22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir Gladyo operasyonu Kızıldere-3: Ertuğrul Kürkçü, Denizleri suçluyor

Hikmet Çiçek

Hikmet Çiçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Tarih 31 Mayıs 1973. İstanbul 3 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 256 sanıklı THKP-C davasında Ertuğrul Kürkçü Kızıldere’ye gidişini, “Mahir’e olan sevgisiyle”, Mahir’in “mutlak nüfus sahibi” olmasıyla, “her söylediğinin kanun hükmü mahiyetinde” oluşuyla açıklıyor ve şöyle diyordu:

“Bana teslim ol çağrısını yaptıkları sırada bir süre düşündüm. Aslında çarpışmak hiç istemiyordum. İki tercih yapabilirdim. Ya kendimi vuracak ya da teslim olacaktım. Kendimi vurmadım ve teslim oldum. Bana savcılıkta ve sorguya çekildiğim yerlerde, yaptığım hataların ne olduğunu bilip bilmediğimi sorduklarında, şunu yaparken hatalıydık, bunu yaparken hatalıydık diye konuştum. Aslında ben bu hareketin içinde ve bu hareketin mantıki süreci içerisinde bir tek hata yaptım: Kendimi öldürmedim. Bunun dışında bu hareketin içinde hata, aranamaz. Zira hareketin kendisi baştan aşağıya hatadır.”

Kürkçü ifadelerinde tüm geçmişini bir kalemde silebiliyor, pişmanlığını ağlayarak dile getiriyordu. Kızıldere sonrasını şöyle anlatıyordu:

“Ben o andan beri eskisi gibi değilim ve eskisi gibi olmam da mümkün değildir. Yaptıklarımdan ötürü pişman değilim zira politikada pişmanlığa yer yoktur. Ancak ben bütün yaptıklarımla ve bütün mücadelemle, kendi geçmişimle hesaplaştım. Ve aslında tarihin gidişine, Türk toplumunun ilerleyişine karşı olan bir harekete dört elle sarıldım ve bu anlamda silaha sarıldığım için tarihe ve kendi halkıma karşı suç işlediğim inancındayım.''

'ONLAR OLMASAYDI…'

Ertuğrul Kürkçü 1987 yılında Yeni Gündem’e verdiği demeçte THKP-C’nin silahlı propaganda yapma girişiminin ve Kızıldere’ye uzanan olaylar zincirinin sorumlusu olarak Deniz Gezmiş önderliğindeki THKO’yu gösteriyor, onlar olmasaydı biz bu tip olaylara ‘erkenden girmezdik’ diyordu. Bir bakıma 12 Mart yenilgisinin suçunu Denizlerin ‘erken silahlanmasına’ bağlıyordu!

'AMERİKA’NIN OYUNUNA GELDİK!'

THKP-C’nin zaafı, ideolojisindeydi. “Öncü savaş” çizgisi, mahkemelerde teslimiyete dönüşmüştü. Tam bir psikolojik yıkım yaşanıyordu. Bütün inançlarını yitirmişlerdi. Münir Ramazan Aktolga, Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü gibileri sıkıyönetim mahkemelerinde tam teslim oldular. Devrimciliği savunmak ise tabandaki militanlara kaldı.

İrfan Uçar, Yusuf Küpeli, Münir Aktolga, Demirel hükümetine karşı mücadele etmekle “Amerika’nın oyununa geldiklerini” söylemeye başladılar. Abdülhamit’in yurtseverliğinden, Türkiye’deki dinci cephenin “ilericiliğinden” söz ediyorlardı. İrfan Uçar, koğuşta arkadaşlarının şaşkın bakışları altında çırılçıplak soyunarak “hidayete” eriyordu.

Kamil Dede, o günlerden söz ederken şunları söylüyor:

“İrfan Uçar itirafçı değildir. Çok işkence gördü, işkencelerde kendini kurtarma saikiyle hareket etti. Mahkemelerde teslimiyetçilik ortaya çıkınca (bütün lider kadro aynı durumdaydı) ben bir mektup yazarak, bunların hepsinin aynı teslimiyetçi çizgide olduklarını açıkladım. Bu mektubu çoğaltarak mahkemede direnme yanlısı olan arkadaşlara yolladım.

“Orhan Savaşçı’yı da suçlamıştım. Bu nedenle cezaevindeki subay arkadaşlarla aram açıldı.Hatta, ‘Orhan abiyi böyle nasıl suçlarsın’ diyerek beni tehdit etmeye kalktılar. Ben kararlı ve sert tutum alınca geri adım attılar. O mektuptan sonra bu ‘lider kadro’ ile aram hiç düzelmedi bana hep tavır aldılar.”

KIZILDERE’YE GİDEN SÜREÇ

29 Kasım 1971’de THKP-C üyesi Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz ve THKO üyesi Cihan Alptekin ve Ömer Ayna İstanbul Maltepe Askeri Cezaevi’nden tünel kazarak kaçtılar.

