Son Yazıları
Milli demokratik devlet ve kalkınma (1)
BRIQ Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Semih Koray, bu kapsamda kamuculuğun yükselişini, Türkiye ve gelişen dünya açısından inceledi. Prof. Dr. Koray’ın yazısını üç bölüm halinde yayınlıyoruz:
21. yüzyılın 20. yüzyıldan en büyük farkı, Ezilen Dünya’nın kendi içinden hayatın her alanında emperyalist sisteme seçenek olmaya yönelen bir Gelişen Dünya çıkarmış olmasıdır. Dünyada üretimin odağı Batı’dan Doğu’ya kaymıştır. Bu sürecin başını çeken Çin Halk Cumhuriyeti’nin devlet öncülüğünde kamucu ve paylaşımcı bir yaklaşımla kazandığı başarılar bütün dünyada bir “mucize” etkisi yaratmıştır. Batı’da geliştirilmiş olan büyüme ve kalkınma kuramları köklü bir biçimde sorgulanmaya başlamıştır. Dünya Bankası’nın ve Uluslararası Para Fonu’nun bütün ülkelere dayattığı tek tip reçeteler artık itibarlarını da, işlerliklerini de yitirmiştir.
Yazının DevamıÜniversite yönetimi sorunu
Ülkemizde Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör atamasıyla “üniversite yönetimi” sorunu yeniden gündeme geldi. Bu sorunun yanıtı, kuşkusuz üniversiteye yüklenen amaç ve işleve bağlıdır. Üniversite bir işletmeyse, rektörün de bilgi üretimini verimli hale getirecek ve ürünlerin pazarlanmasını sağlayacak bir CEO olması gerekir. Ama üniversitenin amacı, bilimi hayatın merkezine çekmek; işlevi de, bilimi üretip, öğretip, halkın hizmetine sunarak ülkenin geleceğinin kurulmasının temel aracı haline getirmekse, rektörün yöneticilik yetisinin yanında bir “bilim önderi” niteliğine de sahip olması gerekir.
Üniversitenin iki vazgeçilmezi, bilim ve vatandır. Üniversitenin hedefi ve başarımı, bu iki vazgeçilmez uyarınca belirlenir. Bilimde doğrunun ve bulguların derinliğinin ölçütü evrenseldir. Ama araştırma gündemi, hem evrensel, hem de ulusal etkenlere bağlı olarak şekillenir. Gündemin evrensel yönü, ilgili bilim dalının kendi özerk iç gelişiminden kaynaklanır. Ulusal yönünün kaynağı da, ülkenin gereksinimleridir. Dünyada hiçbir bilim gündemi kaynaklandığı ülkenin ihtiyaç ve taleplerinden bağımsız değildir. Ulusal bir bilim gündemi oluşturulmadan üniversitelerimizin araştırma başarımı değerlendirilemez.
Yazının DevamıTeori ve Pratik – 2
Bilim, hayata müdahale etmenin en etkin aracıdır. İnsanı seyirci konumundan kurtarıp, geleceği yaratmanın öznesi haline getirir. Bu yaratı ancak nesnel gerçeklikle uyum halinde gerçekleştirilebilir. İnsanın bu süreç içinde önünde eğileceği tek şey, gerçekliktir. Onun için teorinin anası pratiktir ve olgulardan hareket etmek esastır. Öte yandan “olgulardan hareket etmek”, “olguların peşinden sürüklenme”nin karşıtıdır. Olguların peşinden sürüklenmenin panzehri, teoridedir. Teori, olguları yeniden şekillendirmenin yol göstericisidir. “Devrimci teori olmadan devrimci pratiğin olmaması” da bu nedenledir.
