Son Yazıları
Alım gücü acilen reel olarak artırılmalı
TL’nin yılbaşından bu yana değer kaybı yüzde 40’ın üzerinde olup enflasyon nedeniyle alım gücünün azalması, 1980 yıllarından itibaren Türkiye’de oluşturulan tüketici toplumu oldukça zor duruma düşürdü. Kredi kartı borcunu ve banka kredilerini ödeyemeyenlerin sayısında rekor artışlar açıklanmaya başlandı. Bu tüketici yapısının yanında bir de sadece eve giren ücretle geçinmeye çalışanlar da bulunmaktadır. Sadece evin ihtiyaçlarını ve çocuklarının eğitimi için kredi çekenler de bu rekor artışın içine yer aldığı anlaşılmaktadır.
***
Yazının DevamıÜcret artışları yüzde 40'ın üzerinde olmalı
Olmaz denilen oldu, 1 ABD doları, 10 TL sınırını aşmakla kalmadı; dahası da oldu. Resmi veya gayri resmi devalüasyon yapılmadan ya da diğer ulusal para birimleri karşısında TL’nin değeri bilinçli olarak düşürülmeden, 1 ABD doları birkaç gün içinde 11 TL’nin üzerine çıkarak Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomi tarihinde TL’nin en hızlı değer kaybına uğradığı bir döneme şahit olundu.
Dahası da var; TL’nin ne kadar daha değer kaybedeceği henüz kestirilemiyor. O çok sözü edilen küresel spekülatörlerin en sonunda böylece, bir nevi önü açılmış olduğu düşünülmektedir. Yurt içindeki resmi döviz rezervlerinde yeterli kaynak bulunmadığı için TL, kısa vadede spekülatörlerin spekülasyonlarına açık duruma gelmiş olduğu düşüncesi birçok yerde paylaşılmaktadır. Bu iddiaların ispatı da, bu kadar hızlı sürede 1 ABD dolarının 8 TL’lerden 11 TL’lere çıkması ve kimsenin TL’nin kısa vadede ne kadar daha değer kaybedeceğini tahmin edememesidir.
Yazının DevamıGerçek olmayan enflasyon fakirleştirir
Küresel enflasyonun geçici olmadığını ve 2022 yılının ikinci yarısına kadar devam edeceğini ABD, AB ve Çin ekonomi yönetimleri kabul etti. ABD’den gelen son tüketici enflasyonu verisi, yıllık yüzde 6 seviyesine ulaşınca ABD’nin en üst seviyedeki ekonomi yönetimi tarafından enflasyonun kalıcı olduğu açıkça ifade edildi ve tarih verildi: 2022 yılının ikinci yarısından sonra tüketici enflasyonunda düşüş beklenmektedir.
***
Yazının DevamıDövizdeki artışın temel sebebi
Döviz, TL karşısında eylül ayından beri değerini arttırmaktaydı ve psikolojik sınırları tek tek aştı. Geldik en çok konuşulan sınır olan 1 ABD doları, 10 TL’ye… Diğer bir deyişle, 1 ABD dolarının değeri TL’nin 10 katı olan sınıra… Bu sınır, hafta sonu yurtdışı finansal piyasalarda bir aşılıyor bir geri çekiliyor ve 1 ABD dolarının değeri, 9.95 ile 10.03 TL bandında gelip gidiyor. Bu artışın sebepleri nelerdir sorusuna yanıtlar aslında soruna nereden bakıldığına göre değişmektedir. Dövizdeki artış sorununun temelindeki sebep, üretmek yerine ara mal ithalatına bağımlı bir ekonomi ve üretim yapısıdır. Üretmek için sürekli borçlanmak zorunda kalmış bir ekonomi yapısının dönüm noktalarından birindedir artık, Türkiye ekonomisi. Ya bu sürecin sonuna gelip başka çözüm yolları arayacak ya da daha büyük bir borçlanma sürecine girip bu sorunu şimdilik aşacaktır. Bir başka bakış açısı, politik ekonomiyle ilintilidir. Neredeyse 20 seneye yakın tek başına iktidar olan bir ekonomi yönetiminin başta eğitim ve ekonomi olmak üzere Türkiye’ye artık verecek yeni çözümü ve yaklaşımları olmamasıdır. Ayrıca, dış politikada köşeye sıkıştırılmış hissi ya da nereye gideceğini bilememe durumu ile birlikte yukarıda bahsi geçen ve sürekli hale gelen borçlanma ihtiyaçlarını