Son Yazıları
Yaşamın kaynağı Süpernova
Etrafımıza baktığımızda tüm dünyamızın gerek bitkisel gerek hayvansal gerekse mikrobik olarak hayat ile dolu olduğunu görebiliriz. Biyologlar ve evrim ile ilgilenen bilim insanları tüm bu hayat çeşitliliğini açıklamak için farklı bilimsel teoriler öne sürmüşlerdir. Ancak yaşamın ilk başlangıç noktalarına baktığımızda halen ilk yaşamın dünyamızda nasıl oluştuğunu tam olarak bilemiyoruz ve henüz deneyler ile dünyanın ilk koşullarını oluşturabilsek bile sıfırdan bir yaşayan hücre veya benzeri bir olguyu başarmak mümkün olmadı. Tabii hayatın oluşması için gerekli olan ısıl enerjinin ve öncelikle suyun olması gerekiyordu. Yaşamın oluşması için ne çok sıcak ne çok soğuk olmayan bir iklim ile çok fazla radyasyona maruz kalmayan bir ortam ve uygun elverişli bir atmosfer olmazsa olmaz olan gereksinimler. Daha önce gerek dünyamızın gerek Güneş Sistemimizin bu anlamda doğru mesafelerde olduğunu başka bir yazımızda anlatmış ve bununla ilgili olarak Goldilock Bölgesi tanımını incelemiştik.
Ancak bilim adamları artık yaşam için gerekli olan tüm moleküllerin Süpernova dediğimiz yıldız patlamaları sayesinde oluştukları konusunda tamamen hemfikirler. Süpernova, bir yıldızın ömrünün sonuna geldiğinde parlak bir ışık patlamasıyla meydana gelen olgudur. Süpernovalar, tüm galaksileri kısa bir süreliğine gölgede bırakabilir ve güneşimizin tüm ömrü boyunca yayacağından daha fazla enerji yayabilir. Ayrıca evrendeki ağır elementlerin birincil kaynağıdırlar. NASA'ya göre süpernovalar, "uzayda gerçekleşen en büyük patlamadır.". Tarihte çıplak gözle görülebilen süpernovalar, gökyüzünde aniden beliren ve haftalar, hatta aylar boyunca parlaklığını koruyan nadir gök olaylarıdır. Bunlardan ilki, M.S. 185 yılında Çinli gökbilimciler tarafından kaydedilmiş ve "misafir yıldız" olarak adlandırılmıştır. En ünlü süpernovalardan biri, 1054 yılında patlayan ve günümüzde Yengeç Nebulasını oluşturan SN 1054’tür; Çin, Japon ve Arap astronomları tarafından gözlemlenmiş ve o dönemde gündüz bile görülebilecek kadar parlak olmuştur. 1572’de Danimarkalı astronom Tycho Brahe tarafından gözlemlenen SN 1572, onun "De Stella Nova" adlı eserine ilham vermiştir ve gökbilimde büyük yankı uyandırmıştır. Johannes Kepler de 1604 yılında SN 1604 süpernovasını gözlemleyerek detaylı kayıtlar tutmuş ve bu olay, "Kepler'in Süpernovası" olarak anılmıştır. O zamandan bu yana Samanyolu’nda çıplak gözle görülebilecek kadar parlak bir süpernova gerçekleşmemiştir, ancak bilim insanları gelecekte özellikle Betelgeuse gibi dev yıldızların patlamasını beklemektedir.
Yazının DevamıUzayda mülkiyet haklarının geleceği ve Uzay Vatan
İnsanoğlu, tarih boyunca keşif ve fetihlerle sınırlarını genişletmiştir. Okyanusları aşmış, yeni kıtalar keşfetmiş ve hatta İngiltere ve hatta ABD gibi ülkeler tarihleri boyunca sömürgecilikle birçok toprağı işgal etmiş ve sonra da kontrol etmiştir. Ancak şimdi aynı şekilde insanoğlu gözünü gökyüzüne, özellikle de Ay'a dikmiş vaziyette. Uzaya gitme başarısı elde etmiş ülkeler şimdiden uzaydaki mülkiyetleri paylaşma derdindeler. Fakat Ay'da veya diğer gök cisimlerinde mülkiyet hakları konusu, uluslararası hukuk ve politikada karmaşık bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Bu yazıda, uzayda mülkiyet haklarının mevcut durumu, gelecekteki olası senaryolar ve bu konuda yaşanabilecek uluslararası çatışmaları ele alacağız.
