23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dış politika ve iç cephe

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

Siyasî iktidarın çok kutuplu dünyada “çok kutuplu dış politika” izlemeye ve ülke içinde kendi cephesini kurmaya çalıştığı açıkça görülüyor. Ne kadar kutup varsa o kadar dış politika ve ne kadar hegemonya imkânı varsa o kadar iç cephe!

DIŞ POLİTİKA

Bütün dünyada tek bir kapitalist sistem var. Emperyalist ülkeler tıpkı I. Savaş’ta olduğu gibi bloklaşarak enerji kaynaklarını, bu kaynakların taşınma güzergâhlarını ele geçirmek ve kendi pazar paylarını genişletmek için dolaylı ve dolaysız biçimde savaşıyorlar. Ülkemizin II. Savaş’ta olduğu gibi tarafsız kalması imkânsızdır; çünkü paylaşım konularından biri kendi topraklarımız, akarsu kaynaklarımız, Ege Adaları, KKTC ve Karadeniz ile Doğu Akdeniz gibi mücavir alanlarımızdır. En yakın tehlikenin hangi bloktan geldiğini saptayarak karşı blok içinde yer almak gerekir. En yakın tehlike ABD’nin başını çektiği Atlantik bloğundan gelmektedir. Bu yüzden siyasî iktidarın geleneksel diplomasiye uygun dengeli bir dış politikayla Avrasya-Pasifik bloğunda yer alması şarttır.
Fakat bir yanda ABD’nin askeri saldırı hazırlıklarını ve terör tehditlerini görüp, öte yanda İncirlik başta olmak üzere Amerikan üslerinin faaliyetine izin vermeye devam ederseniz; ve ayrıca, Ukrayna’ya gidip “Kırım’ın yasadışı ilhakını tanımadık ve tanımayacağız. ... Bu konuda Ukrayna’yla eşgüdüm halinde çalışmaya devam edeceğiz” (Sputnik, 14.10.17) derseniz, olmaz! Buna “çok kutuplu” değil, “tehlikeli” dış politika denir. Bu politika en kritik durumda ABD’ye ya da Rusya’ya çok büyük tavizler vermekle ya da ikisinden birinin saldırısına uğramakla sonuçlanacak, en hafif durumda bile ciddi bir bağımsızlık/egemenlik sorunu yaratacaktır.

İÇ CEPHE

Siyasî iktidarın iç cepheyi sağlam tutma gibi bir derdi yoktur. Aslında bütünlüklü bir iç cephe de yoktur. Bütünlüklü bir iç cephenin olabilmesi için tutarlı (sadece tutarlı!) bir hükümetin olması ve halkın tamamının her konuda değilse de sadece ülkenin selameti ve güvenliği için o hükümete güvenmesi gerekir.
Oysa Saray, nüfusun yarısını dışlayarak kendi iç cephesini kurmaya çalışmaktadır. TEOG olayı, müfredat, nikâh kıyan müftü vs. gibi sayfalar dolusu örnek verilebilir. Bölgedeki savaşın yayılması hâlinde Saray’ın, “İstiklâl savaşı veriyorum” diyerek, kendi iç cephesinde yer almayan herkesi “bozgunculuk” ve “vatan hainliği”yle suçlaması, kendi iç cephesinde yer alan herkesi de “vatansever” ilan etmesi kaçınılmazdır.

SİYASİ İKTİDARIN AZAMİ PROGRAMI

Siyasî iktidarın azami programı, laiklik başta olmak üzere Atatürk ilke ve inkılâplarını unutturmak ve ulusu ümmet olarak yeniden yapılandırmaktır. Bu programın terk edildiğini gösteren en ufak bir belirti yoktur. Siyasi iktidarın tutarlı olduğu yegâne konu, kendi (kendi!) azami programını adım adım uygulamaktan, şiddetli tepki gördüğünde bir adım gerilemekten, gündem değişip tepki yatışınca aynı yönde iki adım ilerleyip kendi mevzilerini (kendi mevzilerini!) güçlendirmekten ibarettir. Siyasî iktidarın mevcut kanunları hiçe sayarak kendi tabanını bu programın gerçekleşmesi için hayatın her alanında serbest bıraktığı açıkça görülmektedir.

METAL YORGUNLUĞU

“Metal yorgunluğu” dedikleri şey, iktidar kadrolarının iktisadi kriz koşullarında bile açgözlü bir tutumla ve ihtirasla daha çok istemelerinden ve mala üşüşme dürtülerinin azami programa zarar verecek boyutlara ulaşmasından kaynaklanmaktadır. Reis, daha püriten, İslamî ideallere daha bağlı, ölümü göze almış militan ve kararlı kadrolar istiyor. Fakat işte insan zenginleşince rehavete kapılıyor, bir diğerinin avantasına göz dikiyor, bünyede metal yorgunluğu, midede oburluktan kaynaklanan hazımsızlık oluyor ve kendisini yağmaladığı ülkenin efendisi sanmaya başlıyor.

SONUÇ

Sonuç olarak: ABD’nin devirmeye çalıştığı, Avrupa’nın dalga geçmeye başladığı, Rusya’nın güvenmediği, Çin’in uzaktan anlamaya çalıştığı, Suriye’nin nefret ettiği, Irak’ın korktuğu, İran’ın son tahlilde mezhepçi bulduğu; halkımızın en az % 48,5’inin istemediği, “metal yorgunluğu”na uğramış, fakat bütün bunlara rağmen azami programını uygulamak için debelenen bir siyasî iktidarın aşırı baskı ve zulüm dışında varlığını sürdürme şansı yoktur. Fakat Saray aşırı baskı ve zulüm yapabilmek için gerekli araçların hiçbirine (şimdilik) sahip değildir.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019