giderememesi ve yeni kaynakları bulmakta zorluk çekmesi, dövizi psikolojik olarak da yukarı yönlü hareket ettirmektedir. Bu noktada Türkiye ekonomisi, yerli ve yabancı spekülatörlerin radarına girerek çok yönlü spekülatif finansal alan olma sürecine girmektedir. Diğer bakış açısı ise küresel ekonomideki çeşitli belirsizlikler ve durgunluktur. Özellikle, küresel enflasyon başta ABD, Çin gibi gelişmiş ekonomileri gerek üretim gerek ekonomi gerekse de finansal açılardan olumsuz etkilemeye başlamışken ara mal ithalatına bağımlı bir ekonomi olan Türkiye ekonomisini girdi ve üretici maliyetleri üzerinden önü henüz alınamayan enflasyonist baskı ile etkilemektedir. Ekim ayında son 19 yılın en yüksek üretici enflasyon rakamı, yüzde 46,31 olarak açıklandı. Her ne kadar resmi enflasyon hala ve kaç aydır yüzde 19’ları henüz aşmıyor gibi görünse de eğer son 250 yılın Kapitalist ve Marksist ekonomi teorileri yanlış değilse tüketicinin enflasyonu öyle ya da böyle sebeplerden dolayı üretici enflasyon ile yukarı bir noktada önünde sonunda ama yakın zamanda buluşacaktır. Dövizin, TL karşısında değer kazanmasını Türkiye ekonomisinin ekonomi ve üretim yapısı; iktidar yorgunluğu ve yalnızlığı; yurtdışı ekonominin belirsizliği ve durgunluğu ile açıklanırken yurtiçinde de başta enflasyon, işsizlik, diğer makroekonomik sorunları ve yakın zamanda birden bire ortaya çıkacak bütçe açığını da artan döviz fiyatları ile açıklanmaktadır. Halkın ekonomik durumu da çok iyi görünmektedir. Pazarda fiyatlar, aracılar sebebiyle artarken enerji başta olmak üzere kritik mallara zamlar üst üste gelmeye başlamıştır ve diğer tüketim mallarına da zamların gelmesi beklenmektedir. Ancak, halkın gerçek geliri bir süreden beri artmamaktadır. Dahası döviz bazında gerçek geliri 2021 yılı içinde düştüğü anlaşılmakta ve alım gücü azaldığı hissedilmektedir. Bugün resmi enflasyon yüzde 19’larda gezerken bazı kurumların açıkladığı enflasyon oranları, yüzde 50’lere yaklaşmıştır; ancak, memur, işçi ve çalışanların son aylarda ücretlerine ve maaşlarına almış oldukları, zam oranları resmi enflasyona dahi yaklaşamamaktadır. Artık, enflasyon rakamlarına değil önce halkın gelir ve alım gücüne bakmak gerekmektedir. Bu gelir ve alım gücü düşmektedir ve düşmeye devam edecek gibi de görünmektedir. 2022 yılının ocak ayı itibari ile üretici enflasyonu da gözetilerek resmi ve özel kurumlarda çalışan kesimlerin ücretlerine resmi enflasyonun üzerinde zam uygulanması gerekmektedir. Aksi takdirde, halkın tansiyonu daha da artacaktır. Zaten genç nüfus arasında işsizlik oranının son yıllarda artması sebebiyle bazı gençlerde umutsuzluk ve tükenmiş sendromları gözlemlenmeye başlanmıştır…
Yazının DevamıDPT'nin tekrar keşfedilmesi yakın
Uzun süreden beri 2021 yılında Türkiye ekonomisinin 3 ana sorunu olacak vurgusu, bu köşede yer almaktadır; döviz fiyatları, enflasyon artışı ve bütçe açığı.
Döviz sorunu, tahmin edildiği gibi yaz sonlarına doğru hortlamaya tekrar başladı ve geçen ay itibarıyla da kendini gösterdi. Daha sancılı bir şekilde de kendini gösterecek ve makroekonomik verilere yansıyacak gibi görünmektedir.
Yazının DevamıCari açık meselesi
TC Merkez Bankası başkanı geçen hafta Türkiye ekonomisi üzerine bazı açıklamalarda bulundu. Aslında ana görevi, enflasyon olan bir kurumun enflasyon dizginlenemiyorken ekonominin diğer değişkenleri üzerine yorum yapması çok doğru olmasa da olan olmuştur artık.