Kimi işler yaptıkça azalmak yerine çoğalır. Yaptıkça daha çok yapma gereksinim ve olanağını doğuran etkinlikler, gelişmenin çekirdeğini oluşturur. Bir bulmacayı ne kadar çözerseniz, çözüm bekleyen bölüm o kadar azalır. Bilim bulmacaya benzemez. Bilinenlerin alanı genişledikçe bilinmeyenler azalmaz. Bilinenle bilinmeyen arasındaki cephe ötelendikçe, temasa geçilen bilinmeyenlerin alanı genişler. Bilimin işlevi azalmak yerine artar. Teori de toplumsal mücadelede benzer bir işleve sahiptir. Eylemin yükselmesi, teoriyi gereksiz kılmak bir yana, onun yol göstericiliğine duyulan ihtiyacı güçlendirir.
Yazının DevamıTeori ve pratik-1
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın’ın sosyal medyada yaptığı “artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır” açıklaması üstüne Teori Yazı Kurulu’nda başlayan ve gazetemizin sayfalarına da yansıyan tartışmanın ana eksenini teori ve pratik arasındaki ilişki oluşturmaktadır. Bu ilişkinin ele alınış biçimi, teorinin programa, stratejiye ve siyasetlere yansımasını etkiler. Ortaya çıkan sorunsal, bir açıklamanın değerlendirilmesinin ötesine geçen bütüncül bir önem arzetmektedir.
Bilim, gerçekliğe ait genel ve sistemli bilgilerimizden oluşur. Bilginin genel ve sistemli bir niteliğe kavuşması, ancak tek tek olguların dış görünümlerinin ardında yatan nedensellik ilişkilerinin keşfedilmesiyle mümkün hale gelir. Öngörüsüz bilim olmaz. Bilim, yol göstericilik işlevini ancak nedensellik ilişkilerine nüfuz ettiği ölçüde yerine getirebilir.
Yazının DevamıMalazgirt, İstanbul’un fethi ve 30 Ağustos
Karanlık olan Batı’nın Ortaçağı’dır. Doğu’nun Ortaçağ’ı aydınlıktır. Malazgirt Zaferi, Anadolu’yu yükselen Türk-İslam Uygarlığı’na açmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi de aynı sürecin bir parçasıdır. Bu fetihler, Anadolu’nun ya da İstanbul’un “el değiştirmesi”nden ibaret olmayıp, bu topraklara daha ileri bir uygarlık taşıyarak toplumsal gelişmenin önünü açmıştır. Farklı din, inanç ve kültürlere sahip toplulukların eşit olmasa da, uzun süre bir arada yaşamalarını olanaklı kılan merkezi bir imparatorluk sistemi, feodal dönemde ulaşılmış en ileri toplumsal düzeyi yansıtmaktadır.
Kapitalizmin yayılmacı ve emperyalist dönemlerinde sömürgeleştirdiği topraklara taşıdığı şey, medeniyet değil, kölelik olmuştur. Bu dönemde tarihin Anadolu’ya dayattığı seçenekler, artık “Bizans veya Seçuklu” ya da “Bizans veya Osmanlı” türünden ikilemler olmaktan çıkıp, kölelik ya da “kendi bağımsız devletine sahip bir millet olarak hür yaşamak” haline gelmiştir. “Ya istiklâl, ya ölüm”, bu tarihsel zorunluluğu yansıtan şiardır. 30 Ağustos zaferini mümkün kılan da tarihin bu keskin okunuşu olmuştur.
Yazının DevamıABD’nin Türkiye siyasetinin yeni ekseni
Son Rand Raporu’nda ABD’nin ülkemizde hangi güçleri desteklediği, hangilerini karşısına aldığı açıkça ve çoğu zaman doğrudan kişi isimleri belirtilerek ifade edilmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi de, “haritası”yla birlikte, hangi ülkelerin sınırlarının değiştirileceği açıklanarak ilan edilmişti. Bu tür “harita”lar, ister fiziki, ister beşeri “coğrafya”ya ilişkin olsun, içerdikleri “tehdit” ve “ödül” unsurlarıyla siyasal saflaşmayı şekillendirmeyi hedefler. Planlanan, “havucun da sopanın da” etkisini sürecin en başından itibaren devreye sokarak hedefe doğru ilerlemeye katkıda bulunmasını sağlamaktır. Onun için ABD siyasetine yön veren ya da bu siyaseti ilan eden belge ve raporlar bu format uyarınca düzenlenmektedir.
