Tansu Bele öykü yazarıdır. 18 Kasım 1944 günü İstanbul’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini 1964 yılında İstanbul’da tamamladı. 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu.
Küçüklüğünden beri tarihe ve edebiyata çok ilgi duydu. Uzun bir süre yazı yazdığını çevresinden sakladı çünkü yazarlığa ya da çevresindekilerin kendisini bir yazar olarak kanıksamasına dair çeşitli çekinceleri vardı. Ne zaman ki bu meselenin üzerine gider, kendisini gerçekleştirmenin bir yoluna kavuşur ve önemli başarılar elde eder. Atilla İlhan'ın kendisini "doğuştan yazar" olarak nitelendirdiğini de ekleyelim.
“Gençlik hareketlerinin hepsine katıldım”
Yazar Tansu Bele, gençlik hareketlerinin onun fikri hayatını önemli ölçüde etkilediğini söylüyor: "Ben genç bir üniversite öğrencisiydim. Doğu Perinçek’le, Deniz Gezmiş’le iç içe bütün o arkadaşlarla birlikte gençlik hareketlerinin hepsine katıldım. Dayak da yedik, cop da yedik ama davamızdan asla vazgeçmedik. Çünkü ben bir Cumhuriyet kadınıyım. Ailem beni böyle yetiştirdi. Bu toprakların kadınları, anaları çok değerli. Bütün dünyada sevgiyi, saygıyı en çok hak eden kadın Türk kadınıdır. Türk kadını çocuğuna, toplumuna, ülkesine çok düşkündür. Atatürkçü Cumhuriyet kadını olmak da bunu gerektirir.
Eski bir İşçi Partili olarak Erkan Yücel Kültür Merkezi’nin ilk yıllarını biliyorum. Seneler ötesinden gelen bir dostlukla bir araya geldik. Bu dostluğu sanırım Vatan Partisi ve memleket sevdamıza borçluyuz. Burada ilk toplantıları İsmet Bey’le biz başlatmıştık. Çok anım var."
“Bizim kadınımız önce evim yuvam çocuğum der ama memleketini düşünür.”
Tansu Bele sözlerine şöyle devam etti: "Cumhuriyet kadını nedir? Türk kadını nedir? Bu konu üzerinde çok kafa patlattım. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne girdim; Türkan Saylan, Nejla Arat benim idollerimdi. Bunu neden yaptım? Cumhuriyet kadınının ne olduğunu irdelemek, kadınımızı anlamak için. Bizim kadınımız önce evim yuvam çocuğum der ama önce memleketini düşünür. Bu taa Osmanlı zamanından geliyor. Osmanlı son zamanlarında kadın dergileri vardı. Abdülhamit zamanında bir kadın dergisi çıkarılıyor, bir kadın diyor ki “Ben meyve değilim.” Kadın aynı zamanda üreten bir varlıktır fakat biz bunu Cumhuriyet döneminde daha iyi anladık. Kadınlarımız ressam oldu, yazar oldu, hakim oldu… Bu nasıl oldu? Cumhuriyet devrimlerimiz sayesinde. Kadınlara büyük paye veren Atatürk sayesinde."
Adviye Bal – Ressam
"İlkokulu bitirdikten sonra babamın görevi nedeniyle Erzurum’a tayin oluyoruz. Ortaokul, lisede akademik olarak başarılıyım ama gözüm hep sanat yapmada. Bir Milliyet Sanat diye bir dergi vardı, ayda bir çıkardı, ben o dergiyi bulabilmek için tüm Erzurum’un gazetecilerini o -40 derecede dolaştığımı bilirim. Bazen işten dolayı gelmezdi, etmezdi… Böyle inatçı bir yapım var.
Lise bitti 1980’de. 1980 tabii garip bir yıl. Erzurum Lisesi’ndeydim tabii ödüller alıyorum, öğretmenlerimin çok ilgisini çekiyorum, yarışmalara eserlerimi gönderiyor, okul önünde onore ediliyorum. Güzel bir dönem fakat liseye geldiğimde 1. Sınıfta resim vardı. Akademik eğitime önem veren fakat sanat eğitimine fazla önem vermeyen bir okulda okudum. 1. Sınıftan sonra ne müzik var, ne resim var ama ben bırakıyor muyum işin ucunu? Asla. Resim öğretmeniyle samimi oluyorum, çizimler yapıyorum ve çizimlerimi gösteriyorum, okuldan kritikler alıyorum. Çizimlerimi yapıyorum her hafta, kritikler alıyorum.
Müdüre gittim. “Okulda resim dersleri yok, ben de resimle ilgileniyorum, bana resim kursu açın.” Dedim. Çok da iyi bir beyefendiydi, tesadüfen de resim bölümü mezunuydu. “Madem böyle bir istek var, 11 kişiyi toparlayalım kursu açalım” dedi ve kurs açıldı. Fakat şöyle bir aksilik oldu. Ben habire çalışıyorum, resim yapıyorum falan ama hocamız hiç benim civarıma gelip de bana bir şey öğretmiyor. Başkalarını bilgilendiriyor ama benim yanıma gelmiyor. Gittim nedenini sordum. “Ben senin kafanı bulandırmak istemiyorum, sen yolunu bulmak üzeresin” dedi. O zaman Erzurum fuarı diye çok aktif bir fuar vardı. Fuarda sergi açmak isteyip istemediğimi sordu. Açtım, ailemle sergiyi gezdik. Böylece 15-16 yaşlarımda, insanların çok yoğun ilgi gösterdikleri bir yerde ilk sergimi açmış oldum. Sanatçı olmak dışında başka bir alternatif kalmadı benim için.
Mezuniyetim 1980’e denk gelince ortamın da karışıklığından ötürü babam benden Erzurum’da bir bölüm seçmemi rica etti. Ben de coğrafyayı seçtim. Yani vaktinde resim bölümünü okuyamadım. Coğrafyayı da sevdim, neden sevdim çünkü coğrafyada bildiğiniz birkaç bilgiden çıkarım yapabiliyorsunuz. Bu tabii bütün bilimlerde geçerlidir fakat coğrafyada çok belirgindir. Çıkarım yapıp hiç bilmediğiniz bir konu hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.
Bu durum da bakış açımda, değerlendirmelerimde, neden-sonuç ilişkisi kurmak gibi zorlu konularda hızlı karar vermemi sağladı. Sonuç itibariyle oldum mu size coğrafyacı? Tabii bu esnada sergiler açtım.
"Kazıya kazıya ortaya çıkaracağız"
Bir şekilde İstanbul’a geldim. Marmara Üniversitesi resim bölümünün karşısında bir eve de geldim mi? Hadi gel de okuma… Bir sene öncesinden sınava hazırlıklar başladı. Bir sene gece gündüz… İlk bine girerek güzel bir puanla, güzel sanatların da yetenek sınavını kazanarak okudum. Hem çalıştım hem okudum. Başarının bir ölçüsü yok ama ben kendi adıma, kendini gerçekleştirmiş bir insan olarak diyorum ki, Türk kadınının elinden hiçbir şey kurtulmaz, hatta isteyen insanın elinden hiçbir şey kurtulmaz. Eğer bir şeyi gerçekten istiyorsak, yeri geldiğinde o cevherin üstünü kaplamış olan tortuyu biraz da kendi tırnaklarımızla kazıya kazıya ortaya çıkaracağız."
Ezgi Coşkunpınar - Müzisyen
"Ben bu söyleşiye kariyerinin zirvesinde biri olarak değil ama kurduğu hayallerin bazılarını gerçekleştirmiş ve ülkesi için yenilerini kurmaya devam eden genç bir Türk kadını olarak katılıyorum.
