21 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dağ, insan ve kitap

Oktay Yıldırım

Oktay Yıldırım

Eski Yazar

A+ A-

İkisi de sesine aynı testosteronu yükleyerek, aynı soruyu sordu bana: “Yoksa öldürmedin mi” ya da “Seninki de iş mi, ben olsam kesin öldürürdüm.”
Ben dağda o tavşanla karşılaştığımda, silahımı değil, cep telefonumu çıkarıp videosunu çektim. Çünkü onu yemeye muhtaç değildim, onu vursam zevk için vurmuş olacaktım. Çok büyük bir hayvandı, en az 7-8 kg gelirdi, ben meşelerin arasından sessizce çıktığımda 15 m mesafeden bana bakıyordu ve benim o mesafeden hem de sadece birkaç saniye içinde onu vurmam işten bile değildi. İnsanları şaşırtan buydu işte. Dağda tek başına kalabilen bir adam o tavşanı niye öldürmez?

Dağ, insan ve kitap - Resim : 1

İlk şaşıran dağa çıkarken karşılaştığım ve beni yakındaki kurt sürüsü ile vukuatlı boz ayı konusunda uyaran odun kömürü işçisiydi. “Sakın çıkma oraya, şu yakınlara kur çadırını” demişti ısrarla. Kampları birkaç kilometre aşağıda kalıyordu. Mardinli, ama Mersin’de oturan büyük bir aileydi. Mersin belediyesinde çalışan annelerinin kayyumdan sonra işten çıkartılmasından, Suriyeli mültecilerden, hayat pahalılığından, adaletsizlikten, baskıdan, insan hakları eksikliğinden ve pek çok şeyden yakınıyordu. Suriyeli işçi çalıştırıyordu, ama daha aşağıdaki yaylanın Afgan çobandan da şikayetçiydi. Bir defasında yakınına gelen bir tavşanı, elindeki odun ile kafasını ezerek öldürüşünü bir pehlivan tefrikası anlatır gibi anlattı hemen. Başka bir defasında da bir evliya mezarının yanında duran bir tavşana kaç kez ateş etmesine rağmen vuramadığını anlatıp “Ben hayatta attığımı kaçırmazdım” diye ne kadar iyi nişancı olduğunu vurguladı.
Diğeri de bir yakınımdı, “Madem o tavşanı vurmadın, ne diye dağda yattın ki” diye eleştirdi üstten üstten.
Kim bilir, belki de o yukarıdan konuşmalar, o yapay testosteronlu şaşkınlık edaları, vukuatlı bir boz ayı ve bir kurt sürüsünün av bölgelerinin kesişme noktası olan, 2 bin rakımlı bir dağın eteklerindeki ormanda, tek başıma üç gece geçirmiş olmama karşı bir nazireydi. Ama benim için başka anlamları da vardı.
Her ikisinin bir başka ortak sorusu ise “benim neden İmamoğlu’nu desteklemediğimdi.” Verdiğim cevaplara da pek ikna olmuyorlardı. Hakkında hiçbir şey bilmiyorlar, ama Tayyip Erdoğan’a karşı dört elle sarılıyorlardı. Henüz VIP’ten geçmek için havaya küfürler savurduğu o rezalet yaşanmamıştı, ama bunun pek bir şeyi değiştirmezdi.
Dağda Hulki Cevizoğlu’nun Beden ve Teknoloji kitabını inceliyordum. Hiç bilmediğim yepyeni kavramların hayatın içinde nasıl karşılıklarını bulduğunu görüyordum…
Tarihe bakış açısının değiştikçe, bilinen gerçeği de değiştireceği saptamasının aslında henüz tarih sayılamayacak olan bugünün gerçeklerini anlamak bakımından da doğru olduğunu mesela…
Hayvan özne ile insan özne arasındaki üstünlük açmazını ya da bir aciz özne olarak yanlış sorularla sahte şampiyonluk peşinde koşan insanı…
Bacağım nedeniyle fazla uzun yürüyemediğimi bilir okurlarım, kamp alanımın çok yakınında ayının ağaçlara sürtünürken bıraktığı tüylerine rastladım, o gece değilse bile yakınlarda dolaşmıştı. Kurtların da belki 200 metreye kadar yaklaştığını geceye yayılan seslerinden anladım. Evet tedbirliydim, ama hiçbiri bana saldırmadı durup dururken.
Ama insan için aynı şeyi söyleyemem.
Bir dağda tek başına kalmayı değilse bile, Hulki Cevizoğlu’nun Beden ve Teknoloji kitabını, hayatı ve toplumu anlayabilmek için çaba harcayan herkese tavsiye ediyorum.