Öte yandan tehdidin ya da ödülün etkisi, planı yapanın gücüne bağlıdır. Amerika, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra “geleceği şekillendiren yegâne güç” imgesini bir süreliğine korudu. Bu dönemde “havuç ve sopanın peşinen ilanı”nı görece etkili kılan, bu imgenin ona sağladığı “yumuşak” güç olmuştur.
Yazının DevamıOyunlar kuramı ve siyaset 3
Bir “toplumsal oyun”un üstüne kurulduğu nesnel zemin, tarafların sahip oldukları edim seçeneklerini sınırlar. Oyunun sonucunu tarafların seçtikleri edimlerin bileşkesi ortaya çıkarır. Ama oyun aynı zamanda bir “toplumsal ortam” içine gömülüdür. Bu ortam, oynanan edim bileşkesinin taraflara olan getirisini etkiler. Bu etki, kimi zaman bazı edim seçeneklerinin kullanımını caydıracak kadar yüksek bir maliyeti yansıtır. Bazen de tam tersine taraflardan bazıları için oyunun çıplak sonucunun getirisine ek bir katkıda bulunur. Onun için oyunu kuran, kendisi için elverişli edim seçeklerini genişletip hasımlarınınkini daraltmanın yanı sıra, toplumsal ortamı da uygun biçimde dönüştürmeye çalışır. ABD’nin bütün planlarında kendi açısından elverişli toplumsal cereyanların kurcalanması, en az edim seçeneklerinin kendisi kadar önem taşır.
Dolayısıyla Rand Corporation’ın son Türkiye Raporu’nu, dayandığı nesnel temel, hedeflediği edim seçenekleri ve bunlara eşlik etmesi amaçlanan toplumsal ortam olarak üç değişik düzlemde ele almak gerekir.
Yazının DevamıOyunlar Kuramı ve Siyaset 2
Hegemonya, askeri güce dayanır. Ama hegemonya, salt askeri güce dayanarak sürdürülemez. Askeri güce dayanarak yakar, yıkar, öldürürsünüz. Ama yıkılanın yerine zoraki de olsa kabullenilen bir sistem kurulamazsa, hegemonya sürdürülemez. Askeri güç, saldırıya uğrayan ülkenin varlığını bağımsız olarak sürdürme seçeneklerini ulaşılabilir olmaktan çıkarmayı hedefler. Ülkenin parçalanması, emperyalizmin bu hedefine katkıda bulunur. Yıkımın ülkeyi zayıflatması, hegemonyanın kabullenilmesini kolaylaştırır, ama sonuca ulaşılmasını sağlamaya yetmez. Yıkılanın yerine tarihsel olarak geçici olmaya mahkum, ama emperyalizmin hedefleri açısından yeterince kalıcı bir sistem kurulamazsa hegemonya sürdürülebilir olmaktan çıkar.
Hegemonya peşinde koşan emperyalist bir devletin “yumuşak gücü”, “geleceği şekillendirme yetisine sahip yegâne güç olduğu” algısına dayanır. Bu algının aşınması, “yumuşak güc”ün üstünde yükseldiği zemini giderek kayganlaştırır. Yumuşak gücün zayıflaması, bağımsızlıkçı seçenekleri ulaşılabilir hale getirerek, hegemonya karşıtı güçlerin kapsamını genişletir ve onların elini güçlendirir.