Eskişehir’de doğdum. Ailem müzikseverdi, beni de küçüklüğümden bu yana müzik konusunda çok desteklediler. Henüz ilkokul ikiye giderken küçük bir gitarım oldu. Sonrasında başka enstrümanları da tanıyabilmem için ailem imkanı çerçevesinde bana ellerinden gelen desteği sundular.
Belde evi gibi halka açık dersler veren kurumlarda zaman zaman müzik dersleri aldım, okul korolarında çaldım. Müziği meslek olarak düşünmesem de hayatımın önemli bir kısmını kaplıyordu. O yıllarda bir gün Anadolu köylerinde öğretmen olmanın hayalini kuruyordum. Ülkem için bir şeyler yapmak her zaman hayallerimin merkezindeydi. Bu hayalle beraber kendi isteğimle Anadolu Öğretmen Lisesi’ne gittim.
Çocuklar için müzik gibi gönüllülük esaslı müzik faaliyetlerime devam ederken klasik kemençe sazıyla ve hayatıma yön verecek kemençe hocamla tanıştım. Hocamdan meşk usulüyle aldığım eğitim, müziği aşıp insan sevgisine uzanan sohbetlerimiz ve hayatın her anında örnek insan olma öğretisi beni kalbimden vurdu. Lise son sınıfta verdiğim ani kararla konservatuar okuma kararı aldım. Müzik üzerine eğitim veren bir okulda okumuyor olmama rağmen bana inanan hocalarım ve elime geçen her müzik kitabını kurcalama gayretimle hayalim olan İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda Müzikoloji bölümüne dereceyle girdim.
"Müzik toplumları anlamak ve değiştirmek için bir araç"
Bu alanda yetişme heyecanıyla Anadolu şehri Eskişehir’den, bana ilham verecek insanlarla tanışacağım İstanbul’a geldim. Müzikoloji bölümünde hayallerimi şekillendirecek yeni bir dünyayla karşılaştım. Bir yandan konservatuarın müzik kütüphane ve arşivinde çalışıyor bir yandan da müziği bilimin ışığında araştıran bir bölümde eğitim görüyordum. Müziğin “toplumsal” bir olgu olduğunu, toplumları anlamak ve değiştirmek için bir araç olarak kullanılabildiğini öğrendim. Bunun üzerine Anadolu’yla ilgili kurduğum çocukluk hayalim; öğretmek için değil öğrenmek için her bir köye gitmek için yeniden şekillendi. Öğrenme arzusu, arşivdeki çalışma deneyimi, okul çıkışı ders niteliğindeki konser, söyleşi ve kültürel gezilerle çok şaşırdığım ve çok heyecanlandığım bir lisans hayatı yaşadım.
İkincilikle kazandığım lisans bölümünü ikincilikle bitirerek mezun oldum. Özel eğitimler almadan, inanmış bir kalple ve bana inanan insanların emeğiyle hayallerimi gerçekleştirdim. Mezun olduğum İTÜ Müzikoloji bölümünde yüksek lisans eğitimi görmeye, Türk Müziği çalışmalarına katkı sunacak arşiv dijitalleştirme projesinde çalışmaya devam ediyorum. Türkiye’deki müzik öyküsünün, kültürel politikaların ve çocuk işçiliğin bir gerçeği olan çocuk şarkıcılar üzerine çalışıyorum. Kurduğum Aydınlık müzik grubunda çeşitli sanatçılarla cura, bağlama, tanbur gibi sazlar eşliğinde bu toprakları ve bu toprakların yiğitlerini anlatan türküleri, zeybekleri klasik kemençemle icra ediyorum. Bilim tezgahında sanat eğitimi alan bir Türk genci olarak ülkeme; Anadolu müzelerinde, köy kütüphanelerinde, sanat kurumlarında; halk bilim çatısı altında çalışarak hizmet vermenin hayalini kuruyorum."