1967 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Dış Uzay Antlaşması (Outer Space Treaty), uzay faaliyetlerinin barışçıl amaçlarla yürütülmesini ve hiçbir ülkenin uzayda egemenlik iddiasında bulunmamasını öngörür. Antlaşmanın temel maddelerinden biri, Ay ve diğer gök cisimlerinin ulusal egemenlik tesisine kapalı olduğunu belirtir. Yani, hiçbir devlet Ay üzerinde egemenlik iddia edemez.
Yazının Devamıİnsanlığın geleceğini değiştirecek güç mü?
Bilgisayarların icadı ile birlikte hepimiz 20. yüzyılda bilgisayarların gücü ile uzaydan enerjiye birçok kapıyı açan bir teknolojik devrim yaşadık. Hatta bugün kullandığımız telekomünikasyon ağından bankacılık ağına kadar her şey bilgisayar tabanlı çalışmaktadır ve bugünkü konforumuzun önemli bir bölümünü buna borçluyuz. Kuantum bilgisayarları, klasik bilgisayarların sınırlarını zorlayan ve bilgi işlem gücünü olağanüstü seviyelere taşıyan yeni bir teknolojik icat olarak tanımlayabiliriz.
Peki, bu teknolojiyi bu kadar özel yapan nedir? Günümüzde hangi aşamadadır ve önümüzdeki on yılda bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Ayrıca, Microsoft’un yeni Majorana 1 isimli kuantum çipi, bu alanda ne gibi bir yenilik vaat ediyor?
Yazının DevamıZamanın oku gerçekten tek yönde mi akıyor?
Zaman, insanlık tarihi boyunca en büyük gizemlerden biri olmuştur. Hepimiz onun akışına kapılmış gitmekteyiz. Doğarız, büyürüz, yaşlanırız ve sonunda yok oluruz. Zamanın akışı, yaşamımızın en temel gerçeklerinden biridir. Bütün insanlık uygarlıklarının gelişimi ve hatta yok oluşu zamanın oku prensibiyle gelişmiştir, yani zaman hep ileriye doğru akar ve zaman ilerledikçe entropi yani düzensizlik artar. Ancak hiç düşündünüz mü, neden zaman yalnızca ileriye doğru akıyor? Geriye gitmek neden imkânsız gibi görünüyor? Bu soruların cevapları, fiziğin en derin köşelerinde saklı.
Zamanın neden tek yönde aktığını anlamak için fizikçilerin “zamanın oku” dediği kavrama bakmamız gerekiyor. Bu terim, 1927 yılında Arthur Eddington tarafından ortaya atılmıştır ve zamanın belirli bir yönde ilerlediğini anlatır. Ancak fizik yasalarına baktığımızda ilginç bir durumla karşılaşmaktayız: Newton mekaniği, Maxwell denklemleri ve Einstein’ın görelilik kuramları zamanda ileri ve geri hareketi matematiksel olarak eşit şekilde tanımlar. Yani, fizik yasaları zamanın geriye de akabileceğini söylüyor gibi görünmektedir. Ancak gerçekte böyle bir şey gözlemlenemedi. Peki neden?
Yazının DevamıDünyamızı yok edecek bir tehdit mi?
Dünyamız, Güneş sistemimizde ve hatta galaksimizde sürekli seyahat etmektedir ancak bu seyahat esnasında bazen beklenmedik oyuncuların da bu sisteme girişine tanıklık eder. Bu oyuncular, bazen felaket senaryolarının baş aktörleri de olabilirler. 2024 yılında keşfedilen ve 2032’de Dünya'ya yaklaşacağı hesaplanan 2024 YR4 adlı asteroid, bilim camiasında yeni bir tartışma başlatmış durumda. Bu devasa kaya parçasının gezegenimize ne kadar yaklaşacağı ve olası etkileri üzerine farklı görüşler ortaya atılıyor. Peki, gerçekten bir felaket mi kapıda? Gelecekte yaşanabilecek böyle bir çarpışma bizi nasıl etkileyebilir? 2032 yılında gezegenimize çarpma olasılığı nedir?
Evrenin derinliklerinden gelen irili ufaklı kozmik misafirler, atmosferimize her gün milyonlarca kez giriyor. Ancak bunların çoğu, atmosferde yanarak yok olan küçük meteorlardan ibaret. Daha büyük boyutlu asteroidler ise nadiren Dünya yüzeyine ulaşabilmektedir. NASA ve Avrupa Uzay Ajansı'na (ESA) göre, 100 metre çapındaki bir asteroidin gezegenimize çarpma olasılığı ortalama olarak 5 bin yılda 1 tanedir. Daha büyük asteroidler için bu oran milyonlarca yılda bir düzeyine düşüyor. Ancak dünya tarihine baktığımızda böyle bir felaketin önceki etkilerini görmek mümkün.
Yazının DevamıSamanyolu’nun derinlikleri: Evrenin anahtarı
Geceleri gökyüzüne baktığınızda ne görüyorsunuz? Sayısız yıldız mı? Karanlık bir sonsuzluk mu? Belki de evrenin derinliklerinde kaybolmuş hissettiren o büyüleyici boşluk… Oysa bu manzara, aslında çok daha büyük bir bütünün yalnızca küçük bir parçası. Bizler, Samanyolu Galaksisi’nin içinde, sarmal bir koldaki küçük bir gezegenin yüzeyinde duruyoruz. Ve çoğu zaman fark etmesek de, kozmik bir yolculuğun tam ortasındayız. Samanyolu, 100 milyardan fazla yıldıza ev sahipliği yapan devasa bir gökada. Üstelik sınırları tahmin ettiğimizden de geniş. 100 bin ışık yılı çapında olduğu düşünülse de, yeni araştırmalar bu büyüklüğün 200 bin ışık yılına kadar uzanabileceğini gösteriyor. Fakat en çarpıcı gerçek şu: Tüm bu devasa yapıya rağmen, Samanyolu evrendeki trilyonlarca galaksiden yalnızca biri.
Bu yazıda, Samanyolu’nun gizemlerinden, içindeki bilinmezlerden ve gelecekte neler yaşayabileceğinden bahsedeceğiz. Çünkü tıpkı insanların doğup büyümesi gibi, galaksiler de değişir, gelişir ve hatta bazen yok olur.
Yazının DevamıGrönland’ı yapay zekâ tekeli olmak için mi istiyor
Bildiğiniz üzere Donald Trump, geçen günlerde ABD Başkanı oldu ve göreve gelir gelmez birçok talepte bulundu. Bu taleplerden biri de Danimarka toprağı sayılan Grönland Adası’nı satın alarak ele geçirmekti. Her ne kadar gerek Danimarka Başbakanı gerekse Grönland Adası’nda yaşayanlar bu teklifi şiddetle reddetse de Trump’ın gücünü kullanarak 4 senelik yetki süresi içinde bu konuyu sürekli zorlayacağını düşünüyorlar. Peki neden birdenbire yılın çoğu günü soğuk ve kar kaplı Grönland kıymete bindi?
Yapay zekâ özellikle son 5 yılda oldukça öne çıkmış durumda. Son gelişmelerde yapay zekânın kendi kendini kopyalayabilme özelliği olduğu ve böylece yapay zekânın rahatlıkla bir ağ sisteminde çoğalabileceği görüldü. Buna ek olarak geçen günlerde yapılan bir akademik çalışmada yapay zekânın acı çekebildiği ve bu sayede havuç ve sopa yöntemiyle yapay zekâların daha rahat eğitilebileceği de bildirildi. Üstüne bir de geçen hafta açıklanan Çinli DeepSeek firmasının yapay zekâsının çok az bir bütçe ile kurulabilmesi, Çin’in ve hatta tüm Asya’nın bu rekabette ‘Bende varım!’ demesi anlamına gelmektedir. Yani yapay zekâ halen Turing Testi’ni geçememiş ve gerçek bir insan zekâsını mimik eden bir hale gelememiş olsa da, önümüzdeki 5 sene içinde çok ciddi olarak büyüyebileceği ve toplumda önemli değişikliklere sebep olabileceği görülüyor. Dolayısıyla uluslararası rekabette yapay zekâ her zamankinden daha fazla jeostratejik önem kazanmış durumda.
Yazının DevamıDünyanın kurtarıcısı olabilir mi?
