21 Aralık 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cumhuriyet, savaş, rakı, leblebi ve diğerleri

Onur Caymaz

Onur Caymaz

Eski Yazar

A+ A-

Rahat! Biraz cumhuriyeti anlatacağım. Şimdi hazır ol! Militarist mi geldi biraz! O zaman rahat, rahat... Nereden başlayalım? Mesela gazetesi var Cumhuriyet diye, olur mu oradan? Çok söz etmeyeceğim gazete olandan, neyse ki Özdemir İnce, Adnan Binyazar gibi ustalar yazıyor da eski anlı şanlı yılları hatırlatan köşe yazıları okunuyor halen.

Cumhuriyet diye meyhane var Beyoğlu’nda. Evvelce Ferdinand Arfenduli’nin şarap deposuyken meyhaneye çevrilmiş, Mösyö Yervant ile işletmiş; 1974 Kıbrıs Harekatı’ndan sonra Yunanistan’a yerleşmişler. Ece Ayhan, sözde Kemalizm ile hesaplaşacak ya, “Üç Alilerin Cumhuriyeti” dermiş buraya; o yaşadığı sıralarda iki sahibinin ve bir garsonunun adı Ali olmasından... Gelgelelim, içmeye Beyoğlu’na gitmiyorum epeydir, Harbiye’den aşağı bile inmiyorum. Yahut Arnavutköy bazen, o kadar. Zamanında Cumhuriyet’e Melih Cevdetler, Vedat Günyollar uğrarmış, şimdi gidip kimi göreceğim! Ha bir de 10 Kasım’da Paşa’nın en sevdiği meze olduğu için rakının yanına beyaz leblebi verirlerdi ben ergenken. Böyle bir Atatürk anmasını da tercih etmiyorum nicedir.
Başka türlü hatırlamalar gündemimde: Elimde TDK basımı Atatürk’ün Altını Çizdiği Satırlar, Gazi’nin nice kitap arasında önemsediği pasajlar var, kelimeler arasında iz sürüyorum. Rakılı Atatürk anmasını, simide gevrek demenin matah bir şey gibi sunulmasına benzetiyorum. Söylev ve Demeçler’e bakmak, büyük komutanın sevdiği türküleri dinlemek, Falih Rıfkı’nın Çankaya’sından birkaç bölüm, Yakup Kadri’nin Panorama’sı iyi geliyor. Oradan Mehmet Âkif’e kadar bir hattı kat ediyorum.

Âkif dedim de aklıma geldi... Boğaziçi’nde eşcinsel arkadaşların kulübü, geçenlerde “eğlence” olsun diye kendilerine İstiklal Marşı’nı seçmiş. Kimin kimle nasıl seviştiğiyle hayatım boyunca ilgilenmedim, ilişkilerde karşılıklı rıza esastır fakat sevişme biçiminin birilerini ayrıcalıklı kılabileceğini sanmıyorum. Bu marşı sevmek zorunda değil kimse, evet. Ama sevmese, eleştirse de belirli bir kalite gözetilmeli. Arada Boğaziçi adı geçmesi, o şeyi doğrudan kaliteli kılmaz. Bu “orantısız” şımarıklık, sıkıcı oluyor kanımca, not düşülmeli.
Latinler res publica demiş cumhuriyete. Egemenliğin halka ait olduğu yönetim. Tek sınıfa aitse aristokratik cumhuriyet, halka aitse demokratik... Cumhur zaten halk demek. Arapça kökenli, cem ile akraba. Kamubuyurum da denmiş zamanında cumhuriyete.

