan Tufan oldu. Letonya kalecisi Vanins de şansla karışık iyi bir gününde olunca neredeyse istediklerini alacaklardı. Tüm hatlarımızla Letonya üzerine yıkıldığımız bir anda Selçuk İnan’ın uzaktan şutu köşeden filelere takıldı. Ama bitime 5 dakika kala galibiyeti korumak güdüsü pahalıya patladı. Burak’ın yerine Mehmet Topal oyuna sürüldü. Sonradan oyuna giren Sabala uzaktan vurdu, Volkan Babacan yumurtladı ve berabere kaldık. Şansımız var ki, Hollanda kendi evinde İzlanda’ya yenilmesi bize bir ihtimal daha verdi.
Yazının DevamıLetonya’dan da korkulur mu!
Andorra maçı önceki bazıları “şu maçı bir kazanabilsek” diye konuşmuşlardı. Benim de sinirim tepeme çıkmıştı. Doğal olarak sakince anlatmaya çalıştım, aklıma gelenler ağzımdan çıkmadı. Şimdi aynı şeyi bu akşam oynayacağımız Letonya maçı öncesi duymayayım mı? Yok fizik dirençleri iyiymiş, yok maçın sonlarında sıkıntı olurmuş falan filan. Eğer kendi evinizde yapacağınız maçta Letonya’dan korkuyorsanız bu işi bırakacaksınız, yüreği olanlar yapacak.Tam bunları düşünürken, futbolu seven ama pek de haşır neşir olmayan Ali Orhan kardeşim aradı. “Okudun mu” diye sordu. “Sen futbolla ilgili pek bir şey kaçırmazsın, bir e kitap var Milli Takım neden başarısız? diye onu söylüyorum.” Şaşırdım, çünkü Ali Orhan kardeşimin hoşgörülü, bilge kişiliği, bildiğini belli etmez karakteri içinde futbolu böylesine izlemesi ilginçti. Fikret Yıldırım kardeşimiz, Metin Ağaçgözgü ile birlikte Davut Çöl’ün yazdığı Milli Takım neden başarısız? eserini e kitap olarak futbolseverlere kazandırmışlar.Futboldaki 24 zaafımız üzerinden hareket eden yazar Davut Çöl gerçekten yerinde saptamalar yapmış. Özellikle teknik olanları buraya almak zor, ama özet olarak iki tanesini vereceğim ki, zurnanın zırt dediği yerler aslında oraları. YANLIŞ ALGI: Türk medyası, yöneticiler, taraftarlar, antrenör ve futbolcular Milli Takım’ın güçlü olduğuna inanmakta. Fakat, gerçek bunun tam tersi.”BAŞARI KÖR EDERSE: Ara sıra yaşanan parlak dönemler var. Bu başarılar Milli Takım’ın gerçekten zayıf olan yönlerine bakmayı unutturuyor. Zaaflı olan yönler tedavi edileceğine üstleri kapatılıyor.”Benim notum: En baş sorumlu “ders almam, ders veririm” dedikten sonra baş aşağı çakılışımız daha da hız kazandı.Diego-ManiFutbolumuzda bir Diego manyaklığıdır gidiyor. Geldiğinden bu yana tartışılıyor. Bazıları çok beğeniyor ve iyi oynadığını düşünüyor. Bunlar arasında ben de varım. Bazıları ise hiç beğenmiyor. Fenerbahçe takımında yeri olmadığını düşünüyor. Her yere koşmasına, oyunu önceden görmesine karşın işi o değil diyenler bile var. Çünkü koşan bir 10 numara tipine alışmamışız. Alex gibi yürüyerek oynayacak. Sanatını ve ustalığını yalnızca top kendine geldiğinde gösterecek. Takım arkadaşlarının emeğini kendisine para ve şöhret olarak kazandıracak.Hatta bazıları Fenerbahçe’nin Diegosuz bir takım düşünmesi gerektiğini bile söylüyor. Olur, yerine Holmen ve Krasiç versek ne dersiniz? Şaka etmiyorum, onlardan bazıları Holmen ve Krasiç’e methiyeler yazıyorlardı. Dahası ve korkutucusu Holmen ve Krasiç’in çok iyi futbolcu olduklarını söyleyenlerdi. İşte Fenerbahçe ve Türk futbolu açısından ne diyeceğinizi bilemeyeceğiniz bir durum.Artık her yorumun, her düşüncenin altında bir komplo teorisi arar olduk. Geçenlerde, hem de Fenerbahçeli olmayan bir futbolsever, eski futbolcu ile bu konuyu konuşuyorduk. Hiç duraksamadı bile. “Abi, Diego’yu kaça aldı Fenerbahçe? Şimdi onun özelliklerinde bile olmayan bir 10 numarayı kaça alırsın? Ellerinde böyle biri vardır, Diego’yu sattırıp, yerine 50 kağıta onu aldıracaklar. Benim bildiğim Aziz Yıldırım bu numaraları yemez.” Valla şaşırdım kaldım, hiç öylesini duşünmemiştim. Melo temizliğiBu köşeyi takip edenler hatırlayacaklardır. Uzunca bir süre önce Melo’nun yaptıklarından sonra eleştirmiştim. Hatta, kendisinin başka bir versiyonu olan Emre ile kapışmalı maçından sonra Melo’yu Galatasaray’a hiç yakıştıramadığımı yazmıştım. Yorumumu da altına ekledim. “Değil Melo, Galatasaray’dan üstün hiçbir futbolcu yoktur. Benim tanıdığım Galatasaray camiası kendisine uygun üslup ile yakında Melo’yu-sarı kırmızılı camiadan temizler.”Biliyorum, Melo manyakları var ortada ve ondan kazandıkları rantı kaybedecekleri için çok üzülüyorlar. Hatta saldırgan bir tutum içerisindeler. Herkes bırakacak futbolcu deyimi ile “rüzgar” yapmayı. Ne Melo’lar gelir gider. Galatasaray kendine yakışır bir temizlik yapmıştır. Hatta belki de geç bile kalındı. Temizlik yapıldı yapılmasına da onun geride bıraktıklarını temizleyecek deterjan bulabilecekler mi, soru budur.
Yazının Devamı30 Ağustos böyle kutlanır
Helal olsun dün Fenerbahçe stadında olan herkese. Başta tüm taraftarlara ve dünkü muhteşem 30 Ağustos kutlamasını yaratanlara. İşte ulusal bayram böyle kutlanır. Birileri unutturmak isterse böyle hatırlatılır. Fenerbahçe Milli mücadelenin takımı olduğunu o günkü ruhuyla bir kez daha anlattı. O ne müthiş coşkuydu 10. Yıl marşını ve İstiklal Marşını okurken, tüylerim diken diken oldu. Sow’a yapılan veda töreni de bu kutlamanın bir başka unsuru oldu.Maça da bu coşku içinde girdi sarı lacivertlileri. Yavaş yavaş fizik güçlerini bulan futbolcular Antalyaspor karşısında büyük baskı kurdular. Daha maçın hemen başından itibaren topa mudahele eden Akdeniz ekibi futbolcuları hemen kendilerini yere atarak oyunu soğutmaya çalıştılar. Ne yazık ki, Bülent Yıldırım gibi deneyimli bir hakem bu durumun üstesinden gelemedi. Van Persie’ye yapılan iki de penaltılık müdahale var ki, hakem yorumu demek zor.Solda Caner’in cezası bitmediği için Hasan Ali vardı. Ne yazık ki, Caner’i çok arattı. Sağda Şener zararsızdı. Savunmanın ortasında Kjaer ve Ba vardı. Sakatlanan Ba ikinci yarıda yerini Kadlec’e bıraktı. O da yaptığı hata ile Fenerbahçe’nin beraberlik golünü yemesine neden oldu. Antalyaspor adına golü atan ise yine ikinci yarıda oyuna giren Gusmao oldu.Oysa bu Antalyaspor’un Fenerbahçe kalesine attığı ilk şuttu.Van Pqersie’nin ortası, Nani’nin yere çaktığı kafa ile ilk yarının son dakikalarında öne geçen Fenerbahçe baskılı oyunu ile ümit vermişti. Fernandao’nun sakatlanarak çıkması atak gücünü azalttı. Daha sonra oyuna Volkan Şen ve Alper de sürüldüler. Gol için atak üstüne atak yapan sarı lacivertliler uzatmaların 7. dakikasında günün kahramanı Nani’nin frikiği ile 3 puanı aldılar.