Açıklama, satır aralarıyla birlikte asıl vurgular dikkate alındığında Türkiye ekonomisinin dövize bağımlı bir üretim yapısına sahip olunduğu ve sürdürülebilir büyümenin yurt dışı finansmana bağımlı hale geldiği; diğer bir deyişle, dövize bağımlı bir üretim ve ekonomik yapının varlığının kabul edildiği bir açıklama olmuştur özetle…
Yazının DevamıKur artışı kamu bütçesini de bozacak
Bu hafta içinde TC Merkez Bankası, ekim ayı için faiz kararını açıklayacak. Birçok kişi en az 0.25 puan olmak üzere 1.00 puana kadar indirim olacağını düşünmektedir. Görünen o ki faiz indirimine yönelik Merkez Bankası'nın yönetim kadrosu yetkililerinin büyük çoğunluğu da bu faiz indirimine olumlu bakmaktadır. Artık bu indirimin rakamı, detay olarak kalmış ve bu hafta karara bağlanıp açıklanacak görünümündedir.
***
Yazının DevamıFaiz indiriminin sonuçları
Bir hafta bile geçmiyor ki enflasyon ya da TC Merkez Bankası, gündemden düşmesin. Yabancı ekonomilerin çoğunda Merkez Bankası başkanlarının adı dahi bilinmez Türkiye’de 1990’lı yıllar itibari ile Merkez Bankası başkanları hakkında özgeçmişlerine kadar birçok bilgi vatandaşlar tarafından bilinmektedir. Bunun nedeni de çok açıktır. 1980’li yılların sonunda TL’nin diğer para birimleri ile konvertible (değiştirilebilinir) olması ve yüksek enflasyon süreci, dolarizasyon (yabancı para birimlerinin ulusal para birimi yerine kullanılmaya başlanması) sürecini tetikleyince Türkiye ekonomisinin aktörleri olan tüketiciler ve üreticiler, sermaye ve tasarruflarını enflasyona karşı korumak için dövizdeki iniş ve çıkışları dakikası dakikasına takip etmeye başlamış ve bu süreçlerin sonunda da dövizi yöneten iki devlet kurumunun, TC Merkez Bankası Başkanları ve Ekonomi Bakanlarının özgeçmişlerini detaylı öğrenmişlerdir. Ancak, Başkanlık süreci ile Ekonomi Bakanlığının önemi azalınca gözler, Cumhurbaşkanlığı makamına yönelmişse de TC Merkez Bankasının 2000’li yılların başından beri hâlâ yasal olarak yarı özerk olması nedeniyle başkanlarının ekonomi ve siyasi yönetimden hâlâ bağımsız bazı kararlar alması ya da alabilecek olmasının sonucunda dikkatler hâlâ Merkez Bankası başkanlığındadır.
Görünen o ki bu süreç de çok uzun sürmeyecek ve TC Merkez Bankası başkanlığı da Ekonomi Bakanlığı gibi önemini yitirecektir. Başkanlık sisteminin doğal akışında olan bu kaçınılmaz süreç, şöyle de açıklanmaktadır: İktidar ortak kabul etmez.
Yazının Devamıİstihdam yaratma kapasitemiz neden düşük?
İşsizlik oranları açıklandı. 2021 yılının Ağustos ayı için işsizlik oranı, yüzde 12.1 ve geniş tanımlı işsizlik oranı olarak bilinen atıl işgücü oranı, yüzde 22 olarak açıklandı. Bir önceki yılın aynı ayında bu oranlar sırasıyla, yüzde 13 ve yüzde 25.2 ve bu yılın temmuz ayında da sırasıyla, yüzde 12.1 ve yüzde 23.6 olarak açıklanmıştı. İşsizlik oranında geçen yıla göre hafif bir toparlanma olduğu izlenirken bu yıl için henüz önemli bir olumlu gelişme olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında, yaz ayları sebebiyle, geniş tanımlı işsizlik oranında atıl işgücünün kısmi zamanlı da olsa iş bulabildiği ve geçen yıla göre oranların iyileştiği görülmektedir. Ancak kış aylarına doğru, gerek işsizlik gerekse de geniş tanımlı işsizlik oranlarında artışlar yaşanması, çok olası görülmektedir.
