Son Yazıları
‘Tanrı'nın bile imreneceği bir tablo’
“...Türk denizcileri yıllardan beri ilk defa olarak bir bütün halinde Çanakkale Boğazı'ndan çıkıp uzaklara gittiler. Denizlere yıllarca hükmeden Türk Donanması'nın eski aşinası, dedelerinin eski sevgilisi Akdeniz'e dostluk ziyaretlerine gittiler... Evet gittiler. On sekiz milyonun kalbini heyecanlara boğarak gittiler. Artık Akdeniz'de yıllar süren hasret diniyor. Lakin az beklenmedi. Kâbuslar içinde yıllar süren bir hasretten sonra bu hasretin sonunu bildiren bir kucaklaşma... Bu, Tanrı'nın bile imreneceği bir tablodur...”(1)
Bu satırlar, Cumhuriyet öncesi harap bir halde olan Türk Donanması'nın, 1936 yılında ilk kez 6 gemiden müteşekkil bir filo ile Malta seferine çıkmasının hemen ardından, Türk Ticaret Kaptan ve Makinistler Cemiyeti dergisinde yazıldı. Aynı mutluluk, aynı heyecan, aynı gurur ise bu kez Cumhuriyetimizin 100. yılında, 100 gemiden müteşekkil Türk filosunun İstanbul Boğazı'ndan ustalıkla geçişinde yaşandı. Halkımız kıyılara akın ederek, ellerinde Türk bayrakları ile göz yaşları içinde Cumhuriyet Donanması'nı selamladı. İşte bu, Tanrı'nın bile imreneceği bir tablodur!
Yazının Devamı‘Apolitik’ bir savunma sanayii zirvesi yapılabilir mi?
ODTÜ’de bir grup PKK destekçisi, 5 Ocak’ta düzenlenmesi planlanan Savunma Sanayi Zirvesi öncesi hakaretler etti, tehditler savurdu; Rektörlük duymadı. Etkinlik günü salon işgal edildi; ASELSAN, HAVELSAN gibi şirketlerimizin masaları tekmelendi; Rektörlük kılını kıpırdatmadı. Ne salonda bir önlem alındı, ne de müdahale için okula Emniyet çağrıldı. Her şey PKK’nın istediği gibi gitti ve etkinlik, Rektörlüğün onayı ile yapılamadı.
Ertesi gün Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir’e ODTÜ’de yaşananları sordum. “Kimlerin ne tıynette olduğunu gördük.” diye yanıtladı. Yönetim gibi “öğrenciler arası sürtüşme” masalına da pabuç bırakmadı. “Savunma sanayi sektörünün gelişmesinden kimin rahatsız olduğu malum; terör örgütü ve iltisaklılardan başkası olmayacağını düşünüyoruz.” diye konuştu. Kararlı görünüyordu, yolumuzdan şaşmayız mesajı verdi; “Bunlar bizim için sivrisinek vızıltısı.” diye de ekledi.
Yazının DevamıTüpçü Hasan seferberlikte
Türk Ordusu'nun tarihi, Türklerin tarihi ile paraleldir. Çünkü Türkler, her şeyden önce ordu-millettir. Silahlı kuvvetlerin yegane kaynağı, milletin kendisidir.
Ordu-millet, askerlik mesleğinin müstakil bir sosyal müessese olarak görülmediği, seferberlik zamanlarında kadın-erkek bakılmaksızın, eli silah tutan bütün fertlerin asker olarak muamele gördüğü toplum tipidir. Bu toplumda fertler, gönüllü olarak vazifeye gelir. Vazife-i ifayı ihmal, halk nezdinde ihanettir. Yani askerlik müessesesi değil, askerîlik milli bir seciyedir.
Yazının Devamıİktidarın vizyonu halkın kudreti
Abdülhamid Han sondaj gemisinin ilk görev yeri belli oldu. Dünyanın en derin noktası olan 10 bin 994 metrelik Mariana Çukuru'nda dahi sondaj yapma kabiliyetine sahip bu 7. nesil sondaj gemimiz; şimdilik Antalya Körfezi içinde, Gazipaşa'nın 29 mil (55 km) açıklarında, Türkiye'ye dayatılan Seville Haritası sınırlarında, egemenlik iddialarımızı pek de güçlendirmeyen bir konumda, özetle Yörükler-1 kuyusunda sondaj faaliyetleri yürütecek. 2 ay sürecek bu çalışma ile gaz bulursak ne alâ... Kıyılarımıza çok yakın bir noktada, hızla karaya taşıyabileceğimiz bir zenginliğe kavuşacağız. Enerji bağımlılığımızı azaltacak, cari açığımızı kapatacak, görece refaha kavuşacağız. Peki ya sonrası?
Açık denizlere çıkma meselesi; hidrokarbon kaynaklarını kullanmanın ötesinde, bir küresel güç olma mücadelesidir. Kıyıbaşlarını tutmak, ticaret rotalarının güvenliğini sağlamak, kriz sahalarına ulaşmak, donanma ve ganbot diplomasilerini kullanmak, ikincil vuruş gücüne sahip olmak, tehditleri ileride karşılamak, daha uzaklara gitmek, daha derinlere dalmak...
Yazının DevamıRuslar sıcak denizlere mi iniyor?
Bugün Suriye'de, Libya'da ve Doğu Akdeniz'de Türk-Rus dostluğuna yönelik karamsar yaklaşımlar, şu tevatüre dayanıyor: "Rusya sıcak denizlere inecek!"
Aslında 'sıcak denizlere' inme meselesi, Rusya'nın daha 18. yüzyılda başlattığı 'donmayan bir liman' arayışına dayanıyor. O dönem için coğrafi olarak kuzeyindeki buzullarla kaplı denizler ile güneyinde boğazlara ve Karadeniz’e sahip Osmanlı Devleti arasında sıkışmış kalmış olan Rusya, sıcak denizlere çıkışı olmayan bir ülke konumundaydı. Baltık ve Vladivostok'ta bulunan Rus limanlarının kışın donması nedeniyle deniz ticareti gelişememiş, küresel bir güç olmak için gerekli deniz kuvveti oluşturulamamıştı. Sadece Osmanlı ile değil, yaklaşık 300 yıldır batıda İsveç ve Almanya, doğuda Japonya, güneyde Pakistan, Hindistan ve İran üzerinden İngiltere ile olan mücadelenin ana ekseni de bu arayışa dayanıyordu.
Yazının DevamıYeni dünyanın kilidi: üretim
Yeni dünya, çöken Atlantik sistemin kırık finansal tuğlalarıyla değil, daha önce de olduğu gibi üretimle kurulacak. Wall Street ya da City of London'ın dünyası değil bu. Sıcak para komisyoncularının, faizcilerin, dolar ve borsa vurguncularının yeri yok artık. Neyden mi bahsediyoruz? Açalım bunu biraz:
1950'li yıllarda dünyada sermaye hareketleri, Merkez Bankalarının izniyle gerçekleşirdi. 1957 yılında Britanya, dünyanın ilk serbestleştirilmiş finans piyasasını kurdu. İngiltere'ye akan paralar için rezerv tutma zorunluluğu yoktu. Bu para kredi olarak da dağıtılabiliyordu. Bu dönemde ABD Doları, İngiltere üzerinden dünyaya aktı. Yurtdışına giden sermayeye vergi koymak isteyen Kennedy ise 1963 yılında 'ortadan kalktı'. Vietnam Savaşı'yla borç batağına saplanan Nixon, 1971'de dolar-altın konvertibilitesini çöpe attı. Petrolün yüzde 85'ini kontrol eden Seven Sisters ise petrolü dolar karşılığı satmayı garanti ederek Nixon darbesini meşrulaştırdı. 1989'da Bing Bang, faiz oranları ve kredi üzerindeki devlet denetimini kaldırdı. Ardından Clinton, bankalara denetim dışı özel şirket kurma imkanı verdi. Böylece bankalar, vergi cennetlerinde kurdukları firmalara, riski yüksek borçlanma senetleri karşılığında sermaye taşıdı.Tüm bunlar sonucunda ne mi oldu? Karşılığı olmayan milyarlarca dolar basıldı, kendini finanse eden krediler yaratıldı. 2008'de türev ürünlerin toplamı (hayali sermaye) 863 trilyon dolara ulaştı. Dünya Bankası'nın hesabına göre, 109 borçlu ülke 1980-86 arasında 658 milyar dolar faiz ve ana para geri ödemesi yapmıştı. Gerçek borç ise sadece 430 milyar dolardı. Sonuçta finans kuruluşlarının tüm işletmelerin kârı içindeki oranı 1982'de yüzde 5'ken, 2007'de yüzde 41'e çıktı. İşte sonuna geldiğimiz dünya düzeni bu. Artık yok öyle 4.7 sente 100 dolar basmak!
Yazının DevamıHani Dedeağaç'a yığınak Rusya'yı kuşatmak içindi!
ABD'nin son yıllarda Yunanistan'a yaptığı yoğun askeri yığınak, dönem dönem tartışma konusu oldu.
Güvenlik uzmanları, stratejistler, emekli askerler, siyasetçiler, diplomatlar ve nice karar vericimiz, bu yığınağın Rusya'ya karşı yapıldığını belirterek, Türkiye ile ilgisinin bulunmadığını söylediler.
Yazının DevamıPadişahım baş aşağı!
"Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devleti’nin donanması da mühim ve büyük olmak gerektir. O zaman Türkiye Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır. Mükemmel ve kaadir bir Türk Donanması'na malik olmak gayedir…"
Mustafa Kemal'in 20 Eylül 1924'te Hamidiye Kruvazörü'nün Hatıra Defteri'ne yazdığı bu satırlar, genelde eksik bırakılıyor. Aynı yazının devamında esas çözüme vurgu yapan Atatürk, “Bunun ilk azimet noktası, sefain-i harbiye tedarikinden evvel, onları muvaffakıyetle sevk ve idareye muktedir kumandanlara, zabitlere, mütehassıslara malikiyettir.” diye devam ediyor.
Yazının DevamıAtatürk ve deniz gücü: Karada kıstırılmış durumdayız!
Mustafa Kemal, “Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.” demişti. Biz de bu 10 Kasım'da sayfalarımızı, bir kez daha O'nun fikirlerini anlamaya hasrediyoruz...
Atatürk için çoğunlukla “başarılı bir asker asker, büyük bir devlet adamı” sıfatları kullanılır. O'nun bir karacı subay olarak savaşlarda kazandığı başarılara sıklıkla atıf yapılır. Doğrudur, Mustafa Kemal bir strateji dehası olarak kara harp doktrinine dünya çapında katkılar sağlamıştır. Fakat O'nun deniz gücünü inşası ve donanma diplomasisini muazzam tatbiki incelendiğinde, ince zekası ve Mavi Vatan'ın stratejik önemi çok daha iyi kavranacaktır.
Yazının DevamıBeşar Esad’ın Duma mesajı
Suriyeliler, 26 Mayıs Çarşamba günü Cumhurbaşkanlığı Seçimleri için sandık başına gitti.
Ülkeden gelen görüntüler, bir seçim manzarasından ziyade zafer kutlamalarına benziyor.
Yazının DevamıYunan basınının yeni kahramanı
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller; 31 Aralık, 2 Ocak ve 4 Ocak tarihli köşe yazılarında; 'jeopolitik' eksende Türkiye'nin Mavi Vatan Doktrini'ni ele almış. 'Jeopolitikçiliğin' temelinde yayılma, sömürgeler kurma, sınırlarının ötesine müdahale etme ve komşularını istikrarsızlaştırma olduğunu söyleyen Güller; Mavi Vatan Doktrini'nin de maksimalist sınırları nedeniyle benzer bir anlayışı ihtiva ettiğini öne sürüyor. Güller şöyle yazmış:
"Mavi Vatan’ı MEB’leri de dahil ederek 464 bin kilometrekarelik bir alan olarak ilan etmek doğru değil. Çünkü MEB’ler devletlerin 'tam egemen' olduğu alanlar değildir, işletme hakkı aldığı bölgelerdir. Öyle olduğu için de iki devletin anlaşarak MEB ilan ettiği bölgede, üçüncü ülkeler boru hattı döşeme dahil pek çok hakka sahip olurlar."
Yazının DevamıMavi Vatan'ın bekçileri hep o feneri arıyor!
"…Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devleti’nin donanması da mühim ve büyük olmak gerektir. O zaman Türkiye Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır. Mükemmel ve kaadir bir Türk Donanması'na malik olmak gayedir…"
Mustafa Kemal'in 20 Eylül 1924'te Hamidiye Kruvazörü'nün Hatıra Defteri'ne yazdığı bu satırlar, çoğunlukla eksik bırakılıyor. Aynı yazının devamında esas çözüme vurgu yapan Atatürk, "Bunun ilk azimet noktası, sefain-i harbiye tedarikinden evvel, onları muvaffakıyetle sevk ve idareye muktedir kumandanlara, zabitlere, mütehassıslara malikiyettir" diye devam ediyor.