Dünyada bugün en büyük sorun nedir diye kendimize sorsak, büyük ihtimalle "enerji sorunu" diye cevap verebiliriz. Hatta, dünyadaki büyük savaşların çoğunun enerji kaynaklarına erişim için meydana geldiği söylenebilir. Bugün bile dünyanın jeostratejik durumuna baktığımızda, enerji savaşlarının hem birçok soruna neden olduğunu hem de dünya enerji piyasalarını ve dolayısıyla küresel ekonomiyi ciddi şekilde etkilediğini görebiliriz.
Her ne kadar yenilenebilir enerji dünyada daha fazla pay almaya başlasa da başta üretim merkezleri ve veri merkezleri olmak üzere daha bol ve daha ucuz enerjiye ihtiyaç duyulmaktadır. Klasik, karbon merkezli enerji üretim araçları ise hem dünyanın sürekliliğine zarar vermekte hem de pahalı çözümler sunarak küresel ekonomiye olumsuz etkilerde bulunmakta, tüm dünyada emtia fiyatlarını artırmakta ve enflasyon sarmalına yol açmaktadır. Bu konuda en makul çözüm, "Yapay Güneş Oluşturmak", yani füzyon enerjisi olarak görülmektedir. Füzyon için en zararsız ve en verimli çözüm ise Helyum-3’tür.
Yazının Devamı2025: Aya gidişte ikinci perde
1969 yılında Neil Armstrong’un Ay’a ilk adımıyla insanlık tarihinin en unutulmaz anlarından birine şahit olduk. Ancak o günlerden bu yana Ay’a gidiş projeleri bir türlü devam eden bir rutin haline gelmedi. Uzay yarışı bir ara yavaşlasa da, 2020’li yıllarla birlikte yeniden hız kazandı ve Ay’a gönderilen birçok sonda ile Ay konusunda oldukça fazla bilgi sahibi olmayı başardık. 2025 yılı “Ay’a gidişte ikinci perde” olarak adlandırılacak kadar heyecan verici gelişmelere sahne olacak gibi görünüyor.
2025, çeşitli ülkelerin Ay’a insan göndermek ya da Ay’ın yüzeyine robotik misyonlar düzenlemek için büyük planlar yaptığı bir yıl. NASA’nın Artemis programı, bu yıl itibarıyla Ay’a yeniden insan gönderme amacını gerçekleştirmeye bir adım daha yakın olacak. Artemis III misyonunun 2025’te veya en geç 2026’da Ay’ın güney kutbuna insan taşıması planlanıyor. Burada özellikle su buzullarını araştırmak, gelecekteki uzun vadeli Ay yerleşimlerinin temelini oluşturacak kritik bilgilere ulaşmak hedefleniyor.
Yazının DevamıPatlama gezegenimizin sonunu getirebilir mi?
Değerli okurlarım, bu hafta uzay ve teknoloji yazılarına kısa bir ara verip gezegenimizle ilgili bir yazı yazmak istedim. Bildiğiniz üzere tüm dünyada genel bir çevre kirliliği ve küresel ısınmadan kaynaklı doğanın dengesini bozan birçok faktör var. Los Angeles şehrinde Hollywood’u dahi yakan dev yangının ardında komplo teorileri olsa da gerçekte küresel ısınmanın ve bizim yarattığımız ekolojik dengesizliğin çok büyük payı var. Eğer dünyanın dengesini bozmasaydık bu kadar sıkıntılı bir dönem dünyaca yaşamazdık. Hatta Ulusal Kanal’da geçenlerde anlattığım gibi artık Dünya kirliliği yetmiyormuş gibi gezegenimizin yörüngelerini de arta kalan uydular, roket parçaları vs. ile çöple doldurduk. Uzay yörüngelerinde 1 milyondan fazla tehlike yaratan çöp cismin uçtuğu biliniyor. Sonuçta ilkokulda tüm dünyada aşılanan doğa sevgisi bir şekilde dönüşüm gösterip yetişkinlerde özellikle son 100 yüzyıldır dünyayı her yerde felakete sürükleyecek bir umursamazlığa getirdi. Ancak şunu unutmamak gerekir ki tabiat her zaman insanoğlundan güçlüdür ve dönem dönem tüm gezegenimizi değiştirecek mühim felaketlerle gezegenimizi sıfırlamıştır. Mesela volkan patlamaları dünya ekolojisinde ve atmosferik yapısında dönem dönem çok ciddi değişikliklere yol açmışlardır.