***
Yazının DevamıTürkiye ekonomisi IMF ve küresel tefeciler
2021 yılında küresel ekonomi, toparlanma umudu vermişken sonbahara doğru ciddi sorunları beraberinde getirdi. Eğer alternatif bir ekonomi politikası bulunmuyorsa Türkiye ekonomisi de aslında bu zorlu süreci takip etmek zorunda kalacaktır. Öncelikle, küresel enerji krizi kapıdadır; hatta, çeşitli mallarda çoktan kendini göstermiş durumdadır. Kömür, doğalgaz, petrol fiyatları düşmek bir yana yükseldiği yerde plato oluşturup o yüksek fiyatlar seviyesinde şimdilik seyretmektedir. Daha da yükselme ihtimali de söz konusudur. Tarım fiyatları bu yıl birçok üründe zaten yükselmişti. Emtiada ise birçok üründe fiyatlar yükseldi ve daha da yükselecek sinyalleri vermektedir.
Türkiye ekonomisi, 2018 yılından beri olumsuz bir seyir izlemekteydi. Ara mal ithalatına bağımlı bir ekonomide döviz girişi azalıp dış borçlanma maliyetlerinin yükselmesi ile ekonomi, risk arz etmeye başladığının sinyallerini 2018 yılından beri vermekteydi. 2021 yılı itibari ile küresel ekonominin en riskli 3 ekonomisi arasına girip çıkan Türkiye ekonomisi, benzer ve gelişmiş ekonomilerin faizlerini artırırken ve artırmaya hazırlanırken faizlerini düşürmesi ile birlikte hem risk yapısını hem de döviz girişini daha da sorunlu hale getirmiştir.
Yazının DevamıHalkın enflasyonu daha da yükselecek
2021 yılı Eylül ayının tüketiciyi ilgilendiren enflasyonu, yüzde 19.58 ve üreticiyi ilgilendiren rakamı yüzde 43.96 olarak açıklandı. Tüketici fiyatlarında geçen aya göre çok az bir artış oranı izlenirken üretici fiyatlarında, 1.5 puanlık düşüş gözlemlenmektedir.
Üretici fiyatları hala yüzde 40’ın üzerinde seyretmekte ve tüketici fiyatları ile arasında fark, 24 puanın üzerindedir. Bu farkın önümüzdeki aylarda, muhtemel olarak 2022 yılının ilk yarısının sonuna doğru yakınlaşacağı ve görünen o ki tüketici enflasyonunu, üretici enflasyonu tarafından daha da yukarıya çekileceği beklenmektedir. Diğer bir deyişle, halkın enflasyonunun, normal şartlarda, önümüzdeki 9 ay içinde artmaya devam edeceği öngörülmektedir.
Yazının DevamıKısa vadeli çözümler krizi derinleştiriyor
ABD ve AB merkez bankaları, küresel ekonomik krizden iyiden iyiye endişe duyduklarını açıkça ifade etmeye başladılar. Bahar aylarında geçici denilen küresel enflasyon için yaz ayları başında dikkatle izlendiği ifade edilirken sonbahar başı itibari ile endişe duyulduğu açıklanmaktadır.
Her iki merkez bankası başkanı da gıda-emtia-enerji fiyatları üzerinden beklediklerinden daha uzun süre küresel enflasyonun devam edeceğini ve bu fiyatların yüksek seviyelerde seyretmeye devam edeceğini açıkça dile getirdiler. ABD merkez bankalarının lider merkez bankası başkanı Powell, yüksek enflasyon ile yüksek işsizlik arasında sıkıştıklarını ve buna çözüm üretmeleri gerektiğini açıkladı. AB merkez başkanı Legarde’nin de enflasyon sorununa aynı açıdan baktığı anlaşılmaktadır. Legarde’ye göre AB ekonomisinin darboğazlarla boğuşmaya başladığını ve enflasyon sorununun bazı sektörler için çözüm bulunması gerektirdiğini ifade etmektedir. Merkez bankası başkanlarının yapması gereken de budur aslında. Asıl görevleri olan enflasyona çözüm bularak ekonomilerindeki diğer makroekonomik sorunlara çözüm aranması için yol açmaları gerekmektedir. Aksi takdirde o koltuklarda, işleri nedir sorusu gündeme gelir.
Yazının DevamıFaiz kararı dövizcilere yaradı
TC Merkez Bankası, politika faizlerini indirerek ekonomi literatürüne yeni bir katkıda bulundu: ekonomi yönetiminin birkaç hafta önce sunduğu orta vadeli plana rağmen, orta vadede yıllık yüzde 5 asıl hedefi ve görev tanımında asıl görevi olan enflasyonu dikkate almayarak, politika faizlerini indirdi ve döviz fiyatlarını iç ve dış etkenlere karşı, dirençsiz bırakma pahasına bu kararı aldı. Üstelik, Türkiye ekonomisinin enflasyon sorununun aslında ara mal ithalatına bağımlı, diğer bir deyişle döviz fiyatlarına karşı duyarlı olduğu gerçeğine rağmen faiz ile döviz arasındaki yakın ilişkiyi bir kenara iterek siyasi bir karar almış görüntüsü vererek politika faizlerini düşürdü.
