İnsanlık tarihi boyunca insanların maruz kaldığı belki de en zalimce olay cadı avcılığıdır. Orta Çağ’da Avrupa’nın pek çok bölgesinde batıl inanç kaynaklı sihir ve büyünün varlığına inanılıyordu. Cadı kavramı, büyü ve sihir yaparak gücünü kötüye kullanan kişileri tanımlamak için kullanılırdı. Bu kişilerin çoğu toplumun en zayıf halkası olarak görülen kadınlardan oluşurdu. Bir hayal ve mitolojinin ürünü olan cadı kavramı zamanla değişime uğrayarak zalimce bir felakete dönüşmeye başladı. Kitleler cadı avı yaptı. Gelin hep birlikte Orta Çağ Avrupa’sına gidip bu toplumsal histeri olaylarına daha yakından bakalım.
Hepimizin bir şekilde aşina olduğu “cadı” kavramı, Orta Çağ Avrupa’sında teolojik bir boyutta kullanılıyordu. Özellikle 14. yüzyıldan sonra zengin erkekler ve ruhban sınıfına ait din adamları cadıların varlığını kanıtlamak için pek çok girişimde bulunmaya başladı
Kilise ve halk batıl inancın da ötesinde sapkınlık derecesine ulaşan bir teolojik düşünceden besleniyordu. 15. yüzyılda cadı olarak damgalananlar gücünü şeytandan alan sapkın bir tarikatın üyeleri olarak kabul edildiler. Her türlü kötülüğün sebebi olan “cadılar” şiddet yoluyla bastırılması gereken gerçek bir tehdit olarak görülüyordu. Aslında sapkınlık ve cadılık suçlaması Orta Çağ’ın her türlü toplumsal ve siyasal itaatsizliğini bastırmak için kullanıyor ve kilise bu konuda siyasal otoriteyle iş birliği yapıyordu. Bu nedenle “cadı”lar artık her türlü başkaldırmanın simgesi olan kişiler haline geldi. Cadı avı ise bu şekilde başladı.
Cadılar; mevsime bağlı kıtlık, hayvan ölümleri, kaybedilen savaşlar gibi akla gelebilecek her kötü olayın sebebi olarak görülürdü.
1320 yılında Papa XXII. John’un Engizisyon’a cadıları yargılama izni vermesinin ardından kilisenin insanlar üzerindeki baskısı daha acımasız olmaya başladı. 15. yüzyılın sonlarında gelindiğinde, cadılar dinin karşısında yer alan ve her türlü şiddeti hak eden bir figüre dönüştü. Tahmin edileceği gibi şeytanın dünyadaki temsilcileri olarak kabul edilen bu kişiler, toplu olarak katledilmeye başlandı. Tarihçiler katledilen insan sayısının 100 bin gibi inanması güç bir sayıya ulaştığını belirtirken bu kişilerin %80’inin kadın olduğunun altını çiziyor. Din adamlarına göre cadıların kadın olmasının oldukça basit bir sebebi vardı: Havva yasak elmayı yiyerek bütün kötülüklerin anası olmuş ve cennetten kovulmuştu. O zaman kadınlar erkeklere nazaran şeytana daha kolay kanıyordu!
Orta Çağ’ın tipik cadı figürü yoksul, 40-60 yaş arası, dul kadınlardı. Cadılıkla suçlanan erkekler ise çoğunlukla bu kadınların eşi ya da çocuğuydu.
Cadı avı ilk başladığı yıllarda ebeler ve şifacı kadınlar mutlak hedef olarak seçilmişti. Doktorların olmadığı yerleşim yerlerinde şifa dağıtmaya çalışan, bitkilerin iyileştirici gücünden yararlanan ve kadınlara doğum yaptıran kişiler cadı olarak suçlanmaya başladı. Bu kişileri tutuklamak ve ceza vermek için tek bir kişinin kiliseye ihbarda bulunması yeterliydi. İhbar edilen kişinin cadı olduğunu ispatlamak için çeşitli testler uygulanırdı. Bunlardan en ilginci ise kanama testiydi. Cadılar şeytanın yer yüzündeki temsilcisi olduklarına göre vücuduna ne yapılırsa yapılsın kanama olmazdı. Bu düşünce temel alınarak cadı olarak damgalanan kadınların tüm vücuduna iğne batırılırdı. Bu test oldukça uzun bir işkencenin ardından sonuçlandırılırdı. Artık bağırmaya dahi gücü kalmayan kadınların kanı çekilir en sonunda kan gelmiyor denilerek cadı olduğu ispatlanmış olurdu.
Din adamları, cadılıkla suçlananların halka açık mahkemeler önünde savunma yapmasını zorunlu kılıyordu. Fakat bu yargılamaların neredeyse tamamı ölüm cezasıyla sonuçlanıyordu.
İhbar edilen ve suçlu bulunan kişiler özellikle halka açık yerlerde cezalandırılıyordu. Bu nedenle Avrupa’nın neredeyse her köyünde cadılar için bir yakılma alanı kurulmuştu.
Aslında kilise, mahkemeleri sadece dini sebeplerle düzenlemiyordu. İşin içine artık maddiyat da dahil olmuştu.
Cadı avı sonrası cadı ilan edilen kişilerin yakıldığı odunların ve bağlandıkları iplerin parası yine kendilerinden alınırdı. Maddi olarak iyi durumda olan bir cadı cezalandırıldıktan sonra kilise yetkilileri onun mirasını sahiplenir çeşitli ziyafetler düzenlerdi. Geri kalan miras ise kilise ve hâkim arasında bölüştürülürdü. Para uğruna yapılan asılsız kampanyalar öyle bir noktaya vardı ki, 17. yüzyılda bu durum toplumsal ve dinsel bir histeri boyutuna ulaştı.
Şifacı kadınların tıp bilgisi de onların yakılmalarıyla birlikte kül olup gitmişti. Avrupa uzun yıllar sürecek olan salgın hastalıklarla artık mücadele edemiyordu. Cadıların ölüm fermanını imzalayanlar salgın hastalıklara kurban gitmeye başlamıştı. Bu durumu ilk fark eden İngiltere oldu. 1736 yılında cadıcılık suç olmaktan çıkarıldı.