Yazının DevamıOyunlar kuramı ve siyaset-1
Rand Corporation, temel hedefi ABD hegemonyasını koruma ve güçlendirme olan bir “araştırma kuruluşu”dur. Yayımladığı raporlar ve ilgi alanları, ABD siyasetlerine ve bu siyasetlerin uygulamaya konmasında kullanılmak üzere geliştirilen araçlara ışık tutar. Bu kuruluşun son Türkiye raporu konusunda Serdar Üsküplü’nün hazırlamış olduğu ve raporun şifrelerini gün ışığına çıkaran bir dizi geçen hafta Aydınlık gazetemizde yayımlandı.
Rand Corporation, kendi bünyesindeki elemanların çalışmalarının yanı sıra, aynı zamanda kuruluş dışında yapılan bazı araştırmaları da sistemli bir biçimde izler. Bu amaçla izlenmesi ve desteklenmesi gereken alanlar kuruluş tarafından belirlenir. Oyunlar kuramı, tüketicilerin davranışsal alışkanlıkları ve toplumsal ağlar, Rand Corporation’ın üstünde odaklandığı araştırma alanları arasında yer almaktadır.
Yazının DevamıDostluk ve Barış Planı BOP’un karşıtıdır
Vatan Partisi’nin ilan ettiği Karadeniz-Akdeniz Dostluk ve Barış Planı (KADBP), Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) karşıtıdır. BOP, bölge ülkelerinin direnişi sayesinde kendi hazırladığı haritaya gömüldü. KADBP, ABD’nin ve NATO’nun Batı Asya’da BOP’tan artakalan varlığına son verme planıdır. Bölgedeki ABD ve NATO üslerinin tasfiyesi ve ABD güdümlü bölücü ve yobaz terörüne karşı mücadele planın merkezinde yer almaktadır.
BOP’un çöküşüyle birlikte “Batı Asya’da Amerikan Barışı” hayallerini yitirmiş olan ABD, bölgede tutunmaya ve güdümündeki terör güçlerini korumaya çalışmaktadır. Bunun tek yolu, bölgeyi kalıcı bir barış ve istikrardan uzak tutmaktır. Onun için ABD, hem kargaşa yaratmak için her türlü çatışmayı kışkırtmakta, hem de bölge ülkeleri arasına nifak sokmaya çalışmaktadır. Bugün Batı Asya açısından “yurtta barış, dünyada barışı” sağlama yetisine sahip yegâne güç, Batı Asya İttifakı’dır. Onun için Vatan Partisi’nin planı, bir “dostluk ve barış” planıdır.
Yazının DevamıMilli devlet, özgürlük ve demokrasi
Toplumsal gelişme, nesnel yasalara tabi olduğu için bilimin konusudur. Dolayısıyla toplumsal olarak neyin ileri, neyin geri olduğunun nesnel bir ölçütü vardır. Nasıl doğa yasalarının doğruluğu seçimle değil, pratikle sınanarak belirleniyorsa, toplumbilimin ölçütü de seçimin değil, nesnel geçeklikle sınamanın konusudur. Ama ileri ve gerinin nesnel ölçütünü bilmek, geri olanın yerine ileri olanı geçirmeye yetmez.
Fizikte de bir dönüşüm sürecini gerçekleştirmek için gereken enerji miktarını doğa yasaları uyarınca doğru olarak belirlemek, o sürecin gerçekleştirilmesine yetmez. Söz konusu enerjinin süreçte kullanılmasını olanaklı kılacak bir düzenek altında uygun bir kaynaktan üretilmesi gerekir. Toplumsal ilerleme de, hem yeter düzeyde bir toplumsal bir enerjinin yaratılmasını, hem de bu enerjinin hedeflenen ilerleme sürecine yönlendirilmesini gerektirir.
Yazının DevamıOsmanlı ve Osmanlıcılık
Uygarlıklar doğar, büyür ve yaşlanırlar. Uygarlığın gençlik döneminde toplumsal enerji geleceği kurmaya odaklanır. Geçmişten devralınan birikim, geleceği kurmanın yapı taşlarına dönüştürülür. Öznenin çabası toplumun nesnesini şekillendirme üstünde yoğunlaşır. Nesneyi tanımaya duyulan ihtiyaç, bilimin, onu dönüştürme iradesi de sanatın önünü açar. Yenilikçiliğe duyulan gereksinim, yaratıcılığı açığa çıkarır. Bu süreç, uygarlığın insanlığın gelişimine olan katkılarını yetkinleştirir.