Yazının DevamıFenerbahçe rahat bitirdi
Fenerbahçe için ilk maçtaki galibiyet önemli avantajdı. Tek sıkıntı, buradaki rövanşta erken bir gol yeme durumuydu. Ancak alınan önlemlerle bu sıkıntı yaşanmadığı gibi, atılan erken golle de Atromitos’a bitirici darbe vuruldu. Daha 10 dakika bile olmamıştı ki, Şener sağdan bindirdi, kesti, Fernandao ayağını dokundu, tribünleri coşturan ve maçı sarı lacivertlilerin domine etmesini sağlayan ilk gol gelmiş oldu. Alınan önlemler dedim, teknik direktör Pereira çok doğru bir şey yapmıştı. Savunmada birikecek ve kontratak arayacak Yunanistan temsilcisine bu fırsatı vermemek. Bunun için de iki ön liberolu yani Mehmet Topal- Souza ikilisi tercih edildi. Şener, sağda Gökhan Gönül’ün yokluğunu aratmayacak kadar çalışkan ve yararlı oldu. Solda Caner ise geçen yılki formuna doğru tırmandığını gösterdi. Nitekim ikinci golde yaptığı bindirme ve kesme kalecinin bacak arasından geçip ikinci gol olunca sahanın her yeri sarı laciverte döndü.Forvet Van Persie, Fernandao, Nani şeklindeydi. Arkalarında ise Diego vardı. Hepsi çok istekli olunca bıdı bıdı paslarla bıktırıcı oyun oynamak isteyen Atromitos teslim bayrağını çekti. Fenerbahçe zaman zaman tiki taka futbolu oynadı. Zaman zaman da uzun paslarla sonuca gitmeye çalıştı. Yani oyunu istediği gibi yönlendiren sarı lacivertliler güçlerini gösterdiler.İkinci yarıda daha tempolu oynayan Alper ve Volkan Şen, dengeli Meireles’li birlikte oyuna girdiler. Tribünler iyice coştu. Alper ve Volkan Şen’in kanatlardan bindirmeleri tutulmaz bir hal almıştı. Nitekim Volkan Şen girdikten kısa bir süre sonra çok iyi tanıdığı Fernandao’ya üçüncü golü attırdı. Sağdan çizgiye yakın inen Volkan, arka direğe, Bursaspor’dan çok iyi tanıdığı Fernandao’nun kafasına adeta paraşütle indirdi. Ona da kafa ile kaleye girmek kaldı.
Yazının DevamıAtromitos kadar koşmak
Rize deplasmanından ıkına sıkına beraberlikle dönebilen Fenerbahçe görünürdeki ilk hedefini geçmek üzere. Yani UEFA Ligi gruplarına kalabilmek için galibiyet ve her türlü beraberliğin dahi yeteceği Atromitos karşısına çıkacak. Rakibin Yunanistan takımı olması, Avrupa Kupaları için de bilindiği gibi özel önem taşıyor. Ülke puanı açısından Fenerbahçe’nin deplasmandaki galibiyeti Yunanistan ile aramızdaki farkı koruyup, daha da açmak adına sevindirici. Şimdi sıra bunu pekiştirmekte. Atina’da oynanan ilk maçtan çıkan dersleri unutmamak gerek. Orada 19’a karşı 4 pozisyon vererek çok üstün oynayan sarı lacivertli temsilcimiz, ancak bir gol atabilmişti Yani kötü bir Shakthar kopyası olan Atromitoslu futbolcular, çok koşarak ve yardımlaşmalı oynayarak savunmayı örmeyi bildiler. Bu arada iki kanattan Marcelinhno ve Umbides ile ani sarkarak bir “ölü balık” golü bulmaya çalıştılar. Napoleoni’nin de ceza alanı içinde her pozisyonda kendini yere atarak penaltı kazanma çabalarını göz ardı etmeyelim.Gelelim işin özüne. Rize’de yorgunluk mazeretini kabul ettik. Geçen yılki kurşunlanma olayının psikolojik baskı yaratarak kafalarda rahatsızlık yarattığını da buna ekledik. Rize’deki Cüneyt Çakır usulü penaltı kararının etkilediğine katılmıyorum. Çünkü penaltı gol olmadı, tersine Volkan’ın kurtarması takımı motive etmeliydi. İşte bu olmadı, yani fizik güç henüz yetersiz. Öyleyse Ozan Tufan, Volkan Şen ve Alper Tufan’ın daha fazla dakika almaları mutlaka gerekiyor. Bu kez oyuncu değişiminde geç kalınmasın.Kahraman veya hain: Ricardo QuaresmaBeşiktaş ile Trabzonspor arasında oynanan karşılaşmayı seyrederken özel dikkat harcadım. O akşam ve ertesi gün gazeteler ile televizyon yorumlarını izledim. Çoğu Quaresma’yı hain ilan ettiler. Bakınız, o tip futbolcular zaten ya kahramandırlar, ya da hain. Geçmişte Sergen’in bu yüzden neler yaşadığını biliyoruz. Şimdi de Galatasaray’ın gol kralı Burak aynı şekilde taraftarları açısından hain ilan edilmiş durumda. Oysa bir hafta önce ofsayttan golü atıp puanı kurtarınca göklere çıkarılmıştı. İkisi de yanlış.Bakınız, Quaresma bir pozisyon önce soldan mükemmel bir ters sağ falso pası verdi. Rakibini geçerken ve kaleci Onur ile savunmayı çaresiz bırakırken Gökhan Töre’ye topu boş kaleye yuvarlamak kalmıştı. Ama Beşiktaş açısından saç baş yolduran bir şey oldu, Gökhan pozisyonu ezdi. İstekli Quaresma bir de şans ve rüzgar yardımıyla siyah beyazlıların golünü atmıştı. Eğer bahsettiğim o pozisyonda Gökhan golü atsaydı, akıl tutulması nedeniyle siyah beyazlıların Portekizli yıldızı oyundan atılmasaydı belki de haftanın kahramanı olacaktı. İşte futbol böyle bir şey.