19 Şubat 1972 günü THKP-C liderlerinden Ulaş Bardakçı, İstanbul Arnavutköy'de saklandığı bir evde sabah saat 07.00 sularında katledildi. 25 yaşındaydı. O gün sabaha karşı Fındıkzade'de Tevfîk Fikret Sokak'ta bulunan Kısmet apartmanı basılmış, çıkan çatışmada Maltepe Askerî Tutukevi'nden kaçan Ziya Yılmaz ağır yaralı ve evde bulunan Şerafettin Serdar, Osman Cahit İyigün, Hüseyin Özkan, Safiye Özkan ve Lâle Dedealp yakalanmıştı. Aynı günlerde Orhan Savaşçı ve arkadaşları tutuklanmıştı. 9 Mart 1972 günü ODTÜ öğrencisi Koray Doğan, Ankara’da polis kurşunuyla öldürüldü. Koray da 25 yaşındaydı.

THKP-C için büyük kentlerde barınma olanağı kalmamıştı. Dev-Genç’in tütün ve fındık mitinglerinde kitle çalışmalarında kazanılan ilişkiler, THKP-C’ye Karadeniz yolunu gösteriyordu.

Ocak 1972’de İstanbul’dan Ankara’ya giden THKP-C lideri

Mahir Çayan, THKO ile ortak bir eylem yapılması konusunda

Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile görüş birliğine vardı. Çayan ve arkadaşları Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek için 26 Mart 1972’de Ünye’deki NATO radar üssünde çalışan ikisi İngiliz, biri Kanadalı üç radyo teknisyenini kaçırdılar.

46 yıl önce yaşanan bu olayın sonucu, tarihe bir “katliam” olarak geçecekti.

Mahir Çayan ve arkadaşlarının, sıradan üç yabancı teknisyenin hayatına karşılık, cezaevinde bulunan devrimcilerin serbest bırakılmalarını istemeleri, bugün size çok naif, çok gerçeğe aykırı bir eylem olarak gelebilir. O eylemi yapanlar, Deniz ve arkadaşlarını kurtaracaklarına gerçekten inanıyorlar mıydı?

“Hayır” diyor Kamil Dede. “Mahir’in böyle bir şeye inandığını söylemek, onun zekasıyla dalga geçmek olur. Efraim Elrom gibi önemli bir isim kaçırılmış ve sonuç elde edilmemiş. Üç sıradan teknisyen için Denizler’in bırakılacağına Mahir inanır mı?”

'YAPTIĞIMIZ İNTİHARDIR'

Denizler’in idamını engelleyecek yasal yollar tükenmiş, tıkanmıştı. O eylem son çareydi. THKP-C’den Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Nihat Yılmaz, Ertan Sarıhan, Ahmet Atasoy ve THKO'dan Cihan Alptekin 27 Mart 1972 günü Ünye'deki NATO üssündeki yabancı teknisyenleri rehin alarak Kızıldere'ye gittiler. Burada, THKP-C'li Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve THKO'dan Ömer Ayna ile buluştular.

“Yaptığımız intihardır” diyordu, Mahir Çayan, eylem öncesinde “Marksizm’de intihara yer yoktur. Ama bunu yapmak zorundayız” diye ekliyordu.

Bu eylemin kararı, Karadeniz’e gitmeden önce alınmıştı. THKP-C’lileri bu eylem için zorlayan Cihan Alptekin ile Ömer Ayna’ydı. Özellikle Deniz’le kardeş gibi olan Cihan Alptekin, “Denizler’i kurtarmak için bir şey yapılmazsa, Meclis’in kapısında kendimi bomba ile parçalarım” diyordu.

Doğru mudur bilinmez Kızıldere’ye gittikleri, İngilizlerin aracının tekerlek izleriyle saptandığı söylendi. Gene doğru mudur bilinmez, aynı gün Niksar ilçesi girişinde Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz'ın bıraktıkları arabanın bulunduğu, Saruhan ve Yılmaz’ın çevre köylerden ekmek alırlarken kuşku uyandırdıkları, bütün belirtilerin Kızıldere köyü dolayını işaret ettiği, sonradan çok yazıldı, çizildi.

“Hayır” diyor, Kamil Dede. “Niksar ilçesi girişine aracı bırakan Saruhan ve Yılmaz değildi. Bir başka kişiydi. Eylemden sonra Fatsa ve çevresinde büyük bir operasyon yapıldı. Sayısız kişi işkenceli sorgulara alındı. Birileri söyledi Kızıldere’yi. Ama kim, beli değil.”

25 Mart 1972 tarihli, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu, ve Hükümetine” başlığını taşıyan bildiri ile eylemciler isteklerini şu şekilde sıralayarak dünya ve Türkiye kamuoyuna ilan ederler:

“1 – İnfazlar derhal durdurulacak,

2 – Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır.

3 – En çok kırk sekiz saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.”