Zira korsanlık; başıboş, kafası dumanlı ve sarhoş insanlardan oluşan bir gemiden ve barbarlıktan çok daha farklı, bunların çok daha fazlasıydı. Osmanlı’da daha da fazlası…
Haydut Değil Gazi
“Corsaire” (korsan) ile “pirate”, yani deniz haydudu arasında hem kelime açısından hem de yapısal anlamda fark vardır. Korsanlar, inancı ve ülkesi için yağmacılık yapan, dost gemilere saldırmayan ve bu kazançlarını bağlı olduğu devlet ile paylaşan denizcilerken; “pirate” olarak adlandırılan deniz haydutları, bu baskınları ve yağmaları sadece kendi çıkarları için yapan, hiçbir devlete bağlı olmayan denizcilerdi.
Dolayısıyla Osmanlı korsanları, Karayip’te görmeye alışık olduğumuz korsan haydutlarının aksine kendi başlarına değil, İmparatorluk’un sözleşmeli askerleri gibi hareket ederlerdi. Bu tarz yapılanmanın bir diğer örneği olarak, İngiliz Donanması’nda “privateer” adıyla anılan ve donanmaya bağlı korsanları gösterebiliriz.
Osmanlı korsanları, korsan denildiğinde akla gelen stereotiplerden uzak, devlet ve din olgusuna bağlı birer denizci konumundaydı. Yani kısacası Osmanlı korsanlarının, akıncıların denizdeki versiyonu olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bu Deniz İkimize Dar
Osmanlı korsanları, İmparatorluk ile düşman olan tüm ülkelerle savaşırdı. Denizciler genelde İspanyol gemileriyle, zaman zaman da Fransız ve Hollanda gemileri ile savaşırdı. Ancak Osmanlı korsanlarının en azılı düşmanları, gayeleri Osmanlı gemilerini batırmaktan başka bir şey olmayan Maltalı St. John (Hz. Yunus) Şövalyeleri’ydi. Efsaneye göre Osmanlı korsanları gibi cesur ve iyi birer savaşçı olan bu denizciler, Osmanlı korsanlarının en büyük baş belasıydı.
Korsan Yetiştirme Yurdu, Cezayir
Osmanlı korsanları, genellikle Cezayir’deki garp ocaklarında yetiştirilirdi. Başka ocaklarda başarı gösterenler ise doğrudan Cezayir’deki ocağa transfer edilirdi. Cezayir dışında, Güney Arnavutluk, Yunanistan, Tunus ve Kıbrıs gibi yerlerde de korsanların yetiştirildiği ocaklar bulunurdu.
Ucu Vikingler’e Uzanan Bir Macera
Aslen Hollanda kökenli olup daha sonradan devşirilen Küçük Murat Reis (Jan Janszoon van Haarlem), 12’si kadırga olmak üzere toplam 15 gemi ile 1627 yılında Atlantik’ten kuzeye sefere çıktı. Manş Denizi’ni geçen bu Osmanlı bayraklı filo sırayla İngiltere, Danimarka ve Norveç sahil kasabalarına birçok baskın düzenleyerek o yerleri büyük zararlara uğrattı.
Filo bu yolculuğun sonunda asıl hedefi olan İzlanda kıyılarına vardı ve ardından yapılan çatışmalar sonucu İzlanda’yı kısa bir süreliğine kontrolü altına almayı başardı. Yaklaşık bir ay süren bu maceradan, Osmanlı korsanları 400’den fazla sağlıklı İzlandalı Viking’i köle olarak yanlarına alıp Cezayir’e geri döndü. Osmanlı korsanları bu dönemde İngiltere, Danimarka, Norveç ve İrlanda’nın birçok limanını yıllık vergiye bağlamayı da başardı.
Namlı Kaptan-ı Deryalar Korsandı
Korsanlar Osmanlı Donanması’nın en gözde denizcileriydi. Donanmanın en yüksek mevkilerine, hatta başına geçen Barbaros Hayrettin Paşa, Kılıç Ali, Kemal Reis gibi isimler örneklerden sadece birkaçı. Dolayısıyla Osmanlı Donanması’nda “Kaptanın korsan olanı makbuldür” mantığı oldukça egemen olan bir fikirdi.
Osmanlı Korsanlarından Nasibini Almış Bir Maceracı
Osmanlı’nın denizlerdeki en azılı düşmanı şüphesiz İspanya’ydı. Özellikle Cebelitarık bölgesine yakın yerlerde bu iki devlet arasında birçok çatışma yaşanırdı. İnebahtı Savaşı sonrası İtalya’dan İspanya’ya dönen İspanyol gemilerinden “Sol” gemisi, Arnavut Mami kaptanlığındaki kadırganın baskını sonucu ele geçirildi. Gemide, İnebahtı Savaşı’nda Osmanlılara karşı savaşırken kolunu kaybeden dünyaca ünlü yazar Cervantes de bulunuyordu.
Cervantes diğer esirlerle birlikte Cezayir’e götürüldü; ardından yüklü miktarda altın karşılığında serbest bırakıldı. Cervantes’in 1575-1580 yılları arasındaki yazılarında bu olayların etkisini görmek mümkün. Yazar, dünyaca ünlü eseri Don Kişot’u da bu savaş ve esaret döneminin ardından yazdı.
Korsanlıktan Kaptan-ı Deryalığa Uzanan Yol, Barbaros Hayrettin Paşa
Savaş taktikleri ve cesaretleri ile bilinen korsanların, Osmanlı Donanması’nda ayrı bir yeri bulunuyordu. Bunların en meşhuru ise Barbaros Hayrettin Paşa’ydı. Oruç Reis ile birlikte başladığı korsanlık kariyerini büyüten Barbaros Hayrettin Paşa, sadece gemi baskınları yapmakla kalmayıp toprak elde etmeye başladı. Hatta durumu abartarak Cezayir’de, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kendi devletini bile kurdu.
Barbaros Hayrettin’in bu yükselişi bununla kalmayıp, kendisi tüm Osmanlı Donanması’nın başına getirilene kadar sürdü. Barbaros’un bu başarıları onun Osmanlı korsanları arasında efsane olmasını sağlarken, düşman devletler tarafından isminin korkuyla anılmasına sebep oldu.
Osmanlı Korsanlarının En Etkili Silahı, Kadırgalar
Osmanlı korsanlarının ve genellikle Osmanlı Donanması’nın favori gemisi kadırgalardı kuşkusuz. Zira kadırgalar, İspanyol kalyonlarının aksine yapıları gereği manevra gücü yüksek, hızlı ve atak gemilerdi. Özellikle amacı hızlı baskınlar düzenlemek olan korsanlar için kadırgalar ideal bir yapıya sahipti.
Cervantes yazılarından birinde, Osmanlı korsanlarında kadırganın yerini oldukça etkili bir şekilde anlatır. Yakalandığında bir korsan ile yaptığı konuşmayı aktaran Cervantes’in notlarında şunlar yazıyor:
“İspanyolların bizi takip etmesi pek de önemli değil açıkçası. Zira gemilerine kendi yükleri engel oluyor. Düşmanı kaçırmak veya sıkıştırmak için hızlı hareket şart. Biz, hafif silah kullandığımız gemilerimiz sayesinde alev kadar özgürüz. Rüzgâra karşı da hızlı hareket ediyoruz. Yelkenleri indirdiğimiz gibi kolayca süzülüp gidebiliyoruz.”
Bir Halkın Umudu Olarak Korsanlar
Osmanlı korsanları, saydığımız tüm bu özelliklerinin yanı sıra, İspanya’da Hıristiyan askerlerin gazabına uğrayan Emeviler’i ve Yahudiler’i oradan taşıyarak onların yeni hayat kurmalarına yardımcı olmaları ile de tarihte önemli bir yer edinmiştir. Oruç Reis dönemine denk gelen bu olaylar, yaptığı yardımlar ve yurtsuz halka kol kanat germesi nedeniyle Orıç Reis’in Oruç Baba olarak anılmasına neden olmuştur.