Bak bir varmış bir yokmuş (2)
Foça’da, bir İstanbul sevdalısı olan şair Zeynep Ayşe Edirne ile söyleşimizi sürdürüyoruz.
“Havalar ısınınca pikniklere gitmeler başlardı Ethem Bey. Mini mini etekleri içinde çıtı pıtı kızlar, neşeli delikanlılar... Sonra sıcaklar bastırır, denize koşulurdu cümbür cemaat. Kadınlar Plajı’nda dolmalı börekli günler başlardı. İstanbul’un içinden denize girilirdi o zamanlar. El örgüsü minicik bikiniler içinde, makyajsız, kaşları yoluk genç hanımlar. Nerdee şimdiki güneş yağları, kakao yağı ile bronzlaşılırdı. Denize dalıp dalıp midyeler toplanır, kayalarda yağ tenekesi kapağında pişirilir, haşlana kavrula iştahla yenirdi.
Okul çaylarında yerli gazozlar ve masa altından gizlice yerli votkalar, zuladan tuvalette Yeni Harman sigarası içilirdi.
Murat 124 o günlerin Mercedesiydi, onunla Boğaz’da bir gezinti ömre bedeldi. Ticari taksiler damalı, ücret pazarlık usulüydü. 302 Mercedes otobüslerle hiç durmadan on yedi saatte gidilirdi Bodrum’a, İstanbul’dan.
Ruhumuzu, gönlümüzü besleyen pop müziklerle kendimizden geçtiğimiz yıllardı; bıkmadan usanmadan dinlenen Beatleslar, kadife sesli Julio Iglesias, Dario Moreno, Adamo, Tanju Okan, Ajda Pekkan, Nilüfer ve daha niceleri..
Mini etek, İspanyol paça, epa topuk ayakkabı modaydı. Bir de kot, şile bezi, espadril.
Ne gündelik, ne de iş hayatında stres kelimesi yoktu.
70’Lİ YILLAR
Sonra 70’li yıllar geldi! Büyük kentlerin etrafını saran binlerce gecekondu, anarşi ve yokluk yılları. Mazot yok, araba vapurları çalışamaz, ampul bile karaborsa... Sonra Kıbrıs Barış Harekâtı ve karartma geceleri... Karbon kâğıdıyla ışığı azaltılmış ampul altında okurduk kitaplarımızı...
Ne kadar özel ve masum yıllarmış 70’ler. Hayata tutunmayı, mücadele etmeyi, dostluğu, koşulsuz sevgiyi o çocukluk ve gençlik yıllarımızda öğrendik biz Ethem Bey. Cep telefonu yerine hayal gücümüzü zenginleştiren kuru boya kalemlerimiz vardı. Chat arkadaşı yerine, kesik parmaklarımızı birleştirip ant içtiğimiz kan kardeşlerimizle büyüdük...
Sobalarda kestane kebap eşliğinde Münih Olimpiyatlarını izlerken farkına yeni varmıştık, burnumuzun dibinde kanlı bir İsrail-Filistin savaşı olduğunun. Karaoğlanlar, Başbuğlar, Çoban Sülolar, biri gider diğeri gelir, ama onlara rağmen öyle saf bir umutla bakılırdı ki yarınlara. Umutsuzluğun, karanlığın olmadığı, Denizlerle, Mahirlerle geçen yıllardı... Bu 68 kuşağının deneyimleri, tüm yönleriyle gelecek kuşaklara aktarılmalı Ethem Bey. Çünkü onlar, bir önceki kuşaktan devraldıkları “dünyayı değiştirme” ülküsünün başına, “ne pahasına olursa olsun”u eklemişlerdi... Paulo Chelho gibi; yeryüzünde hiçbir ideolojinin, bir çocuk gülüşünden daha önemli olmadığını düşünürlerdi onlar. Ne zaman yollarını kaybetseler bir çocuğun gözlerinin içine bakarlar ve çocuk gözlerinin yetişkinlere öğrettiği o üç şeyi görürlerdi; “nedensiz yere mutlu olmak,” “her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak” ve “elde etmek istediği şeyi var gücüyle dayatmak.”
Haydi, rastgele sana Zeynep!