1831 yılında meydana gelen büyük bir volkanik patlama, Dünya atmosferini 1 santigrat derece soğuttu ve atmosferdeki aşırı kükürtdioksit nedeniyle Güneş'in renginin mor, yeşil ve hatta mavi gibi çeşitli tonlarda görünmesine neden oldu. O günden kalan birçok haberde her yerde güneşin uzun aylar boyunca mavi görüldüğü kayıtlar altına alınmıştır. Küresel bir santigrat derecelik soğuma, dünya genelinde o dönem ciddi ürün kıtlığına ve kaynak kıtlıklarına yol açtı. Hatta, Alman besteci Felix Mendelssohn'un 1831'de Alpler'de seyahat ederken yaz mevsiminin ortasında şunları söylemiştir. "Hava çorak, yine bütün gece ve bütün sabah yağmur yağdı, kış kadar soğuk, en yakın tepelerde derin kar var”. Japonya'nın kuzeybatısındaki Simuşir adasındaki Zavaritskii yanardağının patlamasının tüm bunlara neden olduğunu bilim adamları son araştırmalarında açıkladılar.
Yazının DevamıUzay - Enerji ve Yapay Zeka'da Bizi Bekleyenler
Değerli okurlarım, bir yılı daha geride bıraktık, hatta 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna da başlamış bulunduk. 2025 sonunda 21. yüzyılın çeyreğini geride bırakmış olacağız. 21. yüzyıl özellikle bilişim, yapay zekâ, uzay çalışmaları, enerji çalışmaları konusunda büyük çalışmalara odak oldu ve bu alanların her birinde çok ciddi ilerlemeler kaydedildi. Bu ilerlemeler ile 1999 yılına göre 2025 yılında çok daha ileri düzeyde yaşıyoruz ve bir anlamda global olarak artık teknoloji sayesinde herkes birbirine bir şekilde bağlı. Peki bu asrın birinci çeyreğinin son yılına girdiğimiz şu günlerde 2025’te bizi teknolojik ve bilimsel olarak neler bekliyor, onu özetlemeye çalışacağım. Ancak tüm göstergeler bu yılın bilimsel ve teknolojik atılımlarda belki de son 25 yılın en atak yılı olacağını gösteriyor.
Öncelikle uzay alanında ciddi ilerlemeler olması bekleniyor. Tüm dünyada ticari uzay uçuşları konusunda en ön plana çıkan SpaceX firmasının Starship adlı roketinin insanlı Ay seyahatlerine tamamen hazır hale gelmesi bekleniyor. Bu sene ayrıca SpaceX’in gerek Alçak Dünya Yörüngesi’ne gerekse Uluslararası Uzay İstasyonu’na en az 10 adet uçuş gerçekleştirmesi bekleniyor. Amazon’un sahibi olan Jeff Bezos’un da ilk yörünge uçuşlarına başlaması bekleniyor. Ayrıca SpaceX ile Ay’a ilk insanlı misyonun 2025 sonuna doğru fırlatılması bekleniyor. Bu sadece ayın etrafından dönen bir insanlı misyon olup 2026 yılında ise Ay’a tekrar insanın ayak basması bekleniyor. 2030 yılı gibi gerek Çin gerek ABD, Ay’da bir insanlı üs kurmayı planlıyorlar. Buna ek olarak gerek Avrupa’da ve özellikle Asya’da hatta Avustralya’da irili ufaklı birçok firma ilk ticari uzay uçuşunu yapmak için muhtelif işbirlikleri yapıyor. Artı birçok firma artık uydu ve diğer ekipmanları uzaya gönderebilecek kapasiteye sahip. Bu da demektir ki uzaya gitmek veya bir şey göndermek zamanla dahada ucuz hale gelecek demektir. Özellikle endüstriyel alanda uzaydan internet ile mal ve emtia lojistiklerinin takip edilmesi, balıkçılık rotalarının takibi, maden kaynaklarının tespiti, tarımsal ve ormansal alanların takibi gibi konularda ciddi ilerlemeler bekleniyor. 2025 yılı bir nevi uzay çalışmalarının güncel hayatla entegre olacağı önemli bir dönem olacak gibi gözüküyor.