Yazının DevamıVan Persie yetmedi
Fenerbahçe Rize’de şehitleri selamladı. Bizler de onları kalbimize gömdük. Daha doğrusu tüm Türk futbolu hep birlikte şehitlerimizi selamladı. Gerçekten duygusal başladı maç. Bilemiyorum ben mi böyle hissettim, herkes mi, neyse belki de o nedenle iki takım da tutuktu başlangıçta. Sahanın zemini de pas yapmaya uygun olmayınca uzun süre acayip bir maç oynandı. Bunda sarı lacivertlilerin sağlamcı oynamalarının büyük rolü vardı. Böyle durumlarda işi yıldız futbolcular çözer. Nitekim öyle oldu. İleri açılan bir topu yakalayan Nani, kendine özgü hareketlerle 3 rakibini ters durumda bırakarak ortaya aktardı. O zaman gerçek bir Van Persie’nin neler yapabileceğini gördük. Bir anda topu çekerek tek harekette rakiplerini terste bıraktı. Sol ayağı ile de ters köşele yolladı ve Fenerbahçe’yi öne geçirdi. Bu o ana dek sarı lacivertlilerin yaptığı tek ataktı. Fenerbahçe iki kanat savunmacısını zorunlu olarak ikinci adamlarından seçmişti. Şener, Gökhan Gönül’ün yerinde sırıtmadı, gönül kazandı. Soldaki Hasan Ali için aynı şeyi söylemek güç. Kajaer ile Alves orta ikilisi yine tedirginlik yarattı. Önlerindeki Mehmet Topal- Souza ikilisi onlara yardım etmelerine karşın belki de zeminin bozukluğu nedeniyle uzun oynamayı tercih ettiler. Böylece dönen topları ev sahibi Rizespor topladı. Robin, Koray ve Ahmet İlhan ileriye Kweuke ve Deniz’e geçirdikleri toplarla sıkıntı ürettiler.İkinci yarıda yağmurun başlamasıyla birlikte ev sahibi Rizespor ataklarını hızlandırdı. Hasan Ali’nin boş bıraktığı sağdan bindirmede ortalanan topu Kjaer kendi kalesine yollayınca durum berabere oldu. Önce Fernandao’nun Alper ile, sonra da Van Persie’nin Sow ile değiştirilmesi ileride topun yeteri kadar saklanamamasına neden oldu. Yorulan Diegı’nun yerine Ozan Tufan’ın girmesi daha diri bir orta saha tercihi oldu.
Yazının DevamıFenerbahçe’nin golü geç geldi
Fenerbahçe, içeride dışarıda gol kaçırmaya devam ediyor. Atromitos maçında da her yönüyle üstün olmasına karşın inanılmaz gol pozisyonlarını gole çeviremediler. Özellikle Sow vaktinde pozisyon alamamaktan inanılmaz golleri yine kaçırdı. Oysa Fernandao’nun özverili oyunu ve sarılacivertlilerin sistemi Sow’u inanılmaz pozisyonlara soktu. Bunlardan biri olabilse maç belki deçok farklı bitecekti. Atromitos’un sisteminde bilinmedik bir taraf yoktu. Geride çok adamla birikip savunmada sıkıştırma. Kanatlardan Marcelinho ile Umbides’i süratle kaçırarak, Napoleoni ile kontratak golü atmak. Bu kadar basit ama çok iyi uyguladıklarından zaman zaman etkili olabilen bir futbol oynadı ev sahibi Yunanistan ekibi. Ama inanın bana yakalanan fırsatlar Fenerbahçe adına rakibinden üç, dört kat fazlaydı. Savunmanın göbeğinde Ba-Alves ikilisi vardı. Sağda Şener, solda Caner görevlerini iyi yaptılar. Nani, Meireles, Souza, Diego orta alanı her yönüyle üstündü. Ama ileriden Sow ve diğerlerinin geri gelmemesi özellikle Meireles’e fazla yük bindirdi. İleri geri çalışan Meireles yoruldu ve yerine Mehmet Topal girdi. Bir türlü kendini bulamayan Sow da yerini Van Persie’ye bıraktı.Son bölümde de Fenerbahçe’nin atakları ve kaçan gol fırsatları aynı şekilde devam etti. Ancak oyunu ağırlaştırıp tempoyu düşürerek Fenerbahçe’yi yormak isteyen Atromitos’un düşüncesi tuttu. Bu arada Fenerbahçe daha diri futbolcuları oyuna sokma açısından geç kaldı. Nani’nin yerine Volkan Şen girerken bitime 3 dakika kalmıştı. Bu da kazanmayı değil, beraberliği düşünen bir taktik kafaydı. Bu kadar gol kaçıran Fenerbahçe son dakikada Van Persie’nin mükemmel kafa vuruşuyla maçı kaptı.
Yazının DevamıHas Trabzonsporlu
Fotoğrafa iyi bakın, dahası da var. Maçlar ve televizyon programları başladı, yazlık ile kışlık arasında mekik dokuyoruz. Ne yapayım, havalar İstanbul’da bildiğiniz gibi. İşlerden fırsat bulur bulmaz soluğu Kınalıada’da alıyorum. Atakan’ın orada denizden bir esinti gelirse ne ala. Gelmezse kendimi suya bırakıveriyorum. Sevgili Şanver ile de orada tanıştık. Şapkasını bir yana, şöyle kendine bir baktığınızda Trabzonlu olduğunu derhal anlıyorsunuz. Dünya iyisi bir futbolsever kardeş. Konuşmasındaki nezakete ve bilince hayran olmamak elde değil. “Rahatsız etmezsem birlikte fotoğraf çektirebilir miyiz” dedi. Böyle istekler külfet olmak bir yana, benim için önce görev sonra zevktir. Selfi çekti, beğenmedi. Sonra oğlu Ozan’ı çağırdı, cin gibi maşallah. Yeni nesil “mıncaklamalı” telefonlarla hallediverdi. Mail de attı, biz ufacık sohbeti ederken. Kocaeli’nde uluslararası ilişkiler bölümünde okuyormuş.Şanver, bir süre önce böbrek nakli olmuş. İyi görünüyor, kendini kolluyor, inşallah daha da iyi olacak. Karı-koca çalışıp çocuklarını üniversitede okutuyorlar. Bilinçli bir insan. Ağabey, sizlerden de Trabzonspor yazmanızı bekliyoruz. Bakma bizim bazı keskinlere deyince acaba bu konuda fazla çekingen mi davranıyorum diye düşündüm. Daha yönetimden, transfer hatalarından falan konuştuk ama onlar özel, bizde kalsın. Kurban olurum böyle Trabzonsporluya, böyle futbolsevere. İnşallah bu fotoğraftan haberi olur. Kınalıada’ya yine gel Şanver, oturur çay içer, sohbet ederiz kardeşim.Ortaca geliyor OrtacaBu da bizim Oğuz Dizer’den. (Anlayacağınız gibi fotoraftaki güneş gözlüklü). Galatasaraylı ama aslen ‘Müzmin Sakaryasporlu’ spor yazarı dostum Oğuz Dizer’den. Şirin tatil beldesi Ortaca’da tanışmış o güzel insanlarla. ‘tamam’ demiş ‘yanınızdayım.’ Oğuz bir şeye el attığında bilirim ki, iş sağlamdır ve en iyisi yapılacaktır. Fotoğrafları istedim, geçen hafta kısmet değilmiş, tekrarladılar. Cici kızı Gözde de mail atıp, ben tamam aldım diyene dek işin peşini bırakmadı. Babasına çekmiş.Ortaca Belediyespor’un hedefleri büyük. Yalnız tatilcilik değil, yörenin gençlerini de spora çekmek için el ele vermişler. Önce tesis işi halledilmiş. Ortaca Belediye Başkanı Hasan Karaçelik, Kulüp Başkanı Metin Yıldırım, 2. Başkan Kamil Akçabel ve diğerleri el ele vermişler. Tüm Ortaca ile bütünleşmişler. Öncelikle yörenin 2. Fethiyespor’u olmak hedefini kendilerine koymuşlar. Bize de böyle çabaları desteklemek düşer. Atromitos’tan haber varFenerbahçe, bugün Atina’da kritik bir maça çıkıyor. Kimsenin gevşemesi için söylemiyorum. Ama gelen haberlere bakarsanız sarı-lacivertliler her yönüyle daha ağır basıyor. Takip edenler bilirler, Atina’da çok sayıda çocukluk arkadaşım yaşıyor. Başta gelenleri eski Beşiktaş’lı Niko ile balıkçı İstavro Abi’nin oğlu Taki. Hep beraber bilet peşinde koşmuşlar, bilin ki, buradan giden kadar oradan katılan Fenerbahçeli de tribünlerde olacak.Niko futbolun içinden gelme olduğu için biraz daha teknik kaldı. 23 kez ay yıldızlı formayı giymiş biri olarak “Fenerbahçe’nin gevşememesi gerek. Basıyorlar, kontratak yapmaya hızlı yapabiliyorlar, tuzağa düşülmezse sorun olmaz” dedi. Taki hala aynı şekilde ateşli bir Fenerbahçeli. Tüm dekoderler var, Türkiye futbolunu eminim ki, bizden iyi izliyor. Önce bilet bulduğu için sevinmiş, stad ufak olduğu için zorlanmış. “Ne yapar Fener” dedim. Coşkuyla yanıt verdi. “Merak etmeyin biz onları götürürüz. Başakşehir’den bile daha zayıf bir takım. Çok koşuyorlar, çok kapanıyorlar, iki tane hızlı kanat futbolcusu ile az ama tehlikeli geliyorlar. Fenerbahçe için yetmez. Ben totoda direk Fenerbahçe oynadım.” Ne diyelim, yakın gözlemciler böyle diyorsa bana da size iletmek düştü.
Yazının Devamı‘Yorgun kurşun’ basitliği
Olay bomba gibi düştü. Mehmet Topal’ın aracı antrenmandan sonra, gişelerde kurşunlanmıştı. Bu konuda o kadar çok telefon konuşmasında ‘detayını bilmiyorum’ diye yorumlar yaptım ki, anlatamam. Ancak konuşma kayıtlarını dinleyen olursa görecektir. ‘Eminim, bilin ki, güvenlik kameraları ya devre dışıdır, ya elektrikler kesiktir, ya da o anda kayıt yapmamıştır’ yorumunu getirdim. Bilemedim, bir yerlere kedi girmiş, kontak yaptırmış! Kriminal rapor gerçekten gülünç geldi. Efendim, ‘yorgun kurşun’muş. Rize maçından sonra da ‘yaramazların attığı taş’ denmişti. Bu da acaba ‘yaramazların attığı yorgun taş’ olmasın sakın? Ne diyosunuz siz ya... Bilin ki, ev kadınları bile aynen bu son cümleyi kullanıyor. Komik olmayın. Sizden olayın açıklamasını isteyen yok, faili bulmanızı istiyoruz. Gerisini zaten bizler de konuşuyoruz.Yarın Fenerbahçe yeni sezonun ilk maçı için Eskişehirspor ile karşı karşıya gelecek. Ben aslında bunu yazmak için makinenin başına oturdum. Ama sıra ona gelmiyor ki. Failler bulunacağına bir dolu saçma sapan sorular. Efendim niye araç zırhlı imiş. (Emniyetin açıklaması, zırhlı değil.) Niye Mehmet Topal, onu Galatasaraylılar bile sever. Allah, Allah, sevmeyi bırakın suçluyu bulun. ‘Yanında Uygar da varmış, genç çocuk acaba yandaki araca hareket çekti de kızdırdı mı?’ Tabii ya, her hareket çekene kurşun sıkmak lazım zaten. Soruyu sadece ‘acaba niye hep Fenerbahçe de başka takımlar değil’ diye sorsak kolayca sonuca varacağız. Peki sizce sonuca varılmasını kim-kimler istemiyor dersiniz?Tüm takımlara hayırlı, kurşunsuz bir yeni sezon dilerim.FUTBOLDA ŞEREFSİZ EDEBİYATIBizden önce vardı, bizim zamanımızda da vardı. Bundan sonra da var olacak. Futbolda eğer biri işinize gelmeyen bir şey yaparsa yapıştırırsınız ‘şerefsiz’ suçlamasını olur, biter. Ama bu sözü en çok kullananlara dikkat edeceksiniz. Zira adama ‘siz yanında mıydınız, o şerefsizliğe nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz’ diye sorarlar.Konu Ozan Tufan meselesi. Genç futbolcu iyi bir çıkış yakaladı. Üstelik de herkes onu seviyor. Yani abartısı, yalanı dolanı yok. Anladığım kadarı ile Şenol Güneş Beşiktaş’ın başına geçtikten sonra gönlündeki büyük takımda oynama isteğini hocasından yana kullandı. Bursaspor Başkanı Recep Bölükbaşı nedense bu isteğe çok kızdı. İşe şerefli-şerefsiz sözleri katıldı, hoş olmadı. Sayın Bölükbaşı’nın bu tip çıkışlarını daha önce de bazı olaylarda yaşadık.Ümit Aktan arkadaşımız TRT radyosunda program yapıyor. Arada sırada telefonla bağlanıyorum, keyifli konuşmalarla futbolun bam teline dokunmaya çalışıyoruz. Bu konuyu sorunca ben de düşündüklerimi söyledim. Yıllar önce Beşiktaş’a gelmek isteyen Sedat-3 örneğini de verdim. Nedense bu konularda Bursaspor pek bir keskin sirkedir. Ama sayın Başkan Bölükbaşı şunu hiç aklından çıkarmasın. Bu alemin içinde hep yüz yüzeyiz, sürekli karşılaşacağız. Bir birimizin yüzüne bakamayacak sözlerden sakınmak gerekir. Kimin daha şerefli, kimin daha şerefsiz olduğuna futbol alemi karar verir.
Yazının DevamıElenmenin böylesi tuhaf
Fenerbahçe takımı henüz oturmamış, tamam. Kendi sahasındaki ilk maçta golsüz beraberliğe sığınmış, tamam. Her iki maçta da eşitliği yakalamak, ya da öne geçme fırsatlarını harcamış, tamam. Ama hani fıkradaki gibi, hırsızın hiç mi suçu yok. Shakhtarlı futbolcular tabanı basar, kart yok. Şener omuzla girip rakibinin önüne geçer, faul ve sarı kart. Sanırsınız ki, maç böyle bitti diye temsilcimiz lehine yazıyorum, ama böyle bir şey inanın yok. Sağ kanattan Srna’nın getirdiği toplarla, aynen İstanbul’da olduğu gibi tehlike yarattılar. Caner’in önü çok boş kalınca ilk yarım saatte sarı lacivertliler çok baskı yedi. Nitekim kanattan kesilen topa Alves ayağını uzatamayınca Kjaer’in önüne geçen Gladkiy ayağının içiyle ev sahibini öne geçirdi. Bu arada orta alanda Meireles ve Souza fizik olarak çok yetersiz kaldıklarından Taison, Teixeira ve Fred dönen her topa sahip oldular.Ancak bundan sonra penaltıdan yediği ikinci gole dek Fenerbahçe sahanın hakimi oldu. Sow’un ilk yarıda kafayı iyi vuramaması yazık oldu. Oysa ilk yarı 1-1 ile içeri girilse durum çok değişirdi. Nitekim bundan sonrasında da rakip kaleci iki kez terste kalmasına karşın biraz da şansın yardımı ile Nani’nin serbest atışında Sow’un kafa ile sektirmesini önledi. Hele Alves’in kafa ile çevirdiği bir pozisyon var ki, akıllara zarar. Sow ve Kjaer boş kaleye önlerinden geçen kaleye paralel topa yetişemediler.Bundan sonrasını anlatmak zor. Önce Fenerbahçe Teknik Direktörü Vitor Pereira, kendi görev alanı içine gelen topu eliyle içeri atmak ve “düşen rakibi kaldırmak için koluna girmek” suçlarıyla tribüne gönderildi. Ama Lucescu dahil, Shakhtar yedek kulübesinin Fenerbahçe kulübesine saldırmasına hakem tarafından tık yoktu. Sonra da Volkan’a ayağını takıp kendini yere atan Teixeira’nın hareketine verilen penaltı ve Srna’nın golü var. Böyle olursa elbette Lucescu’nun takımları her yıl Şampiyonlar Ligi gruplarına kalır. Fenerbahçe ve bizim takımlar uzaktan bakar.
