Uzun ince bir yolda yürüyen büyük ozan Aşık Veysel Şatıroğlu, 1894 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Annesi Gülizar, babası "Karaca" lakaplı Ahmet adında bir çiftçiydi.
Babasının, Âşık Veysel'e oyalanması için aldığı bağlamayla önce başka ozanların türkülerini çalmaya başladı. Saz ustaları Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin'den ders aldı. 1930 yılında Sivas Maarif Müdürü olarak görev yapan Ahmet Kutsi Tecer ile tanıştı. Âşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden olan Âşık Veysel, bir dönem yurdu dolaşarak Köy Enstitüleri'nde saz hocalığı yaptı.
Aşık Veysel, son konserini 15 Ağustos 1971'de Hacıbektaş'ta vermiştir. Artık günden güne güçsüzleşmiş olan Aşık Veysel'in, yapılan muayenesinde akciğer kanseri olduğu anlaşılmıştır. 21 Mart 1973 günü bir Nevruz sabahına doğru saat 3.30'da vefat etmiştir.
Veysel'in iki kız kardeşi, yörede yaygınlaşan çiçek hastalığına yakalanarak yaşamlarını yitirdi. Ardından Veysel de yedi yaşında aynı hastalıktan dolayı iki gözünü de kaybetti.
O günleri şöyle anlatıyor: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım...Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de ,solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.”
İlk evliliğini 1919 yılında Esma Hanım ile yapan Aşık Veysel, 1920 yılında anne ve babasını kaybetmenin hüznünü yaşadı. Veysel, eşinin kendisini terk etmesi üzerine ikinci evliliğini ise 1928 yılında Gülizar Hanım ile yaptı.
Veysel'in bu evlilikten Zöhre, Ahmet, Hüseyin, Menekşe, Bahri, Zekine ve Hayriye adlarında 7 çocuğu dünyaya geldi. Çocuklardan Hüseyin birkaç aylıkken hayatını kaybederken, büyük oğlu Ahmet Şatıroğlu ise 84 yaşında 11 Ocak 2018'de yaşamını yitirdi.
Aşık Veysel'in hiç şüphesiz akıllara gelen ilk anısı, eşinin başkasıyla kaçacağını sezdiğinde eşi açıkta kalmasın diye onun ayakkabısına para koyma hikayesi. Bu hikayede Aşık Veysel'in insan severliği vurgulanmak istense de hikaye bir şehir efsanesinden ibaret.
Nitekim torunu Gündüz Şatıroğlu da gerçek olmadığını belirtti bir röportajında, "İnsanlar, bu kadar sevgi dolu, sevgiliye, aşka kıymet veren bir insan olduğunu bildikleri için dedemin bunu da yapmış olabileceğine inanıyor. Dedem, kaçan daha sonra tekrar köye dönen karısının hastalanması durumunda ona sürekli destek olmuştur. Çünkü o kişi köyden bir insandır ve yardıma ihtiyacı vardır." demiştir
Aşık Veysel hakkında bir diğer ilginç bilgi ise insanları ayak sesinden tanıması. Veysel çocuklarına isimleriyle hitap ederdi bazen de 'kuzum, canım' diye ilaveler yapardı. Sessizce yanından süzülürken bile hangisinin olduğunu anlar, ismini söylerdi. O günlerde köyde gördüklerinden aklında kalanları hep sorardı. 'Yolun karşısında şu çalı vardı, filan yerde şu taş vardı, hálá duruyor mu' diye sorardı.
Âşık Veysel şiirlerini gece yazardı. Gündüzleri ise çoğu zaman ya uyurdu ya misafirleriyle konuşurdu. Yemeklerden en çok kuru fasulyeyi severdi. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde yatarken bile ona özel kuru fasulye yaparlardı. Radyo dinlemeyi çok severdi bu yüzdendir radyosu hep başucunda dururdu. Haberlerin hiçbirini kaçırmazdı.
Âşık Veysel davet edildiği meclislerde söz biraz uzadı mı, elini masaya birkaç defa vurarak sesini yükseltirdi: "Efendiler! Biz yiyip içiyoruz amma saz acından ölüyor!" Sonra sazını bağrına basar, o tamamen kendine has özelliğiyle Sivas ağzına güzellik kazandırıp çalıp söylerdi.
Veysel "uzun ince bir yoldayım!" diye başlayan meşhur şiirini 49 yaşında iken söyledi. Bir gün Hidayet Gülen'e "Gidiyoruz bakalım. Doğduğumdan beri 49 yıl oldu. Hayat pek kısa. Gece oluyor gündüz oluyor. Güneşi görüyorum ama yıldızları merak ediyorum!" dedi. Birkaç gün sonra ise kendisini dinleyenlere o meşhur şiirini okudu:
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
Âşık Veysel, halk şiirinin son 100 yıldaki en büyük ozanlarındandır. Duygularını hece vezninin çeşitli kalıplarıyla çerçeveleyerek insanların önüne koymuştur. Anadolu'da bin yıldan beri devam eden aşıklık geleneği devam ettirerek milyonların gönlüne girmiştir.
Bir gün kendisine sorulan, "Âşık, türkülerin değişik sazlarla değişik seslerle çalınıp söylenmesine ne diyorsun? Türkülerini Batı kıyafeti içerisinde nasıl buluyorsun?" sorusuna şöyle cevap vermiştir: "Sütten yoğurtta yapılır peynir de ayran da yağ da! Ben bizim halk geleneğimizden süt sağmaya çalışıyorum. Benim şiirlerim, anamızın sütüne benzesin istiyorum. Ben sütü seviyorum. Ortaya bir bakraç süt koymaya çalışıyorum. Bazıları benim sütümü alıp yoğurt yapıyorlar. Bazıları o yoğurdu ayran haline getiriyorlar. Bazıları yağ-peynir yapmayı düşünüyorlar. Onlara 'yapmayın' diyemem. Sütün tadı başkadır. Yoğurdun, ayranın, peynirin, yağın tadı başka. Yani süt benimdir; yoğurt ayran başkaların."