Arınç’ın sözlerinin beş paralık değeri yok
M. İLKER YÜCEL
1-İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in “Kürtlerin anadilinde hizmet isteğini Ankara’nın insafına bırakamayız” sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Soyer’den HDP önünde çocukları için bekleyen Kürt kökenli yoksul annelerimiz için kayda değer bir destek göremedik henüz. Çocuklarımız kimin insafına bırakılmış durumda?
Soyer’in o sözleri bir “istekler bulamacı” içinde ifade ettiği anlaşılıyor. Nitekim “belediyecilik anlayışının değişmesi” ihtiyacından söz ederken artık kararlara halkın da katılımını istediği anlaşılıyor. Bu hizmet anlayışına şahsen ben de destek veririm. Keza Alevilerin Cemevi isteklerine, Romanların kendi kültürlerini koruma çabalarına destek vermek kanımca her çağdaş insanın arzusudur.
Ancak onlar arasında “Kürtlerin anadilinde kamusal hizmet isteği” ile Soyer’in neyi kastettiği net değildir. Bununla örneğin Kürt nüfusun çok yoğun olduğu yörelerde onlara hastane yahut yol ve yön gösteren Kürtçe tabelalar koymaktan söz ediliyorsa bu anlaşılabilir ama daha fazlasını talep etmek, ülkedeki egemenlik hakkını tartışmaya açmak olur. Soyer bunu kastediyorsa yarın “eğitimde de anadil” iddiası ortaya çıkınca ne diyeceğini merak ederim.
İzmir gibi önemli bir kentin Belediye Başkanının ya “düşünmeden” söylediği sözü geri almasını veya açıklık getirmesini, eğer düşünerek söylediyse lafın tamamını ifade etmesini beklemek hakkımızdır. Böylece biz de kiminle dans ettiğimizi görür, ona göre davranırız.
2-Bülent Arınç’ın “KHK bir faciadır” açıklamasına Ak Parti’nin önde gelen isimleri “FETÖ’yü aklama çabası” diye yorumlayarak tepki gösterdi. Arınç’ın çıkışlarını nasıl yorumluyorsunuz?
Bülent Arınç remi kayıtlara göre bir hukukçudur. Bu sıfatına saygısı varsa ona düşen görev, “hukukun üstünlüğünü savunmak”tır. O açıdan bakılacak olursa Arınç’ın “KHK bir faciadır” sözü yerinde ve değerlidir.
Ancak Arınç’ın bu sözünün gerçekten yerinde ve değerli olup olmadığı sadece bu cümleye bakılarak söylenemez. Çünkü gerçek bir hukukçu, her hal ve koşulda “hukukun üstünlüğünü” savunan kimsedir. Yani bir insanın gerçek bir hukuk hukukçu olması için, işine gelmeyince hukuk faciasını görmeyip işine geldiği zaman gerçek bir hukukçu gibi konuşan kişi olmaması temel koşuldur. Bu tip insanlara “politikacı” diyebilirsiniz, “Profesör” yahut “Doçent” sıfatı taşıyorsa “Hocam” diyebilirsiniz ama “HUKUKÇU” diyemezsiniz.
Eğer derseniz sayıları az olan gerçek hukukçulara hakaret etmiş olursunuz.
Onun kendisini “hukukçu” saymasında hiçbir sakınca yoktur. Ama bu durumda birileri tutar “Sen şu tarihte bunu, şunu söylemedin mi?” diyerek suratına çarpıverir.
Maalesef Bülent Arınç’ın şimdi KHK’ları “facia” sayması da böyledir.
Fetullah Gülen’in elebaşı olduğu örgüt tüm yargı sistemini bozup mahvettiği, aslı astarı olmayan sözde kanıtlarla Türk Silahlı Kuvvetlerini perişan ettiği, tüm Atatürkçü dernekleri ve onların yöneticilerini hapse tıktığı, tüm devletin yapısını bozduğu ve yargıyı bir oyuncak gibi kullandığı sırada “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyerek memnuniyet naraları atan Sayın Arınç değil miydi?
Gazeteciler birer ikişer değil, üçer-beşer hapse atıldığı sırada kendisi “Başbakan Yardımcısı” ve “Basından sorumlu” bakan sıfatını taşıyor ve “Türkiye’de basın özgürdür” diyerek mevcut faciayı savunmuyor muydu?
Arınç iyi bir avukat olabilir ama hiçbir zaman iyi bir hukukçu olduğunu iddia edemez. O nedenle söylediklerinin beş paralık değeri yoktur.
2-Uzun süredir sormuyorduk; Oktay Ekşi şu sıralar ne okuyor, ne dinliyor, ne izliyor?
Gerçekten uzunca süredir bana “neler okuduğumu” sormuş değildiniz. O sürede okuduklarımı yazayım:
Geçen sene yani 2018’de 14 kitap okumuşum. Onlar hakkında daha önce bilgi vermiş miydim anımsamıyorum. Laf uzamasın diye isimlerini yazmıyorum.
Bu yıl yani 2019’da Voltaire’in “Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler” isimli kitabını, “Kâşif Kozinoğlu’nun Mezara Götürmediği Sırlar” isimli kitabı, Helmuth Von Moltke’nin “Türkiye Anıları”nı, Hasan Atilla Uğur’un “Dün, Bugün, Yarın”; Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf” ve “Kürk Mantolu Madonna” isimli uzun hikâyelerini, Taha Akyol’un “1914-1915” ve “1919-1920” isimli araştırmalarını, Yaşar Okuyan’ın “O Yıllar” isimli anılarını, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun “ME-TAS-TAZ” isimli kitabını, Mehmet Çetingüleç’in “Ecevit’in Anıları” isimli kitabını, Gyles Brandet’in “Oscar Wilde ve Mum Işığı Cinayetleri” isimli romanını, Fikret Bila’nın “PHONEİX: Ecevit’in Yeniden Doğuşu” isimli araştırmasını, Hasan Cemal’in “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım” isimli anılarını ve son olarak Gürkan Hacır’ın “Efe Başvekil: Şükrü Saracoğlu’nun Romanı” isimli kitabını bitirdim.
Şimdi Alev Coşkun’un “Diplomat İnönü: LOZAN” isimli kitabına başladım. Mustafa Bilgehan’ın İsmet İnönü hakkında yakınlarının izlenimlerini toparlayan kitabı ayrıca okuyorum. Sırada Tufan Türenç’in “Aynadaki Yüzler: Yakın Tarihten İbret Öyküleri” isimli mesleki anıları var.
TV’lerde haberlerden başka bir şey izlemiyorum. Çalışırken sadece klasik batı müziği parçaları dinlerim.