Yazının DevamıBaşkanın kardeşi
Türkiye’de artık gemi iyice azıya aldık. Futbolu kitap çevirmenleri yorumluyor, “Başkan”ların kardeşleri veya oğulları, ya da “Hanımefendi’nin uzaktan damadı” yönetiyor. Futbolun içinden gelenler ise en kıymetsiz eleman. “Onlar ne oluyor” diye sorarsanız Galatasaray örneğindeki gibi “Cüneyt Tanman” oluyor. Yani başkanın kardeşi futbol takımının başına geçiriliyor. Tanman da gerçek bir Galatasaraylı olduğu için “futbolcu izleme komitesi” pozisyonuna razı ediliyor. Evet, bizde işler böyledir. Televizyonların başına sağda da solda da aynı yöntemle adam atanır. Sanki genç insanlar yetişsin, önemli makamlarda staj yapsınlar diye. Buna hazırlıklı olmak gerekir diyecekseniz, bazen şoka girebiliyorum. Hatırlayacaksınız, bir süre önce Şişli Belediyesi’nin iftar davetinde Galatasaray Başkanı Dursun Özbek ile birlikte olduğumu ve kendisinden çok etkilendiğimi yazmıştım.Ancak görünen o ki, kulüplerin içinde en müesseseleşmişi görünen Galatasaray bile kendini bu arabesk ilişkilerden kurtaramıyor. Başkanlık oyuncak, takım kardeşimin şöhret ve ilgi alanı, medyanın önüne o çıksın. Öyleyse Cüneyt Tanman kampa gitmesin. Kusura bakmasın, ne kardeş beyefendiyi tanıyorum, ne de futbol yeteneklerini biliyorum. Ama Cüneyt Tanman’ı iyi tanıyorum, futbolculuğunu, futboldan sonraki yaşamını, hem de yeşil çimler üzerinde Cüneyt Tanman’la oynamış biri olarak iyi biliyorum. Olmadı Dursun Başkan, umarım Galatasaray usulüyle değil, futbol yöntemiyle işi toparlarsınız. Hala en iyisi VolkanTıraşı bırakalım, bazıları sevmiyor diye değerlerimizi harcayacak değiliz. Nitekim kendisi yeni bir kaleci getirmesine karşın Fenerbahçe Teknik Direktörü Pereira Şampiyonlar Ligi’nde Volkan’ı tercih etti. Çok da iyi yaptı, Volkan’ın Shakhtar karşısına yaptığı kurtarışlar Fenerbahçe’nin maçı golsüz berabere bitirmesini sağladı. Biliyorum şimdi Fenerbahçeli olsun olmasın birçokları “Ama Volkan” diye başlayan masallar anlatacak. Geçiniz, dinlemiyorum, Türk futboluna böyle çok futbolcu infaz ettirildi. En azından bana ne mail atarsanız atın ikna edemezsiniz.Gelelim Fenerbahçe’nin ikinci maçta ne yapabileceği konusuna... Maç öncesi televizyonlardan aradıklarında “Gol yemeden kendi sahasındaki ilk maçı bitirirse, Fenerbahçe tura daha yakın taraf olur” dedim. Hala bu fikrimde ısrar ediyorum. İki maç arasındaki süre Fenerbahçe’yi çok daha takım yapacak. Fizik olarak da hazırlanacaklar. Üstelik Gökhan Gönül veya Şenersiz sarı lacivertlilerin, bırakın savunmayı atak yönünde neler kaybettiği ortada. Fernandao ve Diego’ya helal olsun. Ben Nani’yi de beğendim. Savunmanın göbeğinin tam oturması biraz daha zaman alacak. Neyse ki, Kjaer vaktinde toparlandı, müthiş görev anlayışıyla adeta tahtaperde oldu. Josef ile Stoch ise benim halı saha takımına bile giremez. Geride Uygar beklerken, Alper giderek hazırlanırken yapılan değişiklikleri anlamadım. Lucescu takımları işte bu. Eğer siz onun sistem takımına boyun eğerseniz, ezip gidiyorlar. Ama turu garantileyebilecek gol veya golleri atabilecekken Taison gibi bir yıldızı son bölümde savunma korkusuyla kenara alıp maçı Fenerbahçe’nin üstünlüğüne veriyorlar. Orada bir gol çok şey yapacak, inanın.Prens Adaları’na bekliyorumYazın şu sıcak günlerinde biraz da yüzelim. Dostlar bilirler, benim asıl mekanım Kınalıada. Hayatım orada geçti, son yıllarda kışın soğukları nedeniyle şehirde kalıyorum. Güneş biraz yüzünü gösterdi mi ver elini Kınalıada. Motor islekesinin oradan denize girip Atakan’da gölgeye çekiliyorum. Sonrasında kendimizi bizim Kınalıada kulübünün lokaline ağaçların gölgesine atıyoruz.Bu yaz Kınalıada Su Sporları Kulübü’nün etkinliğinde de çocuklar yardımcı olmamı rica ettiler. Başkan kardeşimiz Emre Burçkin ile kulübün kurucusu ve yaşadığı sürece her şeyi olan rahmetli Başar Acarlı’nın yüzücü olarak tanıdığım kızı Laden arada olunca düşünmek bile söz konusu olmaz. Zaten bizim meslek öyledir. Kafadan dalarsınız. Hemen birlikte kolları sıvadık, gazetelere, televizyonlara duyuruları geçtik.Prens Adaları yüzme yarışlarının bu yıl 31.’si yapılıyor, haberiniz var mı. Avrupa’nın her yerinden gençler geliyor, cuma, cumartesi günü yalnız yüzmüyorlar. Kardeşliklerini yeniliyorlar. Müthiş eğlenceli ve bizler için onları seyretmek çok büyük keyif. Ben orada olacağım, medyadaki arkadaşlar merak etmesin. Avrupalıların yanında bizim Spor Yazarları ve Fenerbahçe takımları bile katılacak.
Yazının DevamıYediğinden fazla atmak...