Geçmiş bayramınız kutlu olsun.


FETÖ’DEN NE FARKI VAR

Dağ, insan ve kitap - Resim : 2

Burası bir kasap, kasapta kitap satılır mı demeyin.

Bu fotoğraf bir örgütlenme modelinin fotoğrafıdır. Din var, siyaset var, ticaret var, kısacası bir kazan kazan organizasyonu bu.
Bu fotoğrafta gördüğünüz standı bir oto tamirhanesinde de gördüm, bir berber ya da yufkacı dükkanında da… Hepsinde Hüseyin Hilmi Işık kitapları ve etrafında çeşitli ürünler vardı. Hepsine de aynı soruyu sordum, “Balı üreteni tanıyor musunuz?” Hepsi de tanıyordu.

Dağ, insan ve kitap - Resim : 3

Yani…

Işıkçılar olarak bilinen tarikat, çok sayıda büyük şirket, TV, gazete, radyo gibi ticari kurumların yanı sıra mahalle ve köylerdeki küçük esnaf arasında da bu şekilde örgütlenip palazlanıyor. Örgüte bağlı kişiler, ürettikleri ürünleri yine örgüte bağlı başka esnafın dükkanında da pazarlıyor hem etki alanını hem de kazancını artırıyor. Yanına eklediği kitaplarla sağladığı açık propaganda ile de örgütlenme ağını genişletiyor.
Başka bir hiyerarşik sisteme bağlı gayriresmi bir esnaf ağı kuruluyor. Bunlar devlet görevlisi ise devlet içinde başka bir hiyerarşik sistem yerleşiyor.
Hatırlayın, FETÖ de bu yöntemle yayılmadı mı? Ne farkları var?
Bunlar daha mı iyi niyetli?


TERSLİK YOK MU?

Geçen hafta Tunceli’ydi, bu hafta Bitlis. Belediye şehrin girişine Kürtçe ve Türkçe “Said-i Nursi'nin şehrine hoş geldiniz” yazısı asma kararı almış.
Bu kez AKP’li belediye.
Ve nasıl Dersim kalkışmasına CHP’den de AKP’den de itiraz gelmediyse, buna da gelmiyor… Bu işte bir terslik yok mu?
Bir yandan PKK ile mücadele devam ederken, diğer yandan Apo’nun mesaj üzerine mesaj yayınlamasında, Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’da Kürtçe konuşup, “Kürdistan” demesine parti tabanından hiç itiraz gelmemesinde bir terslik yok mu? Peki, buna “solcu/ulusalcı” CHP tabanından ses gelmemesi normal mi?
İmamoğlu, Washington Post üzerinden açıkça BOP eşbaşkanlığı başvurusu yapıyor, “siyaset dışına itilen gruplar”dan söz ediyor. Kendisine “solcu/antiemperyalist” diyen CHP tabanından niye ses çıkmıyor?


GAZETECİLİK BU MU?

Sebahattin Önkibar, Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu’nun çıkacağı tartışma programı için İmamoğlu’nu uyarıyor: “TV tuzağı kuracaklar” ve önerisi de belli “Evde dursan kazanırsın, çıkma.”
Bu TV tuzağı nasıl kurulacak onu anlamadık, mesela İmamoğlu’nun sesini dublajla değiştirip AKP’nin işine yarayan cevaplar mı verecekler? Ya da ne bileyim stüdyoda cin büyüsü yapıp yanlış cevaplar mı verdirecekler?
Kendi ağzıyla konuşmayacak mı, kendi düşüncelerini söylemeyecek mi? Bunlardan aciz biri mi ki, boş bulunur abuk subuk konuşur, diye korkuyorlar anlamadım.

Ama…

Gazeteci olarak asıl sormaları gereken soru “O programa seçimin diğer adayı M. İlker Yücel niye çıkarılmıyor” olması gerekmez miydi?
Twitter üzerinden hem Önkibar’ın yazısı paylaşan Uğur Dündar’a hem de Önkibar’a sordum bu soruyu, cevap alamadım.
“Soruşturmacı” gazeteciliğe ne oldu? Konu İlker Yücel ve Vatan Partisi olunca soruşturulmuyor mu?

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları