Avrasya dayanışması ve siyasal önderliğin rolü
Birinci Dünya Savaşı, emperyalistler arası yeniden paylaşım savaşıydı. İkinci Dünya Savaşı’nın esas niteliği de aynıydı. Bu savaşta emperyalizmin en saldırgan kanadının başını çeken Almanya, aynı zamanda Sovyetler Birliği’ni de hedef aldı. Bugün emperyalist sistemin en saldırgan gücü olan ABD’nin hedefi doğrudan ise, Ezilen-Gelişen Dünya’dır. Yeni bir dünya savaşı çıkarsa, bu savaş, ABD ile Ezilen-Gelişen Dünya’yı büyük ölçüde içinde barındıran Avrasya arasında olacaktır.
YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ
Günümüzde “Yurtta barış, dünyada barış”, Avrasya’nın ortak şiarı haline gelmiştir. Avrasya’nın gelişmesini sürdürmek için dünyada barışa ihtiyacı vardır. Bu gelişmeye Avrasya ülkeleri içinde eşlik eden toplumsal süreç, milletleşme sürecidir. Bu süreç ancak milli bir devletin önderliğinde sürdürülüp ilerletilebilir. Yurtta barışa ulaşmanın vazgeçilmezi, emperyalizmin Ortaçağ’dan arta kalmış etnik ve dinsel ayrışmaları derinleştirmek için kullandığı bölücü terör örgütlerinin etkisizleştirilmesidir.
AVRASYA’NIN ZORUNLULUKLARI
Bugün her geçen gün geliştiğine tanık olduğumuz Avrasya dayanışmasının temelinde yatan, ABD saldırganlığının Avrasya ülkeleri açısından yol açtığı zorunluluklardır. Bu zorunlulukların tetiklediği süreç, inisiyatifin Amerika’nın elinden Avrasya Dayanışması’nın eline geçmesine yol açmıştır. Kritik soru, bu gelişmenin, “edilgin bir savunma tepkisi”nden mi ibaret kalacağı, yoksa insanlığın ilerlemesinde kalıcı sonuçlar vermeye aday bir “tarih yapma süreci”nin parçasını mı oluşturacağıdır. Diğer bir deyişle, Avrasya, bir “devrim programı”na sahip yeni bir uygarlığın inşa edilmekte olduğu bir coğrafya mıdır?
TARİH YAPMAK SİYASAL ÖNDERLİĞİ GEREKTİRİR
Toplumsal yapı olarak Avrasya ülkelerinde çeşitlilik, emperyalist ülkelerde ise yeknesaklık egemendir. Ezilen-Gelişen Dünya’daki çeşitliliğin önemli bir nedeni, bu ülkelerin farklı geçmişleri dolayısıyla “milletleşme süreci”nde değişik başlangıç noktalarına sahip olmalarıdır. Zaten her ülkenin “kendine özgü” bir yol izlemesi gereği de bu olgu nedeniyledir. Ancak Avrasya ülkelerini farklılaştıran önemli bir etken daha vardır. Her milletin kendi deneyimi içinde öğrendiğine kuşku yoktur. Ama bu öğrenme süreci kendiliğinden bir maddi güce dönüşmez. Bir milletin tarih yapan bir güce dönüşmesi doğru programa sahip bir siyasal önderliği gerektirir. Bugünün Avrasyasında böyle bir önderlikten yoksun kalan milletlerin işlevi, “edilgin bir savunma tepkisi”yle sınırlı kalır ve kalıcı sonuçlara ulaşamaz.
Türkiye, bu açıdan önemli olanaklara sahip bir ülkedir. Türkiye, hem Avrasya’nın bütünü açısından yol gösterici bir programa sahip Atatürk Devrimi gibi sağlam bir dayanağa, hem de programıyla ülkemizi yeniden Atatürk Devrimi rotasına sokmayı temel alan Vatan Partisi’ne sahiptir. Ülkemizin Avrasya coğrafyasında onurlu ve önder bir konuma gelmesi, ancak böyle bir programı benimseyen bir milli hükümete kavuşmasıyla olanaklı olur.
MİRASÇILIK MI, MİRASYEDİLİK Mİ?
Batı’da gerçekleşmiş olan eski tip demokratik devrimler insanlık açısından önemli kazanımları beraberinde getirmiştir. Bu kazanımların gerçek mirasçısı bugünün milli demokratik devrimlerinin coğrafyası olan Avrasya’dır. “Mirasçı” devraldığı mirası ileri götürmezse, “mirasyedi” olmaktan kurtulamaz ve ileri değil, geri gider. Önümüzdeki hafta hem Avrasya Seçeneği’nin devrim programı ve bu programın neden insanlığın geçmiş birikiminin “mirasyedisi” değil, “mirasçısı” olduğu üstünde duracağız.