Fenerbahçe “takım yenileme” operasyonunu neredeyse tamamladı. Ven Persie de katılırsa transfer ataklarının sondan bir önceki artık tamamlanmış olacak. Bu büyük operasyonun elbette ki bir görünür nedeni, bir de “olmazsa olmazı” var. Adınız Fenerbahçe ise transferlerin en büyüklerini yapmazsanız olmaz. Ancak bu yılki büyük temizliğin anlamı yeniden yer alınacak Şampiyonlar Ligi’nde gövde gösterisi yapmak ve öncelikle gruplara kalmak.”Zorunlu olarak erken açılan sezona girişe ve hazırlık maçlarına bir göz atalım. Bu hazırlıkların kısa zaman sonra oynanacak Shaktar Donetsk’i elemeye yetip yetmeyeceğini irdeleyelim. Öncelikle belirteyim ki, takım temizliğinde en olumlu taraf Emre’nin gönderilmesidir. Aynen Alex’te olduğu gibi sarı lacivertliler prangalarından kurtulmuştur. Siz bakmayın Emre’cilerin yarattığı”o iyi ama takım yavaşladı, iyi çocuk, yoksa kendini kaybediyor” falan gibi şehir efsanelerine. Sadece Diego’daki patlamayı görün yeter.Aslında Fenerbahçe’nin oyun yapısında değişen bir şey yok. Sarı lacivertlilerin felsefesi de bütün zamanlarda olduğu gibi “yediğinden fazlasını atmak”. Nitekim bunu oynadığı özellikle son iki maçta rahatlıkla görebilirsiniz. Yani sistem yenilenmiş, parlatılmış ve çabuklaştırılmıştır. Bu da zaten tüm büyük takımların yaptığı uygulamadır. Örneğin Barcelona’nın, Manchester United’in, Real Madrie’in ve diğerlerinin oyun yapısı hep bellidir.Şimdi işin özeti kuvvetlenme çalışmaları yüzde 60 lara çıkabilseydi Shaktar karşısında kesin favori derdim. Yine de ümitsiz değilim ve ilk maçta golsüz beraberliğin bile çok önemli olacağına inanıyorum. Elbette ki, gönül temsilcimizin kendi sahasında turu garantileyecek skoru almasını ister. Ama katı savunma yapan, hakemin sertliğe izin verdiği takımlar karşısındaki zorlanmayı unutmayalım. Bunun örneği de Dnipro maçında yaşandı. O hazırlık maçı Fenerbahçe için büyük şans ve gösterge oldu.AFERİN SANA İPEK SOYLUHelal olsun kız, gecenin bir yerinde beni uykumdan uyandırıp havaya fırlattın. Önceki gecenin neredeyse ikisi idi. Fenerbahçe’nin Olimpiyakos’u yendiği ve bende olumlu izler bırakan hazırlık maçından sonra idi. Geçtim tenise, NTV Spor kanalı işini iyi yaptı. Televizyonun karşısında hafif uyuklar pozisyonda tek gözüm kapalı seyrediyorum. Ha gittim, ha gideceğim. Maç oldukça sarktı. İlk seti kafa kafaya ufacık farkla kaybetti İpek Soylu.Bir öncekinde de Çağla ilk seti almasına karşın gücünü sürdüremedi ya, kaybeder diye düşünüp uyumaya hazırlanırken İpek canavarlaştı. Derin toplarla vur ha vur. Yine kafa kafaya gidiyorlar. İki saat sonra falandı, Amerikalı Tatshvili İpek’in gücüne dayanamadı, fenalaşıp yere yattı. Seti kazanıp durumu 1-1’e getiren İpek daha da kendini buldu. Rakibinin servisini kırdığında Amerikalı’nın ayakları adeta birbirine dolanarak yere yığıldı. Herkesin yüreği ağzına geldi. Neyse ki, doktor müdahalesi sonunda ayağa kalktı.İpek gerçekten büyük bir tenisçi olma yolunda yürüdüğünü sözleriyle gösterdi. “Beni bu saate dek izleyerek tribünleri terk etmediğiniz için teşekkür ederim” derken mutluydu ama gururu da yüzünden okunuyordu. İşte beklediğimiz de buydu. İpekler yenecekler, yenilecekler ama rakipleri ile oynayacaklar, peşin teslim olmayacaklar. Sonrası biliniz ki, daha sonra gelecek.
Yazının DevamıPotemkin köyü futbolu
Fenerbahçe, dünkü hazırlık maçını Dnipro ile oynadı. Adını bizim Dinyeper diye bildiğimiz “uzun” anlamındaki nehirden alan Ukrayna takımı ile yapılan maçı yanlardaki sütunlarda okuyacaksınız. Ben onun Dinyeper nehri üzerindeki Potemkin köyünden bahsedeceğim. Daha doğrusu blogunda yazan Yüce Erim kardeşimin yazısını size özetle ulaştırmakta bir köprü olmaya çalışacağım.Kırım Prensi Grigory Potyomkin, 1787 yılında sevgilisi Çariçe 2. Katerina ve konuklarını etkilemek için bir refah mizanseni düşünür ve oluşturur. Dinyeper Nehri boyunca olan geçiş güzergahı üzerindeki harabe durumundaki köy evlerini tahta dekorlar ile süsler. Bu mizansen sayesinde Potemkin köyü dalında, en eski sahtecilik örneği olarak tarihe geçer. 2. Katerina ise mutlu bir şekilde geziden dönerken, tarihteki ilk sahte dekor ile kandırılan soylu olarak tarihe geçer.Şimdi, bırakınız iş dünyamızı, futboldaki durumumuza bakın. Tüm Türkiye’nin futbol kulüpleri, özellikle bu 14 yabancı olayından sonra, dışarıdan yabancı futbolcularla makyaj yapılmış “Potemkin köyü futbol takımına” döndü. Eto’o Antalya’da, M’bia Trabzon’da, Van Persie ve Nani ile birçokları Fenerbahçe’de,Sneijder, Podolski Galatasaray’da, Beck Beşiktaş’ta, Quaresma yolda. Ve de sayarsak tüm kulüplerimiz meşrebine göre takımlarının makyajı olacak futbolcularla dolduruldu. Peki futbolumuz nerede? Ya Milli Takım? Selam olsun Prens Potemkin’e, Cariçe 2. Katerina’lara... Yoksullara yaklaşan bayramın şekeri gibi. Kutlu olsun.Arda Turan meselesiArda’nın Barcelona’ya transfer oluşu dünyayı ayağa kaldırdı. Hangi yolla, nasıl olursa olsun bu transfer çok büyük bir olaydır. Şimdi her kafadan bir ses çıkıyor.Bazıları Arda’ya Barcelona’ya, Messi’nin yanına yakıştıramadı. Onlar Atletico Madrid’e de yakıştıramamışlardı zaten. Bazıları da işi abarttı, dilleri varmıyor ama neredeyse Messi’yi kesip Arda oynar diyecekler.Bir garibanlık edebiyatıdır gidiyor. Bir de başka türlüsü var ki, anlatılır gibi değil. Dünyanın neresinde bir olay olursa olsun, dönüp getirip Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe’ye bağlıyorlar. Nasıl bir benzerlik kuruyorlarsa Aziz Yıldırım’ı gönderip Fenerbahçe’ye başkan tayin ediyorlar. Bu geyiklerden biri de Fenerbahçe Başkanı Yıldırım’ın zamanında Arda hakkında söylediği iddia edilen sözler. Ben o sözleri bilmiyorum, ama o yazıyı yazan gibileri çok iyi biliyorum.Bakınız, o kendi tribünleri yuhalarken Arda Turan’a ilk sahip çıkanlardan biri Aziz Yıldırım’dır. Arda’nın gönderilmesi için küfürler edilirken ve de oynatılmaması için baskı yapılırken, Fenerbahçe Başkanı ortaya çıktı. Fikrini açıkladığında çevresindekilerden biri de bendim. Teklifi yaptığı insan da sayın Adnan Polat’tır. Daha iki haneli rakamlar konuşulmazken Aziz Yıldırım Ardaiçin resmen “16 milyon avroluk” teklif yaptı. Sayın Polat orada, gidin kendisine sorun. Konuşmak için, yazmak için sallarken dikkatli olun. Burnunuz yalan söyleyen Pinokyo gibi uzayacak.Robin (Hood) Persie abiTransfer işlerine pek karışmamak isterim. Alınsın mı, alınmasın mı hiç bir şey söylemek istemem. Ama alındıktan veya verildikten sonra yorumumu yaparım. Yüzlerindeki mutlu gülümseme ile yanıtını verircesine “Napıyo bizim Fener abi” diye soran taraftarlara “iyi yapıyo” diyorum. Fazla konuşup, aşırı ümitlendirmek, ya da kimsenin hayallerini yıkmak istemem. Ama Aydınlık idari görevlisi sağlıklı Galatasaraylı Ergin Onay “Ağabey, buyur da bir Fenerbahçe’yi konuşalım” deyince yazmak farz oldu.Bu köşenin okuyucuları bilir. Bir başka Hollandalı olan ve oynadığı sürece Fenerbahçe’ye çok şey katan Kuyt’a “futbolcuların Kuyt abisi” derim. Şimdi o yok, yerine kim olacak derken tam nokta atışı yapıldı. Belki piyasadaki en popüler yıldızlardan değil. Ama her haliyle Fenerbahçeli futbolculara ağabeylik yapacak Van Persie transfer edildi. Özelliklerini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ancak ondaki ağır başlılık ve olgunluk, yetiştiği yerin insanlarının özelliği ve her yönüyle çok yararlı olacağı ortada.Gerisine gelince. Nani başta olmak üzere transferlere bir şey diyemezsiniz. Şimdilik hazırlık maçlarındaki savunmanın haline bakmayın. Daha tam uyum sağlayamadılar. Geçen yılki hatalarına benzer işler olması, özellikle Sivas karşısında yenilen goller ve verilen pozisyonlar “savunmada ne değişti ki?” sorularını da getirdi. Ben o fikirde değilim. Zaman içinde taşların yerine oturacağını düşünüyorum. Nitekim yeni gelenlerin ve eskilerin hepsi aynışeyi söylüyor. “Çalışmadan, kazanılmaz. Futbol maçı oynanmadan bitmez.” Yani öyle peşin şampiyonluk laflarını falan geçin, önce takımın oturmuş halini bir görelim.