Sünnet değil, farzdır cumhuriyet der Can Yücel. Nâzım’ın nefis Memleketimden İnsan Manzaraları’nda şu bölüm: “Cezamı okudu reis, / Bağırdım ‘yaşasın cumhuriyet’ diye” der bir kahraman. Öteki sorar: “Az mı kestiler cezayı?” Beriki: “Az değil, çok. / Lakin öyle sırma giymiş, sıralanmış kürsüde reisler, / Hoşuma gitti, / Keyiflendim, bağırdım.” Ateşten Gömlek’tir cumhuriyet, Yaban’dır, Yeşil Gece’dir. Reşat Nuri’ye paşanın hediye attığı altın yaldızlı sigaralar... Manastırın ortasında var bir havuz türküsü mesela.
Kimsesizlerin kimsesidir cumhuriyet. Boşa demem. Evet Köhne Bizans’ta 1917 yılında kurulan bir Himaye-i Etfal Cemiyeti (etfal, tıfıl’ın çoğulu, çocuklar demek) var doğru. Gelgelelim buradaki personel, “savaşa hayır”, “savaş halk sağlığı sorunu” gibi saçma laflar etmeyip Milli Mücadele’ye katılınca dernek Paşa’nın himayesinde aynı adla 1921’de, Ankara’da yeniden kurulur. Kalanların İstanbul’daki son toplantısı 1923’tedir. Muhtemelen bu buluşmada “Ankara’ya gidenler hep inşaat için gitti, İngilizlerle anlaşmalılar” falan deyip tekrar toplanamadılar. Savaştan sonra da tümden tarihe karıştılar.

Savaş diyorum, çünkü bazen zorunluluktur savaş. Tabii ki kimse bayılmıyor... Fakat yine Latinler “si vis pacem para bellum” der yani barış istiyorsan savaşa hazır ol. Yurtta sulh cihanda sulh diyen de hayır demedi Sakarya’da; neyse ki ardında sürekli gezen bir hanımefendi yoktu da “ay bu ölenler niye öldü” gibi terbiyesizlikler yapılmadı o devirde. Çünkü, savaşa hayır denilemez bazen. Yeni bir idealizmdir savaş karşıtlığı. Savaş bazen her yerdedir çünkü. Yaprak, düşmemek için direnir. Her fabrika kaledir demişti Gazi; üretim savaş; eğitim, aydınlanma savaş... Savaş metroya binerken de var, âşık olurken de... Doğmak başlı başına saldırıya uğramak. Doğar doğmaz hava dolar ciğerine, yakar. Mücadele diyorum. Düşüp kalkmak. Savaşma seviş deniyor, tümden saçmadır. Çünkü bazen sevişmek için de gerekir savaşmak. Devinim diyorum. Her zaman körfezdeki durgun suya bakamazsın, arada sular seller olup akacaksın.
Durmayalım düşeriz demektir cumhuriyet... Yerine yenisini koymak, yüz yılları sarsalamak, bir kıtayı tümden yerinden oynatmak... Bakma sen beş on yıl önce ona ceberut cumhuriyet falan dediklerine; o diyenler de şimdi peşinde. Bir zamanlar modaydı Taraf’ta falan, cumhuriyet bayramını kutlamamak kahramanlıktı... O sümüklülerin hepsi şimdi Kanada’da kaçak.
Cumhuriyet nedir bilir misin! Kahramanmaraş’ta ayakkabı ustasının oğlu fakir Tahsin Yücel’in, Fransa’da Legion de Honour çeviri nişanı alabilmesidir. Anamızdan emdiğimiz süt, Türkçenin ak yüzü; anayurt cumhuriyet... Anayurt Oteli’ni bileceksin Yusuf Atılgan. Romandaki otelin konak olarak yapıldığı tarih 1839’dur. Yani Tanzimat. Konak, otel haline 1923’te getirilir... Yani Osmanlı’dan cumhuriyete geçilir. Eski gidip yenisi gelecek yerine. Üstelik kahramanımız Zebercet de bir 10 Kasım’da, Atatürk’ün vefat ettiği gün asar kendini...
İki gün sonra doksan altısına giriyor şanlı cumhuriyet. Nasıldı Nâzım’ın şiiri: “Her şey değişip akmada, bu hal beni hayran bırakmada...” Nice doksan altılara!

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları