Demokrasinin geleceği
Yazıya başlarken aklıma gelen ilk cümleyi yazacak olsaydım şöyle derdim: “Paris’te yükselen alevler demokrasinin geleceğini aydınlatıyor.” Siz de herhalde “iyi uçuşlar” der, “sonunda delirdi” diye düşünürdünüz.
Neoliberal kapitalizmin yarattığı felaketler ve demokratik kurumların çöküşü yurttaşları tıpkı Antik Yunan polisinin (şehir devleti) ahalisi gibi agora’da (pazar yeri) toplanıp tartışmaya ve taleplerini dile getirmeye zorluyor. Fakat elbette Antik Roma’daki gibi, insanların bir yanda on binlerce patrici (zengin seçkinler), öte yanda milyonlarca pleb (çalışanlar) olarak bölünmesi, tartışmanın hararetini artırıyor, ortalığı yakıcı gaz dumanları kaplıyor, ateşe verilen borsa binalarından alevler yükseliyor. Günümüzde modern kitle örgütleri etkisini kaybederek yerleşik düzenin birer uzantısına dönüştüğü için karşılaşma, hesaplaşma ve çatışma aracısız, dolaysız, her türlü imkân ve kabiliyetle şehirlerin büyük meydanlarında gerçekleşiyor.
Dikkat edelim, 68 Ayaklanması’ndaki gibi radikal gençlik hareketleri, sol sosyalist, anarşist sloganlar yok. 68’de Fransız burjuvazisi işçiler greve çıkana kadar olayı ciddiye almamıştı. Genel İş Konfederasyonu CGT genel grev ilan ederek Nanterre Üniversitesi öğrencilerinin başlattığı harekete katılınca, Charles de Gaulle’de şafak attı ve hemen helikoptere atlayarak Almanya’ya geçip Baden-Baden’deki Fransız askeri üssünü alarma geçirdi. İşçiler yüzde 15 ücret zammını cebe indirince mücadeleden vazgeçtiler. Öğrenciler sokakta isyanlarıyla baş başa kaldılar (hayat bazen böyledir).
Fransa’da 68 Hareketi ezildi. Aslında bütün hareketler, 1789’un çıplak kolluları (bras nus), 1848’in barikat savaşçısı proleterleri, 1871’in silahlı işçileri, amacına ulaşan burjuvazinin seferber ettiği baskı aygıtlarıyla ezildi. Fakat birincisi yurttaşlık haklarını, ikincisi millet meclisini, üçüncüsü işçi hükümetini, sıradan insanların kanıyla ve sonsuza kadar okunacak şekilde tarihe yazdı. Şimdi Fransa’da yeni bir dalga yükseliyor; ezilse bile ardında halkın demokrasi talebini, belki bir Halk Meclisi’ni, yeni bir Millî Konvansiyon’u bırakacaktır.
Neoliberal kapitalizm tarihsel olarak en zayıf fakat en tecrübeli halkasından kırıldı. Bu hareket bütün Akdeniz havzasına ve Avrupa’ya yayılacak, zamanla ABD’ye, oradan Asya’nın içlerine kadar uzanacaktır. Bu kez siyasî partilerin, sendikaların, öğrenci derneklerinin önderliği yok, halkın ana gövdesi harekete geçiyor. Fransa’da sokağa çıkanlar alt-orta ve alt sınıfların mensupları. Yoksa bir tür “prekarya” mı?
Harekete katılanlar eylemin içinde örgütlenerek ilerliyorlar. Ellerindeki tek bayrak Fransız millî bayrağı. Öncü direniş grupları sarı yelekle ayırt ediliyor. Le Pen’in neo-faşistleriyle her türlü komünist ve sosyalist omuz omuza yürüyor. Düşman kardeşler de olsak hepimiz son tahlilde “ideal devlet”i arayan Wilhelm Friedrich Hegel’in çocuklarıyız. Bu kez yirmibirinci asrın başında onunla birlikte yine ‘Dünya Ruhu’nu (der Weltgeist) arıyoruz. Bu arada Karl Marx yedek kulübesinde oturuyor ya da sahanın kenarında ısınma hareketleri yapıyor. Fakat ona daha vakit var. Şimdilik yeniden demokratik devrimler çağına döndük. Bu yüzden bütün millî bayrakların üzerinde Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik yazıyor. Yeni bir Toplum Sözleşmesi yapmak, ayrıcalıkları kaldırarak bölüşümde adaleti sağlamak için birleşiyorlar.
Paris’te ayaklananların 42 maddelik talep listesi tek cümleyle özetlenebilir: söz, yetki ve karar hakkı istiyoruz; bizim adımıza karar veremezsiniz! Halk Meclisi ve gerçek demokrasi istiyorlar. Yeni bir dünya ancak halk kitleleri sahte demokrasi perdesini yırtarak ardındaki müstehcen kapitalist emperyalist çıkarları ortalığa döktükleri zaman doğacaktır.
Parantezi burada kapatıp kendi irili ufaklı alengirli konularımıza dönebiliriz. Yoksa bu işleri orada da Can Dündar ve Osman Kavala, Soros’un parasıyla mı yapıyor? Neyse... Bugün bir kulağımız tarihin uğultusunu işitmek için Şanselize Bulvarı’nda olacak.