Uygarlığın zeminini oluşturan toplumsal sistem, üstünde rol aldığı sahnenin de sınırlarını belirler. Bu sınırlara ulaşıldığında duraksama başlar. Öznenin nesneyi şekillendirmesi, yerini nesnenin özneyi sınırlandırmasına bırakır. Geçmişin kabuğunu kırarak yükselmiş olan uygarlığın kendisi kabuk tutmaya başlar. Geçmiş ile gelecek arasındaki ilişki karşıtına dönüşür. Geçmiş, artık geleceği doğuran bir etken olmaktan çıkıp, onu içine hapseden bir kabuk haline gelir. Belki daha da önemlisi, kabuk tutan uygarlık, kendi katkılarıyla insanlığın ortak birikimine malettiği değerleri artık yaşayamaz ve yaşatamaz hale gelir.
Yazının Devamıİşsizlik, eğitim ve devletçilik
Bir milletin en önde gelen kamu değeri, insan gücüdür. İnsan, üretici güçlerin merkezinde yer alır. Üretici güçlerin parçası olan her türlü araç, gereç ve bilgi, insan emeğiyle üretilmiştir. Yalnızca mal ve hizmetler değil, insani özün kendini en yetkin biçimde açığa vurduğu bilim, sanat ve kültür de, insan gücünün ürünüdür. Sınıflı toplumlarda ortaya çıkan “kültür” kavramı, “insan yapımı olan her şeyi” kapsar. Bu kavramın kökenini oluşturan “tarım” ve “ekin” sözcükleri, sınıflı toplumların oluşmasına yol açan ilk büyük devrimin temel üretim etkinliğine karşılık gelir.
Doğal kaynakların çoğunun kullanımını ertelemek, istenilir olmasa da olanaklıdır. Ama üretimde kullanılmayan insan gücünü gelecekte kullanmak üzere depolamanın yolu yoktur. Onun için işsizlik, yani insan gücünün üretim işlevinden yoksun kalması, giderilmesi olanaksız bir verimlilik kaybına yol açar.
Yazının DevamıTarihsel ömür, toplumsal ömür
İnsanlığın ilerlemesine yapabileceği bütün katkıları tüketerek gelişmenin önünde engel haline gelen bir toplumsal sistem, tarihsel ömrünü yitirmiş olur. Tarihsel ömrünü yitiren bir toplumsal sistem, “emekliye ayrılıp” kendiliğinden tarih sahnesinden çekilmez. Toplumsal ömür, her zaman tarihsel ömürden daha uzun sürer. Çünkü toplumsal ömrün sona ermesi, eskiyi yıkıp yerine yeniyi kuracak bir toplumsal gücün oluşmasını gerektirir.
Emperyalizm, kapitalizmin tarihsel ömrünü yitirdiği son aşamasıdır. 20. yüzyılın başında kapitalizmin emperyalizm aşamasına girmesiyle birlikte, bu tarihsel saptamayı ilk olarak yapan Lenin’dir. Lenin, emperyalizmi “can çekişen kapitalizm” diye tanımlamıştır. Aynı saptama, olaya ülkemizin deneyimi içinden bakan Mehmet Akif Ersoy tarafından da yapılmıştır. Emperyalizm, onun dilinde “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”dır. Mao da, Çin Devrimi’nin tecrübesini, emperyalizmi “kâğıttan kaplan” diye betimleyerek özetlemiştir.
Yazının DevamıAltı Ok’un yeniden keşfi
Öngörüsüz bilim olmaz. Bilim insanlığa öngörüleriyle yol gösterir. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu, ülkemizin varoluş sorununa Türk Devrimi’nin bilimsel öngörülerin ışığında verdiği yanıttır. Bu adım, devrimin programını oluşturan Altı Ok’un bütün özünü içinde barındırmaktadır.
