Denizden yayılan bu parlak mavi ışık, ‘Biyolüminesans’ olarak adlandırılan biyolojik bir tepkime… Okyanusta yaşayan bazı balık, ahtapot, karides, denizanası, denizyıldızı, alg ve köpekbalığı türleri, biyolüminesans özelliğine sahip.
Bu canlılar, lusiferin (pigment) ile lusiferaz (enzim) kimyasalları üretiyor. Bu kimyasallardan lusiferin, oksijenle tepkimeye girerek ışık üretirken lusiferaz ise bu tepkimeyi hızlandırıcı bir görev üstleniyor. Böylelikle vücutlarının içindeki kimyasal reaksiyonlara bağlı olarak enerjiden ışık ortaya çıkıyor.
Büyüleyici ışıklar dünyanın pek çok yerinde görülse de en doğru adres, Yeni Zelanda… Ülkede biyolüminesans öyle popüler ki bir kare görüntü için saatlerce eli deklanşörde bekleyen ‘biyolüminesans avcıları’ olarak adlandırılan insanlar var.
Onlardan biri de Auckland’da yaşayan 37 yaşındaki Matthew Davison… Biyolüminesans fotoğrafı çekmek için bazen gün doğumuna kadar bekleyen Davison, bu görüntüyü ‘mavi altın’ olarak nitelendiriyor ve ışık gösterisini yakalamanın verdiği heyecanı şu şekilde ifade ediyor:
“Bu muhteşem doğa olayını yakalamak çok ama çok zor. Saatlerce bekleyip elim boş döndüğüm günler oldu. Fakat maceranın güzel tarafı da bu olayı yakalamanın çok zor olmasının verdiği heyecan… Eğer o kadar saat bekleyip ‘mavi altını’ yakaladıysam bunun verdiği mutluluk hissi inanılmaz ve tarifsiz.”
DERİNLERDE YAŞAYAN CANLILARIN BEŞTE DÖRDÜ BİYOLÜMİNESANS
ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi’ne göre, 200 metreden 1000 metreye kadar olan derinlikte yaşayan canlıların beşte dördü biyolüminesans özelliği taşıyor.
Parıltı, karada çok dikkat çekici şekilde belli olmasa da okyanus veya denizde genellikle mavi ya da yeşil olarak ortaya çıkıyor.
Gözleri diğer balıklar gibi yanlarda değil insanlar gibi ön tarafta yer alan barreleye (fıçıgöz) balığı biyolüminesans kaynaklı ışık yayılımı yapan canlılardan...
Yıllardır California Üniversitesi’nde Biyolojik Bilimler Bölümü’nde görevli olan Prof. Kenneth H. Nealson, bu doğa olayının davranışsal özelliğiyle ilgili hâlâ çalışmalar yapıldığını belirterek New York Times’a şu bilgileri paylaştı:
- Aristoteles ve Charles Darwin de dâhil olmak üzere pek çok bilim insanı, yüzyıllar boyunca biyolüminesanstan etkilendiler ve bu olguyu yakından incelediler. "Canlılar okyanusta neden parlar?" sorusuna bilim insanları net bir biçimde, "Avlarını tuzağa düşürmek için" yanıtını veriyor. Yani büyük balıklar yüzerken, küçük balıkları yem olarak kendilerine çekmek için parlıyorlar.
- Zaten bu konuda çalışmaları olan bilim insanları da olayı bu şekilde açıklıyor. Organizmaların genellikle birbirleriyle iletişim kurmak, birbirlerini baştan çıkarmak, avı belirlemek ve ikaz etmek amacıyla aydınlandıkları düşünülüyor.
Deniz canlıları dışında biyolüminesans olayı nadir bulunmakla beraber daha çeşitli renk yelpazesinde de gerçekleşir. Örneğin karadaki biyolüminesansa en iyi örnek ateş böceği… Ateş böcekleri genellikle kısa aralıklarla yanıp sönen bir ışık saçar. Bu ışık; sarı, yeşil, kırmızı hatta mavi olabilir.
YOSUNLARDAN ‘MAVİ’ TEMALI BİR GÖRSEL ŞÖLEN
Nealson ayrıca yosunlardaki ışık saçan organizmaların yırtıcı canlıları korkutmak için bu davranışta bulunduklarının da altını çizdi:
“Dalga hareketleri yosunlara tehdit oluşturmaz ama yosun çiçekleri ya da algler her hâlükârda aydınlanır. Çünkü yosunlar, balıkların açık okyanusta yüzerek yarattıkları basınç değişikliklerine tepki verecek şekilde programlanmıştır. Bu ışıltı, muhtemelen dalganın zirvesinde bulunan ve ışık saçan yosuna yardımcı olmaz. Fakat kıyıdan biraz daha uzakta, çok iyi bir savunma mekanizması olabilir çünkü yırtıcı türleri korkutmalarına yardımcı olur.”
Taraklılar (Ctenophora) familyasına ait bir deniz canlısı...
DENİZ TANRISI POSEİDON’UN DOKUNUŞU
Nealson’ın da altını çizdiği gibi biyolüminesans araştırmaları çok eskiye dayanıyor. Bu olgunun bilimsel olarak açıklanamadığı zamanlardan kalma farklı yorumlar ve inançlar da bulunuyor.
Örneğin bundan 150-200 yıl öncesine kadar denizciler, bu ışıltıyı deniz tanrısı Poseidon’un dokunuşu olarak tanımlıyordu. Bazı yerleşimlerde ise bu ışık, peri olarak adlandırılıyordu.
Bilimsellikten uzak tüm bu düşünceler zamanla efsane olarak kalsa da şu sıralar biyolüminesans bir fenomene dönüşmüş durumda… Şunu da belirtmekte fayda var: Biyolüminesans görülen suya dokunmak ya da bu suda yüzmek insana hiçbir şekilde zarar vermiyor.
‘IŞIĞI YAKALAMAK İÇİN UYDU GÖRÜNTÜLERİNİ BİLE İNCELİYORUM’
Yeni Zelanda’da biyolüminesans peşinde koşan fotoğrafçılar, genellikle bahar ve yaz aylarının bu olağanüstü olayı görmek için en iyi zaman olduğunu belirtiyor.
Aslında biyolüminesans için "Şu zamanda ortaya çıkar" demek çok doğru değil çünkü bu olay her zaman yaşanabiliyor. Ama belli zamanlarda sıklığı artıyor. Özellikle ilkbaharda denizdeki bileşenlerdeki değişimlerin ve suyun birden ısınmaya başlamasının sonucunda biyolüminesans olaylarında da artış yaşanıyor.
Biyolüminesans avcıları yağmur fırtınalarından sonraki gecelerin mükemmel görüntüler yakalamak için en iyi zaman olduğunu ifade ediyor. Çünkü karadan okyanusa akan yağmur suyu, genellikle besin açısından zengin maddeler içerdiğinden yosunları çekiyor. Bu da ışık tepkimelerinin ortaya çıkmasını sağlıyor.
Bir teknoloji firmasında ürün geliştirici olarak çalışan Ashley Fell, biyolüminesans yakalamak için kendince oluşturduğu metodu şu şekilde açıkladı:
İlk olarak kıyıdaki yosun oluşumlarını belirlemek için uydu görüntülerini inceliyorum. Daha sonra nerede suyun parlayabileceğini öngörmek için rüzgâr yönü ve gelgit düzeni gibi diğer göstergeleri detaylı bir şekilde çalışıyorum. Bu şekilde biyolüminesansa çok kez şahit oldum. Rüya gibi bir şey bu…”
Bazı balıklar biyoluminesansı kamuflaj için kullanırlar. Buna en iyi örnek ise Cookiecutter köpekbağı… Vücutlarının alt kısımları karanlık kalır ve ışıkla birlikle küçük bir balıkmış gibi görünür. Bu şekilde de avlanır.
Fell aslında bu işi biraz abartanlardan… Işıkların büyüsüne kapılan çoğu fotoğrafçı, bu kadar detaylı çalışmalara girmiyor. Hemen hemen hepsi biraz şans biraz da önseziyle hareket ediyor ve plaj yürüyüşü esnasında mavi ışıltıları gören kişilerden gelen ipuçlarının izinden gidiyor.
Ortopedi uzmanı 48 yaşındaki Grant Birley onlardan biri… Birley, “Bu kadar düşünüp ve çalışmaya gerek yok. Dürüst olmam gerekirse, ya şans eseri ya da etrafta olabileceği hissiyatı ile 10 defanın 8’inde bu ışıkları yakaladım. Bence bu biraz şans melesi…” diye konuştu.
Yeni Zelanda’da profesyonel fotoğrafçı olan Micheal Bain de şans faktörüne inanlardan… Bain, “Samanyolu Galaksisi’ni fotoğraflamak umuduyla plaja gitmiştim. Plaja vardığında, yıldızlarla dolu bir gökyüzü görmekle kalmadım, parıldayan bir kıyı şeridine de tanık oldum. Bu durum şans eseri denk gelebilecek özel bir olaydı” dedi.
İki yıl önce, Auckland civarında yaşayanlar için biyolüminesans temalı bir Facebook grubu oluşturan Stacey Ferreira ise bu ışığa olan ilginin her gün arttığını ifade etti ve ekledi:
“Bu olağanüstü doğal güzellik, ölmeden önce mutlaka tanık olunması gereken bir olay. Ülkede böyle bir ilgi olunca ben de Facebook’ta bir grup oluşturmak istedim. Başlarda 100 kişi olan üye sayısı bir yıl içinde 7 bini geçti ve her yaz 2 bin yeni üye katılımı gerçekleşiyor.”
TÜRKİYE'DE DE GÖRÜLDÜ
Biyolüminesans 2020 yılında Büyükçekmece’de Albatros sahilinde görülmüştü. Bölge sakinlerinden biri, gazetecilere yaptığı açıklamada, 20 yıla yakın zamandır orada yaşadığını belirterek, "İlk defa görüyoruz. Şaşırdık. Telefonumuzla çekmeye çalışıyoruz ama görüntü alamıyoruz” diye konuşmuştu.
Fakat İstanbul’daki durum tek hücreli, çok küçük ve mikroskobik deniz canlılarının etkisiyle ortaya çıkmıştı. Yeni Zelanda’da gerçekleşenler ise daha büyük tepkimeler…
New York Times’ın “These Photographers Chase New Zealand’s Glowing Waves”, "Satellites Spot Oceans Aglow With Trillions of Organisms"başlıklı haberlerinden derlenmiştir.
Derleyen: İsmail SARI (Hürriyet)
Fotoğraflar: iStock