Bir gece ansızın
2 Ağustos 1964 günü, Tonkin Körfezi’nde elektronik casusluk faaliyeti icra eden Amerikan destroyeri Maddox’un güvertesine çıkan 7. Filo komutanlarından John Herrick, hayretler içindeydi. Gemi sapasağlamdı fakat ABD’deki bütün radyo istasyonları, Maddox’un Kuzey Vietnam donanmasının açtığı ateşle alevler içinde kaldığını, mürettebatın acımasızca vurulduğunu ve geminin sulara gömüldüğünü ayrıntılara yer vererek anlatıyordu. Herrick, telsizin başına geçip geminin batmadığını, iki gün önce çıkan çatışmada sadece hafif bir yara aldığını anlattıysa da nafile. Dünya bu müthiş haberle çalkalanıyordu.
Olayın hemen ardından Başkan Johnson basının önüne çıkarak “Kuzey Vietnamlılar uluslararası sularda Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı açık bir saldırıda bulunmuşlardır,” diyerek büyük savaşı başlattı.
Oysa 1964 yılının ortalarında Vietnam bütün dünyanın “müzakere yoluyla çözüm” aradığına inanıyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı ise her türlü müzakerenin “premature” olduğu (boşa çıkarılması gerektiği) görüşündeydi. Bu arada Güney Vietnam’daki ABD Büyükelçisi Maxwell Taylor, Kuzey’i Vietkong’a verdiği destekten caydırmanın şart olduğunu, bunun için savaşı Kuzey Vietnam topraklarına yaymak gerektiğini savunuyor ve ilk anda 8000 deniz piyadesinin bölgeye sevk edilmesini istiyordu. Pentagon da aynı görüşteydi. Derhal planlar hazırlandı ve Saygon donanması Kuzey Vietnam adalarına saldırdı. ABD’nin müdahalesi için sadece küçük bir provokasyon gerekiyordu. Kıvılcımı çakma görevi rastlantı sonucu Maddox’a düştü ve Vietnam Savaşı başladı.
1939 yılının Ağustos ayında Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgal hazırlıkları tamamlanmıştı. Fakat sağlam bir bahane gerekiyordu. Taarruzdan bir gün önce, saat 22.30’da sınır olaylarına ilişkin haberler gelmeye başladı. Yukarı Silezya’daki Gleiwitz’den yayın yapan Alman radyo istasyonuna Polonyalılar saldırmış ve orada görev yapan Almanları öldürmüşlerdi. Oysa gerçek çok farklıydı. Reich’ın Güvenlik Dairesi Başkanı Reinhard Heydrich haftalardır bu olayı planlıyordu. Radyo istasyonuna saldıranlar Polonyalılar değil, Polonya ordu üniforması giymiş SS’lerdi. Oyunun gerçek gibi görünmesi için ceset lazımdı. Toplama kamplarında tutulan birkaç sarışın Alman komünist zehirli iğneyle öldürüldükten sonra cesetleri Polonyalıların öldürdüğü masum Almanları temsilen olay yerine taşındı. 1 Eylül 1939 günü Alman panzerleri sınırı aşarak Polonya’ya girdi.
Olay dünya kamuoyunu ve özellikle Almanları kandırmak için düzenlenmişti. O sırada Almanlar savaş çıkacağına inanmıyorlardı. Berlin’deki Amerikalı gazeteci William Shirer, savaştan bir gün önce, 31 Ağustos’ta günlüğüne, “Herkes savaşa karşı,” diye yazıyordu. “Halkı bu kadar savaş karşıtı olan bir ülke nasıl savaşa girebilir?”
Günümüzde böylesine karmaşık ve ince numaralar yapılamıyor. Suriye’de bir köylünün ya da askerin, Hürmüz Boğazı’nda bir balıkçının cep telefonuyla çektiği bir fotoğraf, savaş bahanesi olarak sahnelenen en karmaşık mizansenleri bile birkaç saat içinde açığa çıkarabiliyor. İnsanların Saddam’ın atom bombası üretmediğini, “Cehennem Topu”yla insanlığı tehdit etmediğini öğrenmesi bir yıldan kısa sürdü, Suriye’deki Beyaz Baretli artistlerin emperyalizmin oyuncuları olduğunu ise herkes birkaç saat içinde anladı.
Savaş bahanesine ihtiyaç yok artık. Bölgesel savaşların sebebini herkes biliyor. Dünyanın efendileri doğal enerji kaynaklarını ve aktarım güzergâhlarını, yeryüzünü bir ağ gibi saran ticaret yollarını kontrol etmek ve paylaşmak için haritaları değiştirmeye çalışıyor, gariban insan topluluklarını ve zayıf devletleri vekâleten birbiriyle savaştırıyorlar. Sahte savaş gerekçeleri uydurmanın yerini “bir gece ansızın” söylemi aldı. Bir gece ansızın İsrail uçakları Suudi Arabistan hava alanlarından körfeze doğru… Bir gece ansızın Rus tankları NATO’ya girmeye hazırlanan Ukrayna’nın içinden geçerek batıya doğru… Bir gece ansızın Amerikan donanması Güney Çin Denizi’ndeki yapay adalara karşı… Bir gece ansızın Ege’de ya da Doğu Akdeniz’de… Bir gece ansızın…
Yeni bir dünya düzeninin kurulabilmesi için dünyamız, üzerinde biriken cephanenin bir kısmını boşaltmak zorunda. Sonra bakacaklar, geriye ne kaldı diye… Yeni bir dünya düzeni bundan sonra ancak büyük kitle hareketlerinin iflas eden kapitalizmin cenazesini kaldırarak insanlığı bir tür sosyalizme taşımasıyla kurulabilir. Emperyalist devletler katından uluslararası hukuk ve yeni bir dünya düzeni beklenemez.
***
İstanbullulara iyi seçimler diliyorum. Bence her şey çok tuhaf olacak!