Büyük Millet Meclisi, kurtuluşu sağlama ve varoluşu sürdürme yetisine sahip yegâne toplumsal gücün “millet” olduğunun ilanıdır. Bu, “Milliyetçilik”tir. Egemenliğin millete ait olması ve bu egemenliğin Meclis eliyle yürütülmesi, “Cumhuriyetçilik”tir. Milli Devlet, milletin örgütlenmiş halidir. Kurtuluşun ancak Milli Devlete dayanarak gerçekleştirilebileceğinin saptanmış olması, “Devletçilik” ilkesinin özünü oluşturur. “Halkçılık Beyannamesi”, Büyük Millet Meclisi’nin temel belgesidir. İstiklâl Savaşımız ve Atatürk Devrimi, ülkemizin dünya toplumbilimine eylemli olarak yaptığı en büyük katkıdır. “Lâiklik” ilkesinin temeli, bilimin yol göstericiliğinin kabulüdür. Dünyanın çehresini değiştiren en büyük devrimlerden birine önderlik etmiş olan Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş amacı “devrimci”liktir.
Yazının Devamı‘Görünmez El’ mi, ‘Görünür El’ mi?
Koronavirüs, toplumsal sistemleri sınamaya devam ediyor. Virüs, herkesi ve hayatın her alanını etkiliyor. Bilinçlerdeki sarsıntı, uluslararası ilişkilerden milli devlet örgütlenmesine, toplumsal ilişkilerden ekonomiye, bilimin ve sanatın hayatımızdaki rolüne, hayat tarzından toplumsal ahlaka, özgürlüklerden toplum disiplinine kadar her alanda edinilmiş ve sıradanlaşmış alışkanlıkların irdelenmesine yol açıyor. Çözüm ihtiyacı, bütün etkenlerin karşılıklı etkileşimleri içinde ele alındığı bütünsel bir yaklaşımı dayatıyor. Dünyanın çivisini yerinden oynatan virüs, zihinlerde yeni bir kavramsal çerçeve arayışını da beraberinde getiriyor. Salgının yıkıcı etkileri çoğu yerde hâlâ yükselişini sürdürürken, “koronavirüs sonrası dünya”ya ilişkin öngörüler giderek gündemin ilk sıralarına tırmanıyor. Virüsün bu bağlamda gün yüzüne çıkardığı en önemli çelişmelerden biri, toplumsal ilerlemede kendiliğindenlik ile müdahale, diğer bir deyişle “Görünmez El” ile “Görünür El” arasındaki ilişkidir.
Kapitalist üretim ilişkileri, feodalizmin bağrında oluşmuştur. Çeşitli nedenlerin tetiklemesiyle meta üretiminin genişlemesi, üretimde feodal sistemin kısıtlarının dışına çıkılarak ücretli emeğin kullanılmasının yaygınlaşmasına yol açmıştır. Bu süreç, bir tasarım ürünü olarak değil, kendiliğinden ortaya çıkmıştır. İster klasik ya da neoklasik iktisatçılar, isterse Marksistler tarafından olsun, kapitalizm hakkında yazılmış olan her şey, bu sistemin ortaya çıkıp belli bir yetişkinlik düzeyine ulaşmasından sonra yazılmıştır. Bunlar, yeni bir sistemin “icadı”nı değil, varolan bir sistemin işleyiş kurallarının “keşfi”ni yansıtmaktadır. Feodalizmden kapitalizme geçişteki “müdahale”unsuru, burjuvazinin demokratik devrimlerle iktidarı ele geçirip kapitalizmi hakim üretim tarzı haline getirmiş olmasıdır. Adam Smith’in ortaya attığı “Görünmez El” kavramı, kapitalist piyasaların işleyişindeki kendiliğindenliğin özlü bir anlatımıdır.
Yazının Devamı