Gazi, 6 Ocak 1925 tarihinde önce Meram’ı sonradan da Konya’nın Sedinler Mahallesi’nde oturan yaşlı bir Konyalıyı Latife Hanım’la beraber ziyaret etmiştir. Gazi, Abditollu Hacı Hüseyin adındaki bu gönlü temiz, tok sözlü Konyalıyı, 20 Mart 1923 tarihindeki gelişinde tanımış ve onu “Baba” olarak seçmiştir. Mehmet Önder’in o güne ait tespitleri şöyledir:
“Konya Çiftçiler Birliği, bu okuyup yazması olmayan, fakat tecrübeli ihtiyarı Konya çiftçilerinin temsilcileri arasına seçmişti. Sıra, Çiftçiler Birliğine gelip de Hüseyin Ağa diğer birkaç çiftçi ile birlikte Gazi’nin huzuruna kabul edildiği zaman, kollarını iki yana açarak büyük bir samimiyet ve saflıkla:
-‘Hoş geldin benim aslan Paşam, hoş geldin yavrum’ diyerek Gazi’yi kucaklamıştı.
Gazi, beyaz sakallı, nur yüzlü bu ihtiyarın yüreğinden kopan samimi davranışından çok duygulanmış, hatırını sormuştu:
-‘Sağ ol baba! Kaç yaşındasın?’
-‘Seksene girdik diyelim oğul.’
-‘Çocukların var mı?’
"BENİM BABAM OLUR MUSUN?"
-‘Üç oğlandan biri sizlere ömür Çanakkale’de, öteki Sakarya’da şehit oldu. En küçüğü köyde, eker, diker, bize bakar. Sen sağ ol da yavrum, bize baba diyen elbet bulunur.’
-‘Bundan sonra ben de sana baba diyeceğim. Benim babam olur musun?’
Gazi’nin bu samimi sözü, uzun boylu, iri yapılı ihtiyar köylüyü yüreğinden sarsmıştı. O, Paşasından böyle bir yakınlık beklemiyor, hatta eskimiş çuha poturu, belini saran yün kuşağı ve ayağındaki yamalı kunduraları ile yanına giremeyeceğini sanıyordu. Ama şimdi karşısında Milletin kurtarıcısı sevgili Paşa’sı kendisine ‘babam olur musun?’ diyordu.
Olay Konya’da kısa sürede duyuldu: Abditolu Köylü Hacı Hüseyin Ağa Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın babalığı oldu haberi her tarafa yayıldı, gazetelere geçti.
Hüseyin Ağa’ya Gazi’nin bu iltifatı, başta Konya Valisi Kazım Müfid Bey olmak üzere, Konya Belediye Başkanı M. Muhlis Koner, Konya ileri gelenleri tarafından da benimsenmiş, Hüseyin Ağa’ya, gerçekten Gazi’nin Babalığı, Gazi’nin sevdiği köylü gözüyle bakmaya başlamışlardı. O gün akşam Gazi için Konya Belediyesi’nin verdiği yemeğe Hüseyin Ağa da davet edildi. Hüseyin Ağa’ya yeni bir şalvar, üstüne de siyah bir salta giydirilmiş, başındaki abanî sarıklı fesi yenilenmiş, Gazi’nin yanına oturtulmuştu. Hüseyin Ağa’yı Latife Hanım da çok sevmiş, onun saf, sıkıntısız ve samimi sözlerinden çok hoşlanmıştı. Hatta ertesi günü Gazi’nin konuk olduğu köşke (bugün Atatürk Müzesi), Hüseyin Ağa’nın eşi Akife Ana da getirilmiş, Latife Hanım’la tanıştırılmıştı. Akife Ana kocasından daha saf, tam bir Anadolu kadını idi. Latife Hanım’ı gelinim diyerek kucaklamıştı.
Bir keresinde Belediye Başkanı Kazım Gürel, onu trenle Ankara’ya götürmüş, Çankaya’da Gazi ve eşi o günlerde bir yurt gezisine çıkmıştı. Hüseyin Ağa Gazi’yle görüşememiş ama karısının Latife Hanım için ördüğü işlemeli yün çorabı da Köşk’e bırakmış, Konya’ya dönmüştü. O günlerde kendisine:
-‘Hüseyin Ağa, Ankara’yı, Gazi’nin Köşk’ünü beğendin mi?’ Diye soranlara:
-‘Gaç hey len! Köşk dediğin ne ki, deliyi bağlasan durmaz.’ dediği Gazi’nin kulağına kadar gitmiş, Gazi bu sözden çok hoşlanmıştı…
Gazi, bu kez de Konya’ya eşi ile ama Cumhurbaşkanı olarak gelmişti. 3 Ocak 1925 günü Hüseyin Ağa’nın evine Gazi ve eşi konuk olarak gelecekti. Hüseyin Ağa sevinçten uçacak gibiydi… Mahalleye yayılan bu sevinçli haber üzerine, özlem ve heyecanlı bakışlarla etrafta toplanan kadınlar, çocuklar, Gazi’yi bekliyorlar. Kulaktan kulağa fısıldamalar:
-‘Kız kim gelip batır?’
-‘Anadolu’yu kurtaran Paşa!’
Otomobilin aslan homurdanışını andıran sesi duyulunca Hüseyin Ağa dışarı fırladı. Artık misafirler gelmişlerdi. Ağa, otomobilin kapısını açarken dedi ki:
-‘Paşa! Çok büyüksün; bizler gibi fukaranın gönlünü almak için fakir evimize geldin. Zahmet ettin. Bizim evimiz seni misafir etmeye lâyık değil. Ama görüyorsun ya! Şu etrafta toplanan analar, hemşireler, ihtiyarlar cümlesinin kalbi seni misafir etmeye hazır. Bizim eksiklerimizi görme!’
Ve derhal Latife Hanım’a döndü:
-‘Var ol, kızım’ dedi… ‘Allah size uzun ömürler versin. Annen işte kapıda… Seni bekliyor. Konya’ya geldiğin günden beri ‘kızımı görür müyüm’ diye ağlar. ‘ Hele bir bilsen onu… Şimdi ne kadar sevinecek.’
Kapıdan içeri giriliyordu. Altmış ile yetmiş yaş arasında, fakat dinç, tam manasıyla saf Türk anası. İri vücuduyla Gazi’yi karşıladı:
-‘Paşam, hoş geldin! Allah ömrünü uzatsın…’
Misafirler, bir kattan ve iki odadan ibaret olan binaya üç basamaklı bir merdivenden çıkarak girdiler. Oda, tam manasıyla bir köylü, bir çiftçi odasıydı. Bütün sadeliği gösterir bir tarzda minderler döşenmiş, cicimlerle bezenmiş, beyaz badanalı, aydınlık ve tertemiz bir oda. Bir Türk köylüsünün ruhu, kalbi kadar saf, şen ve ferah bir evdi. Cumhurbaşkanı, sedirin sağ tarafına bağdaş kurarak oturdu. Latife Hanım da diğer köşeye çekildi.
Fahreddin Altay Paşa, Belediye Reisi Kazım Gürel Bey ve eşleri, Fırka saymanı İsmail Hakkı Bey de diğer kişiler etrafındaki minderlere oturdular.
Gazi, Hüseyin Ağa’nın eşini sol tarafına, Latife Hanım’la kendi arasına oturttu. Hüseyin Ağa’nın eşi, Latife Hanım’ın başını, bütün ruhundaki bir analık samimiyeti ile okşadıktan sonra elini tuttu:
-‘Açcık ateşin var, hasta mısın?’ Eşine dönerek:
-‘Hacı Bizde güya ev sahibiyiz; sedire geçtik oturduk. Ya sen kalk, ya ben. Misafirlere kahve pişirelim.’
…Hacı Hüseyin Ağa, Latife Hanım’a:
-‘Kızım’, dedi. ‘Hani geçen sene sana çorap getirdiydim. İşte onları bu annen ördüydü. Himci gine hazırladı.’
-‘Teşekkür ederim Hacı Efendi!’
Hüseyin Ağa, Gazi’ye dönerek, güya Latife Hanım’a çorap hediye edildiği halde Gazi’ye verilmezse gücenir zannıyla:
-‘Oğlum’, dedi. ‘Senin çorapların da hazır, sana da hazırladılar!’
Hacının çocuk saflığını andıran bu sözleri bilhassa Gazi’ye çoraplar için verdiği teminat, herkesi, güldürüyordu. Hemen sözünü değiştirerek ilave etti:
-‘Ak oğlum. Sen bana darılmışsın doğru mu? Göya geçen sene Ankara’da bişşiy dimişim. Sen bundan bana darılmışsın; doğru mu? Bunu o dedikoducu gazatacılar yazmış! Eğer hatırına bişiy geldiyse vazgeç oğlum, bana darılma!’
-‘Ne söylemişsin; gazeteciler ne yazmış?’…
Gazi tekrar sordu:
-‘Hacı Hüseyin Efendi sizi almadan evvel bir eşin daha varmış, doğru mu?’
-‘Evet Paşam! Evvel bir karısı vardı, öldü. Benim hemşirem Hacı’nın kardeşi Ali Efendideydi. Ben kız kardeşimin yanına varıp geldikçe bu Hacı bana gönül komuş. Babamdan istedi. Babam virmek istemediydi ya. O, ta sonra beni aldı!’
-‘Nasıl, iyi geçinebildiniz mi?’
-‘Evvelki karısı açcık ıncıkcaydı; hem, ekmeği filan kitlerdi. Amma ben idareli olduğumdan gürültüye meydan vermedim. İyi geçinmeye çalıştım. Evvelki eşiyle Hicaz’a gidinceye kadar pek datlı geçindik.’
Latife Hanım:
-‘Sizi mi çok severdi, evvelki eşini mi?’ dedi.
-‘Ben feriktim; beni çok severdi.’ (Son alınan kadına Ferik denilirdi.)
Bu aralık Latife Hanım, Hüseyin Ağa’nın eşine sordu:
-‘Hacı efendi sizi aldığı zaman, bir kadaif hikâyesi olmuş. Şu nasıl oldu?’
-‘Kızım, başını ağrıtmazsam anladıyım. Mademki istedin söyleyim. Eski zamanda bizim evlere kadaif senede bir iki kere girerdi. Bir gün Hacı bize kızmış. Anasına dimiş ki: Sana kadif gönderecem. İyi bişiremediler diye şu karılara adamakıllı bir dayak atacam’
-‘Kadaif geldi; Ramazandı. Biz de bişirdik, akşama hazırladık. Hacı namazdan geldi; bir surat, bir surat. Hiçbirimizin yüzüne bakmayor, somurtuyor. Yimek yimemek istiyor. Kaynanamız yalvardı, gine yimedi. Biz tuttuk, yimeği güzelce bir yidik. Üstüne de kadaifi yidik. Amma içimden duttu. Hacının şöyle yüzüne bir baktım; O da gözünün altından bir baktı; gülüştük! Kaynanam ‘Hadi oğlum, hadi! Sende avrat döğecek göz yok! Boşuna kadaiften de oldun!’ Didi…
-‘Ak Paşam! Biz Türk’üz, köylüyüz, kusurumuzu bağışlayın!’
Gazi:
-‘Ne demek, hepimiz Türk’üz! Türkler dünyanın en büyük milletidir. Beyhude yere sıkılacak bir şey yok!’
-‘Bilmem ya! Şehirliler bize kenar mahallelidir diye gelmezler!’
Latife Hanım:
-‘Beğenmemek ne demek? Milletin anasını köylüler teşkil eder. Siz teşkil ediyorsunuz!’
Bu sözler üzerine, Hacı Hüseyin Ağa’nın eşinin yüzünde büyük bir sevincin eseri, görünüyordu…
Büyük misafir artık bu küçük köylü evinden çıkmıştı. Binanın dışına, sokağa, mahallenin, civar mahallelerin çoluk çocukları, kadınlar, genç, ihtiyar, her cinsten, her tabakadan birçok adam toplanmıştı. Gazi Paşa ile Latife Hanım dışarıya çıkınca; ‘Paşa hangisi, karısı hangisi?’ Diye soruyorlardı. O dakikada verilen bir göz işareti kâfi geldi.
İşte bu dakika, bir sevinç ve heyecan anı idi! Görseniz, bilseniz bu kalabalık ne yaptı; hemen bütün kadınlar, genç ihtiyar, Paşa’ya sel gibi yaklaştılar, etrafını bir kale gibi kuşattılar. Kimi yüzünü, kimi elini öpüyordu. İhtiyar kadınların ağızlarından şu sesler yükseliyordu:
-‘Paşa! Biz de şehitler anasıyız! Sizi gördük; duramadık! Bundan sonra, ölsek de; gözlerimiz kapalı gitmeyecek! Allah size uzun ömürler versin!’
…Artık otomobillere binilmişti. Hacı Hüseyin Ağa, elinde tülü denilen bir örme seccade ve iki çift çorapla geldi. Latife Hanım’a dedi ki:
-‘Kızım şu hediyeni al!’
Otomobiller yürüdü. Bütün bakışlar ve bütün bu mahallenin saf gönlü, temiz kalbi, küçük evin büyük misafirlerini takip ediyor ve onlara esenlikler diliyordu.”1
Mehmet Önder, Atatürk Konya’da, Ankara 1989, s. 71–79.