ÖZDEMİR İNCE/ Lozan (Lausanne) Konferansı ve İsmet Paşa
20 Ekim 1922'de Lozan (Lausanne) Konferansı başladı ve 24 Temmuz 1923 tarihinde sona erdi. Lozan Konferansı'nı at pazarında pazarlık yapmayla karıştıranlar İsmet Paşa'yı suçlarlar ve Lozan'ı yenilgi sayarlar. Neredeyse hiçbiri konferans tutanaklarını, tarafları temsilen katılanların anılarını, konferans hakkında yazılan kitapları okumamıştır.
Bugün, birkaç satır daha yazdıktan sonra, sözü Lozan'ın başkomutanı İsmet İnönü'ye bırakacağım.
İsmet İnönü, 77 yaşına basarken, kendisine hatıralarını yazması gerektiğini söyleyenlere gülerek, "Ne hatırası, hatıra olacak zaman olmadı ki; daha dün bir bugün iki" diye takılmış, sonra ciddileşerek, "Devlet kurmuş olanların hatıra yazmaları kolay değildir. Hatıralarda her şeyin söylenmesi ve doğru olarak söylenmesi lazımdır. Kolay olmayan da budur" demişti.
İnönü, daha sonra, Sabahattin Selek'e geçmişi anlatı, o da kaleme aldı. Metin, İnönü tarafından onaylandı ve Bilgi Yayınevi tarafından "Hatıralar" adıyla 2006 yılında yayımlandı.
HHH
Konferans protokol gereği İsviçre Cumhurbaşkanı tarafından açılacak. Bu kesin. İsmet Paşa sonrasını merak eder. Karşı taraftan biri konuşma yapacak mı? Bunu düşünerek kendisi de bir konuşma hazırlar. Durumu Fransa temsilcisi Monsieur Poincaré ile konuşur ve ona konuşma metini okur. Ve beklemeye başlar. Gerisini kendi ağzından dinleyelim:
***
"Konferans açıldı. Zannediyorum Mont Benon gazinosunun salonuydu. İsviçre Reisicumhuru çıktı. Nazikâne bir tarzda hoş geldiniz dedi, sulh temennisinden, başarı dileklerinden bahsetti, sonra kürsüden ayrıldı. Hemen arkasından Lord Curzon çıktı. O da İngilizce bir nutuk söyledi. Yerine iner inmez ben, hemen kürsüye çıktım. Reis efendi, diye başlayan aşağıdaki nutku okudum:"
"Dört seneden ziyadedir, Vilson esası ve imanı üzerine kurulmuş bir mütareke, Osmanlı İmparatorluğu'nun girmiş olduğu muhasamatı (düşmanlık), resmi suretle tatil etmişti. Sulhun nimetlerinden daima mahrum kalan Türk milleti, o tarihten beri hak ve adalet istihsali için yaptığı mükerrer sulh teşebbüslerinin kifayetsizliğini ve faidesizliğini idrak ederek, artık hiçbir kurtuluş ümidi kalmadığını anlayarak, varlığını korumaya ve maddi manevi kendi vasıtalarıyla istiklalini sağlamaya muvaffak oldu. Bu yolda birçok ıstıraplara katlandı. Hadsiz hesapsız fedakârlıklara rıza gösterdi.
Hür milletler bu hale teveccühlü bir gözle şahit olmuşlardır. Her yaşta ve mevkideki Türkler, kadın ve çocuk, bu müdafaa harbine iştirak ettiler. 1918 tarihinden sonraTürk milletinin maruz olduğu sonsuz hücumları ve ıstırapları, burada hatırlatmaktan kendimi men edemiyorum. Gerek bu hücumları ve ıstırapları, gerek hiçbir askeri mecburiyet olmaksızın, Türkiye topraklarının en zengin ve mamur kısımlarında münhasıran (özellikle) mahvetmek ve yıkmak fikriyle muntazaman yapılmış tahribatı, hiçbir vechile mazur göstermek kabil değildir
Hâlâ bu dakikada bile, bir milyondan ziyade masum Türkün, küçük Asya ovalarında ve yaylalarında, evsiz ve ekmeksiz, serseri gibi dolaştıklarını da hatırlatmak isterim. Türk milleti bu insan takati üstündeki fedakârlıklara katlanmak suretiyle, medeni insanlar arasında derin bir hayat kuvvetine malik milletlere has olan mevcudiyet ve istiklal hakkı ile sulh ve sükûna çalışmak unsuru olmak üzere büyük bir mevki kazanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kati gayesi, bu mevzii muhafaza ve tahkim etmekten ibarettir. Son senelerin hadiseleri beşeriyetin vicdanında umumi sulh ve sükûnun devletler tarafından birbirlerinin haklarına ve hürriyetlerine saygı gösterilmedikçe gerçekleşemeyeceği hakikatini bir akide haline koyduğu cihetle, bu vakaların hatırasının istikbal için bir sulh ve sükûn teminatı teşkil edeceğini ümit eylerim.
Tasavvuru kabil olan azami derecede hüsnüniyetle mütehassıs olan Türk heyeti murahasının (delege) , sair heyeti murahasalarda da aynı veçhile bir hüsnüniyete tesadüf edeceği ve bu suretle konferans mesaisinin memnuniyet verici bir neticeye iktiran edeceği (ulaşacağı) ümidini besliyorum.
Reis efendi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti namına, İsviçre Cumhuriyetine, konferansımızın burada toplanmasını kabul etmek suretiyle lütfen göstermiş olduğu misafirperverlikten dolayı teşekkür ederek sözlerime nihayet vereceğim. Tarihi şanlı ve necip bir milletin kendi istiklaline ne kadar büyük bir kıymet atfettiğini inkâr edilmez surette gösteren bu memleketin, konferansa toplanma yeri olarak intihap edilmesinden (seçilmesinden) dolayı tebrike sayan görüyorum." (Age.s.330-331)
***
Böbürlenmeyen ama aşağıdan da almayan, gerçekçi, yalın ve barışcıl bir konuşma. Ama çok anlamlı. Eğer, İsmet Paşa, Lord Curzon'dan sonra bu konuşmayı yapmamış olsaydı, konferans eşit düzeyde başlamamış olurdu.
Konferans hep salonlarda devam etmiyordu. Bunun boş zamanları da vardı. Rakipler, yemekte, kendi odalarında, özel salonlarda baş başa görüşüyorlardı. Bu türden iki anı aktaracağım:
"Lord Curzon aramızdaki özel toplantıda konuşurken, bir defa bana yarı şaka yanı ciddi dedi ki:
'Muzaffer General! Sen çok manevraya alışmışsın. Bağırmaya çok alışmışsın.'
Kendisine, 'Bunları ne münasebetle söylüyorsun?' diye sordum. Cevap olarak: 'Ama düşündüklerini sana yaptırmayacağım, görürsün yaptırmayacağım' dedi." (S.344)
Ama İsmet Paşa ondan alması gerekenin de fazlasını aldı.
***
Lord Curzon, İsmet Paşa'yı odasında ziyarete geliyor. Amacı Ruslarla Ankara'nın ilişkisi. Bozulmak ihtimali var mı? İsmet Paşa şöyle cevap veriyor:
'Çok mahrem olarak haber veririm ki, Ruslarla münasebetlerimiz çok yakındır, çok samimidir. Ruslarla çok içli dışlı olmuşuzdur.'
Ben bunları söyler söylemez Lord Curzon kahkahayla güldü:
'Amatör diplomat! Sen de Lyoyd George gibi amatör bir diplomatsın. Kime söylüyorsun bunları' dedi.
'Ben muhaberede bulundum (haberleştim), mahrem söylüyorum' diye sözlerini cevapladım. Böylece gülüşerek ayrıldık." (S.345)
***
Merak ediyorum: Diplomasiye meraklı Dışişleri Bakanı (adı neydi onun?) ile bütün bilgisini İmam-Hatip mektebine borçlu olan mevcut Başbakan'ın İnönü'nün Hatıralar'ını okumuş olma olasılığı var mı? Sanmam! Okumuş olsalardı, ortalıkta "Küçük dağları ben yarattım!" havasında gezinemezlerdi. Okudular diyelim, onurunu iki paralık ettikleri Cumhuriyet'in kurucularına karşı duygu ve düşünceleri değişir miydi?
Bu soruya "Sanmam!" dememek isterdim.