Yazının DevamıÖzbek’in ödü koptu
Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin Şişli Belediyesi ile birlikte düzenlediği geleneksel iftar yemeği çok renkli ve neşeliydi. İftar Point Otel’de düzenlendiğinden Galatasaray Başkanı Dursun Özbek doğal ev sahiplerinden biriydi. Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü makamının ve aile geçmişinin hakkını veren bir insan. İnce zekası kendini her davranışında belli ediyor. Laf aramızda kalsın, bunca yılın bana verdiği deneyimle söylememe izin verin, sayın İnönü’den geleceğin Başbakanı “kokusu” aldım. Neyse işim siyaset değil, spor. Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü, kısa bir konuşma yaparken mikrofonun azizliğine uğradığını fark etmedi. Daha doğrusu azizliğe uğrayan Galatasaray Başkanı Dursun Özbek oldu. Sayın İnönü ‘Dursun Özbek Galatasaraylı, ben Fenerbahçeliyim. Gördüğünüz gibi çok iyi bir diyaloğumuz var’ deyip renklerin kardeşliğinden bahsetti. Ama, tabii sözler bizim protokol masasından öyle duyulmadı. Aradaki “Galatasaraylı ve ben” kelimeleri duyulmayınca şöyle bir cümle ortaya çıktı: “Dursun Özbek Fenerbahçeli...” Söyleri dikkatle dinleyen Özbek kan ter içinde kaldı. ‘Aman yapma başkan beni mahvediyorsun’ dedi. Bizim masa tam bir alemdi, Atilla Gökçe ‘Bu işi ancak bir Podolski transferi daha kurtarır’ derken olayı tam duyan sarı-kırmızıların eski futbolcusu Candemir Berkman kendini gülmekten alamadı. Tabii ki, espri çok tatlıydı ve günümüzün renk endişelerinin nerelere vardığının tipik bir örneği oldu.Ancak ben, Sayın Dursun Özbek’in Galatasaray Başkanı seçilirken neden pürüzle karşılaşmadığını daha iyi anladım. Bir insan ancak bu kadar pozitif enerji saçar, kendisiyle ve çevresiyle, daha doğrusu dünyayla barışık olur. Dursun Özbek ile şampiyon olurlar mı bilemem. Ama Galatasaray’ın o düzeyde iyi temsil edileceğine eminim.Arap Güngör ile sohbetRengi siyahi olduğu için birçok Güngör arasından ayırmak için ona “Arap Güngör” derlerdi. O da lakabını sever alınmak bir yana, telefon ettiğinde “Ben Arap Güngör” derdi. Kanlıca’nın emektarıdır. Fotoğrafı kullanmak bugüne kısmetmiş. Erol Simavi’nin cenaze töreni sonrasında uzun uzun sohbet edip birlikte çay içmiş, geçmişten bahsetmiştik. Ne sol ayaktı biliyor musunuz. Topa sertti, Ankara’da da oynadı bildiğim kadarıyla ama onu daha çok Beyoğlusporlu olarak bildik. Bir Galatasaray durumu da olmuştu. Orta alan, derken sol stopere yerleşti. Oradan oyun başlatan, topu oyuna olgun sokan savunmacılardandı. Ne yazık ki, o zamanlar Türk futbolu 1-9-1 sistemini benimseyen kazma teknik adamlarla dolmaya başladığı için kıymeti pek anlaşılamadı. O da ne sorun çıkardı, ne kavga dövüş, sertti ama kötü niyetli değildi. Şimdilerdeki gibi takımın ağır abisi olarak kaldı. Hala yetiştirme işleriyle ilgileniyor. Allah ömrüne ömür katsın Güngör ağabey, Türk futbolu senin gibi sessiz kahramanlar ile ayakta duruyor inan ki... Gözlüklü GarbisGördüğünüz fotoğraf herhalde 1965 yılının. O zaman mahalli profesyonel ligler var. Sonra 2. ve 1. lig. Türkiye 3. ligi o yılın sonunda kuruldu. Fotoğrafını gördüğünüz Taksim takımı İstanbul şampiyonu, ardından İstanbul, Ankara, İzmir birincileri arasında oynanan play-off’u da şampiyon bitirerek 2. lige yükselme hakkını elde etti. Tarihindeki tek şampiyonluğu yaşayan Taksim’in kadrosunda daha bıyıkları yeni çıkan bendeniz de vardım. (Onur Belge ayakta sağdan 2.) Kıdemsiz olduğu için arkalarda kalmış durumda. Kaptan Varujan ağabeyin önüne geçemezsin ki, babam yaşında.Aslında anlatmak istediğimiz başka bir şey. Solbek Gözlüklü Garbis ağabey. Oturanlardan sağ baştaki. Tüm liglerdeki tek gözlüklü futbolcu olduğu için herkes tanırdı. Maça başlaması tam bir ritüeldi. Kafasının arkasından don lastiği ile gözlüklerini düşmesin diye bağlardı. Her kafa vuruşundan sonra açılıp kapanan lastiği nedeniyle gözlüklerini gözlerine yeniden oturtur oyuna devam ederdi. Aslında aramızdaki adı, karşısındaki forvetleri didik didik eden bir savunmacı olmasından dolayı ‘kerkenez’ idi. Ama bir ‘tenekeci’ bir de ‘Şenol’ Garbisimiz olduğu için futbol piyasasında Gözlüklü Garbis olarak tanındı. Devrim Sağıroğlu’nu da kaybettikAslında ikisinin birbiri ile pek alakası yok. Bir aralar Bakırköy’de alt yapı çalıtırıcısı olarak da çalışan Gözlüklü Garbis ağabey geçtiğimiz cumartesi günü son yolculuğuna uğurlandı. Toprağı bol olsun. Ben tam onu yazma hazırlığı içindeyken, salı günü akşam sularında, Levent’teki spor yazarları tesislerinde Devrim Sağıroğlu’nun vefat haberini aldım.İkisi de benim için çok eski dost ve meslektaş, daha doğrusu futbol kardeşlerim. Siz bu satırları okuduğunuz sırada Devrim Sağıroğlu Ankara’da ya toprağa verilmiş ya da veriliyor olacak. Ben Hürriyet’te yanılmıyorsam Devrim Milliyet’te yazarken, Gözlüklü Garbis ağabey hala Taksim’de oynuyordu. Zaman zaman Devrim bana sorardı, “Gözlükle nasıl oynuyor” diye. Devrim çok emektar ve mesleğe hizmet etmiş bir arkadaşımızdı. Mekanı cennet olsun.
