Osmanlı bürokrasisi, şehirde bekarların çokluğunu sosyal yaşamın düzeni için her daim bir tehlike olarak görmüştü.
Bu yüzden zaman zaman Anadolu veya Rumeli’den yola çıkan bekar gençlerin payitahta gelmelerine izin verilmemişti.
İstanbul’da ancak edep sahibi olduklarına kefil olunmak şartıyla kalabilir ve çalışabilirlerdi. İş bulma umuduyla şehre giriş yapmalarına izin verilen bekar erkekler önce burada hemşerileri ile buluşup hasret giderir, ardından şehirde kalacakları müstakil bekar odalarına ya da hanlarına çekilirlerdi. Ancak mahalle aralarında bekarlara oda vermek kesinlikle yasaktı.
Zabıta amirleri ve esnaf kahyalarına bu konuda şiddetli emirler ve tembihler verilir, kaçak girişlerin olmaması istenirdi. 1826 tarihli bir ihtisab nizamnamesinde bu konu ile ilgili alınacak tedbirler şöyle sıralanıyor:
“Bundan böyle İstanbul’a gelecek ve halen çalışmakta bulunan bekarlar için İstanbul’da üç dört, Üsküdar, Galata ve Eyüp’te birer ikişer han tahsis olunacaktır. Bekarlar; müslim, gayr-ı müslim karışık olarak bu hanlarda yatıp kalkacaklardır. Bir sanata işe girinceye kadar hemşerilerinden kefil alındıktan sonra doğru o hanlara sevk edileceklerdir.
Oradan ihtisab ağalığına (yani belediye başkanlığı) götürülecek silahı var ise silah kendisinde kalacak fakat fişekleri alınacaktır. Kendisinden hangi dükkana gireceği yahut hangi hamamda işleyeceği sorulacak ve ismi o işler için tahsis edilmiş deftere yazılacaktır. Eğer defterde kafi miktarda isim var ise adı yazılmayıp geldiği yere dönmek üzere şehirden çıkarılacaktır.”
İş sahibi olanlar hanlara yahut "bekâr odaları" denen yerlere taşınır ama bekâr sayısının artması hükümet tarafından her zaman bir tehlike kabul edilirdi.
Tehlikenin önüne geçmek için Anadolu'dan ve Rumeli'den İstanbul'a bekârların gelmesi sık sık yasaklanır, şehre daha önce gelebilmiş olanlar da sıkı şekilde kontrol edilir ve başta kefalet olmak üzere çeşitli sınırlamalar konurdu.
Osmanlı'da o dönem, bekâr erkeklerin yaşadığı yerler kentin suç odakları olarak algılanırdı.