Birçok gelişmiş ya da gelişmekte olan ekonomi, ufukta görünen küresel enflasyon, küresel ekonomik durgunluk, küresel pandeminin akıbeti gibi ciddi riskleri göz önüne alarak ve de en önemlisi küresel sermayenin gelişmekte olan ekonomilerden gelişmiş ekonomilere doğru kaymaya başladığını dikkate alarak ulusal politika faizlerini ardı ardına yükseltmeye başladığı bir dönemde TC Merkez Bankası, deyim yerindeyse herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine edası ile bir karar almış görünümündedir. Bu da ileride doğru ya da yanlış olduğu anlaşılacak bir karardır ve ekonomi literatürüne öyle ya da böyle bir katkıda bulunacaktır. Türkiye'nin kendi yarattığı bir ekonomi krizi olan 2001 yılının ulusal ekonomi krizi, nasıl bazı ülkelerin üniversitelerinde, özellikle yüksek lisans ve doktora programları derslerinde örnek olarak anlatılıyorsa bu faiz kararı da olumlu ya da olumsuz olarak gelecekte akademik dünyada yerini alabilir.
Yazının DevamıFaiz indirimi makro dengelere olumsuz yansıyabilir
TCMB, olamaz denileni yaptı ve politika faizlerini 1 puan dahi olsa yüzde 19’dan 18’e düşürdü. Bu düşürülen 1 puan her ne kadar faiz indirimini destekleyenler için beklentilerin altında bir faiz indirimi olsa da; belki de deneyelim görelim, olmadı hem gerekirse daha indirir hem de tutmazsa maya, tekrar çıkarırız mantığı ile yapılmış olsa da Güney Kore’den Norveç'e birçok ekonominin bu enflasyonist ve durgunluğa yelken açan küresel ekonomi konjonktüründe politika faizlerini yükseltirken ve yükseltmeyi planlarken, Türkiye ekonomisinin tam tersi yönde politika faizlerini düşürmesi, hem ekonomisinin makroekonomik dengeleri hem de küresel çapta ulusal ekonomisinin görüntüsü açısından oldukça riskli bir hamle olarak değerlendirilmektedir.
TCMB’nin faiz indirimi konusunda ilk açıklaması incelendiğinde bu faiz indirimini, iki ana temel ekonomik veriye dayandırıldığı görülmektedir.
Yazının DevamıBirileri aklımızla dalga mı geçiyor?
Diğer ekonomilerle, özellikle ABD ve AB ekonomileri dışındakileriyle döviz rezervlerini artırabilmek için yapılan SWAP işlemleri, bazı kesimler tarafından en başta çok heyecanla ama aynı zamanda kuşkuyla da karşılanmıştı.
Heyecanlanılmıştı çünkü bu SWAP işlemleri, ABD doları ve AB avrosunun boyunduruğundan kurtulmanın önemli adımlarından biri olabilirdi. Küresel ekonomi, ABD’nin post-modern emperyalizminin ve AB’nin antik kapitalizminin dışında da güleryüzlü sosyalizm veya güleryüzlü kapitalizmin de olabileceğini günümüzde fark etmeye başlamıştı. Yeni bir dünya düzeni ufukta ilerliyor ve Türkiye de bunun bir parçası olabilirdi.
Yazının DevamıMakro veriler 'iyimser tablo yok' diyor
2021 yılı Temmuz ayının sanayi üretimi, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 15 civarında büyümesi beklenirken yüzde 8.7 oranında artabilmiştir. 2021 yılının ikinci yarısında Türkiye ekonomisinin, ilk yarıya göre yavaşlayacağı anlaşılmaktadır. Aslında bu bir sürpriz değildir; çünkü geçen hafta yayımlanan 2022-2024 yıllarını kapsayan OVP’ye göre 2021 yılında yüzde 9 büyümesi tahmin edilen ekonominin de ikinci yarının kalan iki çeyreğinin ortalamasının yüzde 3.5 civarında olması beklenmekteydi. Anlaşılan o ki 2020 yılının hızlı küçülmesinin baz etkisinden kaynaklanan 2021 yılının hızlı büyümesi, ikinci yarıda yavaşlayacaktır. Bu yavaşlama süreci, muhtemelen son çeyrekte kendini daha net olarak gösterecektir.
***
Yazının Devamı