Yazının DevamıGümbür gümbür 4 Temmuz
O sıralarda bana soruyorlardı. “Abi ne olacak 3 Temmuz’dan sonra?” Ben de şakayla karışık “ 4 Temmuz gelecek” diyordum. Gerçekten de öyle oldu. Başkan Aziz Yıldırım’a, Fenerbahçe’ye karşı davalar açıldı. Suçlar isnat edilip ceza çektirildi. Sonra o mahkemeler ustaca “yok edildi.” Kimler tarafından mı, bildiğiniz “okus pokusçu” iş bilenler tarafından. Adlarını yazmayayım ama kimler olduğu “cümle alemin malumu...”Verilen cezalar ortadan kalktı, özel mözel yetkili mahkemelerin kararları kendileri gibi buharlaştı. Ama ne hikmetse Aziz Yıldırım ile Fenerbahçe’ninkiler bir türlü bitmek bilmiyor. Ezelden ebede “mağfiret bedeli” ödenmeye devam ediliyor. Bir kaç gündür Fenerbahçe tribünlerinden çocuklar arıyorlar. Onlar kolaylık olsun diye FEDER diyorlar, Fenerbahçeliler Derneği Başkanı İlyas Bulcay hepsinin önüne düşmüş.Yarın değil öbür gün, yani cumartesi günü akşam 7’de Yoğurtçu’da toplanıp “N’ oluyo arkadaş?” diye sormaya karar vermişler. Yalnız o değil, ana konu aslında futbolcuların canlarına kast edilen kurşunlanma olayı. Devlet baba hala kulağının üzerine yatmış, olayı “yok sayma” gafleti içinde. Yoksa gizlemek istenen birileri falan mı var. Pasolig, masolig de herhalde konuşmalardan payını alacak. Ben de İstanbul dışından yetişmeye çalışacağım. En azından Kadıköy Belediyesi’nin güzel bir düşünceyle, bin kişilik iftar yemeği göndereceği “Farkındayız unutmuyoruz” etkinliğine yalnız Fenerbahçelilerin değil Tüm Türk futbolseverlerinin gereken ilgiyi göstereceğine eminim.Böyle de yatılmaz ki...Ne yalan söyleyeyim, fotoğrafı gördüğümde kullanan gazetelere sonuna dek hak verdim. Fotoğrafa bakan kadınların herhalde yürekleri “güm, güm” atmıştır. “ Yeter, söyle artık” dediğinizi biliyorum. Hürriyet’in Kelebek ekinde ve Sözcü’nün Şık’ında gördüm. Milli futbolcular Gökhan Töre ve Hakan Çalhanoğlu Bodrum’da birlikte tatil yapıp güneşlenirken genç kızların da ilgi odağı olmuşlar. Ben sadece iki gazetede gördüm ama belli ki, aynı yerden servis yapılmış, büyük bir olasılıkla da başka gazetelerde de vardı.Ne söyleyeceğimi, ne düşüneceğimi, değer yargılarımı falan şaşırdım. Yav arkadaş, bunlar değil miydi birbirleri ile ağır kavga edip “Milli takımda biri olursa öbürü olmaz” durumuna gelen. Köprülerin altından hangi sular aktı. Şimdi yeni yetişen ve futbolcu olmaya çalışan Türk gençleri neyi örnek alacak söyler misiniz? Barışa karşı değilim, tam tersine barış, kardeşlik ve hoşgörüden yanayım. Ama böyle durumda hiç olmazsa gözlerden gizlenseydiniz be kardeşler. Yoksa şöhretinizi artırmak için Milli Takım’da kayıkçı kavgası mı yaptınız?Fazla uzatmaya gerek yok, böyle başa böyle tıraş. Böyle Federasyon’a böyle Milli Takım ve böyle Milli futbolcular. Marsel İlhan’a sevgilerleWimbledon’ı bilir misiniz? Elbette bilen vardır da keşke orayı bilen, oradaki Grand Slam maçlarını, daha doğrusu tenis festivalini yaşayan şanslı azınlıkları çoğaltabilseydik. Wimbledon’da kapıdan içeri girmek bile bir “ritüeldir.” Sabahın erken saatlerinde kapıda kuyruklar metrelercedir. Girersiniz, şanslıysanız güneş çıkar ve çimenlerin üzerinde sere serpe “çilek” yersiniz... Yaa, onun bile kendine özgü kuralları vardır. Aynen tenisçilerin beyaz giyme kuralı olduğu gibi. Daha önce yazmıştım, ben iki yıl üst üste geçmişte bu mutluluğa erişmiş Wimbledon’da Boris Becker’in en genç şampiyon olduğuna tanıklık etmiş, bunu o zamanki gazetem Hürriyet’in spor sayfalarına yazmış biriyim. Bunu niye anlattım, Marsel İlhan’ın doğrudan ana tabloya girmesinin önemini ve 47. sıradaki Polonyalı Janovicz’i eleyerek 2. tura çıkmasının değerini anlatmak için. Siz bu yazıyı okuduğunuzda Marsel İlhan’ın 14. sıradaki Güney Afrikalı Anderson ile yapacağı 2. tur maçının sonucunu da biliyor olacaksınız. Ben o maç oynanmadan yazdım. Elense de elese de fikrim ve yazı değişmez. Büyük iş başardı tenisçimiz. Gönlümüzdeki yerini aldı. Yazık ki, arkadaşlarımız bunun önemini yeterince kavrayamamışlar ve gereken şekilde değerlendirememişler. Olsun, ona destek veren başarılı tenisçimiz Çağla Büyükakçay gibilerine de helal olsun. Zararı yok Çağla, kızma devam et. Bizim işimiz anlatmaya çalışmak, zamanla olacak.
Yazının DevamıFutbol karartması Emeç ve Simavi
Futbol Federasyonu seçimlerinin haline bakın. Hiç kimsenin yüzü kızarmıyor, hukuksuzluklara isyan eden Duygun Yarsuvat ve Haluk Ulusoy “usulden” seçim dışında bırakılıyor. Ve de komedi devam ediyor. Adına da seçim deniyor. Geçeceksiniz efendiler, futbolu ve Türkiye’nin durumunu nereden nereye getirdiniz, hala da aynı karanlıklara bu ülkenin gençlerini mahkum ediyorsunuz.
Bu köşeyi okuyanlar ve bizleri tanıyanlar bilirler. “Ben yazdım, söyledim” falan demeyi sevmem. Zetin fırsat buldukça köşede yazıyor, ekranlarda söylüyorum. Ancak şimdi sırası geldi, hatırlatayım dedim. Tam 13 yıl 1 gün Doğan Grubu gazetelerinde yazdım. Posta, Radikal ve Fanatik’te. Arşivlerde duruyor, söz uçar, yazı kalır demişler. “Türk futbolu karartılıyor, patronlarımız ve üst düzey yöneticilerimiz spor yazarlarını savunacaklarına, karartanlarla birlikte bize baskı yapıyorlar. Biz susturulursak, sıra onlara gelecek ve artık onları savunacak kimse kalmayacak” diye Fanatik’te yazmıştım.
Yazının Devamı