26 Aralık 2024 Perşembe
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ermeniler bu belgeyi mutlaka okuyun

Rıza Zelyut

Rıza Zelyut

Eski Yazar

A+ A-

Ermeni-Türk ilişkisi, Batı Hunları döneminde başlamıştır. Hunların en büyük boylarından Ağaçeri kolu, 396 yılında Kafkasya üstünden Ermenistan’ı da geçerek Suriye’ye kadar uzanmıştır. Onların torunları bugün Toroslar’dan Çanakkale’ye kadar Tahtacılar olarak bilinir.
Peşinden Batı Göktürkler, 7. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde Kafkasya’yı aşarak Ermenistan’a girmişler ve Ermenilerle savaşmışlardır. Buna ait bazı bilgileri “Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği” isimli çalışmamda gösterdim.
En sonunda Selçuklular bölgeyi ele geçirmiştir. Sonrasında bin yıla yaklaşan bir Türk-Ermeni birlikteliği yaşanmıştır. Osmanlı Devleti zamanında Ermenilere “Millet-i Sadıka” denilerek onlar diğer etnik topluluklardan daha üstün sayılmışlardır. Bunun belgelerinden birisi 1 Temmuz 1853 tarihli New-York Daily Tribune Gazetesi’nde yer almıştır. Bu çağrıyı Londra’da oturan Leo adlı bir Ermenistan prensi yazmıştır. Belgeyi yazdığı makalenin içinde yayımlayan ise ünlü Karl Marx’tır.
Dönem de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında çıkacak olan Kırım Savaşı’nın hemen öncesidir. Ermeni prens Ermeni halkına şöyle sesleniyor:
“Sevgili kardeşlerim, sadık yurttaşlarım!...
İstediğimiz ve yürekten arzumuz, kanınızın son damlasına kadar ülkenizi (Osmanlı Devleti’ni, yani Türkiye’yi) ve Sultanı (O zamanki Osmanlı Sultanı Abdülmecit’i), Kuzey’in zalimine (Rusya’ya) karşı savunmanızdır.
Anımsayın kardeşlerim! Türkiye’de Rus kamçısı yoktur; burun deliklerinizi yırtmazlar; kadınlarınız gizlice ya da halkın gözleri önünde kamçılanmaz. Sultanın hükümranlığı altında insanlık vardır; buna karşılık Kuzey’in o zaliminin hükümranlığı altında ise sadece gaddarlık vardır. Bu nedenle kendinizi Tanrının gösterdiği yola sokun ve ülkenizin özgürlüğü ve şimdiki hükümdarınız için kahramanca savaşın. Engeller kurmak için evinizi yıkın, silahınız yoksa masa ve sandalyenizi parçalayın ve kendinizi onunla savunun. Zafer yolunda kılavuzunuz yüce Tanrı olsun. Benim için tek mutluluk, sizin aranızda, sizin ülkenize ve dininize zulmedene karşı savaşmaktır.
Tanrının, sultanın kalbine, benim isteğimi onaylaması ilhamını vermesini dilerim. Çünkü onun hükümranlığı altında dinimiz saf biçimde kalırken, Kuzey’in zaliminin hükümranlığı altında değiştirilecektir. Kardeşlerim, en azından anımsayın ki, şu anda sizlere seslenen kişinin damarlarında dolaşan kan, 20 kralın kanıdır; o kan, kahramanların -Lusignan’ların- ve imanımızı savunanların kanıdır; ve biz size, ‘Dinimizi ve onun saf biçimini, kanımızın son damlasına kadar savunalım’ diyoruz.”
(Kaynak: Doğu Sorunu, s. 63)

VATAN SAVUNMASI
Ne oldu da böyle dost olan iki millet kısa sürede birbirini boğazlamaya başladı?
Sorunun cevabı çok açıktır: Batı emperyalizmi, doğuyu sömürmek için Osmanlı Devleti içindeki azınlıkları kışkırttı. Ermeni milliyetçileri Rusya’nın ve İngiltere’nin iteklemesiyle değişik vilayetlerde ayaklanmaya kalkıştılar. Doğu’daki Vilayet-i Sitte (6 Vilayet) denilen bölgeyi istediler. İstanbul’da bile 1895 1896’da kargaşa çıkardılar, 1905’te Padişah Abdülhamit’e karşı bombalı saldırı düzenlediler.
Buna bir de 1914’te 1. Dünya Savaşı şartları eklendi. Ermeni çeteler her yanda Türk köylerini basmaya başladı. İngiltere-Fransa, Rusya, “Hasta Adam” saydıkları Osmanlı topraklarını paylaşmak üzere saldırıya geçtiler. Bu düşman devletlerin yanında yer alan Ermenilerin ayaklanmasından korkan devlet, içeride güvenliği sağlamak amacıyla Ermenileri sürme kararı aldı.

ÇETELERİN İŞİ
| Bu karar uygulanırken, Osmanlı Devleti az sayıdaki jandarması ile Ermenileri korumaya çalıştı. Bu sürgün işinde onbaşı olarak görev yapmış olan anadan dedem Hüseyin Yalçın 1960’larda sohbet ederken ikide bir anlatırdı: “Biz asker olarak Ermenileri koruduk ama çetelerle baş edemedik!”
Ruslara güvenen Ermeni çeteleri köyleri basınca yağma peşinde koşan Türk ve Kürt çeteleri fırsatı ganimet bilmişler ve Ermenilere saldırmışlar.
| Jandarmanın toplayıp Suriye’ya doğru götürdüğü Ermenilere özellikle Kürt aşiretleri baskın yaparak çoluk çocuk demeden öldürdüler. Ermenilerin asıl kırılışı bu süreçte oldu. Bu baskıncılardan birisi de HDP’li Ahmet Türk’ün Kasr-ı Kanco’daki dedesi idi.
Bu yağmacı ve gerici Kürt çeteleri Cumhuriyet kurulur kurulmaz, Şeyh Sait’in liderliğinde laik devlete karşı isyan edeceklerdir.
***
Gerçek bu kadar açık iken; intikam kültürü ile büyüyen günümüzün Ermenileri, gerici ve Kürtçü çeteleri görmezden gelip devleti suçlamaya kalkışmaktadır. Tarihçi geçinen kimi beyinsizler de, o günkü şartları dikkate almadan, “Devlet Ermenileri korumamıştır; bu yüzden suçludur!” diyerek yine emperyalistlerin ağzıyla konuşmaktadırlar.
Hatırlatıyorum: O dönemde Osmanlı Devleti var olma savaşı veriyordu ve iç cepheye ayıracak askeri yoktu.
Ermeni kardeşlerimizin, 1915 olaylarını yorumlarken o günün şartlarını dikkate almalıdırlar. Umudum; onların arasından bu gün de Prens Leo gibi hak bilir insanların çıkmasıdır.

TBMM’NİN BAŞINDA BİR MOLLA
AKP’li İsmail Kahraman, dindar anayasa istemiş. Sanırsın bir o dindar, geri kalan herkes dinsiz. Bu toplumun cahil kesimini işte böyle kandırıyorlar.
İsmail efendi, laikliği de tıpkı İranlı mollalar gibi dinsizlik olarak göstermeye uğraşıyor. Halbuki laiklik, işte bu İsmail mollalar tipindeki din tüccarlarının önünü kesen çağdaş bir ilkedir.
Laiklik ilkesi anayasamızın başlangıcında yer alan değiştirilemez ilkelerindendir.
Ve bu kişi, milletvekili seçildikten sonra o Meclis’te anayasaya sadık kalacağına dair namusu ve şerefi üzerine yemin etmişti. Amma velakin; yemin böyle sıkı dinciler için paspastır, paspas...
Biz iyi biliyoruz: Molla İsmail’in “Yeni Türkiye-Yeni Anayasa” isteği, içinden geldiği İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketinin bir politikasıdır. Molla İsmail’in kişisel tarihi de antikomünizm ve Amerikan yandaşlığı olmuştur.
Ona bakın; Yeni Türkiye’nin bir IŞİD projesi olduğunu anlayın.
Ona bakın, başkanlık sisteminde Türkiye’yi kimlerin yöneteceğini görün...
İsmail Molla, gerici fikirlerini İslam örtüsü altına saklayarak pazarlıyor.
Molla Efendi! Sen Müslüman isen ben de Müslüman’ım...
İkimizden birisi yalan söylüyor ama acaba hangimiz yalancıyız?