"Dünya yavaş yavaş futbolun etkisi altına girerken, bir jimnastik kulübü kurmak da neyin nesi?" denilebilirdi o dönemlerde. Bu cesaret ve nakış gibi işlenen bir özveri isterdi, inanç ve özgürlük isterdi. Bir avuç gencin bir araya gelmesiyle kurulacak olan bir kulüp, gelecek de için yeni umutlar yeşertiyordu.
Bir avuç Türk genci, suyun öteki yakasında bir araya gelecek bir kulüp kurma fikrini ortaya koydular. Osman Paşa’nın oğulları Hüseyin Bereket ve Şamil Beyler, babalarının Serencebey Yokuşu’ndaki konağın bir köşesinde “Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü”nü kurarak çalışmalara başlamışlardı. Ahmet Fetgeri, kardeşi Mehmet Ali Fetgeri, Nazım Nazif, Haydar, Behçet ve Tayyareci Fethi Beyler de bir araya gelerek kulübün doğup büyümesinde birbirlerine destek oluyorlardı.
Kulübün kuruluş amacı; “Bir çöküş ve alçalma dönemine giren soylu neslimizin yok olmaması için lüzumu açık ve besbelli olan beden eğitiminin medeni ülkelerce kabul edilen akla ve fenne uygun usullerin uygulanmasıyla Avrupa’da atalar sözü haline getirilen Türk kuvvetini yeniden diriltmektir.”
Türk spor tarihi içinde Beşiktaşlılara “Arabacılar Takımı” denmesinin nedeni, kulübün kurucularından Ahmet Fetgeri, Vala Somalı’nın Beşiktaş Spor Tarihi adlı kitabında şöyle anlatır: “Kulübün ilk kuruluş dönemlerinde her biri devrin ileri gelen kişilerinin çocukları olan paşazadeler, idman yeri olan Osmanpaşa Konağı’na gelip giderken Dolmabahçe Sarayı’nın arabalarından istifade etmeye başlamışlardı. Her hareketin dikkati çektiği ve göze battığı günlerde saray arabalarıyla haftanın muayyen günlerinde yapılan bu seyahatler, halkın arkadaşlarımıza “saray arabalılar” kısaca arabalılar gibi isimler takmasına sebep oldu. O zamanlar sıcak ve samimi bir ifadenin mahsulü olan bu tabirler, zaman geçtikçe rakip taraftarlarca istismar edilerek “Arabalılar” olarak değiştirilmiş olacak…”
Kuruluşu takip eden 8 kişilik yönetim kuruluna ek olarak sportif çalışmalarını yöneten öğretmenler kurulu kuruldu. Jimnastik kulübü olarak faaliyet gösteren kulüpte İsveç Jimnastiği, atış eğitimleri, halter, labut, baston ve piramit eğitimler, barfiks, ip, boks, eskrim, güreş, hokey, tenis, kürek ve daha birçok beden eğitimi yapıldı. O sıralar futbolun popülerleşmeye başlaması başlarda onları hiç cezbetmedi. Yaptıkları spor faaliyetleri gençleri dinç, zinde ve daha atik yapıyordu.
Beşiktaşlı gençlerin futbolla tanışması yine de fazla gecikmedi. Taşkışla’daki bir yangın nedeniyle Valideçeşme tarafına giden gençler, o bölgede futbol oynayan İngilizleri gördü. Oynadıklarını oyunu izleyip bundan oldukça etkilendiler. Hatta içlerinden Kâtip Tevfik, İngilizlerin onların tarafına doğru attığı topu kucaklayıp kaçmaya yeltendi. Hep birlikte topu getirip Valideçeşme’de Refik Osman’ın evinin bahçesine sakladılar. Tabii bu hemen futbolun oynanacağı anlamına gelmiyordu.
Galatasaray ve Fenerbahçe kulüplerinin kurulmasının ardından yaptıkları maçların adlarının duyulması, futbol konusunda herkese sempati kazandırmaya başlamıştı. Bu arada semtin iki takımı Valideçeşme ve Basiret de diğer kulüplere nazaran sempati toplamaya başlamıştı.
Beşiktaş’a futbolu Şeref Bey getirmişti. Şeref Bey Valideçeşme takımının kurucusuydu. Bu takımda çevrenin önde gelen isimleri olan Asım, Şair Kazım, Selahattin, Dr. Mehmet, Askeri Hakim Hakkı, Alaattin ve Şeref Beyler oynuyordu. Semtin diğer ekibi ise Münir Beyin başkanlık yaptığı küçük ve büyük Hakkıların, Nuri ve Rüştü kardeşlerin, Refik Osman, Ziya ve Hafız Mustafa’nın oynadığı Basiret takımıydı. Her iki takım arasında yaşanan dostluk, onların neden birlikte oynamayacağı fikrini de ortaya atıyordu. Çalışmalara başlandı, Valideçeşme ve Basiret kulüpleri futbol takımlarını bir kulüp kurulması uğruna Beşiktaş Kulübüne katıldı. Böylece tarih boyunca adı unutulmayacak yeni bir futbol takımı da kurulmuş oldu.
Yıllardır Beşiktaş’ın ilk renklerinin kırmızı-beyaz olduğu, Balkan Savaşı'nın kaybedilmesinin ardından siyah-beyaz olarak değiştirildiği söylenir. Beşiktaş tarihi ile ilgili bir çok kaynak böyle yazmaktadır. Ancak 100. yıl belgeselinin hazırlanması sırasında yapılan ayrıntılı araştırmalarda, kırmızı rengin kullanılmadığı, renklerimizin her zaman siyah-beyaz olduğu yönündeki belgeler ağırlık göstermiştir. Beşiktaş 100. Yıl Belgeseli yapımcısı Tuğrul Yenidoğan, yaptığı araştırmalar sonucunda bu tartışmalara noktayı koymuştur:
Osman Paşa Konağı’nda başlangıçta ferdi sporlar yapıldığından herhangi bir forma rengine gereksinim duyulmadı. Ancak sporcuların sayısı her geçen gün yeni katılımlarla artmaya devam edince, eğitimini Fransız mektebinde tamamlamış Mehmet Şamil Bey kurucular heyetini topladı. Okul günlerinde kullandığı, okulunun renklerini taşıyan rozeti yakasından çıkardı ve gösterdi: “Bizler de tıpkı bu rozet gibi bir rozet yaptırmalı ve Kulübümüz’de spora devam eden her azayı bu rozeti taşımaya mecbur tutmalıyız” dedi. Toplantıya katılanlar Mehmet Şamil Bey’in teklifini heyecanla kabul ettiler. Toplantının sonunda rozette yer alacak kulüp renkleri de kararlaştırıldı. Tabiatın bütünüyle birbirine zıt iki ana rengi kulüp renkleri olarak seçildi: Siyah ve Beyaz...
Beşiktaş’ın ilk rozetinin yapıldığı tarih, Fransız mektebindeki rozetlerden esinlenerek miladi yıl olarak “1906” yazıldı. Üstte Arap harfleriyle “Beşiktaş” yazarken, sağda “J”, solda “K” harfleri yer aldı. Rozetin arka yüzünde “Konstantinopolis”te yapıldığı yazılıdır ve iç tarafında rozeti yapan ustanın mührü yer almaktadır. Rozetteki armada yer alan yıldızın 6 köşeli olduğu dikkat çekmektedir. 2. Meşrutiyet’e kadar (1908) bu 6 köşeli yıldız kullanılmıştır. Bu rozet, İskender Yakak tarafından Beşiktaş'ın Onursal Başkanı Süleyman Seba’ya hediye edilmiştir.
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa, Beşiktaş’ın Akaretler Yokuşu üzerindeki evinden seyrederken çalışmaları yöneten Ahmet Fetgeri ve Fuat Balkan’ı yanına çağırarak şu konuşmayı yapmıştır:
“Sizlerin ve sporcularınızın ciddi çalışmalarını, çeviklik ve maharetlerini uzun zamandan beri büyük bir zevkle, ayrıca dikkatle takip ediyorum. Sporda mahrum olan bir gençlik, nasıl ki vatan müdafaası sırasında etkili olamıyorsa, insan denen varlığın kafa yapısı da ne derece tekâmül ederse etsin, bedeni gelişmesi noksan ve yetersiz olursa, o vücut kafayı ileri götüremez, taşıyamaz.
Bugün bünyenizde toplayıp ilmi metotlarla yetiştirmeye çalıştığınız bu gençler, tam anlamıyla bedenen ve fikren geliştikleri zaman vatan müdafaasında, ilmi sahalarda olduğu gibi spor alanlarında da Avrupalı hasımlara Türk’ün ölmez gücünü ispat edeceklerdir. Sizleri candan kutlar, başarılarınızı her zaman duymak isterim.”
Kaynak: Milliyet - Esra Ermiş, bjk.com.tr