Bilanço resesyonuna doğru!
Bugün içine sürüklendiğimiz ekonomik koşullarda hem reel sektör, hem de hane halkı ağır biçimde borçlu.
İktidar ise, borç sarmalını teşvik eden, daha uzun vadelerle, daha çok borçlanmayı özendiren borcu yeni borçlanmalarla kapatmayı teklif eden bir anlayış içinde.
Ekonomide Damat Bakanın söylediği gibi "yeni hikaye" falan yazılmıyor, yazılamaz. Gidişat 2 çeyrek üst üste eksi büyümeye yani ekonomik küçülmeye yani teknik olarak resesyona doğru ne yazık ki!
Damat Bakan’ın anlamadığı veya anlamak istemediği sorun şu ki, artık Türkiye’ye bol- ucuz ve sıcak döviz girişi "hikayeleri" bitti.
Daha çok dış borçlanma ve kredi ile büyümek artık kolay değil.
Üretim, sanayiden-tarıma kadar hemen her alanda çökmüş vaziyette. Beton ekonomisi de artık dibe vurdu.
Böyle giderse, kur şoku, reel sektör ve borç odaklı olarak başlayan ekonomik krizin, giderek banka bilançolarındaki aktiflerin donuklaşmasına ve bilançoların da bozulmasına yol açılabileceğinden endişe ediliyor.
Zaten kur şokları ve daralan ekonomi nedeniyle, geri dönmeyen, fiilen batık ve donuk ama suni teneffüsle, konkordato, yeniden yapılandırma vs. yöntemlerle yüzdürülmeye çalışılan firma kredilerinin banka bilançolarında bozulmaya neden olma ihtimali giderek artıyor.
Uluslararası kreditörlerinin ve yatırımcıların Türk ekonomisine olan güvenleri, yatırım ikliminin ortadan kalkmış olması nedeniyle giderek erozyona uğruyor maalesef.
Öte yandan, fiyatlara, piyasaya müdahale etmek de nafile bir iştir. Bunun adına emir-komuta ekonomisi denir ki, yürümesi ve sürdürülmesi mümkün değildir.
Bilinmelidir ki, piyasa ekonomisi ile kapitalizmin arasında fark vardır. Piyasa ekonomisinin dinamiklerini, marketlere zabıta baskınlarıyla kontrol etmeye çalışmak gayri ciddi bir teşebbüstür.
Geçmişte Japonya’da yaşanan krizi takiben ortaya çıkan ve Richard Koo isimli bir ekonomist tarafından ortaya atılan bir kavram olan, "bilanço resesyonu" riskinin, Türkiye için gerçekleşme olasılığı bugün oldukça yüksek görünüyor.
Yandaş firmaların ve müteahhitlerin bırakın anaparasını, taksitlerini, hatta dönem faizlerini dahi ödeyemediği krediler, bankaların aktiflerinin donuklaşmasına yol açıyor.
Yakın gelecekte en az 50 milyar dolar bir kaynakla "ön girişli" bir acı reçeteyi -ki bunun kibar söylemi istikrar programıdır- uygulama zorunluluğundan bahsediliyor artık.
Ancak, zam ve vergi yağmuru altında böyle bir kemer sıkma programının iktidar tarafından ortaya konulup hayata geçirilme imkanının ortada bulunmadığı da aşikar.
Eğer bankaların üzerine yıkılmak istenen bu kötü ve batık borçlar ve kredilere ilişkin, ciddi bir çözüm için adım atılmaz ve bilanço resesyonuna mani olunmaz ise, benim endişem, reel sektör ve borç odaklı kur şokuyla başlayan ekonomik krizin, giderek bir finansal krize doğru evrilme ihtimalidir.
Ama bu durumu kavrayacak gidişatın vahametini anlayacak ve gerekli tedbirleri daha fazla gecikmeden alabilecek bir niyet, kabiliyet ve ekonomi kadrosundan ise eser görünmüyor ufukta ne yazık ki...