23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

’Barzani ve Amerika bizi kandırdı’ denmesin!

Koray Gürbüz

Koray Gürbüz

Eski Yazar

A+ A-

ABD, 1980-1988 yılları arasındaki Irak-İran savaşı boyunca Saddam Hüseyin’e büyük destek verdi. Savaştan 2 yıl sonra Saddam’ı Kuveyt’i işgal etmesi için teşvik eden aynı Amerika, 1 yıl sonra da Kuveyt’i işgal ettiği için Irak’a müdahale etti. Müdahaleyle beraber Saddam Hüseyin’i devirmek için Şii, Sünni ve Kürt muhalif grupların ayaklanma çıkarması için her türlü faaliyet de bizzat ABD tarafından yürütüldü.

1991 sonrasında Saddam muhaliflere ağır darbeler vurunca ABD, Irak’taki tüm gruplarla Amerika’da çeşitli toplantılar yaparak, bu grupları Saddam’a karşı örgütledi. Fakat İsrail, Kuveyt ve Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer bölge ülkeleri ABD’nin Şii grupları desteklemesine tepki gösteriyorlardı. Bu yüzden ABD büyük oranda desteğini Kürt gruplara yöneltti. Böylece ABD, 2003 yılına kadar Irak’ta birbirleriyle çatışma halinde olan KDP ve KYB gibi Kürt gruplar arasındaki ihtilafları çözerek onları kendine bağlı bir silahlı güç haline getirmeyi başardı.

Ancak ABD’nin nihai amacı parçalanmış bir Irak yaratmaktı. Bu amaç; daha 2. Körfez Savaşı başlamadan önce Kuveyt’te savaş sonrası Irak’ın siyasal ve idari yapılanmasına yönelik olarak yapılan "Irak İçin Yeniden Yapılandırma ve İnsani Yardım Bürosu" (Office of Reconstruction and Humanitarian Assistance for Iraq - ORHA) toplantılarında da kendini gösteriyordu. ABD, kartlarını çok fazla kapatma gereği duymadan, kendilerinden önce İngilizlerin yaptığı gibi eline kalem ve cetvel alarak bölgeyi yüzlerce yıl sürecek bir kaosun içine atmak için adımlar atıyordu.

ABD, Irak Operasyonu’nun 1 Mayıs 2003 tarihinde bittiğini açıkladıktan 10 gün sonra sınırsız yasama, yürütme ve yargı yetkileriyle donatılmış Paul Bremer’i Irak Valisi olarak atadı. Bremer, görevi devraldıktan 10 gün sonra 25 üyelik (13’ü Şii, 5’i Sünni Arap, 5’i Kürt, 1’i Türkmen, 1’i ise Asuri) "Geçici Yönetim Konseyini" kurdu ve oy çokluğu ile başına getirildi. Bu yönetimin 25 bakanlığı bulunmaktaydı. Bu bakanlıklardan Şiilere 13, Sünni Araplara 5, Kürtlere 5, Türkmen ve Asurilere ise birer bakanlık verildi. Konsey, gelecekte önemli etkileri olacak Irak Anayasasını hazırladı ve Bremer’in imzasıyla yürürlüğe girdi.

Hazırlanan anayasadaki en tartışmalı maddeler, devletin artık "federal" bir yapıda olması ve resmi dilin Arapçanın yanı sıra Kürtçe olarak belirlenmesiydi. Ayrıca geçici Anayasa’ya göre Kerkük ve Bağdat haricinde en fazla "üç valilik" bir araya gelerek "Otonom bir Bölge" oluşturabilecekti. Nitekim, Geçici Anayasa’nın 53. Maddesi’nde "Kürdistan Bölgesi"nin Duhok, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Diyala ve Ninava’daki topraklardan oluştuğu belirtilmiştir. Otonominin yanı sıra Kürtlere kendi kalkınmalarını sağlamak için petrol gelirlerinden "Yüzde 17 sabit bir pay" verildi.

Geçici Anayasadaki en tartışmalı madde ise otonom bölge uygulamasından Irak’ta nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve yoğun olarak ülkenin güneyinde yaşayan Şiilerin yararlanmasının engellenmesi oldu.

Anayasanın onaylanmasından kısa bir süre sonra Duhok, Erbil ve Süleymaniye valilikleri birleşerek 111 sandalyeli "Kürdistan Otonom Bölgesi"ni oluşturdu. Parlamentonun büyük çoğunluğu da KDP-KYP’ye verildi. Daha sonra Irak Geçici Hükümetine, Otonom Bölge başvuruları artınca 2007 yılında bu kanun yürürlükten kaldırıldı. Yani Kürt gruplara "otonom bölge" kurma hakkını verenler başka grupların aynı haktan yararlanmasını uygun görmemişlerdi.

Irak Merkezi hükümetiyle sorunları artarak günümüze gelen Kürdistan Otonom Bölgesi, ABD’nin sınırsız desteğiyle Kerkük bölgesinde bulunan zengin petrol kaynaklarının kontrolünü de tamamen almak istiyordu. Kürt Bölgesel Yönetimi, velinimetleri Paul Bremer tarafından 2003’te hazırlanan anayasaya göre kendilerinin saydıkları yerlerdeki bütün petrol arama ve çıkarma bölgelerini Amerikalı şirketlere verdi.

Irak Merkezi hükümeti, Kürtlerin dayanak yaptığı, bu kanunun 2007 yılında kaldırılmasını gerekçe göstererek artık uygulanamayacağını ve bölgede çıkan petrolün kendilerine yani Irak Merkezi Yönetimine ait olduğunu belirterek, ABD’li şirketlerle yapılan anlaşmaların geçersiz olduğunu deklare etmişlerdi. Ancak ABD bu konuda savaşın eşiğine gelen Irak Merkezi Hükümetini sıkıştırmaya ve taleplerini duymazdan gelmeye devam etmektedir.

Sonuç olarak verimli petrol alanları üzerinde tamamen Amerikan çıkarlarına hizmet edecek siyasi ve idari yapılanma süreci 25 Eylül 2017 tarihinde yapılacak Referandum süreciyle yeni bir boyuta gelmiş olacak. Irak’taki Kürt gruplar da tıpkı PKK gibi "Amerikan askeri" olma konusunda heveslerini hiç kaybetmiyorlar. Bu halleri bana Afrika’yı baştan sona talan eden "beyazların" zencileri köleleştirmek ve sorun çıkaranları da yok etmek için kullandığı başka "zenci kabileleri" hatırlatıyor. Kuzey Irak Kürtleri ve PKK, beyaz efendilerinin kendilerine sağladığı "ayrıcalıklı hizmetkâr" rolüne iyiden iyiye alışmışlar. Gerçi "Biji Serok Obama!" sloganları atanlardan başka bir şey de beklememek lazım! Ancak Amerika tarafından yaratılmaya çalışılan sözde Kürdistan’ın eninde sonunda Türkiye’den de toprak isteyeceğini unutmamak gerekir. 1990’lardan beri yaşanan gelişmeler ortadayken herkes tarafından kolaylıkla "kandırılabilen" yöneticiler bu kez de "Barzani ve Amerika bizi kandırdı!" demesin diye acilen önlem almak lazım. Aksi durumda kan ve gözyaşı bu coğrafyadan yine uzaklaşmaz, emperyalizm bir kez daha kazançlı çıkar.