En değerli madalya
Pazar sabahı, Uluslararası Judo Federasyonu’nun Youtube kanalından Kazakistan’da düzenlenen Dünya Ümitler Judo Şampiyonası’nda takımlar bronz madalya maçını izlemeye başladım. 3 erkek ve 3 kız sporcudan oluşan takım karşılaşmasında milli takımımız Brezilya karşısında 3-0 geride. Son 3 maçtan birini kaybetsek madalyayı kaybedeceğiz. Önce 60 kiloda Muhammed Demirel geldi: 1-3! Sonra 63 kiloda Habibe Afyonlu; 2-3! Ve nihayet 81 kiloda Musa Şimşek: 3-3! Beraberlik sonrası yeneni belirleyecek altın maçı kimlerin yapacağını belirleyen kura çekildi: 60 kilo erkekler. Çıktı Muhammed mindere, yine kazandı: 3-4! Türkiye, Dünya Ümitler Judo Şampiyonası’nda karışık takımlarda bronz kazandı. Pazar bundan daha güzel başlar mı? Film gibi...
Estonya, Finlandiya ve Almanya ortak yapımı bir film; Türkiye’de “Şampiyon” ismiyle gösterilmiş, doğru çevirisi ise “Eskrimci”. Belli ki Golden Globe ve Oskar’da en iyi yabancı filme aday gösterilmek için Stalin düşmanlığı eklenmiş filme. Ne de olsa moda, Jamala’nın 2016’da Ukrayna’ya Eurovision Şarkı Yarışması birinciliği kazandırdığı 1944 gibi “Yaşlılığıma doyamadın / Ben bu yerde yaşamadım / Vatanıma doyamadım”. Vur Stalin’e, kazan ödülü! Düşmanla işbirliği yapıp vatanında mı kalacaktın? Gerçek bir öyküden esinlenen filmde Estonya’da Nazi Alman Ordusuna alınmasından dolayı aranan bir eskrim sporcusunun Estonya’nın bir köy okulunda fakir çocuklara yokluk içerisinde eskrim öğretmesi anlatılıyor. Filmin Stalin karşıtlığını saymazsak; okullarımızda nasıl şampiyonlar yetiştireceğimizi anlatan çok güzel bir film. Filmin sonunda Estonya’nın bu fakir okulunun öğrencileri, Leningrad’ta diğer Sovyet Cumhuriyetlerinin en güçlü okullarıyla bir turnuvaya katılıyor. Film, Stalin’e saldırırken Sovyetler Birliği’ndeki eğitim ve spor eşitliğini de kanıtlıyor, istemeden. İzlemenizi öneririm; eskrimin öyle zengin sporu olmadığını; feodalitenin sporu hiç olmadığını, hatta Karl Marx’ın eskrim yaptığını öğreneceksiniz!
Estonya’nın fakir okulundan eskrimciler çıkıyor ama ülkemizde ne yazık ki eskrimci çıkaramıyoruz. Federasyonumuz devşirerek başarı arıyor. 1971 yılında Akdeniz Oyunları’nda eskrimin dünyadaki öncü ülkeleri arasında kadınlarda Özden Ezinler’in aldığı madalyanın devamını getiremedik. Ne de olsa; flöre, epe ya da kılıç lazım, maske lazım, yelek lazım... Niyet sporcu yetiştirmekse, tarladan alacağın bir ağaç dalı ile başlarsınız eskrimi öğretmeye, spor tutkusu kılıcı da yaratır maskeyi de. Büyük organizasyonlarda izlediğim son eskrim mücadelemiz İlke Özyüksel’indi; 2016 Olimpiyatları’nda. O da ne yazık ki TRT ekranlarında değildi. 2016’da Olimpiyatlara katılan ilk pentatlon sporcumuzdu İlke’nin ne atıcılık ne yüzme ne koşu ne binicilik ne de eskrim mücadelesini izlemiştim TRT’de. Atilla Özalp’ın Pazar günkü yazısında İlke’nin Tokyo 2020’ye ilk kez katılacağını yazdığını yadırgamadım, bu yüzden. Geçtiğimiz sene Avrupa Gençler Şampiyonu olan İlke çok güzel konuşmuş; “Yetenekli çocuklar zengin-fakir ayrımı yapan antrenörler yüzünden bir yere gelemiyor!” İlkeli olmak Türk sporu için büyük şans!
Sporcularımızın başarısını izleyemediğimiz bir diğer branş da tenis. Eskrim gibi bir yanılgının yapıştığı spor dalı; “zengin sporu”. Çekoslovakya çok mu zengindi de Ivan Lendl’ları yetiştirirken Navratilova’ları ihraç etti? Her mahalleye bir tenis kordu koyun, yetişen sporcularımızı göreceksiniz. İlgi başarı yaratacaktır. Davis Cup’ta son izlediğim karşılaşmamız 2015’te Güney Afrika’yı 3-2 yendiğimiz maç, Mersin’deki karşılaşmaları NTV Spor’dan izlemiştim. Sonraki yıllarda milli mücadelemiz ekranlarda olmadı. Son 2 yıldır Davis Cup’ı Türkiye’de bile oynamıyoruz. Erkek milli takımımız Slovenya, Zimbabve ve Danimarka’da oynadı. Bu sene Danimarka’yı Altuğ Çelikbilek’in 2, Cem İlkel’in 1 galibiyeti ile 3-2 yendik. Seneye Dünya Grubu’nda mücadele edeceğiz. Kadınlarda FED Cup’ta da milli takımımız 10 yıldır Türkiye’den uzak; 2010, 2011 ve 2012’de Mısır’da, 2014 ve 2015’de Macaristan’da, 2013 ve 2016’da İsrail’de, 2017 ve 2018’de Estonya’da, bu sene de İngiltere’de mücadele ettik. 2020’de kadın tenisçilerimizin mücadele edeceği Fed Cup Avrupa-Afrika 1. Grubu mücadeleleri ile erkek tenisçilerimizin Dünya Grubu mücadelesi artık Türkiye’de yapılmalı. İzmir bu organizasyonlara ev sahibi olmaya hazır.
Ancak, Türkiye kadın voleybolunda Olimpiyat elemesini yapmaya hazır değil anlaşılan. CEV Başkanı Boricic, Avrupa Kadınlar Voleybol Şampiyonası sonrası güya Ankara’daki turnuvaya övgüler yağdırmıştı. Bu övgüler samimi olsa, Avrupa Olimpiyat Elemesine Türkiye ev sahibi olurdu. Ancak, eleme turnuvasına en zorlu rakibimiz Hollanda ev sahibi oldu. Sırp başkanın samimiyeti ve bizim de organizasyonda ne kadar başarılı olduğumuz belli oldu. Avrupa voleybolunun başında Sırp başkan varken, hem kadınlarda hem erkeklerde Avrupa Şampiyonu Sırbistan oldu. Erkeklerde favorim Leon’lu Polonya idi. Bir haftada Hollanda, Slovenya ve Fransa arası gezen Polonya finale kalamadı, Boricic muradına erdi. Hem kadınlarda hem erkeklerde 24 takımlı ve 4 ev sahipli şampiyona düzenlenmesine rağmen, son 16 ve devamındaki eşleşmelerin ve ev sahibi belirlemelerinin farklı statüde olmasının tek açıklaması bu iki şampiyonluktur. Erkeklerdeki statü, kadınlarda olsa finalde yenildiğimiz Sırbistan ile çeyrek finalde karşılaşacaktık. Kadınlar finalinde kaplanlarımız sahada iken erkekler finalinde Erdal Akıncı başhakemdi. Turnuva boyunca önemli maçlarda başarı ile görev yapan hakemimiz ile gurur duyduk. Hafta sonu Karşıyaka’da da geçtiğimiz sene 1. ligin playoff finalinde mücadele eden Sarıyer ve İlbank ile beraber Karşıyaka ve İzmir BŞB’nin katıldığı anlamlı bir turnuva vardı. Kadın voleybolunun sporcu yetiştiren bu 4 kulübü, genç yaşta vefat eden Karşıyakalı eski yönetici Rasih Mardinçelebi adına düzenlenen turnuvada mücadele etti. Turnuvanın ödüllerini Mardinçelebi’nin 11 yaşındaki kızı Ekin verdi. Kayıplarımız ve onların emanetleri söz konusu olunca ne bir galibiyetin ne bir kupanın anlamı kalmıyor. Mardinçelebi’nin emanetine sahip çıkacağız, Karşıyaka’nın kızı Ekin voleybolla büyüyecek...
Harfler yan yana gelemiyor, kelimeler yetersiz kalıyor. Yok ki, yerine koyasınız; kaybetmişsiniz, bulamıyorsunuz... Yazılarıma dair yazılan iki satır övgü, o kadar ağırlaştı ki, taşımak için daha da güçleniyorum. Koşup yanına, tekrar tekrar teşekkür etmek istiyorum, koşamıyorum. Kaybı ve emaneti söz konusu olunca, yazdıkları daha da anlam kazanıyor. Soner Polat’ın emanetine sahip çıkacağız, uğruna öldüğü Türkiye, yazılarıyla aydınlanacak... Emperyalizm ve tetikçileri, cinayetlerinize bunu da ekledik; hesabını soracağız!