Yazının Devamıİnsanlığın Güneş’e en yaklaştığı an
İnsanlığın en büyük gizemlerinden biri olan Güneş, yüzyıllardır hem hayranlık hem de merak uyandırmıştır. Bu kozmik devin sırlarını çözmek için NASA'nın Parker Güneş Sondası, cesur bir yolculuğa çıkarak Güneş'e şimdiye kadar hiç olmadığı kadar yaklaştı. Bu olağanüstü görev, sadece bilim insanlarını değil, tüm dünyayı büyüleyen keşiflerle dolu.
Böylece uzay keşfinin ve güneş sisteminin sınırlarını zorlayan Parker Güneş Sondası, insanlığın Güneş’e en yakın uzay aracı olarak tarih yazmaya devam ediyor. NASA tarafından 2018 yılında fırlatılan bu öncü uzay sondası, şu ana kadar eşsiz verilere ulaştı ve Güneş’in gizemlerini aydınlatma yolunda kritik adımlar attı.
Yazının DevamıMars’a ne zaman yerleşiyoruz?
Kuyruklu yıldızlar, Güneş Sistemi’nin ilk dönemlerinden bu yana evrende bir nevi “zaman kapsülleri” olarak işlev gören kozmik cisimlerdir. Buz, toz, organik bileşikler ve gazlardan oluşan bu gökcisimleri, özellikle erken dönem Dünya’ya su ve organik maddeler taşıyarak gezegenimizde yaşamın temel taşlarının oluşmasına katkıda bulunmuş olabilir.
Hele son zamanlarda asteroitlere yapılan uçuşlarla bu konuda yeni kanıtlar bulunmuş olup dünyamıza ilk suyun kuyruklu yıldızlar ve asteroitlerle taşındığı ve böylece bir nevi gezegenimizde hayatın ilk oluşumunun bu sayede başlamış olabileceği konusunda bulgular belirmiştir.
Yazının DevamıKuyruklu yıldızlar ve dünyada su oluşumu
Kuyruklu yıldızlar, Güneş Sistemi’nin ilk dönemlerinden bu yana evrende bir nevi “zaman kapsülleri” olarak işlev gören kozmik cisimlerdir. Buz, toz, organik bileşikler ve gazlardan oluşan bu gökcisimleri, özellikle erken dönem Dünya’ya su ve organik maddeler taşıyarak gezegenimizde yaşamın temel taşlarının oluşmasına katkıda bulunmuş olabilir.
Hele son zamanlarda asteroitlere yapılan uçuşlarla bu konuda yeni kanıtlar bulunmuş olup dünyamıza ilk suyun kuyruklu yıldızlar ve asteroitlerle taşındığı ve böylece bir nevi gezegenimizde hayatın ilk oluşumunun bu sayede başlamış olabileceği konusunda bulgular belirmiştir.
Yazının DevamıUzay madenciliği için görevler
Son yıllarda, uzay araştırmaları hız kazandıkça, asteroit madenciliği hem bilim dünyasında hem de ekonomik çevrelerde büyük bir ilgi uyandırmaktadır. Bu küçük gök cisimleri, Dünya’da nadir bulunan değerli metaller ve mineraller açısından adeta birer hazine niteliği taşıyor denilebilir. Altın, platin, nikel ve kobalt gibi metallerin yanı sıra, su gibi hayati öneme sahip kaynaklar da asteroitlerde bol miktarda bulunmaktadır.
Ancak, bu kaynaklara erişmek hem teknolojik hem de lojistik zorluklar barındırmaktadır. Günümüzde uzay madenciliği, yalnızca bilim kurgu filmlerinin bir konusu olmaktan çıkıp, büyük yatırımlarla desteklenen bir endüstri olmaya adaydır.
Yazının DevamıSümerlerin bilime katkısı
Değerli okurlarım, bildiğiniz üzere Türkiye’nin ve dünyanın en ünlü Sümeroglarından Muazzez İlmiye Çığ geçtiğimiz günlerde vefat etti. Kendisi gibi değerli bir bilim kadınının ve gerçek bir Atatürkçünün ölümü hem ülkemiz hem de dünya için acı bir kayıptır.
Birçok insan Sümerler’in bugünkü medeniyete olan katkılarını anlayamazken, merhum Çığ bu konuda çok değerli çalışmalar yaptı ve birçok Sümer eserinin tercümesini de yaptı.
Yazının Devamı