Yazının DevamıAkdeniz'in sessiz gücü: İtalya
Doğu Akdeniz'de yaşanan gerilimin ardından tüm Avrupa'nın gözü Türkiye'ye döndü. Bir yandan 400 milyar metreküplük doğalgaz ithalatı ile dev bir enerji açlığı olan, bir yandan da tarihsel sömürge ilişkisi nedeniyle Kuzey Afrika'ya ilgisi devam eden Avrupa, kendi enerji ve güvenlik ihtiyaçları temelinde yeni bir pozisyon arayışına girdi. Bu noktada Türkiye; Avrupa'daki geniş Türk nüfusu, yüksek askeri kabiliyetleri ve gelişen ekonomik ve teknolojik faaliyetleri ile her coğrafyadaki tarihsel bağları nedeniyle önemli bir aktör konumuna yükselirken, kimi Avrupa ülkeleri için potansiyel müttefik, kimileri için de potansiyel tehdit olarak ilgiyi üzerine çekti. Özellikle Fransa'nın sömürgeci bir zafer anlayışı içinde Avrupa liderliğine soyunmasına taş koyan Türkiye, belki de tarihinde ilk kez Avrupa'daki güç dengesine bu denli müdahale edebilecek bir konuma yükseldi. Macera peşinde koşan Macron'un aksine Türkiye ile iyi ilişkiler kurarak geleceğini teminat altına almaya çalışan Avrupa ülkelerinin başında ise Almanya, İtalya, İspanya ve Malta geliyor. Her ne kadar Almanya-Türkiye dostluğu bölgesel sınırların ötesinde küresel bir güç ağırlığı yaratsa da, Doğu Akdeniz temelinde ittifak potansiyeli taşıyan en önemli ülke olarak İtalya dikkat çekiyor.
7 bin 600 kilometrelik kıyı şeridi ve jeopolitik konumu ile Akdeniz'in en önemli ülkelerinden olan İtalya, son yıllarda giderek Avrupa fikrinden uzaklaşıyor. 2009 finansal krizinden bu yana Avrupa Birliği'ne yönelik eleştirilerin her yıl arttığı İtalya'da, pandemiyle birlikte yaşanan işbirliği ve yardım temelli krizler ayrılık fikrini daha da somutlaştırdı. Göçmen politikalarında da AB'den gerekli desteği göremeyen İtalya'nın yaşadığı hayal kırıklığı, dışarıda yeni ittifak arayışlarını da beraberinde getirdi. Hem eski sömürgesi Libya'yı kendi etki alanı içinde görmesi hem de ciddi bir göçmen kriziyle yüzleşmesi bakımından Libya krizine erken müdahil olan İtalya, Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin kurulmasını da ilk öneren ülkeydi. Aşiretleri de sürece dahil eden ve Evlad-ı Süleyman, Tuareg ve Tebu temsilcilerini Roma'da bir araya getiren İtalyan yönetimi, Hafter ile de görüşmeler yaparak siyasal arayışların öncüsü oldu. Fakat Fransa ve BAE'nin bölgeye gelmesi ile çözüm arayışları ortada kalan İtalya, Türkiye'nin UMH'ye destek vermesi ile rahat bir nefes aldı. 2017 yılında göçmenleri önlemeye yönelik Serrac ile antlaşma imzalayan İtalyanlar, bu rejimi korumak için Türkiye'nin belirleyici olduğunu değerlendiriyor. İtalya her ne kadar İrini Operasyonu'nun bir parçası da olsa, bugüne kadar Trablus'a yardım gönderen hiçbir Türk gemisinin karşısına çıkmadı. Aksine aynî ve nakdî yardımlar ile Trablus'a destek veren İtalya, kolluk gücü eğitimi ve sivil toplumun geliştirilmesine yönelik çabalarını da sürdürüyor.[1]
Yazının DevamıRusya Akdeniz'in neresinde?
Doğu Akdeniz'de yaşanan gerilimde Rusya'nın pozisyonu tartışılıyor. Kimileri Yunanistan ve Rum Yönetimi ile yakın ilişkileri bulunan Moskova'nın açık şekilde Türkiye karşısında olduğunu ifade ederken, kimileri de Astana ortaklığının tüm cephelerde sürdüğünü belirtiyor. Peki Rusya'nın mecburiyetleri neler? Dış politikada pozisyonunu nasıl belirliyor? Stratejik ortak mı, geçici müttefik mi? Sıcak sulara inmesi Türkiye için tehdit mi? Rusya, Akdeniz'in tam olarak neresinde bulunuyor?
Bugün Rusya'ya yönelik en büyük tehdidin kaynağı Amerika. Baltık'tan Karadeniz'e kadar NATO unsurları ile çevrelenen Rusya, stratejik bir kuşatılmışlık hissediyor. Anakarasının üç tarafına konuşlanmış hava savunma sistemleri, balistik füze üsleri ve on binlerce NATO askeri tarafından tehdidi ensesinde hisseden Moskova, bir yandan da yaptırımlarla küresel ekonomiden dışlanmaya çalışılıyor. ABD'nin 1987 yılında Sovyetler Birliği'yle imzaladığı Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan (INF) çekilmesiyle birlikte tehdidin boyutu katlanırken, açıkça anakarasına hapsolmuş bir Rusya'nın hedeflendiği görülüyor.
Yazının DevamıEge ve Doğu Akdeniz'de bu adımlar atılmalı
Doğu Akdeniz'de Yunanistan'ın Türk egemenlik alanlarına yönelik tacizleriyle başlayan gerginlik, Atina'nın Meis'e asker çıkarmasıyla birlikte üst seviyeye taşındı. Gayrıaskeri statüde bulunan Meis'in silahlandırılması, Lozan dengesini bozmakla birlikte bu adaların devir şartını ortadan kaldırmaya kadar gidebilecek bir hukuki sürecin nüvelerini taşıyor. Türkiye, Yunanistan'a yönelik uyarılarını en üst düzeyde yaparken, uzmanlar gayrıaskeri statünün ihlali konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu'na başvuruların hızla yapılması gerektiğini vurguluyor. Bunun yanında egemenliği Yunanistan'a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar konusunda hukuki sürecin başlatılması, Ege'de 3 mil rejimine geri dönülmesi çağrısı ve Doğu Akdeniz'de hızla Münhasır Ekonomik Bölge ilan edilmesi de Türkiye'nin atabileceği adımlardan…
Gayrıaskeri statüdeki Ege adalarının hukuki rejimi Altı Büyük Devlet Kararı, 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması, Lozan Boğazlar Sözleşmesi ve 1947 tarihli Paris Barış Antlaşması ile belirlendi. Bu anlaşmalarla birlikte Ege'de bir denge kurularak Türkiye'nin üzerindeki tehdit sonlandırıldı. Fakat bugün Yunanistan, Birleşmiş Milletler Antlaşması'nin 51. maddesine dayanarak adalarını silahlandırdığını, bu bakımdan ana sözleşmeleri ihlal etmediğini ileri sürüyor. Her ne kadar söz konusu maddede "Bu Antlaşma'nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez" denilse de, sözleşmelerle gayrıaskeri statünün kabul edilmiş olması, devletlerin egemenliğine getirilen bir kuraldışılığın da kabulü anlamına geliyor.
Yazının DevamıUluslararası hukukta '12 mil' zorlaması yok
Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, önceki gün yaptığı açıklamada İyon Denizi'nde karasularını 12 deniz miline çıkaracaklarını duyurdu. "Diğer denizlerde de karasuyumuzu 12 deniz miline çıkarma hakkımızı saklı tutuyoruz" diyen Miçotakis, bunun Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)'ne uygun olduğunu savundu. 6 mil rejiminin uygulandığı Adalar Denizi'ni işaret eden Miçotakis, Türkiye'nin adeta sinir uçlarına dokundu. Peki Yunanistan'ın 12 mil talebi, Deniz Hukuku'na ne kadar uyuyor?
BMDHS’nin 3. maddesinde, karasularının azami genişliği 12 mil olarak belirlenmiş. Adaların deniz alanlarına sahip olması meselesi ise 121. maddede düzenlenmiş. Sözleşme'nin 121/2 maddesinde "3. paragraf hükümleri saklı kalmak üzere, bir adanın karasularının, bitişik bölgesinin, münhasır ekonomik bölgesinin ve kıta sahanlığının sınırlandırılması, işbu Sözleşme'nin diğer kara parçalarına uygulanabilir hükümlerine uygun olarak yapılır" deniliyor. İşte Yunanistan bu iki maddeye dayanarak, kara ülkesinde uygulayabileceği azami 12 mil karasuyunun, her bir adası için de geçerli olacağını savunuyor. Bunun yanında sözde tezini kuvvetlendirmek için bir "Adalar Devleti" olduğunu iddia ederek, tüm adalarının tam etkiye sahip olduğunu, bunların arasında kalan suyun da Yunanistan'ın iç suyu olduğunu savunuyor. Özetle Lozan'da Türkiye'ye bırakılan 3 mil dışında geri kalan tüm adalar ile suyun kendisine ait olduğunu ileri sürüyor.
Yazının Devamı- 1
- 2