Bu bir operasyondur!
Bir yanda İtalya, Yunanistan ve Türkiye’nin; öte yanda Bulgaristan, Romanya ve Polonya’nın bulunduğu iki bölgeyi, ABD’nin başını çektiği Atlantik âlemini Batı ve Uzak Asya’dan ayıran bir tampon olarak düşünebiliriz. Haritada huniyi andıran bu iki bölge gâvurların “cordon saniteire” dedikleri şeye denk geliyor. Bir tür sanitasyon (hijyenik ortam) sınırı; Doğu’dan gelebilecek salgın hastalıkları, terörü, farklı fikirleri, dolar ve euro dışındaki para birimlerini, askerî saldırıları ve en önemlisi aç ve umutsuz göçmen kitlelerini durduruyor. Ayrıca bu sınır karakolları Atlantik âleminin bütün Akdeniz’i ve Karadeniz’i, bu iki denize mücavir alanlarla birlikte kontrol etmesini sağlıyor.
Dünya Savaşı derinleşip yayıldıkça bu iki bölgenin önemi artacak. Batı’nın buradaki devletleri suyun yüzeyinde tutmaya çalışacağını, kordonun iç savaşlarla, iktisadi çöküşlerle parçalanmasına izin vermeyeceğini tahmin edebiliriz. Bu altı ülkenin NATO üyesi olduğunu, özellikle Polonya’da Rusya’ya yönelik hatırı sayılır bir askeri yığınak yapıldığını da belirtelim.
NATO VE TÜRKİYE
Soğuk Savaş’ın bitiminde sistem değiştiren Bulgaristan-Romanya ve Polonya bir yana; diğer üç ülkenin içinde zahmetsiz ve gönüllü olarak NATO’ya giren, kendisini CIA’nın her türlü operasyonuna açık tutan tek ülke Türkiye oldu. Yunanistan kanlı bir iç savaşın ardından Churchill-Stalin ikilisinin zorladığı Varkiza Anlaşması’nın (1945) Halk Cephesi’ni (EAM-ELAS) silahsızlandırmasıyla, önce İngiliz, sonra da ABD hâkimiyetine girerek NATO’ya alındı (1952). İtalya’da ise yeni kurulan CIA’nın (1947) yaptığı gizli ve kanlı operasyonlarla “Salerno Hattı”nın kuzeyinde kalan, komünistlerin ve anarşistlerin denetlediği bölge temizlendi, böylece “demokrasi”ye hazır hâle getirilen ülke NATO’ya alındı (1949).
Soğuk Savaş boyunca Türk Ordusu NATO’nun güney Atlantik kanadını korudu; Kıbrıs Harekâtı ve silah ambargosu gibi bazı küçük sorunlara rağmen Türkiye, bütün devlet kurumları, sendikaları, üniversiteleri ve düzen partileriyle birlikte sistemin etkisine açık kaldı. Atlantik ittifakının ülkemizdeki siyaset kurumunu nasıl yönlendirdiğini, siyasî iktidarları nasıl iş başına getirip götürdüğünü anlatmaya gerek yok.
Soğuk Savaş’tan sonra mezhepçilik, etnik milliyetçilik, mikro iktidar odakları yaratma stratejisinin en önemli deney alanlarından biri olduk. Atlantik sistemi ülkenin siyasî yapısına birkaç kez müdahale ederek, onu kendi çıkarlarına uygun biçimde yapılandırdı. CHP gibi köklü bir partiyi bile “dizayn” ettiler; ÖDP gibi sol görünümlü partileri yönlendirdiler, HDP gibi işbirlikçi yapıları desteklediler.
KILLANMAK VE GÜLLENMEK
Türkiye’yi teslim ettikleri BOP Eşbaşkanı ulus-devlet’i ortadan kaldırmaya, Devrim Kanunları’nı yok ederek ideolojik hegemonya kurmaya çalıştı. Çok başarılı oldu; ülkenin iktisadi yapısını küresel kapitalizmin sömürüsüne açarak tarımı ve millî sanayiyi çökertti; kendi “şahsî menfaatlerini müstevlinin siyasî emelleriyle tevhit” etti.
Fakat Eşbaşkan emperyalizmin taşeronu olarak Osmanlı İmperium’unu canlandırmaya (bkz. Davutoğlu “Stratejik Derinlik”) heveslendi ve kendisine çizilen sınırları aştı; Rusya ve İran’a yanaşmaya, ABD’nin bölgedeki planlarını bozmaya başladı. “Hizadan çıktı” denilen Türk Ordusu 15 Temmuz’da CIA’nın darbesini önledi, Conilerin paralı askerlerini sınır ötesinde tepelemeye başladı. Fakat ABD bütün bunlara rağmen siyasî iktidarı çeşitli manevralarla “kararsız denge” durumunda tutmayı başardı.
Şimdi operasyon zamanı! Vurdulu kırdılı, iç savaşlı bir operasyon değil; ince, “demokratik” bir operasyon. Yazının başında dediğimiz gibi “ülkeyi suyun yüzeyinde tutarak” iktidarın tepesini değiştirmeye çalışacaklar. Sayın Kılıçdaroğlu’nun kendi partisini kıllandırmak pahasına Saray’ı Güllendirmek için debelenmesini çok geniş bir bağlamda değerlendirmedikçe anlayamayız.
Ülkemizin “demokrasi budalası” siyaset kurumu, önleyemediği tecavüzün tadını çıkarmaya, kotarılmak istenen “turuncu devrim”i alkışlamaya hazırlanıyor. İktisadi ve hukuki yapı hazır. Onu Reis’e yaptırdılar. Kurdurdukları Saray’ın başına bu kez uysal ve çok kullanışlı bir Başkan geçirmeye çalışacaklar. Artık İngiliz gülü mü, gladyo sümbülü mü, yoksa başka bir şey mi olur, bilemeyiz. Beklenmedik bir gelişme olmazsa, Reis’e kurdurdukları düzeni başkasına restore ettirecekler. Birini bulacaklar!
AT DEĞİŞTİRME VAKTİ
İlk hamlede iki şey istiyorlar: “çözüm süreci”nin yeniden başlaması ve Avrasya’nın karşısında mevzilenen sadık bir NATO ordusu! Bu kadar! Elbette bu programın, FETÖ’cülerin hapisten çıkarılması, “Ergenekon” benzeri davaların canlandırılması gibi alt maddeleri de var. Saray, “Bunları biz de yapabiliriz” sinyali verse de, Coni’nin füzelerine alkış tutsa da, vakit geçmiş ve Atlantik hicran şarabından birkaç yudum içmiş bulunuyor. Emperyalizm metal yorgunluğuna uğrayan dengesiz atı daha uysal bir sütçü beygiriyle değiştirmeye kararlı görünüyor. Selocan da sazını akort ediyordur, klavye solcularına ve 36 etnik gruba “demokratik özerklik” taksimi yapmak için...
Tarihimizin en tehlikeli yol ayrımında duruyoruz.